@esraslnn
|
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. Keyifli okumalar.
Digital Daggers ' The Devil Within
Bazen gözlerin, senin sessiz dilin olurdu.
Bazen konuşma gereği bile duymadan karşındaki insanı gözlerindeki ifade ile öldürebilirdin. Bir fantastik filmde olmadığımızı varsayarsak eğer fiziksel olarak bu mümkün değildi tabii. Burda kastettiğimiz şey tam olarak ruhendi.
Psikolojik bir savaşa girdiğimizde ben dünyanın en güçlü insanı olsam bile O, sadece kara çekik gözlerinin içinde barındırdığı anlamadığım o ifadelerle beni şüphesiz yenebilirdi. Onun gözlerinin üstüne örttüğü kara perde ürperticiydi. Çünkü o perdenin ardında bilinmezlik vardı. Ve şu an içinde barındırdığı ifade ise çok daha korkutucuydu.
Onun gözleri takılı kaldı, kapının ardındaki benim gözlerime.
Derince yutkundum. Bakışları ile Zeliha denen kadının da gözleri benim tarafıma kaydığında daha fazla burada durmanın saçma olduğunu anlamış ve çıkmıştım kapının ardından. Mutfağa girdiğimde gözlerim ikisinin üzerinde gidip gelirken "Sen bizi mi dinliyorsun?" diye sormuştu sert bir sesle.
Bunu öyle katı bir surat ifadesi ile sormuştu ki elim ayağıma dolaşmıştı. "Şey..." dedim terleyen avuç içimi çaktırmadan eşofmanıma silerken.
Masanın tam önünde duruyordu. Mutfağın oldukça büyük olmasından kaynaklı benden fazlaca uzaktı. Bakışlarım bir anlık hafif tüylü olan çıplak göğsüne kaysada hemen gözlerimi çekip yüzüne baktım. Durumu kurtarma amaçlı bu sefer boğazımı temizlediğimde "Ben, ben yeni geldim de, çantam en son senin arabanda kalmıştı, verir misin?" diye sordum. Attığım yalanın onda ne kadar etkili olduğunu bilmiyordum ama hemen ardından kısılan gözleri ve bana diktiği şüpheli bakışları ile inanmadığı barizdi...
İçine girmiş olduğum uslu kız rolü gereği yüzümdeki sert ifadeyi gizleyerek ordan açık vermemeye devam ettim. Yakalanmasaydım eğer ona asla rica tarzı bir cümle kurmazdım. Yaptıklarını unutmamıştım. Bu havada bahçe hortumu ile bana resmen banyo yaptırmıştı. Aklıma o anlar tekrar düştüğünde bütün kemiklerim sızlamıştı. Soğuk suyun etkisi sanki hâlâ üzerimdeydi.
İçine girdiğim üstün performanslı role rağmen onun inanmadığını gördüm ama yine de cevap vermeyerek sessiz kalmıştı. Oluşan derin sessizlikle birlikte göz ucuyla çarprazımda duran sarışın kadına baktım, gözleri benim üzerimdeydi ve anlamsız bir şekilde dümdüz bir ifadeyle beni inceliyordu. Ortamın gerginliğinden olsa gerek gür olan saç diplerimin terlediğini hissediyordum.
Sessizlik sürdü ve benim gerginliğim artmaya devam etti. Biz niye üçümüz mal gibi durmuş birbirimize bakıyorduk?
Sonra iç sesimi karşımda dikilen adam duymuş gibi gözlerini benden çekerek Zeliha denen kadına döndü. "Ben seni geçireyim," dedi düz bir sesle, elinde bitmiş olan sigarayı masada bulunan tabağa bastırdı ve belini doğrulttu hızla.
Zeliha onun sesini duymamış ve sanki yeni kendine geliyormuş gibi sırtını dikleştirdiğinde hiç beklemediğim bir anda bana doğru ilerlemeye başlayınca gerilmiştim. Siyah topuklu ayakkabılarının mutfakta çıkardığı tok sesler, büyük bir gürültüyle kulağıma çarparken tam dibimde bitmişti. Bakışlarımı oldukça pürüssüz görünen çenesinden kaldırarak, yüzüne baktım. Güzel bir kadındı. Mavi gözleri ışıl ışıl parlıyordu.
