Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. BÖLÜM

@esraslnn

Lütfen yıldıza basar mısın? Kitabıma verdiğin destek için teşekkürler🖤

 

Küçükken çoğu zaman kafamın içinde normal düşünceler olmazdı.

Normal olmayandan kastım aslında her çocuk gibi fazla meraklı olmamdı ama bu merak sıradan bir merak değildi, içinde korkutucu hisler de barındırıyordu aynı zamanda.

Sorgulardım. Dibine kadar, her şeyiyle.

Ta ki bulduğum sonuçlar beynimi istila edip nefsimi köreltene kadar.

 

Mesela buraya gelirken bile korkularım değil merakım yönetiyordu beni.

 

Oysa iki duygu da beyinde başlar, beyinde son bulurdu fakat benim merakım ortaya çıktı mı; korkumu sertçe bir tarafa doğru ittirir ve beynimi sadece o yönetmek isterdi.

 

Çünkü benim merakım kibirliydi.

 

Çünkü benim merakım, beynimin içinde hissettiğim diğer her duyguyu parmağında oynatacak kadar kurnaz ve aynı zamanda sınırsız bir yoğunluğa sahipti.

 

Bu yüzden benim merakım, benim sonum olacaktı.

 

Öfkemin getirisi olan sık nefeslerimin arasından meraklı bakışlarım etrafta geziniyordu. İçinde bulunduğum hole baktığımda üç beyaz kapı ve holün hemen karşısından yukarıya doğru çıkan bir merdiven bulunuyordu. Bu evden çıkacaktım. Kapının önüne muhtemelen adam dikmişti. Madem ardımdaki kapıyı açsam bile onlar tarafından yakalanacaktım o zaman ben de görünmeden gizlice kaçardım. Yapmadığım şeyler değildi sonuçta. Nasıl olsa zamanında o siktiğimin korkunç yurdundan ve okuldan kaçtığım zamanlar çok olmuştu.

 

Nefeslerimi kontrol altına almayı başardığımda hiç beklemeden yürüyerek sağ tarafımda bulunan açık kapıdan içeriye girdim. Karşıma, oldukça modern tarzda döşenmiş bir oturma odası çıkmıştı. Devasa büyüklükte, koyu gri renginde olan L koltuk odanın yarısını kaplamış, karşı duvar baştan aşağıya camla kaplıydı, böylece dışarıdaki geniş havuzu görebiliyordunuz.

 

Gözlerimi kıstım cama bakarken, bu taraftan çıkabilirdim bence. Oldukça ferah görünen odayı incelemeyi bırakarak cama doğru ilerledim hızla. Sürgülü cama iyice yanaşarak etrafı göz hapsine alırken hemen yan tarafında put gibi dikilmiş olan takım elbiseli adamı görmemle öfkeyle burnumdan soludum.

 

Hayır. Bu taraftan çıkamazdım!

 

Gerisin geriye yürüyüp odadan çıktığım gibi çarprazında bulunan başka bir kapıdan girmiştim bu sefer. Burası kocaman bir mutfaktı. Kısaca göz gezdirip beklemeden pencere camına yürüdüm. Büyük pencere camını açıp dışarıyı kolaçan ederken buranın arka taraf olduğunu anlamıştım. Pek fazla ağaç ve çiçek yoktu daha çok bakımı aksatılmadan yapılan çimenlik gibi bir alandı. Hemen karşımda evi baştan aşağıya çevreleyen bir duvar vardı fakat pek yüksek de sayılmazdı. Buradan çıkarsam eğer o duvarı rahatlıkla atlatırdım, yani bana engel olamayacaktı.

 

Kimseyi göremediğim vakit iki elimle pencere pervazından destek alarak yukarıya tırmandım. Aşağıya atlayacağım sırada gelen adım seslerinin hemen ardından yan taraftan çıkan adamı gördüğümde panikle kendimi geriye çekmiştim. Kahretsin! Kaç adam vardı bu evde be? Biraz evvel eve girerken gördüğüm o dört adamdan herhangi bir tanesi değildi. Görsel hafızam kuvvetliydi, emindim.

 

Sıkıntıyla gözlerimi kapatsamda sinirlenmeye fırsat tanımadım kendime. Çünkü bu evden çıkacaktım. Çünkü sinirlenirsem bu evden çıkamazdım. Buraya gelmekle büyük bir aptallık yapmıştım ama pes etmeyecektim.

 

Mutfaktan çıktım ve aşağıda bulunan diğer kapıların ardına da tek tek baktım. Sadece ufak bir banyo ve tuvalet vardı. Üstelik işe yarar bir kaçış yolu sunmamışlardı bana. Bu yüzden koşarak merdivenleri tırmanmaya başlamıştım.

 

Nefes nefese merdivenleri bitirdim. Sonra bembeyaz koridor ve kapılarla karşılaşınca kaşlarımı çattım. Ev beyaza takıntısı olan biri tarafından mı döşenmişti? Evin içi, mutfak dolapları ve çoğu şey bembeyazdı resmen. Beyaz rengini severdim fakat çok çabuk kirleniyordu. Bu evin temizliği zor olmuyor muydu ya? Düşündüğüm şeyle oflamıştım. Bana neydi?

 

Bütün odalara tek tek girip çıktığımda umutlarım git gide tükeniyordu. Hangi pencereden bakarsam bakayım aşağı tarafta mutlaka bir adam görüyordum. Evin etrafını komple çevirmiştiler. Ve ben her gördüğüm yeni bir adamla Cihangir denen o adama sağlam bir küfür çakıyordum.

 

Yorgun ve çaresiz bir şekilde elimi belime atıp koridorda duraksadım. Gözümün önü bulanıklaşıyordu yorgunluktan. Dün gece bir saniye bile uyuyamamıştım. Vücudum hâlsiz düşmüş olduğum yerde yığılıp kalmaktan korkuyordum. Sırtımdan omurgama doğru soğuk ve yoğun bir ter tabakası aktı. İçerisinin fazlaca sıcak olması ve üstene benim hızlı hareket etmem vücudumu terletmişti. Uyuşuk hareketlerle üstümde bulunan siyah ceketimin fermuarını sonuna kadar açtım.

 

Aslında düşününce yaptığım biraz saçmaydı çünkü kendimi boşa yoruyordum. Onu bekleyip benden ne istediğini konuşabilirdik. Zaten ben kendimi gereksiz yere yormayı sevmezdim. Canım isterse kendimi yorardım fakat beni bir zorba gibi bu eve kapatmayacaktı o.

 

Birbirine girmiş düşüncelerimden sıyrılmaya çalıştığımda büyük bir soluk bırakarak koridorun en sonunda bulunan ve içine bakmadığım son kapıya baktım. Tek umudum orasıydı fakat büyük ihtimal oradan da çıkamayacaktım. O an kaşlarımı çattım.

 

Saçmalama Nisan senin çıkamayacağın hiçbir yer olamaz.

 

Kapıya yaklaştım. Tedirgince elimi kapı kulpuna atarken içimden dualar ediyordum. Kapıyı yavaş bir şekilde açarak içeriye girdim ve o an önüme serilen manzara ile ağzım kocaman aralandı, oduğum yerde kalakalmıştım.

 

Karşı duvar tavana kadar eğik bir açıyla komple camdı böylece hem gökyüzünü hem de karşı manzarayı aynı anda görebiliyordunuz. Önümde daha önce hiç görmediğim veya göremeyeceğim kadar muhteşem bir manzara vardı.

 

Ormanda olduğumuz için evin önü ormanlıktı fakat biraz ileride ağaçların bitiminden sonra yemyeşil bir alan kayaklara kadar yokuş aşağı iniyordu. Sarp kayalıkların hemen ardını ise uçsuz bucaksız masmavi bir deniz karşılıyordu. Ufuk çizgisinde, kararmış gökyüzü ile denizin rengi birleşmiş ortaya adeta görsel bir şölen çıkmıştı. Büyülenmiş gibi farkında olmadan cama doğru ilerliyordum. Hafif bir pus sık ağaçların üstünü kaplamış ve böylece gizemli bir atmosfer yaratmıştı. Etrafta fazlasıyla kasvetli bir hava hakimdi lâkin ben bu havaları çok seviyordum.

