@esraslnn
|
Başlamadan önce yıldıza bas lüften. Keyifli okumalar🖤
Sia ' She Wolf
Yaptığımız hatalar ya da kendi kafamızda kurduğumuz yanlış düşünceleri eyleme geçirdiğimiz vakit beraberinde bazı sonuçlar da ortaya çıkardı her zaman.
Ortaya çıkan sonuçlar iyi de olabilirdi, kötü de ama adı üstündeydi hata. Olumsuzluk anlamı taşıyordu bu kelime. Bu yüzden hatanın iyiyi doğurması muhtemelen milyonda birdi.
Ve sanırım benim gibi şansız bir insanın o milyonda bir ihtimali tutturması da tamamen imkansızdı.
Boğazımdan firar eden çığlık, ağzıma kapattığı kocaman avuç içinde kaybolmuş ve yalnızca boğuk bir iniltiye dönüşmüştü. Korkuyla ellerimi bileğine attım, olduğum yerde algılarımı yitirmiş gibi çırpınıyordum fakat ağzımı kapatan elin sahibi bana doğru eğilerek "Şşt sakin ol benim," dediğinde tanıdık sesini işitmemle olduğum yerde çırpınmayı bıraktım ve korku dolu gözlerimi ona çevirdim.
Üzerinden yirmi dört saat bile geçmeden tekrardan kara gözlerin sahibine denk geldiğimde nefesim boğazımı tıkamıştı sanki. Öyle korkutucu bir şekilde gözlerimin içine bakıyordu ki az önce sakin ol diyen yatıştırıcı sesine tezat beni gerçekten öldürmek istiyormuş gibi bir hâli vardı.
"Bağırmayı kesersen çekeceğim elimi," diye devam ettirdiğinde ellerim öylece bileğinde duruyordu. Bana doğru eğilmişti ve oldukça da yakındı. Bacağımı kaldırıp hayalarına atacağım tek bir darbe onu etkisiz hâle getirirdi fakat az önce farkına vardığım ve beni daha çok korkutan, üstümde sadece bir havlunun olmasıydı. Yapabilir miydim?
İçim o an öfke ile doldu. Yapardım!
Öyle sert dizimi kaldırdım ki ardından olacakları kestirememiştim bile. Onun reflekslerinin ise benden daha iyi olacağını tahmin etmemiştim. Kendisine vurmamı engelleyerek diğer eliyle dizimi hızla yakaladığında çıplak bacağıma temas eden eliyle gözlerim kocaman açılmıştı. "O olmaz," dedi.
Bu sefer gözlerimi kırpıştırarak yüzüne baktım, panikle bacağımı geriye doğru çekmeye çalıştım, etime gömülen güçlü parmakları tenimden kayarak hızla koptu.
Gözlerimin içine öfke ile bakmaya devam ederken dişlerini sıktı. "Sana ne dedim ben?" diye sordu sert bir sesle. O gece sesinde barındırdığı alaycıl tonlamaya tezat yüzünde çok katı bir ifade vardı ve bu çok korkutucuydı.
"İşimi gücümü bıraktım. Tam yarım saat dışarıda seni bekledim. Geç kaldığın her vakit ne olacağı hâkkında seni uyarmama rağmen sen gelmedin. Yetmedi kaçtın! Seni şimdi tam şurada, kendine ait olan bu odanın içinde öldürsem ne olur? Kim beni engelleyebilir Nisan, hm?"
Bu sözleri bedenime elektrik vermiş gibi titredim, kalbim ritmini kaybetmiş gibi göğüs kafesimi dövüyordu. Gözlerimiz birbirine sabitlenmiş ağzımı kapatan elinden dolayı burnumdan sık nefes alıp veriyordum. Bütün gücümü kullandım ve kendime gelmeyi başararak ellerimi bileğinden kopardım. Tek elimle sertçe göğsünden ittirdiğimde bunu bekliyormuş gibi beni bıraktı ve hızla uzaklaştı benden.
Ellerim büyük bir hızla havlumu buldu. Öfke ile ona baktım. "Sen kimsin de bu şekilde evime giriyorsun ya?!" diye bağırdığımda sesim büyük bir şiddetle evde yankı yapmıştı.
"O sesini kıs," dediğinde bir adım üstüme atmasıyla korkuyla sırtımı duvara dayadım.
Duraksadı, gözleri bir saniye bile olsun yüzümden başka bir yere kaymamıştı ve bu beni biraz da olsa rahatlatan tek şeydi. Çünkü üstümde kalçalarımı zar zor kapatan ufak bir havludan başka hiçbir şey yoktu. Çıplaktım önünde.
"Bak," dedim bedenimle birlikte sesim de korkudan dolayı titrerken. "Amacın ne bilmiyorum ama beni beş gün önce arayıp tehdit ettiğin yetmiyormuş gibi şimdi de bu. Bu şekilde evime giremezsin sen!"
Gülmedi fakat alaylı bir ifade oluştu sert çehresinde. "Hadi ya... Siz girersiniz ama değil mi? Hem de pencerelerimi kırarak... Hırsızlık yapmak için..."
Aralık dudaklarımı birbirine bastırdım. Derince yutkundum. Ne cevap verecektim? Verecek bir cevabım bile yoktu. Çünkü hâklıydı. Söylediklerinde yanlış bir şey var mıydı? Yoktu. Evine girmiştik. Üstelik hırsızlık yapmak için.
Çıplak bacaklarımı birbirine bastırdığımda sessiz kalmam üzerine suratıma alaylı bir bakış attı. Gözleri gözlerimden koptu ve sonra da yan dönerek odamı incelemeye başladı.
Üstünde kafedeki gibi resmi kıyafetler yerine daha spor şeyler vardı. Siyah bir kot üzerine deri ceket giymişti. Dağılmış simsiyah kısa saçları, ona uyumlu olarak kara geceyi andıran gözleri ve aynı şekilde kemikli çene hatlarını düzgün bir şekilde saran siyah kirli sakalı onu genç göstermişti. Derince yutkundum. Kendimi toparlamaya çalıştım. "Evimi nasıl buldun?" diye sordum kendime yabancı bir sesle. Tüylerim diken diken olmuştu. Ben bu kadar korkak değildim ya.
Odamı incelemeyi bırakarak kafasını bana çevirdi. "Bilmiyorsan eğer öğren, bundan sonra ben sana bir nefes kadar yakınım Nisan. Bütün bunların arasında sence de evini bilmemem saçma olmaz mıydı?" dediğinde gözleri tekrardan benden kopmuş ve komodinin üzerinde bulunan çerçeveye kaymıştı. Annemin çok eski bir fotoğrafıydı.
Bundan sonra ben sana bir nefes kadar yakınım. O ne demekti?
Söylediği şey ile nasıl diye sormak istedim fakat benden önce söze girmişti. "Ayrıca evin profesyonel bir hırsıza göre fazla vasatmış."
Bana hırsız demesiyle sinirlensemde iyice olduğum yerde büzülürken "Benden ne istiyorsun?" diye sordum kısık bir sesle.
Sorduğum soruyla kara gözleri, tekrardan bana döndüğünde içinde beliren öfke ile istemsizce geriye gitmek istedim fakat arkamdaki duvarı hatırlayınca anında vazgeçmiştim bundan.
"Kaçmak yerine uslu bir kız olup sözümü dinleseydin şimdiye kadar çoktan öğrenmiş olacaktın!" dediğinde bir adım bana yaklaşmasıyla korkuyla sırtımı duvardan yana kaydırıp geriye gittim. Böylece aramızdaki mesafe tekrardan açıldı.
"Bak!" dedim tekrardan nefessiz kalmış gibi. Nefes nefese kalmamın tek sebebi bedenimi ele geçiren korkuydu. "Tamam evine girdim ama-"
Sözümü hızla kestiğinde "Girdiniz!" demesiyle öfkesi her geçen saniye çoğalıyormuş gibi gözlerindeki alev git gide büyüyordu, üstüme tekrardan bir adım atmasıyla aynı şekilde ben de bir adım geriye gittim.
Bakışlarının yüzümden başka herhangi bir yerime bir saniye bile olsun kaymıyor olması şu an çığlık atmama engel olan tek şeydi.