İlk önce anlayamadığım bir yüz ifadesi ile baştan aşağıya beni süzdü, sonra gözleri üstümdeki elbiselere bir süre takılı kalmıştı. Mavi gözleri nihayet gözlerimi bulurken nedense bana olan bakışlarından rahatsızlık duymuştum.
Elini uzattı bana. "Zeliha ben," dedi moralsiz bir sesle. "Cihangir'in çok yakın bir arkadaşıyım." Bakışlarım, ince dudaklarından bilerek taşırdığı belli olan şeftali tonlarındaki ruja takıldı.
Sırf onun arkadaşı olduğu için içimden ee bana ne bundan, demek geçsede uslu kız rolüme devam ederek istemeyerekte olsa önüme uzattığı elini tuttum. Kısaca "Nisan," dedim mırıldanarcasına.
Yapmacık olduğu çok belli olan bir tebessüm gönderdi bana, bembeyaz dişlerini sergilerken. Ardından soğuk bir sesle "Memnun oldum Nisan," diyerek elimi bıraktı anında.
Devamında hiçbir söz sarf etmeyerek bu sefer açık bir şekilde belli ettirdiği küçümseyici bakışlarını yüzümde dolandırdığında kaşlarım çatılırken uslu kız rolünden çoktan çıkmıştım çünkü sinirlerim oldukça gerilmişti. Tırnaklarımı avuç içeme geçirdim ve ben de çocuk gibi soğuk bir şekilde gözlerinin içine dik dik bakmaya başladım. Aramızda oluşan rahatsız edici bakışma lastik gibi uzadı da uzadı.
Ne o çekiyordu gözlerini benden, ne de ben. Gözlerinde değişik bir ifade vardı. Elinde silah olsa, sanki hiç düşünmeden beni öldürecekmiş gibi bir tereddütsüzlük vardı bakışlarında. Bunun nedenini anlamadım. İnsan ilk kez gördüğü birene karşı bu denli bakışlar atmazdı fakat bunu sorgulamadım.
Sonra onun kalın sesi mutfağa yayılarak böldü aramızda oluşan sessiz gerilimi. "Yürü Zeliha!" Ne zaman yanımıza yaklaştığını ve ne zaman karşımdaki kadına, çantasını uzattığının farkına varamamıştım bile.
Zeliha benden gözlerini çekerek ona döndüğünde gülümseyerek Cihangir'in ona uzattığı çantasını aldı. "Teşekkür ederim ama kovuyormuş gibi olan bu tavrını görmezden geliyorum Cihangir. Nisan ile tanışıyorduk sadece," dedi.
"Tanışman bittiyse eğer sorun kalmadı o zaman Zeliha, gidebilirsin yani. Senin zaten yapman gereken işlerin vardı unuttun mu?" dedi kaba bir şekilde, ardından kolunu tutarak hışımla mutfaktan çıktıklarında arkamı dönerek kaşlarım çatık bir vaziyette ikisinin ardından baktım. Bu adamın arkadaşlarıda kendi gibi olurdu zaten! Kadın hiçbir şey yapmadan bakışlarıyla bile sinirlerimi zıplatmıştı.
Peşlerinden gizlice gitmeyi düşünsem de cam masanın üzerinde duran içi su dolu sürahiyi görmemle anında vazgeçmiştim. Gözlerim parlarken aynı zamanda bir anda kocaman açılmıştı. Susamıştım ben! Evet hem susamış hem de acıkmıştım. Sanki açlık ve susuzluk daha yeni aklıma geliyormuş gibi elim boş olan karnıma gitti. Yaşadıklarımla bu hissiyatı bile unutmuştum ben. Sabah kahvaltısını yapmayı geçtim dün gece de bir şey yememiştim.