 

Buraya gelirken rüzgardan dolayı deniz kokusu almıştım fakat evin denize yakın olduğunu hiç düşünmemiştim çünkü aşağıdan bakan biri sık ağaçlardan dolayı asla denizi göremezdi.

 

Gözlerimden akan hayranlıkla etrafımda dönerek odanın içini incelediğimde siyah geniş bir yataktan ve dolaptan başka hiçbir şey yoktu. Siyah kocaman bir yatak camın hemen yanına konumlandırılmıştı. Böylece sabah gözlerini açan kişi direkt bu eşsiz manzaraya uyanıyordu. Acaba o adamın yattığı yer burası mı diye düşündüm. Çünkü diğer kapıları gezdiğimde iki tane yatak odası daha görmüştüm.

 

Yutkundum.

 

Yeterince oyalanmıştım. O adam birazdan gelecekti ve ben hala bu evdeydim. Benden ne istiyordu bilmiyordum ama iyi şeyler olmadığı kesindi yoksa kim evine giren bir hırsızı polise vermeyip tekrar lüks bir evin içine sokardı ki? Üstelik o adam kaç aydan beridir düzenli bir şekilde, çalıştığım kafeye gelen, Simay'ın hayran olduğu kişinin ta kendisiydi. Evine girdiğimiz kişinin o çıkması fazla saçmaydı. Bütün bunların sadece bir tesadüften ibaret olduğuna inanmak istemiyordum. Nedense aklımda bulunan şüpheler beni yiyip bitiriyordu. Huzursuzdum... Ama en çok da merak ediyordum.

 

Daha fazla düşünmeyi keserek kocaman cama yaklaştım. Ellerimi, dün gece yağan yağmurdan dolayı hafif puslanmış cama dayayarak aşağıya göz attım. İlk defa kimseyi göremeyince içimde yeşeren ümitle kalbim hızla çarpmaya başladı. Emin olmak adına bir on dakika daha beklediğimde kimsenin gelmemesiyle bu sefer heyacanlanmıştım. Evin etrafını saran o izbandutlardan biri yoktu bu tarafta.

 

Sırıttım.

 

Kesinlikle bu taraftan çıkacaktım fakat bu odadan olmayacağı da kesindi. Kocaman camda sadece küçük bir pencere görünüyordu, dümdüz yüksek bir camdı, yani bir yere tutunarak inmem imkansızdı. Atlama şansım ise hiç yoktu çünkü ikinci kata göre fazla yüksekti. Bu yüzden aşağıya inip bu taraftan çıkacaktım ben de.

 

İyice etrafı kontrol ettiğimde buranın, büyük ihtimal içine girip hemen çıktığım küçük lavabonun bulunduğu taraf olduğunu düşünüyordum. Çünkü camın bitiminden başlayan ve aşağıya doğru uzanan dümdüz duvarda küçük bir pencere vardı yalnızca.

 

Saatime göz attığımda ne kadar çok oyanlandığımı farkettim, ellerimi hızla camdan çektim. Ardından aşık olduğum manzaraya dolu dolu son bir kez bakıp koşarak kapıdan çıkıp aşağıya indim.

 

çük lavabodan içeri girdim. Cama doğru kafamı kaldırdım, oraya yetişemeyeceğim için mutfaktan bir sandalye alarak camın önüne yerleştirdim. Sandalyenin üstene çıkıp hızla camı açtığımda gördüklerimle sırıtarak alt dudağımı ısırdım. Tam da tahmin ettiğim gibiydi üstelik bu cam çıkabileceğim kadar büyüktü.

 

O adam gerçekten beni burda tutacağını zannetmişti, öyle mi?

 

Yüzümdeki sırıtma anında yok oldu. Aptal herif.

 

Oyalanmadan bir elimi dışarı çıkartıp pencerenin üst pervazından destek alarak vücudumu dışarı çıkardım. Kalçamı pencereye dayadığımda belimden yukarısı dışarıdaydı artık. Seri bir atiklikle bu sefer ayaklarımı da dışarıya doğru sarkıtmayı başardığımda oturur pozisyona gelmiştim. Durdum ve hiç beklemeden fazla mesafenin olmadığı yere bıraktım kendimi.

 

Kolay bir şekilde yerle temas ettim, önüme düşen saçlarımı geriye itelerken doğruldum. Etrafı, tedirgin edici bir hisle süzerken, aramda fazla mesafe olmayan beyaz duvara doğru yürüyordum. Kalbim adrenalinden patlayacak gibiydi. Duvara ulaştığım gibi hızla avuç içlerimi üstüne atarak destek alıp yukarı çıktım. Bunu öyle hızlı yapmıştım ki bedenimi ele geçiren panik ve gerilimle birlikte aşağıya bakmayı akıl edemeden büyük bir hızla kendimi diğer tarafa atmıştım. Yerdeki çamuru gördüğümde ise her şey için çok geçti.

 

Sert bir şekilde yere inmem sonucu ayağım sıvılaşmış çamurda kaymış ve ben adeta sırtüstü yere çakılmıştım. Kafamı arkamdaki duvara vurmamam ise tamamen bir şanstan ibaretti. Çünkü vursaydım sanırım sadece sırtım ve ayağım değil aynı zamanda beynime aldığım darbeyle geberip gidecektim.

 

Bok yoluna!

 

Ayağımda ve sırtımda hissettiğim sızıyla isyan edercesine kollarımı iki yana açtım. Ardından inler gibi cılız bir nefes bırakarak gökyüzünü esir almış olan kara bulutlara baktım. Akıllıyım ben, hiç kimse beni kandıramaz, hiçbir şeyi yutmam diyerek salak gibi başıma daha ne işler açacaktım merak ediyordum doğrusu. Sözde evini karıştıracaktım ama ben onu da yapmamış bir an önce bu evden çıkma yoluna gitmiştim. Gerçi normal olan buydu sanırım ama benim normalim yoktu.

 

Ellerimi bataklık gibi duran çamura saplayarak destek alıp kalktım yerden. Üzerimi kontrol ettiğimde saçlarımın arasına giren çamurdan, yüzüme fışkıran çamurlu su ile her yerim resmen batmıştı. Yüzüme yapışan çamurlu saçımı çektim fakat kirli olan elimle yüzümü daha çok çamura bularken öfkeli bir soluk bıraktım ve sonra hıncımı almak istermiş gibi ayağımı sertçe yere vurdum. Bunun sonucunda çok daha kötü bir şey olmuş çamurun yüzüme sıçramasıyla öfkem on katına çıkmıştı.

 

Çığlık atar gibi, huysuz bir çocuk gibi ve beni öfkelendiren bu hayin çamura gününü göstermek ister gibi üst üste ayağımı sertçe yere vururken nefes nefese kalmış ayak bileğime şiddetli bir ağrının saplanmasıyla durmak zorunda kalmıştım. O an bileğimi tutup ağrıdan dolayı muhtemelen çığlık bile atmam gerekiyordu fakat ben aklımın başıma gelmesi ile durup düşünmeye karar vermiştim. Ne yapıyordum ben ya?

 

Kendimi toparladım ve ayak bileğimdeki ağrıyı düşünmemeye çalışarak berbat durumda olan ceketimin fermuarını sonuna kadar çektim. Çamurlu ellerimi üstüme sürttüm, pek fazla temizlenmeselerde buz kesmelerinden dolayı cebime soktum. Sendeleyerek ileriye doğru bir adım attım fakat arkamdan gelen alkış sesi ormanın sessizliğinde yankı yapmış ve ben korkuyla olduğum yerde durmak zorunda kalmıştım.