"Evet girdik ama hiçbir şey almadık sen de biliyorsun. N-e..." Derince yutkundum. "Bak ne kadar merak etsemde o odanın içini bile görmedim ben. Bak gerçekten kim olduğunu ve bizden ne istediğini bilmiyorum..." Bu sefer büyük bir adım atmasıyla panikle hızlı bir şekilde geriye doğru gittiğimde bacaklarımın yatağa çarpmasıyla dengemi kaybetmiş ve ağzımdan ufak bir çığlık firar ederken yatağın üzerine düşer gibi sertçe kalçamın üzerine oturmuştum. Ellerim refleksle yatağın kenarına tutunduğunda toparlanıp endişeyle havlumu geri tuttum tekrardan. Şükür ki açılmamıştı.
Bu sırada ani hareketlerim sonucu kafamda sallanan havlu kayarak yatağa düşmüştü. Uzun ıslak saçlarım, özgürlüğüne kavuşmuş gibi çıplak omuzlarıma tel tel döküldüğünde kafamı kaldırıp karşımda dev gibi duran adama baktım korkuyla. Bunun üzerine gözleri anlık olarak açılan saçlarıma kaysada hızla yüzüme baktı tekrardan. Vücuduma giren ürpertiyle tüylerim dikeldi.
Bir adım atarak gücünü gösterir gibi bir tavırla tam tepemde dikildi. "Sizden değil senden istiyorum," dedi.
Kurduğum cümleyi tekrardan çevirmesiyle öfkeyle yüzüne baktım. Dişlerimi arasından "Benden ne istiyorsun?" diye sertçe çıkıştım.
Hiç duraksamadan "Öğrenmek için yarın benimle geleceksin," dedi robot gibi bir sesle.
Kaşlarım çatıldı. Ne saçmalıyordu bu adam ya? Onunla hiçbir yere gitmezdim ben.
"Seninle hiçbir yere gitmem ben," dedim sertçe gözlerine bakarken. Oysa bütün bedenim titriyordu. "Kim olduğunu bile bilmiyorum. Evime girdin. Silah var sen de! Gideceğimiz yerde bana kötü şeyler yapmayacağın ne malu-"
Sözümü kesen şey Ceren'in içeriden gelen sesiydi.
"Nisan nerdesin?!" diye bağırdığında aralık kalan dudaklarım ve dehşet içinde açılan gözlerim ile kafamı hızla kapıya çevirdim fakat o an çok daha fazla şok olmama sebep olan bir şey oldu. Karşımdaki adam ne zaman belinden çıkardığını bilmediğim silahı alnıma dayadı.
"Yanlış bir şey yaparsan seni öldürmem," dedi üstüme doğru hafifçe eğilirken. "Olan, her şeyden habersiz olan zavallı arkadaşına olur."
Gözlerim gözlerini buldu. Daha önceden defalarca kez görmüştüm onu kafede. Hep bu şekilde katı bir yüz ifadesi mevcuttu çehresinde fakat kara gözlerinin içindeki korkunç ifadeyi ilk kez bu kadar net görüyordum. Olan, her şeyden habersiz zavallı arkadaşına olur. O an anladım onun ne kadar tehlikeli biri olduğunu.
Dudaklarımı birbirine bastırarak yavaşça başımı salladığımda silahı çekerek doğruldu. Ardından umursamaz bir tavırla silah bulunan eliyle kapıyı işaret etti. "Gönder onu."
Avcumun içinde bulunan havlunun düğümünü sıktım, kapının aniden çalmasıyla kalbimden büyük bir gümbürtü koptuğunda "Nisan içerde misin?" diye seslendi Ceren. Allah'tan kapıyı çalmadan içeri giren insanlardan değildi Ceren.
Gözlerim karşımda bulunan adamın gözlerine değdi, sonra derin bir nefes aldım. "Burdayım Ceren! Sakın gelme içeri, şu an müsait değilim. Sen mutfağa git ben geliyorum!" diye kapıya doğru bağırdığımda ne kadar çok çabalasamda sesimdeki titremeyi engelleyememiştim.
"Tamam ben mutfakta sofrayı kuracağım sen de çabuk gel," dedi kapının ardından. "Sana anlatacağım çok önemli şeyler var. Şu an odana dalmamak için zor tutuyorum kendimi."
Heyecanlı sesi kulağımda cızırtılı bir sese dönüştüğünde "Tamam," dedim hızla bir an önce gitmesi için.
Onu onaylamamla birlikte tekrardan duyulan ayak sesleri uzaklaşırken tuttuğum soluğumu bıraktım. Gözlerimi tepemde dikilen adama çevirdiğimde "Yarın seni alacağım," dedi hızla söze girerken.
Ağzımı açmama fırsat bile vermedi. "Tekrardan kaçmak gibi bir aptallık yaparsan eğer seni bulamayacağımı sakın sanma! Çünkü Nisan, haberin olsun diye söylüyorum: Cehennemin dibine gitsen bile zebani olup yine de çıkararım seni oradan." Silahı beline taktı ve ne zaman yanaştığını bilmediğim pencere camını açtı hızla. Omzunun üzerinden bana baktığında "Bu arada..." dedi koca bedenini dışarı atmadan önce. "Balkon kapılarını kilitmeyi unutma."
Ağzım şaşkınlıkla açıldı arkasından. Sonra da uzun bir süre kitlenmiş gibi açık olan pencere camına baktım. Yatağın üzerine oturmuş öylece bakıyordum. Pencereden sızan soğuk hava çıplak bedenimde hiçbir etki yapmıyordu. Çünkü zaten donmuştum.
"Nisan! Haydisene kızım, içeri gireceğim şimdi! Ne yapıyorsun odada bu kadar ya?"
Ceren'in sesi kulağıma çarptığında elektrik vurmuş gibi yerimden sıçradım. O kadar dalmıştım ki korkuyla elimi kalbime götürdüm ve derin derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştım. Olmuyordu. Hiçbir işe yaramıyordu. Buna rağmen kendime gelmeye gayret ettim ve, "Geliyorum hemen!" diye bağırarak hızlı bir şekilde yataktan kalktım. Camı tekrardan kapatırken üstümü giyindim. Saçımı kurutmadan kısaca aynaya bakıp yüzüme normal bir ifade oturmayı başardığımda odadan çıktım. Mutfağa girdiğimde Ceren masayı hazırlamış sandalyede oturuyordu.
"Şükür gelebildin," dedi kafasını kaldırarak. Masaya doğru yaklaştığımda gözleri, bedenimi baştan aşağıya süzerken bakışları saçlarımda takılı kalmıştı. Şüpheli bir şekilde gözlerini kısıp yüzüme baktı ardından. "Kaç saattir ne yapıyorsun sen odada? Kız bana bak saçlarında ıslak senin." Gözleri irice açıldı. "Yoksa sen bu oğlanı eve mi attın gizli gizli? E hani platonikti?"
Şaşkınlıkla olduğum yerde durdum. Aynı saniyede büyük bir korku bedenimi kapladığında Ceren yüzüme bakarak koca bir kahkaha patlattı. Dalga geçiyordu benimle. O kadar çok gerilmiştim ki gerçekten o adamın odada olduğunun farkına vardığını sanmıştım. Hâlâ gülmeye devam eden Ceren'e ters bir bakış atarak sandalyeyi çekip oturdum.
"Ne saçmalıyorsun sen ya?" dedim ters ters Ceren'e bakarken. Ödüm kopmuştu resmen. "Ağda yapıyordum."
"Öff şaka yaptım be!" dedi gözlerinin altını silerken. "Hem nerde sen de o potansiyel. Sen eve erkek atacaksın da ben de göreceğim." Hayıflanır gibi söylendiğinde gülümsedi. "Gerçi ben daha düne kadar birinden hoşlanabileceğini de beklemiyordum. Bakarsın bu da olur," diye devam ettirdiğinde alttan imalı bir bakış atarken gözlerimi devirdim.
"Şu kendi kafanda kurduğun ve benim hâkkımda olan saçma varsayımlarını kendine sakla Ceren," dedim yüzüne doğru düzgün bakmaya bile çekinirken. Hâlâ hakimiyetini süren gerginlikten dolayı terleyen avuç içimi eşofmanıma sildim. Ardından çorba dolu kaseyi önüme çektiğimde amacım her zaman ki gibi kaçmak ve yüzümdeki ifadeyi ondan saklamaktı. "Ben şimdi yemek yiyeceğim çünkü çok açım." Oysa midem stresten dolayı o kadar çok yanıyordu ki yemek yersem kusacaktım sonradan.
"Ay seninle de bir şey konuşulmaya gelinmiyor," dedi Ceren. "Şu an her ne kadar meraktan çatlasamda bu konuyu şimdilik es geçiyorum çünkü benim sana anlatacağım başka şeyler var. Az önce çok güzel şeyler oldu!" diye devam ettirdiğinde çıkan heyecanlı sesinden dolayı gözlerimi ona çevirdim.