Masaya ilerlemeye başladığımda bir dilimi çıkarmadığım kalmıştı. İlk önce sanki hayatında hiç bardak görmemiş bir yabanıl gibi, sürahiyi direkt kafama dikmeyi düşündüm fakat bundan vazgeçerek yanında bulunan bardağa su soldurdum. Bardağı kafamı diktiğimde boğazımdan akan soğuk su yanan mideme biraz olsun iyi gelmiş yetmeyince ikinci bardağı doldurmuştum.
"Fazla susamış gibisin," diyen alayvari sesi sessiz mutfakta kulağıma çarptığında az kalsın su boğazıma kaçıyordu. Bardağı hızla dudaklarımın arasından çektiğimde çenemden akan suyu elimin tersi ile sildiğim sırada "Halbuki ben, bu sabah seni yeterince suladığımı hatırlıyorum," diye devam ettirdiğinde öfke ile ona baktım.
Ne sulaması ya çiçek miydim ben?
Gözlerim onun kara gözlerine saplanırken elimde bulunan bardağı sertçe masaya bıraktım. Kapı önünde durmuş bana bakıyordu. Üstüne beyaz bir tişört geçirmişti. Söylediğiyle vücuduma yine büyük bir sinir dalgası yayılmıştı. Bir de yaptığı şey çok iyiymiş gibi üzerinden alay ediyordu benimle, öyle mi?!
"Komik olduğunu mu zannediyorsun?" diye sorduğumda gözleri beni süzdü. İstemsizce üstüme baktığımda çok komik duruyordum çünkü eşofmanın paçasının biri yukarıda diğeri ise yere değiyordu.
"Espri yapmadığımı daha önce de söyledim sana," dediğinde sesi soğuk ve bir o kadar umursamaz çıkıyordu.
Bu hâline her ne kadar daha çok sinirlensemde zamanı değildi. Çünkü daha önemli şeyler vardı benim için. Kendimi toparlamaya çalışarak gözlerinin içine baktığımda "Çantamı ver," dedim katı bir sesle.
Duvar gibi olan profilinde bir mimik ortaya serildi. Fazla belirsiz olsada sanki gülümsemişti. Sırtını kapıdan kopardığında bana doğru yavaş adımlarla ilerlerken onu izliyordum. Sonra tam dibimde durdu. "Az önceki verir misine ne oldu?" Gözleri yüzümü tarıyordu üstten. "Hemen de hırçın bir kıza dönüştün. Aslında şu rol yapma yeteneğin de fena sayılmaz ama kendini çok çabuk ele veriyorsun."
Kaşlarımı çattım ve sonra, "Ne rolü?" diye sordum sanki hiç bilmiyormuş gibi. Yüzümde alaylı bir ifade oluşmuştu alttan yüzüne bakarken. Tavandaki avizeden vuran ışığı, koca bedeni gölgeliyordu. Bir süre gözlerine baktığımda sanki yeni dank etmiş gibi, "Ha anladım!" dedim kafamı sallarken. Yüzümdeki alaycıl tavır onun gibi asla silinmiyordu. "Sen muhtemelen şeyden bahsediyorsun, beni buz gibi havada sözde evin kirleniyor bahanesiyle bahçe hortumuyla yıkamanın hemen ardından benim seni öldürmem gerekirken sana karşı neden bir anda bu kadar kibarlaştığımı..."
"Cık," dedi dilini damağına vurur gibi. Ellerini eşofmanının cebine soktu. "Şeyden bahsediyorum ben; kapıda bizi dinlediğin sırada alenen yakalanınca kendini kurtarma amaçlı girdiğin sahte rolden." Boku yedin işte.
Yüzümdeki alaycıl ifade yok olduğunda hızla kendimi toparladım ve istediği şaşkınlık ifadesini vermedim ona. Tekrardan alttan gözlerine bakarken "İyi de ikisi de aynı kapıya çıkmıyor mu?" diye sordum ciddi bir sesle. "Bence sonuca bakmalıyız. Sonuçta yaptığın bütün bu hayvanlıklara karşılık sana çok az da olsa kibar davrandım," diye devam ettirirken gülecek gibi oldu fakat gülmemişti.