 

"Güzel performans sayılırdı, beğendim! Şu son anda yaptığın ufak sakarlık olmasaydı eğer benden tam not alırdın."

 

Arkamdan gelen kalın sesi, gür ve alaycıldı, ben ise dumura uğramış olduğum yerde donmuştum. Bunun sebebi korku değil şaşkınlıktı. Derince yutkunduğumda çamur sıçramış dudaklarımı birbirine bastırıp yavaşça o tarafa döndüm.

 

Biraz ötemde, yönü bana dönük olacak bir şekilde tek omzunu az önce atlamış olduğum duvara yaslamış, kalın kollarını göğsünde bağlayacak kadar rahat bir tavırla beni izliyordu. Üstünde, sabahki spor kıyaflerin aksine jilet gibi bir takım elbise vardı. Gözlerim kumaş pantolonunun sarmış olduğu uzun bacaklarından aşağıya doğru düştü. Siyah parlak rugan ayakkabılarına çok az miktarda çamur bulaşmıştı. Gözlerim yavaşça yukarıya tırmandı, kara çekik gözlerini buldu tekrardan.

 

Ne zamandan beridir oradaydı?

 

Dilimi yutmuş gibi yüzüne bakmayı sürdürdüğümde gözleri kısılmıştı. "Çamurla bu denli kavga eden birini ilk defa görüyorum," dedi omzunu duvardan koparıp dik bir konuma gelirken. "Zamanında kardeşimlerim beş yaşındayken buralarda toprak ve çamurla oynamayı çok severdi. Sen sevmiyorsun galiba."

 

Bana çocuk mu demişti o?

 

Cevap vermemem üzerine anlam veremediğim bir yüz ifadesiyle bana doğru yaklaşmaya başladı, korkudan çığlık bile atabilirdim ama ben ondan nedensizce korkmuyordum. "Korkudan dolayı mı ses etmiyorsun, yoksa konuşmak işine mi gelmiyor?" Aramızda az bir mesafe kaldı. Çamura bastığı her an çıkan ses ürpermeme sebep oluyordu.

 

Tam dibimde durdu. Ellerini ceplerine soktu ve üstten yüzüme baktı, kafamı kaldırıp ona bakmıtım. "Gerçi senin gibi birinin korkacağını pek sanmıyorum." Gözleri yavaşça yüzümü taradı, ruhumu okumak ister gibi. "Büyük ihtimal şaşkınlıktan dolayı donup kaldın."

 

Bedenime çarpan rüzgar daha çok üşümemi sağlıyor, çamurdan ıslanmamış birkaç saç telimi yüzüme doğru uçuşturuyordu. Aniden üstüme doğru eğildiğinde kalbim hoplamıştı. Ayak bileğimde bulunan ağrıyı görmezden gelmeye çalıştığım vakit elinin birini cebinden çıkardı ve omzuma dökülen çamurlu saçımı baş ve işaret parmağının arasına aldı.

 

"Sana geleceğim dedim Nisan. Sadece iki dakika... İki dakika bile olsa rahat durmazsın öyle değil mi?" Sıcak nefesi esen soğuk rüzgarda bir meltem gibi yüzüme vuruyordu, parmakları arasında bulunan bir tutam saçımı küçük bir çocuk gibi hafifçe çekiştirdi. Bir ağrı hissetmemiştim bile ama elini ordan çekmeyi çok isterdim.

 

"Sen ne zamandan beridir ordasın?" diye sorduğumda ondan uzaklaşmak için bir adım geriye doğru gittim, bunun üzerine o belini doğrulturken ben ayağıma giren ağrıyla inlememek için kendimi sıkmıştım.

 

"Tahmin et," dediğinde çıkan alaylı sesine karşılık yüzü duvar gibiydi.

 

Bu tavrına karşılık öfke ile burnumdan soludum. "Söylesene ya," dedim, gözlerinin içine bakarken. "Bu zorbalığın kaçıncı seviyesi? Beni bir eve isteğim dışında tıkıyorsun. Sonra çıkmamam için etrafa eli silahlı adamlar dikiyorsun. Sonra gelmiş burda benimle dalga geçiyorsun! Sen kimsin be?!"

 

Elimi öfke ile ona doğrultmam sonucu gözleri çamurlu soğuktan morarmış parmaklarıma indi. Bir süre orada oyalandı sonra hiç istifini bozmadan gözlerime tırmandı bakışları. Gözlerinde bu sefer belirsizlik değil tamamen korkunç bir ifade vardı. "Cık," dedi dilini damağına vurur gibi bir ses çıkarırken. "Sen daha benim zorba tarafımı görmedin." Koca bir adım ile tekrardan dibimde bittiğinde kolumdan tuttu. "Görmek ister misin Nisan?"

 


Dibime ikinci kez girmesi ile diğer elimle göğsünden iteleyerek, "Çekil şurdan be! Şöyle yaklaşıp durma!" dediğimde kolumu bırakarak hızla benden uzaklaştı ve sonra da beni aşarak ilerlemeye başladı.

 

"Peşimden yürü," dedi umursamaz bir sesle.

 

"Farkında mısın bilmiyorum ama ben az önce senin evinden kaçtım! Niye geleyim ya senin peşinden?" diye bağırdım ardından, duvar dibinden bana bakmadan sakin adımlar ile yürüyordu.

 

"Hemen diğer tarafa saparak kaçmayıp rahat bir tavırla bunu sorduğuna göre gelmek istiyorsun bence," dedi, hiç bana bakmazken kaşlarımı çattım ardından.

 

"Sen çok biliyorsun her şeyi!" diye bağırdım ikinci kez ardından. Adımları yavaşladı fakat bana dönmedi. Hatta beni duymazdan geldi.

 

Bunun üzerine elimi kaldırarak "Giderim!" diye bağırdığımda hiç bana dönmezken "Git," dedi. Ağzım açıldı.

 

Sonra durdu ve eli cebinde bana döndü. "Yalnız bu ormanda öyle kolay kolay yolunu bulamazsın, gitmeden önce söyleyeyim sana," dedi aynı umursamaz tavrıyla gözlerime bakarken. "Etrafta çok fazla çakal vardır ve birazdan hava kararacak. Kendileri akşamları ava çıkmayı çok severler." Baştan aşağıya uzaktan beni süzdü. "E şimdi sen de hiç fena bir ava benzemiyorsun."

 

Ve sonra arkasını döndü ve tekrardan yürümeye başladı.

 

"Beni kandırma!" diye bağırdım, önce etrafıma baktım, orman fazla korkunç görünüyordu. Dönüp giden adama baktım, uzaklaşmıştı, sonra cevap vermemesi üzerine peşinden koşmaya başladığımda bir ara çamurdan dolayı yere düşme tehlikesi atlatmıştım. "Sana dedim hey! Beni duymak işine gelmiyor mu?" Aslında beni ona götüren korkum değil merakımdı.

 

"Ya beklesene beni!" diye çığırdım peşinden koşuyordum. Ağrıyan bileğimi umursamadan hızla peşinden gittiğimde çamurda kayan ayağım ile bu sefer dengemi sağlayamamış ve sertçe yere düşmüştüm.

 

Çenemin sıvılaşmış çamurlu zemine çarpması ile ağzımdan ufak ama acılı bir inilti çıktı. Öfke ile tırnaklarımı yere sapladığımda kafamı çamurun içinden çıkardım ve ona baktım. Durmuş beni izliyordu ordan. Yardım da etmiyordu pislik!

 

"Yürümeyi bile beceremiyorsun," dedi uzaktan gözlerime bakarak.

 

"Kaydım geri zekalı!" diye sinirle bağırmıştım ona. Hızla doğruldum. Çamur banyosu yapmış bir şekilde ayağa kalktığımda bu sefer üstümü silmekle uğraşmadım çünkü üstümü silsem de fayda etmeyecekti. Bu yüzden çamur kaplı ellerimi bir iki kez pantolonuma sildiğimde ayağımda ve çenemde hissettiğim hafif sızılar ile ona doğru ilerliyordum.