Yüzünde acayip mutlu bir ifade vardı. Mavi gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Önümdeki çorbaya limon tozu atarak karıştırdığımda, evet mercimek çorbasına limon sıkmak yerine limon tuzu koymak gibi bir psikopatlığım vardı. Çünkü ben tatmin olmaz bir insandım, fazla ekşi seviyordum. Bir de limon çok sıkınca çorba fazla sulu oluyordu ve bu hoşuma gitmiyordu.
"Ne oldu? Pek bir mutlu görünüyorsun. Valla yüzünde güller değil çiçek bahçesi açmış," dediğimde kocaman gülümsedi.
"Ya Nisan," dedi heyecanla gözlerimin içine bakarak. Kendi kendine sırıtıyordu durmadan. "İnanmayacaksın. Gerçi ben de hâlâ inanamıyorum ama Murat bu işlerle olan bağlarını tamamen kopardığını söyledi..." Sesi titredi heyecandan fakat benim kafamda soru işaretleri oluşmuştu. "Evlendikten sonra her şeyi geride bırakıp temiz bir sayfa açmak istiyor. Hem çocuğumuz falan olursa eğer ona güzel bir gelecek sunmak istediğini söyledi bana."
İnsan, içine doğduğu ve tamamen orada piştiği bir yaşamı kolayca bırakamazdı.
Bıraksa bile izlerini silemezdi zihninden.
Bunca sene hayatımızda olmalarına rağmen Baran hariç onlar hâkkında çok fazla şey bilmiyordum. Çünkü bize karşı hep iyi yanlarını göstermişlerdi. Gerçi iyi yanları var mıydı ondan da emin değildim.
Onlar da bir nevi bizim gibiydi aile konusunda. Hiçbirinin ailesi yoktu. Belki de vardı ama bize bahsetmemişlerdi. Çünkü bu konuları açmaktan ölesiye kaçınıyorlardı. Tabii Murat elbet kendi ailesi hakkında Ceren'e bir şeyler söylemiştir ama bu onların özeliydi. Bu yüzden emin olduğum tek kişi Baran'dı. Baran sokakta büyüyen bir çocuktu ve belli bir yaşa kadar yanında çalıştığı adamın onlara zorla kapkaççılık yaptırdığını hatta bir kuru ekmek için günlerce dayak yediğini anlatırdı bana.
Bütün bunları öğrendiğimde onların çocukluktan beri arkadaş olması, Murat hâkkında da bazı fikirlerimin ortaya çıkmasını sağlıyordu. Onlar böyle bir hayatın içine doğmuşlardı ve hiçbir zaman kaçma gibi bir fırsat tanımamışlardı kendine. Oysa kaçma imkanı elbet vardır. Çünkü zaman geçer. Kısıtlayıcı şeylerin ömrü çürür. Sonra da çürüyen o engeller zamanla ortadan yok olurdu. Belli bir yaşa geldiğimizde ise hayatımıza dair yolları biz kendimiz belirleriz. Gideceğimiz yolları kendimiz seçeriz. Ve hangisinin iyi hangisinin kötü olduğunu, hâlâ kafayı yememişsek eğer az çok tahmin etme irademiz her daim vardır.
Böyle düşündüğüm vakit Ceren'e olumsuz bir cevap vermek istemediğim için sadece kendi düşüncelerim olarak kalıyordu içimde. Her şeyi akışına bırakmıştım.
Belki de Murat, kendi iyi yolunu bulma yaşına daha yeni gelmişti.
Zaten ben insanları iyi ve kötü diye ayıracak son kişi bile değildim. Kendi yolumu çoktan tercih etmişken.
Ceren'e kocaman gülümsedim içimde biriken korkulara rağmen. Elimdeki kaşığı masaya bıraktığımda ona doğru eğilerek sıkıca elini tuttum. "İkiniz adına çok sevindim kardeşim," dedim içtenlikle. Ellerimden ellerine sevgi aktı. Elleri benim tek dayanağımdı, tek tutunduğum yerdi bu hayatta. "Hep çok mutlu olun."
Elini çevirerek elimi kalbinin üzerine götürdüğünde kalp atış sesleri avuç içimde attı. "Nisan şuraya bak kalbim yerimden çıkacak. İki yıl önce hayatın benim için bittiğine inanmıştım ama ölmedim. Bunun yerine kendimi birdenbire çok daha zor bir durumun tam ortasında buldum." Kederli bir ifade oluştu güzel yüzünde. "Günlerce yastığa her başımı koyduğumda düşündüm... Ben nasıl böyle bir şeyi kabul ediyorum diye. Ben böyle bir insan değilim dedim. Vicdan azabı çektim ama şimdi düşündüğümde ve şu anda olduğum duruma baktığımda iyi ki ondan vazgeçmedim diyorum. Hayatım tekrardan doğru yolunu buldu ve sanki bütün bu yaşananlar bir arabanın kısa süreliğine yoldan çıkması gibi bir şeydi."
"Baksana," dedi tekrardan konuşmasına devam ederek. "Ben daha geçen gün sen o eve gireceksin diye ölesiye korkuyordum ama sen şu an yanımdasın. Allah'a dua etmekten başka daha ne isteyebilirim ki ben ya? Evren benim için güzel kapılarını sonuna kadar açmış gibi görünüyor."
Elimi hızla geriye doğru çektiğimde bakışlarımı önümde bulunan çorbaya kaydırdım. Özür dilerim Ceren. Çok özür dilerim.
"Sen böyle mükemmel bir kızken iyi kapılar nasıl sana açılmasın ki Ceren?" diye mırıldandığımda çorbamı karıştırıyordum. Zihnimin tam ortasına bir çift kara göz düştü. Kötüler de kötülere denk gelir mesela, tıpkı benim gibi.
♟️
İlerleyen saatler boyunca yaptığım tek şey önümde bulunan çorbayı karıştırmak olmuştu. Boğazımdan tek bir lokma geçmiyordu. Olanları düşünüp durdum yemek boyunca fakat bir çözüm yolu bulamadım. Yemek bittiğinde Ceren'le ortalığı toplamış ardından Ceren her ne kadar sözde benim hoşlandığım çocuk hakkında konuşmak istese de onu bir şekilde geçiştirerek direkt odama kaçmıştım. Şimdi de bacaklarımın etrafına sardığım kollarımla yatağımda büzülür bir şekilde oturmuş gözlerim öylece karşımdaki boş duvardaydı.
Kaç saattir bu şekilde oturduğumu bilmiyordum. Ne yapacağımı düşünüyordum durmadan fakat hiçbir sonuç çıkmıyordu karşıma. Bacaklarıma sardığım kollarımı çözdüğümde çekmeceye uzanarak geçmişe ait çok eski bir fotoğrafı aldım elime. Annem, ben ve babam vardı bu fotoğrafta. Dokuzuncu yaş günümde pastayı üfledikten sonra üçümüz koltukta oturup sıkıca birbirimize sarılmıştık. Bakışlarım iki yandan saldığım örgülerime oradan gözlerimizin içindeki gülümsemeye takıldı. Öyle mutlu görünüyorduk ki sanki bu fotoğraf karesinde yer alan üç yakın birey sonsuza kadar mutlu yaşayacaklarmış gibiydi.
Oysaki her şey göründüğü gibi değildir.
Kadın, mutsuzken hayattan koparılmıştı. Adam, aklını yitirerek kendi yaşamına son vermişti. Hayatta kalan küçük kız ise artık sadece nefes alıyordu çünkü onun gerçek mutlu yaşamı, sahte bir masalın içine hapsolmuştu.
Parmağım fotoğrafın yırtık ve üstü bantlanmış kısmında gezindi. Yetimhanedeyken Babama olan nefretimden dolayı onu ordan yırtıp kaldırmıştım ta ki onun akıl hastanesindeki halini gördükten sonra. Günlerce deli gibi ağlamış fotoğrafı tekrar ağlaya ağlaya bantla geri yapıştırmıştım. Onu affetmemeştim. Sadece, fotoğrafta kalsa bile bizi yine mutlu bir aile gibi bir araya getirmiştim.