"Niye bizi dinliyordun sen?" diye aniden sorduğunda yüzü bir anda sertleşmişti.
"Merak ettim dinledim," dedim ciddi bir sesle. "Kalkıyorum ve sonra da bir ses duyuyorum yabancısı olduğum bu evin içinden. Sonra da içimde bir merak hissi oluşuyor anında. Hemen çıkıyorum ve sesin kaynağına da tabii ki anında ulaşıyorum. Heyecanla kafamı kapıdan uzattığımda iki gündür tanıdığım ve bana yapmadığı zorbalık kalmayan adamı ve hayatımda daha önce hiç görmediğim bir kadının karşılıklı olarak konuştuklarını görüyorum." Gözlerinin içine baktım. "Nasıl, ilgi çekici değil mi?"
"Maşallah bir hırsıza göre de fazla dürüstsün," dediğinde gözleri hiç gözlerimden ayrılmıyordu. "E şeyi de anlat madem, nerden itibaren bizi dinlediğini?"
"Yok olmaz," dedim kafamı hayır anlamında sallarken. "Bu kısım aptallığa girer elimde bir koz olması gerekli öyle değil mi? Hem biraz merak et, kork."
Bir adım ileriye attığında aramızda çok az bir mesafe kaldı. İstifimi bozmadım. Alttan ona bakıyordum ve boynum ağrıyordu. "Sen!" dedi tıslar gibi. "Artık fazla oluyorsun." Gözlerinde bir ateş belirdi ama ben gözlerinden korkmama rağmen o ateşten korkmadım. Çünkü ben karanlığa olduğu gibi ateşe de alışıktım. "İndir şu havaya diktiğin küçük burnunu, kötü olur."
Son söylediği cümleyle geçmişimden gelen bir anı bıçak olup kalbime saplandı sonra o bıçak iki üç kez üst üste çevrildi ve ben bıçağın kalbimde açtığı oyuğa düşerek o ana gittim.
"Allah senin belanı versin! Allah senin gibi hayırsız hiçbir işe yaramayan döl artığının belasını versin! Bu kaçıncı aldığım şikayet ha! Kaçıncı!? Seni ben her gün karakol köşelerinden mi toplayacağım! Seninle mi uğraşacağım ben?! İşimi gücümü bırakıp seninle mi uğraşacağım ben?!"
Avaz avaz bağıran yurt müdiresinin çırtlak sesi duvarlarda yankı yapıp kulaklarıma bir hançer gibi saplanırken tepki vermemem üzerine "Sana diyorum hey!" dedi elini sertçe masaya vurarak. Masadan çıkan toz Güneş ışınlarının girdiği odada havaya savruldu. "Bana öyle bakmayı kes aptal, şu kibir ile havaya diktiğin burnunu indir bi'indir! Senin karşında büyüğün var, SAYGISIZ!"
Aynı tepkisizlikle ona bakmaya devam ettim, sabrı tükenmiş gibi ayağa kalktı hınçla. Arkasındaki sandalye büyük gürültü ile devrildiğinde masanın etrafında dönerek üzerime üzerime yürüdü. "Sana dedim duymadın mı?" diye sarstı beni ceketimden tutup. Gözlerime baktı öfkeyle. "İndir dedim şu havaya diktiğin burnunu!" O kadar öfkeliydi ki ağzından çıkan tükürükler yüzüme sıçrıyordu fakat ben onu umursamıyordum bile. Olduğum yerde dimdik ayaktaydım ve sadece gözlerinin içine içine bakıyordum.
"Hak etti," dedim sonra, soğukkanlı bir şekilde mavi gözlerinin içine bakarken. "Hak edenlere hak ettiği cezalar verilir."