 

Tam dibinde dururken kafamı kaldırıp alttan yüzüne baktım. Bakışları pürdikkat bendeydi. "Bu iş çok uzadı," dedim sakin bir sesle. "Beni evime bıraksana."

 

"Seni evine bırakayım?" diyerek kaşlarını sorgular gibi havaya kaldırdığında sanki her an gülecek gibiydi.

 

"Hm," dedim ağzımın içinden mırıldanarak, o sırada temizlediğimi sandığım elimi rüzgardan dolayı dudaklarımın arasına giren saç tutamımı çekmek için çeneme sürttüm fakat bir işe yaramadığını biliyordum. "Benim zaten şu an kafede olmam gerekiyordu, çok geç kaldım."

 

Kollarını göğsünde bağladı. Ardından üstten beni inceledi. Alayla "Senin de dediğin gibiyse eğer ben seni kaçırdım," dediğinde gözlerim irice açılmıştı. "Niye bırakayım ki?"

 

"Beni kaçırdın mı?" diye sorduğumda aynen der gibisinde başını salladı yavaşça.

 

"Ciddi misin?" diye sorduğumda bu sefer dudakları hafif bir açıyla yukarı kalkmıştı.

 

"Şaka yapıyorsun," dediğimde "Cık," dedi kafasını bu sefer yavaşça iki yana sallarken. "Şaka yapmam."

 

"E ben niye kaçmadım ki az önce?" diyerek arkama baktığımda gözlerim tekrardan ona dönerken güldüğünü gördüm fakat hemen dudaklarını bir araya getirmiş ciddi yüz ifadesine geri bürünmüştü.

 

"Ama-"

 

Sözümü kesti. "Yağmur altında kalmış ıslak kedi yavrusuna benziyorsun," dediğinde bileğimden tuttu ve sonra da ağzımı açmama fırsat dahi vermeden beni yürütmeye başladığında adımlarım sakince onu takip ediyordu. "Gerçi senden kedi olmaz," dedi ardından dönüp bana kısa bir bakış atarken. "Kaplan olur senden. Vahşi dişi olanlarından..."

 

"Beni tanıman ne güzel," dedim alayla. "Şimdi kendi isteğinle kolumu bırakacak mısın yoksa sağlamından ikinci bir tekme yemeyi mi istersin?" Halbuki annesini takip eden ördek yavrusu gibi peşinden gidiyordum.

 

"Fazla meyillisin şiddete, nerede yetiştin sen?" diye sordu, sesinin ciddi çıkmasının aksine altında bir sorgulama da vardı. Ve ben onu yakalamıştım.

 

"Şiddete meyilli olmam şu an tam olarak normal değil mi?" diye sordum sorusunu es geçerek. "Sonuçta bizzat kendin itiraf ettin, beni kaçırdığını söylüyorsun. Hiçbir şey yapmadan durmam sence çok saçma olmaz mıydı?"

 

"Yalnız şu an hiçbir şey yapmıyorsun zaten. Baksana adımların gayet de uyumlu adımlarıma," dedi, kısa bir bakış attı bana. Islanmıştım ve soğuk rüzgar tenimde çok kötü bir etki bırakıyordu.

 

"Sen de bir karar ver. Hem şiddete meyillisin diye beni kınar gibi konuşuyorsun hem de sana şiddet uygulamam için beni sinirlendirip buna durmadan teşvik ediyorsun." Derin bir nefes aldım. "Ne yapayım az önce söylediğimi eyleme geçirerek tekme mi atayım sana?"

 

"Atamazsın. Seni yakalarım," dediğinde duvar dibinden çıkıp siyah büyük kapıya ulaşmıştık.

 

"Yalnız şu an çok büyük konuştun tam önümdesin, atarım ve senin yaptığın tek şey o an acıdan kıvranmak olur," dediğimde durdu ve bana döndü. Bu sırada ben de durmuştum.

 

"Denesene," dedi korkutucu bir ifade ile gözlerime bakarken. Yüzü duvardan bile daha sertti.

 

Derin bir nefes bıraktım burnumdan. "Bak," dedim sonra ciddi bir ifade ile gözlerine bakarken. Aynı zamanda yorulmuş gibi çıkıyordu sesim. "Tam olarak derdin ne cidden bilmiyorum ama benim şu an gerçekten kafede olmam gerekiyordu," dedim bıkmış gibi. "Senin yüzünden işimden olacağım."

 

Gözlerime baktı bir süre. "Boşver kafeyi," dedi sonra. "Zaten çalışmana gerek yok artık," dediğinde ağzım şaşkınlıkla aralanırken "O ne be?" dedim, ağzım açık alttan yüzüne bakarken.

 

"Şu demek," dedi son derece sakin bir sesle. "Bundan sonra beraberiz. Kafeyi şimdiden unutursan senin için daha kolay olacaktır." Yüzümden büyük bir şok geçtiği sırada tekrardan doğrulup beni yürüttüğünde yere saplanan ayaklarım bu sefer şaşkınlıktan olsa gerek ona uyum sağlamıştı.

 

Çalılıkların arasından geçerek düz bir alana, siyah kapıdan içeriye girdiğimizde "Ne?" dedim yeni kendime geliyormuş gibi. Hiç durmadan onunla birlikte sonum olacak olan o yolda ilerliyordum kendi isteğimle. "Anlamadım ben, az önce sen ne dedin?"

 

Gözlerim hareket eden geniş sırtındaydı. Arabası dış kapının hemen önünde bulunuyordu ve az önce geçtiğimiz siyah kapı sonuna kadar açıktı. İçeriye girdiğimiz sırada gözlerim kapının önünde dikilen izbandut gibi dev adamların birinin rüzgardan dolayı uçuşan ceketinden açığa çıkan belinde duran silahına takılmıştı ve o saniyede hâlâ beni yürütmekte olan adam bana dönmüştü.

 

"Duymakta problem mi yaşıyorsun?" dedi bilmediğim bir nefretini yüzüme kusar gibi.

 

O gerçekten ciddiydi. Benimle olan derdi neydi?

 

Üşüyordum. Çünkü rüzgar çok sert esiyordu ve ben ıslanmıştım. Taşlık yolda ilerdiğimizde ev kapısına yanaşırken patlar gibi, "Sen çok olmaya başladın artık!" diye bağırdım kendime hakim olamayarak. Sesim bütün ormanda yankı yapmıştı. "Ne şerefsiz bir insansın sen ya!"

 

Bunun üzerine öyle hızlı bana döndü ki ilk defa korkmuştum. "Şu ağzına hakim ol sabrımı sınıyorsun," dedi, ateş gibi parlayan gözleri gözlerime saplanırken.

 

"Kendini ne sanıyorsun sen?" diye tısladım üstüme eğilmesinden dolayı yüzüne doğru. O kadar çok gerilim oluşmuştu ki aramızda ikimizin öfkeli solukları birbirine çarpıyordu. "Ha!" dedim dibimde olan yüzüne doğru avazım çıktığı kadar bağırırken. "Ne?!"

 

"Seninle mi uğraşacağım ya?" dedi tükürürcesine. Bir böcekmişim gibi baktı bana tepeden. "Laftan falan anlamıyorsun sen. Bu yüzden senin dilinden konuşmak en iyisi." Ne zaman taşlık alandan yönünü çevirdiğini ve ne zaman beni çimenlik alana çıkararak boş köpek kulubesinin yanına çektiğini anlayamamıştım bile.

 

Kolumu ittirircesine bırakmasıyla ayak bileğim çimenliğin içinde ters döndüğünde ağzımdan çıkacak olan çığlığı inatçılığım yüzünden dişlerimi sıkarak engellemiş ve sonra da önümü kaplayan çamurlu saçımı geriye ittirip öfke ile ona dönmüştüm. Gözleri gözlerime çarptığında "Serhat!" diye bağırmıştı kapıya doğru. "Bahçe hortumunu getir bana!"