Annemin gülen yüzüne uzunca bir öpücük bırakıp fotoğrafı çekmeceye geri koydum ardından yorganın altına girerek gözlerimi kapattım sadece. Geçen zamanla birlikte sabahın ilk ışıkları perdeden odaya doğru süzüldüğünde uyumadığım hâlde kapattığım gözlerimi açtım. Ardından yorgun bir şekilde sırtımı yatağın başlığına dayadım. Bütün gece düşünmekten uyuyamamıştım. Üstümde ölü toprağı varmış gibi hâlsizdim. Yataktan çıkmayıp sadece uyumak istiyordum ama gözlerimi kapatınca uyumak yerine o adamı düşünüyordum.
Telefonumu alarak saate baktığımda yedi buçuğa geliyordu. Ne yapacaktım ben şimdi? Kafeye gidecek miydim gerçekten. Eren, dün sözde hastalanıp erken çıktım diye beni aramış durumumu sormuştu ama Simay oldukça sessizdi. Beni aramayı bırak bir tane mesaj bile atmamıştı. Oysaki Simay oldukça meraklı bir kızdı ve o hâlimizi görünce şimdiye kadar yüz kere beni araması gerekiyordu.
O adam Simay'a bir şey söylemiş miydi acaba?
Kafamı hızla iki yana sallayarak yataktan çıktım. Kafeye gidecektim. Ne Simay'dan ne de o adamdan kaçmamın hiçbir faydası yoktu. Bir şeyler yaptıysam bununla yüzleşmesini de bilirdim. Yatağımı güzelce topladım. Banyoya girip kişisel ihtiyaçlarımı giderip geri geldiğimde dolabımdan çıkardığım yün beyaz bir kazakla düz bir kot pantolon çıkarıp yatağın üstüne attım. Düzleştiricinin fişini taktığımda saçımı tarayıp düzleştiricinin ısınmasını bekledim. Saçlarım düz olsa da hafif kabarıktı malesef.
Bu sırada yüzüme, özellikle de göz altımı kapatmak için hafif bir makyaj yapmıştım hızlıca. Belime kadar dökülen kahverengi saçlarımı düzleştirip üstümü de giyindiğimde hazırdım bile. Son kez aynaya baktığımda siyah ceketimi üzerime giyerek çantamı ve telefonumu da alarak çıktım odadan. Botlarımı giyip dış kapıyı açtığımda yüzüme vuran soğukla titreyip ceketime iyice sarındım. Dün gece şiddetli şekilde yağmur yağmış şimdiyse yerini buz gibi bir soğukluğa bırakmıştı.
Ankara havası çok daha soğuktu aslında ama ben her türlü soğuktan nefret ettiğim için genel olarak benim için İstanbul ve Ankara'nın pek bir farkı olmuyordu.
Dış kapıya ulaştığımda zaman başımı yerden kaldırırken gözlerimin açısına giren görüntü ile adımlarım bir anda durmuştu. Bu bedenimin şaşkınlıktan dolayı refleks olarak verdiği bir tepkiydi. Çünkü karşımdaki görüntü beklediğim bir şey değildi. Çünkü O tam karşımdaydı.
Sokak kenarına park ettiği siyah renginde, range rover model arabanın kapısına yaslanmış, baş ve işaret parmağının arasında tuttuğu yarısı bitmiş sigarasını içiyordu.
Derince yutkundum. Siyah kot pantolon üzerine hava soğuk olmasına rağmen ince bir ceket giymişti. Ceketinin İçine giydiği siyah örgü kazak bedenine yapışmış üst vücudunun hatlarını tamamen ortaya sermişti. Saçları dün olduğu gibi dağılmıştı ve birkaç küçük tutamı öne düşmüştü. Başı yerde olduğu için beni görmemişti henüz.
Onu incelemeyi bıraktım ve çok derinden gelen bir nefes aldım sinirlenmemek adına. Sabahın köründe, daha doğrusu benim işe gidiş saatimde bu herifin ne işi vardı benim kapımın önünde?
Aldığım nefes fayda etmedi, hatta ters teperek daha çok sinirlenmeme sebep oldu. Öyle çok sinirlenmiştim ki korkum birdenbire öfkemin ardına saklanmış yerini saf bir deliliğe bırakmıştı. Sinirli bir şekilde bahçe kapısını sertçe açtığımda çıkan sesle yerde olan kafasını kaldırıp beni gördü. Kara gözleri gözlerime değdiğinde dışarıya atmış olduğum adım öyle sertti ki o bunu görmüş ve yüzünde alaylı bir ifade belirmişti yalnızca. Sonra da hiç istifini bozmadan sigarısını içmeye devam etti.
Hiç duraksamadan ve sanki onu hiç görmemiş gibi yönümü çevirdiğimde çantamın kulpunu sıkıca tutuyordum. Hiç beklemeden seri adımlarla yağmurdan dolayı renk değiştirmiş kaldırımın üzerinden yürüyerek bir sokak ötede bulunan durağa doğru ilerlemeye başladım.
"Arabaya binecek misin, yoksa ben zor mu kullanayım?" diyen tok sesini ardımda işittiğimde ona bakmasamda hâlâ aynı yerde olduğunu biliyordum.
Asla binmezdim ve hiç kimse bana zor kullanamazdı. Bu saatten sonra beni polise vermesi ise umrumda olan bir şey değildi.
Bu yüzden söylediğini kulak ardı ederek yoluma devam ettiğimde ne zaman yanıma geldiğinde ve ne zaman benimle birlikte yürümeye başladığını anlamamıştım bile. Adımlarım hızlandı fakat pek işe yaradığı söylenemezdi. Sağ olsun adamın attığı tek adım benim üç adımıma denk geliyordu.
"Zor kullanmayı sevmem," dedi. Kısa bir bakış attığımda ellerini ceketinin cebine soktu, normal bir tempoda yürüyordu benim aksime. "Zor kullanmaya mecbur bırakılmayı ise hiç sevmem!"
Umursamadım onu. Sokakta sabah işine giden tek tük insan vardı. Soluk seslerimiz rüzgarın şiddetli sesi arasından kayboluyordu. "Peki sen benim peşimi bırakacak mısın, yoksa ben sapık var diye bağırayım mı?" dediğimde yorulduğum için adımlarımı yavaşlatmıştım.
"Ha yani iftira atacaksın bana. Hırsız, arsız, iftiracı... Daha ne kadar kötü yanların ortaya çıkacak merak ediyorum doğrusu," dediğinde olduğum yerde dururken sinirle ona döndüm, göğsüm hızla inip kalkıyordu.
Son söylediklerini duymazdan gelerek "İftira mı?" dedim alayla. "Sabah kalkıyorum ve her normal insanın yaptığı gibi işime gitmek için çıkıyorum evimden ama bir de ne göreyim! Kapımda hiç tanımadığım bir adam." Soğuktan dolayı ağzımdan çıkan buhar havaya karışıyordu. "Sonra da tanımadığım bu adam, sapık gibi benim peşime takıldığı yetmiyormuş gibi bir de arabama bin diye diretiyor. Sence bunun neresi iftira, hı?"
Donuk bakışları üstten yüzümü tararken hiçbir tepki yoktu yüzünde. Bütün söylediklerime karşılık bir adım bana yaklaştığında aramızdaki mesafe azalırken geriye doğru gitmeden dimdik yüzüne bakmaya devam ettim alttan. "Bir şeyi eksik söyledin yalnız." Sesi çelik gibi sertti. Bana doğru hafifçe eğilmesiyle sıcak nefesi yüzüme çarptı. Korktum. Dev gibiydi ve ben 1.63'lük boyumla önünde küçük kalmıştım.
"Neymiş o?" diye sordum dik dik yüzüne bakıp.
"...ben arabaya binmekte inatçılık yapıp böyle burnumu havaya dikince de bu adam beni omzuna alarak arabaya bindirdi," diye devam ettirdiğinde gözlerim kocaman açılırken üstüme biraz daha eğildi. "Hangisini tercih edersin? Devamını şimdi uygulamaya geçireyim mi, yoksa sen kendi isteğinle gelecek misin?"
"Ne diyorsun sen be?!" dedim göğsünden sertçe ittirerek.
Hafif geriye doğru sendeledi, kontrolünü sağlayarak ceketini çekiştirip düzelttiğinde gözleriyle geride kalmış arabasını işaret etti tekrardan. "Beni uğraştırma daha fazla. Hadi."
"Hiçbir yere gelmiyorum ben seninle!" dedim dişlerimin arasından.
Bıkkın bir soluk bıraktı bunun üzerine. Sonra da cebinden çıkardığı paketten yeni bir dal sigara çıkararak soğuktan hafifçe morarmış dudaklarının arasına yerleştirdi, hiç beklemeden ucunu ateşlerken hareketlerini izliyordum. Neden izlediğimi de bilmiyordum. Ya da neden gitmediği mi?
Derin bir nefes alarak sigarayı parmaklarının arasına aldı. Gözleri gözlerimi bulurken "Sen hep böyle inatçı mısın?" diye sordu ciddi bir sesle.
Aynı ciddi yüz ifadesiyle alttan yüzüne baktım. "Niye sordun?"
Gitsene Nisan. Niye seni kaçıracağını ima eden bir adamı izliyorsun?
"Bazı şeylere karar vermem gerekecek," dediğinde, parmağıyla sigaraya vurarak ucundaki külü düşürdü.
Kaşlarımı çattım. "Ne gibi şeylermiş bunlar?" Sesim alaylı çıkarken aynı şekilde sogular gibi bir ifadeyle sert çehresini inceliyordum şüpheli gözlerle. Anlayamadığım bir şekilde gözlerimin içine sanki beni öldürmek istermiş gibi bir nefretle bakıyordu ama yüzündeki ifadeyi saklama konusunda iyi olduğu için o anlar o kadar nadirdi ki ben sadece iki kez denk gelebilmiştim böyle bir şeye.
"Hoşuna gitmeyecek şeyler olacağı kesin," diye mırıldandığı sırada rüzgarın burnuma getirdiği yoğun duman kokusuyla öksürmemek için sıktım kendimi.
"Ne saçmaladığını bilmiyorum da beni rahat bırakıp hemen yanımdan uzaklaşsan iyi edersin çünkü bir an bile düşünmeden bağırırım, çünkü seninle hiçbir yere gelmeyeceğim. Bu yüzden boşuna peşimde gezme daha fazla," dediğimde son kez ifadesiz gözlerine baktım. Ardından yönümü çevirerek tekrardan yürümeye başladım fakat bir adım bile atamadan koluma sarılan eliyle olduğum yerde durmak zorunda kalmıştım.
"Çoluk çocukla uğraşıyoruz ya," diye söylendiğinde elini dirseğimden bileğime kaydırarak sıkıca tuttu sonra da beni kendine doğru çekmesiyle geri geri yürümeye başladım. Düşmemek için yönümü ona çevirdiğimde kolumu çekiştirmesi üzerine adımlarına uyum sağlarken gözlerim geniş sırtına kaydı.
"Kolumu bırak," dediğimde sesim uyarı verici çıkmıştı.
Diğer elinde bulunan sigarayı yere attığında bana kısa bir bakış attı. "Başımı ağrıttın sabah sabah."
"Adın ne bilmiyorum ama sen, kolumu bıraksan iyi edersin," dediğimde hiç duraksamadan ilerlemeye devam ediyorduk beraber.
Duymadı bile. Ya da umursamadı.
Son gücümü kullanarak ayaklarımı yere sapladığımda olduğu yerde durmak zorunda kalırken bana doğru dönmesiyle birlikte ayağımı kaldırdığım gibi sert bir tekme savurdum bacağına. Beklememiş olacak ki geriye doğru sendelediğinde yüzünde alaydan sonra ilk defa bir tepki belirdi.
Şaşkınlık.
Alayla şaşkınlık akan gözlerine baktım çantamı sıkı sıkı tutarken. "Sana bırak demiştim."
"Sağlam tekmeydi küçük hırsız! İşte şimdi beni gerçekten şaşırttın," dedi kendini hızla toparlarken. Botumun kot pantolonunda bıraktığı çamura gözleri takıldı. Yüzünde hoşnut olmayan bir ifade belirdi. "Anlaşılan sadece hırsızlık değil çok daha farklı marifetler de varmış sen de."
"Ha şunu bileydin," dedim, dik dik gözlerine bakarken. "Peşimi bırakmazsan çok daha kötülerine maruz kalırsın söyleyeyim sana," diye devam ettirdiğimde meydan okuyan bir bakış attım ona ve sonra da gitmek için hızla arkamı döndüm fakat kurduğu cümle ile olduğum yerde durmak zorunda kalmıştım.
"Eğer şimdi benimle gelmezsen seninle birlikte kafeye gelirim ve sen bazı kişilere beni açıklamak zorunda kalırsın!"
Bazı kişiler dediği Simay ve Eren'den başkası değildi. Hatta Cahit abi...
Göğsüm sertçe inip kalktı. Dişlerimi sıkıca birbirine bastırdığımda öfke ile ona döndüm. Umursamaz bir şekilde gözleri gözlerime indi, dönmem ile birlikte. Dudakları düz bir çizgi hâlindeydi. İstemsizce benden daha suratsız insanlarda varmış dünyada diye düşünmüştüm kendi kendime.
"Beni daha fazla uğraştırmadan bin şu arabaya," dedi sıkılmış bir tavırla, gözlerime bakarken.
Derince yutkundum. Simay ve Eren neyse de Cahit abinin öğrenmesi isteyeceğim son şey bile değildi. Karşımdaki adam da ise hiç şüphesiz peşimden gelmeye devam eder gibi bir potansiyel vardı ve ben o zaman ciddi anlamda boku yerdim. Böyle bir durumun içine düşmek istemiyordum.
Rüzgarın yüzüme doğru uçuşturduğu saçlarımı geriye doğru çektim ve daha fazla düşünmeyerek öfkeli adımlarla ona doğru ilerledim. Yanından geçtiğim vakit sertçe bedenine çarptığımda hareket dahi etmemişti ve olan bana olmuştu. Bozuntuya vermeyip omzuma giren ağrıyı görmezden gelerek arabasına doğru ilerlediğimde arka kapının kulpuna uzandım fakat o tekrardan kolumdan tuttu. "Oraya değil. Öne," dediği sırada sürücü koltuğunun yanındaki yolcu kapısını açmıştı.
Kolumu sertçe çektim elinden ardından hızla arabaya bindim. Çantamı omzumdan çıkararak dizlerimin üzerine indirdiğimde ikinci bir hataya doğru yol aldığımın farkında değildim.
Araba sıcaktı. Ve ben içine girer girmez burnuma dolan kokuyla tekrardan o geceye doğru yolculuk yapmıştım. Açılan kapıyla yanıma oturduğunu anladığımda ona dönmedim. Gözlerim ön camın bana sunduğu görüntüde takılı kalmıştı ve içimde büyük bir öfke olmasına rağmen yüzüm ifadesizdi.
"Kemerini tak," dedi, çıkan duygusuz sesi ile boğazına sarılmamak için sıktım kedimi. Avuç içinde bulunan çantamın kulpunu sıktım bunun yerine. Neye bulaştığımı bilmiyordum bile.
"Duymazdan mı geliyorsun beni?" Önümden uzanıp giden kolunu görmemle birlikte sırtımı hızla koltuğa yasladım. Kemeri çekip aldığında hafifçe üzerime doğru eğilmişti. Gözlerim gözlerine değdi. Sigarayla karışık kokusu burnumdan ciğerlerime süzüldüğünde istemsizce nefesimi tutarken kalbimin ritmi değişmişti.
Panikle elindeki kemeri sertçe tutup aldığımda "Ben yaparım. Çekil!" dedim burnumdan öfkeli bir soluk bırakırken.
Bir şey söylemeyerek hızla geriye çekildiğinde ben kemerimi taktım. Arabayı çalıştırmasıyla gözlerim camdan dışarıya kaydı tekrardan. Araba, dönerek kafenin tam tersi bir yöne girince gözlerim yan profiline kaydı. "Nereye götürüyorsun beni?" Sesim korkmuş bir insanın sesi gibi çıkmıştı. Bu arabaya bindiğime ve bu adamla gittiğime inanamıyordum.
Bana ne yapacağı belli bile değildi. Sırf birileri yediğim bokları öğrenmesin diye canımı tehlikeye atmam aptallığın kaçıncı seviyesiydi bilmiyordum ama bunu içimde bir yerlerde bir yanımın çok da umursadığını sanmıyordum.
Bana hiç bakmadı. Kemikli parmakları direksiyonda öylece yola bakıyordu. Kafeden bildiğim kadarı ile etrafa yaydığı farklı bir aurası vardı. Korkunç. Fantastik bir kitabın içinde olsam onu vampir davranışları ile bağdaştırırdım, görüntüsünün alakası bile olmasada.
"Gidince görürsün."
"Sen hep böyle sinir bozucu türden cevaplar mı verirsin karşındaki insanlara?" diye sordum.
"Yok," dedi gözleri dikiz aynasına kayarken. "Cevaplarım karşımdaki insanların tavırlarına göre gelişir."