 

Ne?

 

Üstümdeki çamuru düşündüğümde derince yutkundum. Düşündüğüm şeyi yapmazdı değil mi?

 

"Sakın," dediğim sırada sabahki kumral çocuğun koşturarak kalın hortumu getirmesiyle yüzünde tek bir mimik dahi oluşmadı.

 

"Sana olacaklardan sorumlu olmam demiştim." Alayla üstümü süzdü. "Hem seni bu hâlinle tertemiz olan güzel evime sokacağımı düşündün mü cidden?"

 

"O suyun tek bir damlası üstüme gelirse seni öldürürüm," dediğimde gözlerim etrafı tararken ayağımdaki ağrıdan dolayı koşamazdım bile.

 

Eline hortumu aldı. O sırada Serhat denen çocuğun tuhaf bakışları üstümü tarasada karşımdaki adamın başıyla işaret etmesi sonucu gitmişti. "Büyük konuşuyorsun," dedi kibirli bir sesle. "Şu an bu ıssız ormanın içinde, benim evimde yalnızız. Evime giren bir hırsız olduğunu varsayarsak eğer kendimce haklı olan gerekçem ile önce tek bir kurşunla canını alır sonra da seni bu ormana gömerim. Kimse de leşini bulamaz."

 

İlk defa bu kadar sinirlerim bozulmuştu. Dişlerimi kırar gibi birbirine bastırdım. Ve sonra öne doğru atıldım. "Ben hırsız değ-!!"

 

Sözümü kesen şey yüzüme çarpan buz gibi soğuk suydu. Çığlık atarak geriye doğru kaçtığımda ayağıma saplanan ağrıyla hareket edememiş ve sadece kötü kaderime razı gelmiştim. Su öyle soğuktu ki sanki bedenim çıplak bir şekilde, bir havuz dolusu buzun içine atılmıştı. Yönümü ona çevirdiğim gibi adeta üstüne saldırır gibi hortuma uzandım fakat o buna izin vermedi ve uzun boyundan dolayı hortumu bu sefer kafama tuttu üstten.

 

Can çekişir gibi olduğum yerde çırpınmaya başlarken bir yandan da bağırıyordum. "Allah belanı versin!!-" Yüzüme tuttuğu hortumla su boğazıma kaçtı ve nefesim kesilir gibi olunca ben sözümü tekrardan tamamlayamadım.

 

Üst üste öksürdüğümde "Bela okuma," dedi, sert bir sesle. Ona vurmaya çalıştım ve o bunu engellemeye çalışırken resmen çocuk gibi kavgaya tutuşmuş ve bunun üzerine ikimiz de ıpıslak olmuştuk ama o buna rağmen beni ıslatmaktan da vazgeçmemişti.

 

"Dondum Allah'ın belası! Ya kes şunu!" Çığlık atar gibi ikinci kez bağırdığımda yukarıda tuttuğu hortuma uzanırken bu sefer almama izin vermeden hortumu diğer tarafa çiçeklerin yoğun olduğu tarafa attı.

 

Tepeme akan su kesildiğinde parmak uçlarımda yükselip hortumu ondan almaya çalışırken bir elim koluna yapışmış diğeri beyaz gömleğinden yakasına asılmıştı. O an vücuduma yediğim soguk suyla nasıl bir şiddetle üstüne atıldıysam en üst düğmesi kopmuş açılan yakasından tırnaklarım esmer tenini çizip geçmişti. Alttan ben de olan kara gözlerine baktım. Dibimdeydi. Benim gibi ıpıslak olmuş, yüzüne sıçrayan sular damla damla çenesinden üstüme düşüyordu.

 

Elimi sertçe kopardım yakasından. Geriye gittiğimde çok daha kötüsü olmuş esen rüzgarın tenime çarpması sonucu olduğum yerde kaskatı kesilmiştim. Kollarımı etrafıma hızla doladığımda tir tir titriyordum. İç çamaşırıma kadar ıslanmıştım ve çenem birbirine vuruyordu durmadan. Gözlerimi kaldırarak üstten bana bakan adamın gözlerine nefretle baktım.

 

"H-ayvan..." Sesim titremişti ve ben sadece bir kelime kurabilmiştim. O kadar çok üşüyordum ki elimden gelse onu şuracıkta parçalarına ayırırdım.

 

Geriye doğru bir adım atarak baştan aşağıya beni inceledi sonra da kollarını iki yana açtı hafifçe. "Bak şimdi tertemiz oldun işte! Hatta günahlarından bile arınmış oldun."

 

"Komik değilsin," dedim.

 

"Espiri yapmadım ki," dedi hızla. Sesindeki alay içimde bulunan siniri katlıyor, onu öldürme isteğiyle dolup taşıyordum her saniye.

 

"Sana bu yaptığını ödeteceğim," dediğimde beyaz gömleğinde bulunan çamura elini sürttü sonra da umursamaz bir şekilde arkasını döndü bana.

 

"Şu içi boş olan laflarını kendine sakla ve daha fazla üşümek istemiyorsan eğer peşimden içeriye gel," dediğinde beklemeden taşlık alana girmişti.

 

O an hiçbir şey umrumda değildi çünkü üşüyordum ve bedenime çarpan şiddetli soğuğa dayanacak gücüm kalmamıştı daha fazla. Hızla ileriye doğru atıldığımda ayak bileğime giren ağrıyla ağzımdan cılız bir inilti kaçtı, olduğum yerde durdum ve bir iki saniye bekledikten sonra bu sefer daha dikkatli yürümeye çalıştım fakat olmuyordu.

 

O an ağlamak istedim sinirden dolayı. Çünkü bu adam benim sinirlerimi bugün çok fazla bozmuştu. Ölsem bile ondan yardım istemeyecektim. Olduğum yere çöktüğümde hiç ıslak olduğuna bakmayıp çimenlere, kalçamın üzerine otururken
ayağımı kendime doğru çektim ve titreyen ellerimle çamurlu botumu çıkardım. Tenime çarpan soğuğu görmezden gelmeye çalışarak bileğime hafif bir bası yaptığımda hissettiğim ağrıyla burktuğumu anlamıştım. El bileğimde duran asker yeşili bandanamı söktüm ve hızlıca ayak bileğime sardım. Sıkı bir şekilde ipini bağlamaya başladığımda üzerime bir gölge düştü.

 

"Aptal mısın?" diyen sesiyle ona bakmadım.

 

"Defol git başımdan," dediğimde dudaklarım tir tir titriyordu.

 

Sanki çok düşünüyormuş gibi, "Burkulduysa eğer önce buz koymalısın," dedi.

 

"Senin tavsiyene ihtiyacım yok!" dedim ardından son kez sıkı bir düğüm atarak ayağa kalktım hızlıca.

 

Önüme dikilen adamın yüzüne hiç bakmazken, "Çekil," dediğimde onu kolundan ittirdiğim gibi taşlık alana girmiştim. Parmak ucuma basa basa evin kapısına ilerlediğimde hissettiğim acıyla ağlayabilirdim fakat ben bir zaman sonra hiçbir şekilde fiziksel ağrıdan dolayı ağlamamıştım.

 

Gözlerim kapının önünde dikilen ve şaşkın bakışlar ile bizi izleyen Serhat denen kumral çocuğa takıldığında ne bakıyorsun! diye ona bağırmak istedim fakat bu gücü bile kendimde bulamamıştım.

 

Açık kapıdan içeriye girdiğimde yüzüme temas eden sıcak hava ile büyük bir rahatlama yaşamış sırf evi kirlensin diye holde ilerlerken kirli ayakkabımı bile bile yere sürterek öyle geçmiştim ufak banyoya.