"Tavır?" dedim sorarcasına. Alt dudağımı ıslattım. "Bence sen işine geldiği gibi cevap veriyorsun bana şu anda. Daha doğrusu cevap vermiyorsun bile."
"Sen niye bu kadar çok konuşuyorsun?" diye sordu durgun bir sesle. Bana bakmamak için kendiyle büyük bir mücadeleye girmişti sanki. Direksiyonda bulunan el boğumları sıkmaktan dolayı bembeyazdı. "Sinirimi bozuyorsun. Konuşma."
Lafının devamında ağzım aralanmıştı. "Sen kimsin ya?!" dedim genişleyen burun deliklerimden sinirli bir nefes bırakarak. Tamamen ona döndüm. Onun olmasa da benim dikkatim tamamen ondaydı. "Sesimi duymak istemiyorsan eğer bırak gideyim."
"Seni bu denli zor arabaya bindirmişken bırakır mıyım hiç?" dediğinde mekanik çıkan sesinden dolayı korkmuştum.
Onu inceledim sonra da delirmiş gibi bir gülüş firar etti dudaklarımın arasından. Gözlerimi yan profilinden çektim. Ardından, "Cidden ben ne yapıyorum şu anda ya?" diye mırıldandım kendi kendime, o sırada ön camdan dışarıya kaymıştı gözlerim. Sık trafiği atlatıp yabancısı olduğum bambaşka yollara sapmıştık. Kalbim korkudan dolayı mı bu denli hızlı çarpıyordu bilmiyordum ama sağ bacağımı durmadan sallıyor olmam tamamen gergin olduğumu gösteriyordu.
"Bari gideceğimiz yerde, bana ne yapacağını söyle de kendimi şimdiden hazırlayayım olacak olanlara," dedim kendime hakim olamayarak. Nedense içimden bir his bana en çok korktuğum o türde kötü şeyler yapmayacak bir adam olduğunu söylüyordu. Çünkü ilk gün zaten onun evinde yakalanmıştım ve eğer öyle bir düşüncesi olsaydı o zaman yapardı.
"Aklından neler geçtiğini çok merak ediyorum. Gideceğimiz yerde sana ne yapabilirim ki?" diye sorduğunda sesi gayet ciddiydi.
Gerçekten, dedi iç sesim. İfadesiz yüzüne kaydı bakışlarım. Nisan bu adam suratsızlıkta senle yarışır. Kızım sen neymişsin ya? Nasıl çekilmez bir insanmışsın. İnsanlar sana iyi katlanıyormuş.
İç sesimi duymazdan gelsemde sanırım hâklıydı. Kendi profilimden daha beter bir insanı ilk defa görüyordum ve bunun tamamen benim karşıma çıkması çok sinir bozucuydu.
"Seni sadece iki günlük gibi kısa bir zaman diliminde tanıyor olduğumu varsayarsak eğer. Ki ben bu zaman aralığı boyunca hep zorba bir insan gördüm karşımda." Gözlerim akıp giden yolu takip ediyordu. Kalbimin sesi ise dinmek bilmiyordu. "Bana yapmayacağın şey yoktur sanırım."
"Ne mesela?" diye sorduğunda kısa bir bakış atmasıyla gözlerimiz birbirine değmişti fakat o hızla yola dönmüştü tekrardan.
"Mesela beni sıradaki kurbanın olarak seçmiş olabilirsin. Belki de bu yüzden Baran'ı değilde beni aldın yalnızca. Bir seri katilsin ve sadece kadınları öldürüyorsundur, işkence çektirerek."
"Sen çok fazla film izlemişsin ha," dedi alaylı sesi geri gelirken.
"Daha öncede söyledim aklında dönen şu uçuk düşüncelerini bana söyleme çünkü hiç kafamda yokken beni sinirlendirip her an o düşüncelere teşvik edebilirsin. Malum çenen kapanmak bilmiyor," diye devam ettirdi.
"Sen de bana cevap verme o zaman," dedim alayla.
Aferin Nisan. Şu an hiç tanımadığın bir adamın arabasındasın. Sana ne yapacağını bile bilmiyorsun ve sen bütün bunlara karşılık hiçbir şey olmamış gibi sohbet havasına girdin.
"Küçük bir kız olduğun ne kadar da belli," dedi. Arabanın orman yoluna sapmasıyla kalbimden büyük bir gümbürtü kopsa bile ben dikkatimi yanımdaki adama vermiştim. "Az önce bana cevap vermiyorsun diyen sendin. Eğlenmek mi istiyorsun?"
"Küçük bir kız mı?" dedim kaşlarım havalanırken. Nisan kendine gel. Orman yoluna saptınız. Adam seni nereye götürüyor? İç sesimi duymadım. Çünkü merakım daha ağır basıyordu şu an. Kafamda karşımdaki adama karşı binlerce soru işareti oluşmuştu.
"Hıhım," dedi mırıldanır gibi. "Meraklı olanından."
Dudaklarım yukarıya kıvrıldı ve sonra da elim kapı kulpuna gitti. Bu saniyeler aklımın başıma geldiği vakitlerdi. Araba kapısını hafifçe açtığımda yüzümdeki alaycıl ifade tamamen yok oldu. Gözleri bana dönmüştü çıkan sesle.
"Nereye gittiğimizi ve bana ne yapacağını hemen şimdi söyleyecek misin, yoksa ben kendimi aşağıya atayım mı?" diye sordum.
"Kapat şu kapıyı!" dedi sert bir sesle.
"Emin ol ikinci kez sormam aynı soruyu. Çünkü o sırada muhtemelen kendimi atmış ve belki de hemen ardından ölmüş bile olabilirim. Böylece sen de amacın her ne ise artık, ona hiçbir şekilde ulaşamazsın!"
Gözleri gözlerimi buldu. "Yaparım," diye devam ettirdim kararlı bir sesle. "Sırf sana o ölüm zevkimi yaşattırmamak için bile yaparım bunu."
Araba öyle hızlı fren yapmıştı ki öne doğru savrulmuş kafamı cama çarpmaktan son anda kurtulmuştum. Saçlarım yüzümü kapladığında nefes nefese korku dolu gözlerle cama baktım fakat bedenimi o sırada ele geçiren çok daha büyük bir öfke vardı. Ona döneceğim vakit o benden önce davranmıştı. Kolumdan sertçe çekmesi ile birlikte ona doğru savrulduğumda gözleri kurşun gibi gözlerime çarptı. Kontrolsüz çekmesi üzerine sıska bedenim üzerine doğru resmen uçmuş ve burnumun ucunun burnuna temas ettiğini benden hızla uzaklaşmasıyla farketmiştim. "Sen ölmeyi çok istiyorsun galiba!" dedi burnundan soluyarak.
Cevap vermedim çünkü fazla öfkeliydim. Kontrolümü kaybettiğim anlar olurdu. Olduğu zaman ise çoğu zaman karşımdaki insanlar zarar görürdü. Elim kolumu tutan bileğine gittiğinde çektim parmaklarını kolumdan. Sonra da sertçe geriye ittirdim kolunu. Oysa yüzümüz hâlâ çok yakındı birbirine. "Bir daha kolumu bu şekilde tutarsan olacakları tahmin dahi edemezsin!" Dişlerimin arasından çıkan nefes öfkeye bulanmıştı. "İnan bana bu sefer sadece tekme yemekle kalmazsın." Eğilerek düşen çantamı aldığımda tekrardan arkama yaslandım, yüzümü kaplayan saçlarımı geriye ittirip düzelttiğim zaman aralığı boyunca gözleri üstümdeydi.
"Çok uğraşacağız seninle anlaşıldı," diyen kısık perdeden gelen sesini işittim. Bu sırada araba tekrardan hareket etti.
"Ya sen nesin?" diye sordum patlar gibi ona dönerken. Çantamı sertçe koltuğa, yanıma indirdim. "Bunun üzerine senin şu an gideceğimiz yeri söyleyip beni ikna etmen gerekiyordu sakinleşmem için." Tepki vermemesi üzerine gözlerimi devirdim. Ardından kollarımı göğsümde bağlayarak camdan dışarıya baktım ve sonra da söylendim kendi kendime. "Gerçi şu an benim de normal olarak çığlık atmam ve hissettiğim korkudan dolayı üstüne falan saldırmam
"Bunun farkına varman ne güzel," dedi.
"Üstüne saldırmamı mı bekliyorsun?" diye sordum hızla söze atlayarak.