 

Kapı kapanma sesi duymam ile birlikte ardımdan içeri girdiğini anladığımda ıslanmasından dolayı üstümde ağırlık yapan ceketimi çıkardım. Ceren'in hediyesi olan ceketimi özenli bir şekilde
kenarda bulunan sepetin üzerine indirdiğimde ayakkabımın tekini çıkarmış fırlatır gibi bir köşeye atmıştım. Beklemeden çoraplarımı çıkardığım sırada kapıdan o içeriye girdi.

 

Gözleri sargılı ayağıma kayarken elinde katlı duran kıyafetler vardı. "Al şunları banyo yap," dedi.

 

Elindekileri bana uzatırken "Siktir git ya," dedim hâlâ dudaklarım titrerken. "Senin evinde banyo yapmam ben."

 

"Bütün gün boyunca ıslak elbiselerle durup soğuktan gebermek istiyorsan eğer sen bilirsin," dediğinde elindeki elbiseleri lavabonun üzerine bırakmış ve hızlıca çıkmıştı dışarıya.

 

Gözlerim lavabonun üzerine bıraktığı elbiselere kaydı. Doğruldum ve sonra da ilerleyerek kapattığı kapıyı kilitledim üst üste. İnatçıydım fakat üzerimde duran ıslak elbiselere dayanamazdım. Çünkü ben aslında soğuğa dayanamazdım. Hızlıca üstümdekileri komple çıkardığımda aynadan yüzüme baktım. Dudaklarım soğuktan morarmış sabah sürdüğüm rimelim akmıştı. Saçlarım ise anlatamayacağım kadar berbat bir hâldeydi.

 

Ufak olan duş kabinine kendimi attığımda sonuna kadar sıcak suyu açarken içinde bulunduğum yabancı yeri düşünmemeye çalıştım. İstediğim tek şey donmuş bedenimi çözecek olan sıcak suydu. Üst üste hatalı davranışlarda bulunuyordum ve olan buydu işte. Ben bu adamla baş edemeyecektim. İlk defa ben biriyle baş edemiyordum. Ben herkesle baş edebileceğimi düşünmüştüm oysa.

 

Olduğum yere çöktüğümde kafamı duvara yaslarken üstüme akan sıcak su kaslarıma iyi gelmişti. Ne kadar süre böyle durursam tatmin olur ve o soğuktan arınırdım bilmiyordum. Gözlerimi kapattım, saçlarımı çıplak omuzlarımdan geriye doğru ittirirken.

 

Dakikalarca kaldım suyun altında ve tenim kızarana kadar çıkmadım. Bir süre daha oyalanırken suyu kapattım ve hızlıca çıktım duş kabininden. Saçlarımın suyunu sıktım ardından lavabonun üzerinde bulunan kıyafetleri aldım. Tişört, baksır ve eşofmandan oluşuyordu. Nasıl giyecektim ben onun elbiselerini ya?

 

Tişörtü burunuma yaklaştırırken aldığım deterjan kokusuyla rahat bir nefes almış yine de giymek istemememe rağmen başka çarem kalmadığı için giymek zorunda kalmıştım. Üzerimde çuval gibi duran eşofmanın lastiğini sıkıp alttan uzunca bir süre katlamakla uğraştım. Sonra tişörtü başımdan geçirdim. Tişört ince olduğu için göğüs uçlarım biraz belli ediyordu fakat yapacak bir şeyim yoktu. Islak sütyenimi bir daha hayatta giyemezdim. Aynaya baktım. Tişört o kadar uzundu ki benden üç kişi daha içine girerdi herhâlde, bir de etek gibi durmuştu. Bu yüzden eşofmana gerek yoktu fakat ben bu şekilde o adamın karşısına çıkmak falan istemiyordum. Banyo yapmadan önce çıkardığım kalın bandanayı tekrardan ayağıma bağladığımda bileğimin şişeceğinin farkındaydım fakat umrumda olduğu söylenemezdi.

 

Kapı kilidini aralayarak dışarıya çıktım ve etrafa göz gezdirdim fakat hiçbir şey yoktu. Üstelik derin bir sessizlik kaplamıştı kocaman evi. Sekerek oturma odasına geçmeden önce mutfağa bakmıştım ve orda da onu görememiştim. Boş odaya göz gezdirerek geniş koltuğa oturdum. Belki de yukarı çıkmalıydım fakat bedenimin bunu kaldıracağını zannetmiyordum. Kafamı koltuk kenarına yasladım, bütün bedenim uyuşmuş gibi sızlıyordu. Banyo yaptıktan sonra biraz olsun rahatlamıştım ve öyle çok uykum vardı ki göz kapaklarımı kapattığım gibi uyuyacağımı hiç düşünmemiştim.

 

♟️

 

Göz kapaklarım titreşirken ağzımdan çıkan cılız inilti ile sürtüstü uzandım. Kurumuş boğazımı ıslatmak adına derince yutkunduğum sırada birbirine yapışan göz kapaklarımı aralamış, görüş açıma giren avize ile alnımı kırıştırmıştım. Hızla çektim gözlerimi tavandan. Avizeden yayılan ışık gözlerimi parçalamıştı sanki. Yaşaran gözlerimi ovalarken yeni idrak etmiş gibi şokla doğruldum ve korkuyla etrafıma baktım. Koltukta boylu boyunca yatıyordum ve üzerimde ince bir pike vardı.

 

Uyumuştum. Hem de fazlası ile. Kafamı hızla cama doğru çevirdiğimde dışarısının karanlık olduğunu görmemle gözlerim kocaman açılmıştı. Akşam olmuştu. Belki de geceydi. Ne zamandan beridir uyuyordum ben? O an aklıma dank etti. Allah'ım! Ceren benden bir haber alamayınca kesin delirmişti. Ben nasıl bir aptaldım. Uyumuştum. Bunu yapmak yerine telefonumu o adamdan almalıydım.

 

Öyle hızlı yerimden kalktım ki ayağıma dolanan pike ile az kalsın yere çakılıyordum. Bileğimde hissettiğim sızı ile ayağıma dolanan pikeyi çektim ve sonra sargılı ayağıma baktım. Bandanam değil beyaz bir sargı vardı bileğimde. Kaşlarımı çattım ve sonra üstümü kontrol ettim. Ayağımı sarmıştı ve ben uyanmamıştım öyle mi? Üstelik bu kişi bendim yani. İnanılır gibi değildi. Pislik herif beni bayıltmış olmasın, diye düşündüm. Sonra da bu düşüncemle gözlerimi devirdim.

 

Tamam o kadar yorgundum ki görmemem normal olabilirdi fakat bu yine de onun bana dokunma hâkkını vermiyordu. Bu adam gittikçe gözümde korkunç birine dönüşüyordu ve ben her geçen sürede ona daha çok bileniyordum.

 

Düşüncelerimin arasından sessiz odaya bir ses yayıldığında anında kulak kabarttım. Tekrardan oluşan sessizlikle ilk başta yanlış duyduğumu zannetmiştim fakat hemen ardından gelen başka bir sesle yavaş adımlarla kapıya doğru ilerlemeye başladım.

 

Oturma odasından çıktım ve sesin geldiği mutfak kapısına doğru ilerledim. Kalbimin ritmi değişmiş nefesim hızlanmıştı. Duvara yapışarak göz ucuyla içeriye baktığımda gözlerim irice açılmıştı.

 

O adam üstü çıplak bir şekilde kalçasını masaya dayamış gözleri karşısında dikilen sarışın kadındaydı. Yutkundum. Altına giydiği siyah eşofman her an belinden düşecek gibiydi. Kalın kollarını göğsünde bağlamış şişkin pazuları daha çok belirginleşmişti. Tavandan vuran ışık ile esmer teni parlıyordu.

 

Bir süre sessizlik olduğunda "Bunu yaptığına gerçekten inanamıyorum ya!" dedi, sarışın genç kadın. Sesi hayret eder gibi çıkmıştı ve biraz da öfke vardı içinde.