"Yok tam olarak onu kastetmedim. Korkunu yaşaman gerekirken meraklı çocuklar gibi fazla soru sorman saçma sadece. Sen kendi isteğinle ve bazı şeyler için bazı şeyleri göze alarak geldin benimle."
Bazı şeyler için bazı şeyleri göze alarak geldin. Bazı şeyler için bazı şeyleri göze almamdan kastı kafedekilerin öğrenmemesiydi sanırım.
"Ne güzel," dedim kendime hakim olamayarak. Gerginlikten bütün bedenim uyuşmuştu artık. "Az önce en azından sadece cevap vermiyordu şimdi şifreli konuşmaya da başladı herif."
"Adım Cihangir."
Çıkan tok sesi kulaklarımda yankı yaptığında yandan kısa bir bakış attım yüzüne. Adını zaten biliyordum. Baran söylemişti. Onu geçtim Simay sağ olsun ne yapıp edip öğrenmişti ismini. Tabii ben Baran söyleyince hiç tahmin etmemiştim bahsettiği Cihangir'in kafedeki Cihangir olabileceğini.
Bir şey söylemeyerek yola döndüğümde ormanlık yolda ilerlemeye devam ediyorduk. Bir süre daha yol aldığımızda, "Yarım saatten fazladır bu korkunç ormanın içindeyim, seninle birlikte!" dedim bastırarak. "Biraz daha bana cevap vermezsen eğer kendime hakim olamayıp ciddi anlamda üstüne saldırıp çığlık atacağım şimdi."
"Geldik zaten biraz daha sabret," dedi bana hiç bakmazken.
Şişirdiğim yanaklarımdan derin bir nefes bıraktım oflarcasına. Ben bu yabancı adamla bu korkunç ormanın içinde ne yapıyordum cidden? Allah'tan sözde hasta olduğum için zaten kafede bir günlük iznim vardı. Yoksa şu an bu olan saçmalıklarla Cahit abiye bu sefer nasıl bir bahane uyduracağımı ben de bilmiyordum.
Beş dakikalık bir süre sonunda ağaçların yoğun olduğu ormanlık yolundan ilerlemeye devam ettiğimizde sağa sapmasıyla geniş bir alana girdik. Sonra görüş açıma giren kocaman ev ile bıraktım durmadan parçalar gibi kemirdiğim dudaklarımı.
Beni evine mi getirmişti? Onun evi o gecekondu değil miydi? Aklıma bir sürü senaryo düştü ve bu senaryolar arasında bir tane bile normal bir olay yoktu. Hepsi korkunçtu. Çok fazla korkunç.
Siyah büyük kapıya yanaştırdığı araba ile korku dolu gözlerle ona döndüğümde "Beni nereye getirdin sen?!" diye sordum fakat sesim öyle çok yüksekti ki saçtığı öfke arabaya dağılarak yankı yapmıştı.
"Yeni mi kendine geldin?" diye sordu soğuk bir sesle. Gözlerim ön cama kaydığında büyük kapı iki yana ayrılmış ve o beklemeden arabayı içeri sürmüştü. Görüş açıma etrafı çiçek ve ufak boylu ağaçlar ile kaplı kocaman bir bahçe girerken asıl dikkatimi çeken şey: Az önce açılan kapının önünde bekleyen iki takım elbiseli adamdı. Adamların yüzünde olan katı ifade ise beni korkutmuştu.
Korkum o an çok daha fazla arttı. "Ne saçmalıyorsun sen ya? Beni hemen geri götür yoksa çok kötü şeyler olur." Uyarıcı sesime karşılık hiçbir tepki göstermezken kontrollü bir şekilde hareket eden elleri ile araba kısa sürede eve yanaşmıştı.
Hiç beklemeden araçtan indiği vakit ben de süratle aşağıya indim, yüzüme çarpan rüzgar tenime bir bıçak gibi saplanmış, evin kapısında bekleyen iki tane başka adamın gözüme takılmasıyla nefesim kesilmişti korkudan.
Cihangir denen adam arabanın etrafında dönerek bana doğru ilerlediğinde ben ondan daha hızlı davranarak tam önünde durdum. Gözlerim gözlerine mıhlandı. "Burası senin evin mi? Ne bu böyle korku filmlerindeki gibi ormanın içinde ev falan... Sonra etraftaki bu mafyavari kılıklı herifler... Gerçi sen de öyle görünüyorsun... Sırada göreceğim şey ne? İçeride işkence odası falan da var mı?"
Bütün bunları söylerken alttan yüzüne bakıyordum. Bu adamın boyu kaçtı be?
"Korkuyormuş gibi bir ifadeyle yüzüme bakıyorsun da bence sen hiçbir şeyden korkmuyorsun," dedi aynı benim gibi, üstten yüzümü dikkatlice incelerken. "Çünkü korkan birinin aklına bu kadar fazla soru çeşidi gelemez."
Ardından daha ne olduğunu anlayamadan yumuşak bir tavırla elimden tutarak evin kapısana doğru beni çekiştirdiğinde ağzım şaşkınlıkla açılırken "N'apıyorsun sen be?!" diye çığırdım.
"Korkma... Sandığının aksine içeride bir işkence odası yok," derken kapının tam önünde durmuştuk.
Cebinden anahtarı çıkardığı sırada tekrardan ağzımı açmıştım ki yan tarafımdan "Abi?" diye tok bir ses işitmem üzerine Cihangir kafasını kaldırdı ve gözleri arkamı buldu, aynı anda yönümü çevirdim o tarafa.
Az önce kapının önünde dikilen iki adamdan, kumral ve genç olanıydı. Ona dönmemizle birlikte "Ali abi seninle konuşmak istiyor," dedi yanımdaki adama hitafen. Sonra da telefonu hızla cebinden çıkartıp birkaç defa ekrana bastı ve koca bir adımla yanımızda bitti.
Ali kimdi?
Adamın bize yaklaşması ile ben ikisinin ortasında kaldığım için hafifçe geriye doğru çekilmiştim. Neredeyse benim yaşlarımda görünen kumral adam telefonu arkamda duran Cihangir'e uzattı. Gözlerim bu sefer Cihangir'e kaydığında kaşlarının çatıldığını görmüştüm. "Sırası mı şimdi Serhat?" dedi sert bir sesle karşısındaki adama dik dik bakarken.
Adının Serhat olduğunu öğrendiğim adamın kehribar renginde olan gözleri kısa bir anlığına bana takılsa da dikkatini tekrardan Cihangir'e verdi. "Dün geceden beri sana ulaşamıyormuş abi, çok acil olduğunu söyledi."
"Ver Serhat ver," dedi Cihangir bıkkın sesle, uzatılan telefonu aldı. Sonra da kulağına dayadı. Ben ise meraklı gözlerle onları izliyordum. Bir şeye de meraklı olma!
"Ne var lan?" dediğinde telefonu açma şekline göz devirmiştim korkumdan ölsem bile.
Bir süre sessizlik oldu.
"Lan siz, topluca benim başıma bela mısınız?!" Sesi git gide öfkeli bir hâle bürünüyor, genişleyen burun deliklerinden çıkan soluk sert çehresiyle uyumluydu. "Bir şeyi de bensiz hâlledin."
...
"Siktirtme lan toplantını!" diye aniden hayvan gibi bağırdığında meraklı bir çocuk gibi ona dikkat kesilmemden ötürü olduğum yerde sıçradığımda kalbimden büyük bir gümbürtü kopmuş elimi kalbime götürmemek için kendimi son anda durdurmayı başarmıştım. Panikle toparlanmaya çalıştığımda gözlerim kumral olan ve hâlâ yanımızda dikilen adama takılmıştı.
Sırıtıyordu, bana bakarak.
Komik miydi?
Ters bir bakış atmamla kafasını hızla başka tarafa çevirdiğinde onun sesini işittim tekrardan. "Alii," demişti uyarıcı bir ses tonuyla. Ona döndüm hızla. Gözleri gözlerimi buldu, konuşmaya devam ederken. "Bakıyorum da sen bu işlere fazla kaptırdın kendini. Benim şimdi gelmem imkansız. Çünkü çok daha başka işlerim var, sen hâllet bir şekilde."
Gözlerime bakarak kurduğu cümle ile derince yutkundum. Ben niye mal gibi kaçmıyordum?
Aslında mal değildim hatta akıllıydım. Çünkü şimdi kaçsam etrafta bir sürü adam vardı, anında yakalardı beni. Kendimi niye yorayım ki?
"Tamam kes! Ne çok söylendin lan," dedi bu sırada hâlâ konuşmaya devam eden, iki gündür tanıdığım yabancı adam. "Geleceğim ama şunu bil oraya vardığım an toplantıdan önce seni sikeceğim."
Ağzı da pek bir bozuktu.
Bunun üzerine telefonu kulağından çekti sonra da kumral adama uzattı, sertçe ona bakarak. "Al! Bir daha ne kadar önemli olursa olsun bana herhangi bir telefon getirme Serhat! Özellikle de bu pezevenk ararsa," dediğinde Serhat denen adam telefonu alıp cebine attı, bu sürede az önce gülen gözlerinin aksine keskin bir ifade barındıran gözleri Cihangir'deydi
"Tamam abi ama adam sonradan bana sarıyor."
"Lan bana ne?!" dedi Cihangir gerçekten sıkılmış bir tavırla, bıkkın bir soluk bırakırken. Ağzından çıkan buhar soğuk havada donuyordu sanki, öyle bir soğuk vardı etrafta. "Biraz da sen uğraş. Başımı ağrıtmayın lan artık," diye söylenmeye devam ettirdiğinde üşüyen ellerimi ceketimin cebime soktum. Nerde olduğumuz hakkında hiçbir fikrim yoktu ama ilginç bir şekilde burnuma gelen rüzgarın taşıdığı kokuda deniz kokusu vardı.
"Tamam abi," dedi Serhat yüzünde gizleyemediği ve hoşnut olmayan bir ifadeyle, ceketini ilikleyip tekrardan yerine geçerken.
Cihangir kapıyı açtı sonra da bana döndü hızla. "Sen içeri geç," diyerek başıyla açtığı kapıyı gösterdiğinde, kaşlarımı çatmıştım.
"Pardon," dedim dik dik gözlerine bakarken.
"İçeri geçeceksin ve beni bekleyeceksin,
Ellerim ceketimin cebinde yumruk şeklini alırken, yüzüne bakıyordum kaşlarım çatık bir şekilde. "Senin kafam mı güzel?" dediğimde sesim alaylı çıksa bile yüz ifadem ciddiydi, bir adım atarak aramızdaki mesafeyi biraz azalttım. Yüzüne vuran rüzgar kara saçlarını uçuşturuyordu. "Hayır yani şu an bu söylediğin ve yaptıklarının mantıklı bir açıklaması var mı merak ediyorum doğrusu? Beni önce üstü kapalı bir şekilde tehdit ederek bu korkutucu yere getirdin. Şimdi de normal bir arkadaşınla konuşuyormuş gibi gir içeri beni bekle, işim var diyorsun. Sence ben zorla geldiğim bir yerde, tanımadığım bir adamı; hiç bilmediğim bir evde bekler miyim? Hem de bu kişi sensin yani!"
Yüzünde oluşan tek mimik çattığı kaşlarıydı. Gözlerinde oluşan ifade ise çok daha korkutucu. Elinde bulunan anahtarı ceketinin cebine attı. Sonra da korkunç gözleri gözlerimi buldu. "Beni uğraştırma," dedi, sesi öyle tok bir tınıda çıkmıştı ki buraya geldiğim andan itibaren ilk defa ciddi anlamda tırsmıştım. "Madem her şeyin bu kadar net farkındasın o zaman buna göre davran!"
Ne zaman kolumdan tuttuğunu ve ne zaman beni içeriye ittirdiğini kestirememiştim bile. Ani gelişen hareketini beklememiş olmamdan olsa gerek, sendelemiştim. Kendimi son anda toparladığımda önüme gelen saçlarımı hırsla geriye ittirirken öyle sert ona döndüm ki nefesim tek saniyede büyük bir hıza ulaşmış göğüs kafesim, hızla inip kalkıyordu şimdi. Gözlerim, kurşun olup kara gözlerine saplandı, dişlerimi sıktım gıcırdatırcasına.
O, gözlerimdeki ateşi gördü fakat pek aldırış da etmedi. Sadece "Beni bekle," dediğinde arkasını döndü fakat sarf ettiğim cümle ile bir adım atmadan durmuştu.
"Kaçarım! Beni kapalı bir kapının ardında tutacağını düşündün mü gerçekten?"
O an çantamın olmadığının daha yeni farkına varıyordum. Hışımla arabadan inerken çantamı arabada unutmuştum. Sıkır bir küfür ettim içimden. O sırada sırtı dönük olan adam yüzünü çevirdi bana. "Bu evden kaçamazsın," dedi kibir kokan bir sesle.
Yüzüm alaya büründü oysa gözlerimden ateş fışkırıyordu. "Kapıyı mı kilitleyeceksin?" diye sordum sesim onun kibrine bürünürken. Bir adım atarak kapının önünde dikilen adama yaklaştım, hareketlerim sakindi. "Her evde mutfak vardır diye düşünüyorum." Gözlerinin içine içine baktım. Gözlerimdeki kibir onun gözlerindeki kibri aştı. "O mutfağın içinde bilirsin hani normal insanlar yemek yapmak için falan kullanırlar genelde, ya da meyve kesmek için de olabilir aslında. Çünkü o bu işlerde daha işe yarar bir alet; keskin uçlu bir bıçak... Benim ise onunla açamayacağım hiçbir kapı yoktur."
Kaşlarım havaya kalktı tepkisizliği üzerine. "Cam da kırarım. Bunu da çok iyi bilirsin." Belirsiz bir sırıtış kondu dudaklarıma. "Ama bu sefer sadece bununla da yetineceğimi sanmıyorum. Az önce yaptığın hayvanlığa karşılık çıkmadan önce bu evi ateşe veririm!"
Hiçbir tepki göstermedi.
"Bütün bunlara karşılık ben yine bulurum seni," dediğinde gözleri gözlerimden ayrılmıyordu. Sesi fazla dingindi, bu ise fazla korkutucuydu. "Bulduğumda ise bu sefer olacaklardan asla sorumlu olmam, emin ol!"
Sabrım tükenmiş gibi gözlerim iri iri açıldığında, "Senden korkacağımı mı zannediyorsun?!" diye bağırdım.
"Korkmadığın çok belli zaten!" dedi sert bir sesle.
Ardından hızla kafasını yan tarafa çevirdi. İçeride olduğum için göremesemde az önceki Serhat denen adama baktığını anlamıştım. Hemen sonra, "Serhat?" diye seslendiğinde düşüncemi onaylamış oldu. Sonra da gözlerime bakarak konuşmaya başladı. "Ben gelene kadar bu evden hiç kimse, dışarıya adım dahi atmayacak!" dedi emir kokan sert bir tonlamayla. Gözlerime gözlerime bakarak konuşuyordu.
Hiç kimse dediği kişi bendim.
Daha ne olduğunu anlayamadığım bir sürede tepki vermeme fırsat bile vermeden hızla ileriye atılarak kapıyı yüzüme kapattığında "Allah'ın belası!" diye avazım çıktığı kadar bağırarak sağlam bir tekme attım kapıya, bunun üzerine kapı oynamış ayağıma feci bir ağrı girmişti.
Ağzımdan cılız bir iniltı kaçtığında daha çok öfkelenmiş, aynı ayağımı tekrardan kapıya geçirmiştim.
Sonra durdum ve sık nefeslerimi kontrol altına alarak tırnaklarımı avuç içime batırdım. Birine gücüm yetmeyince kendi bedenime zarar verme gibi bir salaklığım vardı ama ben de bu şekilde sakinleşiyordum.
Sakin olmalıydım. O, gelmeden bu evden ne yapıp edip çıkacaktım nasıl olsa. Kendini ne zannediyordu? Ya da gerçekten benimle başa çıkabileceğini mi düşünmüştü?
Yaptığım hata ile eline mi düşmüştüm ben onun?
Öyle olsa bile sırf olacakların korkusuna kendimi onun avuçlarının içine bırakmayacaktım.
Aptal değildim. Niyetinin ne olduğunu tabii ki anlamıştım. Kendince beni kullanacağını düşünüyordu.
Fakat O daha beni tanımıyordu.
Ayağımın şiddetli ağrısını umursamadan arkamı dönerek içinde bulunduğum hole baktım, sık nefes alıp veriyordum hâlâ. Etrafı taradığımda gözlerimin içinde meraklı bir ifade oluştu anında. O gelmeden ben buradan kesinlikle çıkacaktım. Ardından direkt karakola gidip şikayet edecektim. Hem kendimi hem de onu!
Tabii bütün bunları yaparken aynı zamanda bu evi karıştırmamak da olmazdı, değil mi?
|
0% |