 

Gözlerimi ona çevirdim. Sadece yan profilini görsemde oldukça alımlı bir kadın olduğu belliydi. Siyah kumaş pantolonun üstüne şık mavi bir bluz giymişti. Giydiği sivri topuklu ayakkabılar uzun olan boyunu daha da uzatmış omzuna dökülen düz sarı saçları, bakımını aksatmadığı belli olacak şekilde ışıldıyordu.

 

"Niye şimdi bu kadar tepki veriyorsun anlamadım. Sana onu getireceğimi çok daha önceden söylemiştim," dedi Cihangir denen adam sakin bir sesle, karşısında dikilen kadına bakmayı sürdürürken.

 

Sarışın kadın bunun üzerine hararetli bir şekilde olduğu yerde hareketlenirken, "Evet söyledin!" dedi memnuniyetsiz bir sesle. "Fakat o kız bir suçlu Cihangir, farkında mısın? Üstelik bu işe bulaştırman gereken son kişi bile değil. Böyle yaparak hata yapıyorsun."

 

Ne işinden bahsediyordu bunlar? Yaşadığım heyecan ve merakla kalbimin hızı gittikçe artmaya başladı. Biraz daha kapıya yanaşırken kulaklarımı dört değil kırk açmıştım.

 

"Hata yapmadığımı gayet iyi biliyorsun Zeliha. Şu an saçma bir şekilde muhtemelen Ali'nin vereceği tepkilerin aynısını veriyorsun bana. Oysa sen Ali'den daha fazla bu işlerin içindesin. Bunu geçtim her şeyi ondan daha çok biliyorsun, olması gereken bu."

 

Olması gereken neydi?

 

Az önce adının Zeliha olduğunu öğrendiğim kadın olduğu yerde durulurken bir adım atarak Cihangir'in tam dibinde bitti. Ardından bakımlı elini karşısında dikilen hayvanın çıplak koluna koydu ve sonra da okşar gibi hafifçe sıktı.

 

"Olması gereken bu değil Cihangir." Sesi son derece yumuşak, gözlerinde ise farklı bir bakış vardı. Ona farklı bakıyordu. "Ben seni tanıyorum, duyguların ile hareket ediyorsun. Oysa sen böyle konularda hiçbir zaman mantığının dışına çıkmazdın. Evet içindeki öfkeyi çok iyi anlıyorum ama bu yapmış olduğun şey..." Derin bir nefes bıraktı. "Hepimizin sonunu getirebilecek kadar büyük bir tehlikeye sahip. Sonunu hiç düşünmeden risk alıyorsun."

 

Hareketsiz durdu Cihangir. Gözleri karşısında dikilen kadından ayrılmıyordu. "Bazen de risk alman gerekir ama," dedi katı bir sesle. "Bazen risk almadığın müddetçe istediğini elde edemezsin Zeliha."

 

Yüzü duvardan bile daha sertti. "Ayrıca şu an duyguları ile hareket eden tek bir kişi var karşımda, o da sensin," dedi bu sefer sert çıkan bir sesle. "Ben boşuna başlamadım bir şeylere. Sence bir yerde duygularıma yer verir miyim?"

 

Zeliha denen kadının ağzından bıkkın bir soluk daha çıktı, elini onun kolundan çekerken. Mavi gözlerinin ardında beliren bir öfke vardı. Bir süre gözleri etrafı tararken yakalanmamak için kendimi geriye çektiğim sırada, "Ona nasıl güveneceksin?" diye soran sesini işittim. "Hadi yaptı diyelim peki ya sonrası? Olacaklarla nasıl başa çıkacaksın Cihangir? Hangisini engelleyebileceksin, ya da hangilerini? Öğrenemeyeceğini mi zannediyorsun? Eğer cidden böyle bir şey varsa ve devamı gelirde bir şeylere sebep olursan, istediğine ulaşamadan her şey sona erer. Ve sen bütün bunların sonucunda amacına ulaşamadan gidip kendi kafana sıkarsın artık."

 

Kaşlarımı çattım ve sonra hızla içeriye baktım tekrardan. Aralarında bir şey mi vardı bunların? Kadın aşık gibi bakıyordu ona. Kaşlarımı çattım. Hiçbir şey anlamamıştım. Emin olduğum tek şey, sanırım aralarında cidden bir şeylerin olmasıydı.

 

"Birincisi ona güveneceğimi nerden çıkardın anlamadım. İkincisi ise fazla abartıyorsun Zeliha," dedi sıkılmış bir sesle. "Bir de beni tanıdığını iddia ediyorsun. Benim bütün bu olacakları önceden hesaplamadığımı mı zannediyorsun?"

 

"Ya ben anlayamıyorum," dedi kadın isyan eder gibi oflarken, sıkıntılı bir ifade belirdi yüzünde. Sonra alt dudağını ısırdı sanki nefret ettiği bir şeyin içindeymiş gibi. "Ben şu an gerçekten amacının ne olduğunu anlayamıyorum Kı-"

 

"Zeliha!" dedi Cihangir hızla onun sözünü kesip uyarı verici bir şekilde ona bakarken. Derince yutkundum o an. İlk defa gözlerinde böyle bir öfke belirmişti. Bu öyle bir öfkeydi ki sanki öfkesi bir anda somutlaşmış ve etrafa yayılarak her şeyi altında ezmişti. Hızla yerinden doğruldu sonra da Zeliha denen kadından uzaklaşarak ona arkasını döndü. "Sen artık gitsen iyi olacak, iyice saçmalamaya başladın çünkü," diye devam ettirdiğinde o göremese de Zeliha'nın ona attığı üzgün bakışları görmüştüm.

 

Ona takıldı gözlerim. Kaşlarını çatmış öfkeyle burnundan soluyordu hâlâ. Ona arkasını dönmesinin sebebi kesinlikle öfkesini dizginlemek içindi. Zeliha her ne söyleyecekse onu fazlası ile sinirlendirmişe benziyordu.

 

Zeliha tekrardan ona yaklaştığında "Bu iş için aylarca uğraştık. Riske atmayalım bırak ben yapayım," dedi.

 

Cihangir hızla ona dönerken "Ne zamandan beridir kararlarıma karşı çıkıyorsun sen?!" diye sordu öfkeyle. "Bugün bu konu ikimizin arasında kapandı Zeliha." Neden bu kadar sinirlenmişti ya? "Anladın mı? Tamamen..."

 

Zeliha denen kadın bir süre üzgün gözlerle ona baktığında "Peki," dedi pes etmiş gibi. Kafasını salladı. "Peki öyle olsun. Her ne kadar sonunun kötü olacağını düşünsem bile biliyorsun, ne olursa olsun asla seni yalnız bırakmayacağım."

 

Cihangir ona baktığında öfkesi dinmiş gibi yüz ifadesi değişirken "Ne yaptın şu işi?" diye sordu konu her ne ise onu daha fazla uzatmak istemiyormuş gibi. "Son gelişmeler ne?"

 

Ne işinden bahsediyordu bunlar ya? O kadar çok merakım artmıştı ki utanmasam içeri dalarak ne işiymiş bu bana da söyleyin, diye soracaktım.

 

"Şu an her şey çok iyi gidiyor. Bir açık yok. Hâllettim sayılır yani. Zaten Ali zeki bir adam, açık kalmayacak şekilde her şeyi en ince ayrıntısına kadar ayarlamış. Benim yapmam gereken tek şey onlara karşı güven kazanmak oldu."

 

Zeliha ona gülümsedi.

 

Cihangir'in yüzünde tek bir mimik bile oluşmadı.

 

"Bu iyi," dedi Cihangir. Yüzünde bir tatmin olmuşluk duygusu vardı. "Yapacağımız, daha doğrusu yapacağın ufak değişimin altında bir şey aramayacaklardır o zaman."

 

Zeliha denen kadın ona doğru ilerlediğinde uzun olmasına rağmen Cihangir ile arasında bir kafa boyu kadar mesafe vardı. "Araştırsalar bile bulamazlar Cihangir. Hâlâ gözlerinin altında bir şüphe görüyorum." Eli koluna gitti. "Bu kadar kendini yıpratma."

 

Ya dokunmaya meraklı bir kadındı ya da tamamen onu seviyordu. Gözlerindeki ifadeye bakarsak eğer cevap belliydi bence. Çünkü kendini fazla ele veriyordu.

 

Cihangir'in gözleri anlık olarak çıplak koluna sarılan ince uzun parmaklara kaydı. Sonra da bileğinden tutarak koparttı kadının elini kendinden.

 

"İçinde bulunduğumuz şartlar gereği hiç kimseye tam olarak güvenmediğimi biliyorsun," dedi.

 

"Biliyorum," dedi Zeliha denen kadın, gülümsemeye çalışarak. Belli ettirmemeye çalışsada Cihangir'in yaptığı hareket sonucu yüz ifadesinden bozulmuş olduğunu görebiliyordum.

 

O an anladım. Belki de karşılıksız bir aşktı onunkisi.

 

Yazık kadına be. Dünya üzerinde sevecek adam mı kalmamıştı?

 

Cihangir'in, "O zaman sen yavaştan bu konuyu açmaya başla," demesiyle tekrardan dikkatimi onlara verdim.

 

"Bir süre daha beklememiz gerekebilir," dedi Zeliha. "Kadın şu an, hafta sonu Washington'da yapılacak olan başkanlar zirvesi toplantısı için üç gündür Amerika'da. Kendi ajansından aldığım bilgiye göre henüz ne zaman döneceği belli değil."

 

Cihangir'in ağzından o an alaylı bir gülüş çıkmıştı. "Gazeteci olup da kocasının kendisine yaptığı bunca şeyi görmezden gelip sonra da etrafta özgür basın savunuculuğu yapması tamamen kendiyle girdiği çok boktan bir çelişki."

 

"Yavuz denen it, değersiz bir maşa gibi görünsede aslında kendisini tutan kişilerle çok sağlam bağları olan bir adam," dedi Zeliha. Sonra da masanın üzerinde bulunan çantasını karıştırıp içinden sigara çıkardı. "Kadını dört bir koldan sıkıştırıyorlar. Gözlerinden belli mutsuz. Emine Türüt'ün yıllarca kendine çizdiği istikrarlı yol gereği, her ne kadar basın dünyasında güçlü ve cesur bir duruşu olsada o; her şeyden önce bir anne." Paketten bir sigara çıkararak Cihangir'e uzattı ardından bir dal da kendi dudaklarının arasına yerleştirdi. Sigarasını yaktığında sigarayı parmaklarının arasına alırken çakmağı Cihangir'e uzatmıştı. "Aşkından ölse bile vatansever bir kadın. Bu yüzden kocasına asla acımaz, hiç düşünmeden onu ele verir, hayatını bitirir tek bir haberle ama bütün bunlara karşılık zayıf bir noktası var; ne olursa olsun oğlunun hayatını riske atamaz."

 

"Ne yani, sen şimdi o orospu çocuğunun, karısını bizzat kendi oğlu ile tehdit ettiğini mi iddia ediyorsun?" diye sordu Cihangir kaşları çatılırken. Bu sırada sigarasını yakmıştı.

 

"İddia etmiyorum Cihangir eminim. Emine Türüt gazeteci kimliği dışında da sağlam karakterde bir kadın. Kendi ölür ama yine de kocasının tehditlerine boyun eğmez." İnce dudakları arasından çıkan duman havaya karışmıştı. Kalçasını tezgaha dayadı. "Bir yol arayışında olduğunu gözlerinden bile anlayabilirsin. Kurtulmaya çalışıyor ama bilmiyor bile etrafına örülen örümcek ağının ne kadar geniş olduğunu, bu tamamen imkansız."

 

O kadar dikkatli dinliyordum ki her an kendimden geçip yanlış bir harekkette bulunabilirdim. Bunun farkına vardığımda kendimi biraz geriye çektim. Aradığım asıl aksiyon ve merakı burda bulmuştum vallahi.

 

Cihangir sigarasının ucundaki külü, masanın üzerinde bulunan boş tabağa vurarak düşürdü. Sonra derin bir nefes aldığında yüzü düşünceli bir ifadeye bürünmüştü. "Aklın olduğu yerde imkansız diye bir şey yoktur Zeliha," dedi durgun bir sesle. "Bak bize... düşmanları olarak gördüğü bizler şimdi aldığı nefesten bile daha yakınız ona. Aylardır evinde, hemen yamacındayız fakat onlar bunu göremiyor. Madem bu kadar güçlü ve her şeyden haberdarlar o zaman şimdi de kendilerini göstersinler bakalım o siktiğiminin örümcek ağı." Ardından kibirli bir ifade oluştu yüzünde. "Tabii ben izin verirsem."

 

"Görünmeyen tarafta oynuyorsun değil mi? Bu yüzden bu kadar önlem aldın," dedi Zeliha, yüzünde hayranlık dolu bir ifade oluştu. Ona hayranlıkla baktı.

 

"Ben de saçma sapan kuruntulara kapıldım ilk başta ya," diye devam ettirdi, bu sefer rahatlamış bir ifade belirmişti yüzünde. Rahatlamış gibi derin bir nefes verdi. "Kendi kendime düşündüm yani bayağı bayağı ama bunu göremedim salak gibi zaten sen Yavuz Türüt'e şu an her şeyi yapabilecek bir öfkeye sahipsin sözde. Kendince hâklı nedenlerin var... Bu yüzden görseler bile altında başka bir neden arayıp uğraşmazlar, işlerine gelmez çünkü."

 

"Aynen öyle, de..." dedi Cihangir sorgular gibi ona bakarken. "Ben senin kafanda kurduğun kuruntuları kısmını anlamadım. Bu konuda ne tür bir kuruntu oluşmuş olabilir ki kafanda?"

 

Zeliha bu soruyu beklemiyormuş gibi gözlerini kaçırdığında elindeki sigarayı lavabonun içine attı. Tekrardan Cihangir'e dönerken boğazını temizlemişti. "O kız..." dedi sonra. Kimden bahsettiğini anlamamıştım fakat yüzünde bu durumdan hoşnut olmayan bir ifade vardı.

 

Sonra düşündüm ve benden bahsediyor olabilecekleri ihtimali aklıma geldiği an kalbimin ritmi on katına çıktı.

 

Zeliha kalçasını tezgahtan çektiğinde Cihangir'e baktı. Gözlerinde ilk kez yakaladığım bir duygu olan korku vardı. "Yani ben, çok düşük bir ihtimal biliyorum ve tabii ki çok saçma ama ne bileyim o kızın güvenliği için -"

 

Cihangir'in ağzından çıkan ufak kahkahanın ardından Zeliha'nın sözü yarıda kesilmiş ağzı öylece aralık kalmıştı. "Çok saçma bir kuruntuymuş gerçekten," dedi, sanki böyle bir şey imkansızmış gibi. Sonra da gözlerini ani bir hareketle kapıya kaydırması sonucu kara gözleri gözlerime denk geldi.

 

O kadar aniydi ki kendimi geriye çekme fırsatı bulamamıştım bile. Gözlerinden gözlerime tanımadığım bir duygu aktı. Derince yutkundum ve yakalanmanın verdiği panikle ne yapacağımı bilemedim o an, olduğum yerde sadece donmuştum.


Hehe.

Yavaş yavaş yeni karekterler kilidimiz açılıyor. Hikayemizin birçok önemli karekteri bölümler geçtikçe bu şekilde tek tek ortaya çıkmaya devam edecek. Şimdilik yoğun bir şekilde Nisan ve Cihangir üzerinden gitmeye devam edeceğiz. Ana karekterlerimiz biraz daha hikayeyi ileriye taşımaya devam etsin, diğerleri çıkana kadar. Şu ana kadar ikisi hakkında ne düşünüyorsunuz merak ediyorum. Düşüncelerinizi bu satıra alırım.

Loading...
0%