Bunun üzerine nefret ettiğim yüzünde şaşkın bir ifade belirdi. "Hak eti öyle mi?" diye tısladı yüzüme doğru. Yüzündeki tiksinti her geçen saniye de artıyordu. "Kızı bir komalık etmediğin kalmış, neyden bahsediyorsun sen geri zekalı?!" diye bağırdığında tiz sesinden dolayı yüzümü buruşturdum.
"Abartma Kerime," dedim, alayla nefret ettiğim ablak yüzüne bakarken. "Alt tarafı çarpık bacaklarından biri kırıldı orospunun, yatıp kalkıp dua etsin de o söylediği laflardan sonra dilini koparmadan bıraktım ben onu."
Ağzı açıldı şaşkınlıkla.
"Sen nasıl bir kahpesin be?!" diye adeta kükrediğinde yüzüme indirdiği sert tokatla kafam yana savrulmuş elimden sarkan çantam parmaklarım arasından kayıp yere düşmüştü. "Dünya âlem ile baş ettim de bir seni yola sokamadım ben! Ne tür de bir kahpesin sen, he?!"
Birkaç saniye gözlerimi kapatırken öfkeyle burnumdan soludum ardından kafamı sertçe ona çevirdiğimde "Kahpe senin anandır!" diye kendime engel olamayıp bağırmıştım. Önce şaşkınlıktan gözleri açılırken sonra birdenbire o gözlerinde bir öfke bombası ortaya çıktı.
Bundan sonrası olacaklara ise hazırlıklıydım. Muhtemelen bir araba dolusu dayak yiyip sonra da günlerce aç yatacaktım fakat bu sefer ikinci kez tokat vurmak için kaldırdığı elini tutarak bana vurmasını engellemiştim.
"Bu olmaz Kerime!" Gözlerinin içine baktım bileğini sıkarken. "Birinci tokadı ben istediğim için, canım istediği için bana vurmana izin verdim ama bu olmaz!" Kolunu sertçe geriye doğru savururcasına bıraktığımda kolu acıyacak ki şok içinde hızla kolunu tutup ağzı açık bana baktı.
"Sen!" dedi adeta bir boğa gibi burnundan soluyup, yüzü kıpkırmızı kesilirken. "Sen nasıl bir fahişesin lan? Seni bitireceğim! Günyüzü göstermeyeceğim bundan sonra sana! Şu kibir ile havaya diktiğin burnun var ya bir daha bokun içinden çıkamayacak! Göreceksin, göreceksin sen!"
Savurduğu tehditlerinin arasında beni öfkelendiren tek şey bana fahişe demesiydi. Dişlerimi birbirine bastırdığımda "Senden ala fahişe mi var?" deyince mavi gözleri bir ton daha kararmıştı öfkeden dolayı.
"ÇIK DIŞARI!" dedi avazı çıktığı kadar bağırarak, titreyen işaret parmağıyla kapıyı işaret etti. "Çık dışarı yoksa katil olacağım, elimden bir kaza çıkacak, çık!"
Mavi gözlerinin içinde yarattığım öfkeye bir süre baktığımda bunun her saniyesinden zevk almıştım. Ona bakmayı keserek hızla yerdeki çantamı aldığımda gitmek için arkamı döndüm fakat "Bundan sonra bir ay boyunca tek bir öğün yemek alacaksın," demesiyle olduğum yerde durmuştum. Derin bir nefes aldım, aslında istediğim şeyi almıştım ondan.
Ona doğru döndüğümde "Böyle bir şey yapamazsın," dedim dişlerimin arasından.
Üç gündür çok açtım zaten. Her şekilde karnımı doyururdum fakat hırsızlık yapmak istemiyordum.
"Öyle bir yaparım ki," dedi gülerken. Gözleri iri iri açılmış beni öldürmemek için son gücünü kullanıyor gibiydi. "Öyle böyle değil. Aç köpek gibi ayaklarıma kapansan dahi kimsenin sana yemek vermesine izin vermeyeceğim. Ceren!" dedi kafasını sallarken. "En çok da Ceren'i takip ettireceğim. Sana yemek yetiştirdiğini ve senin de aldığına dair etrafta tek bir söylenti mi duydum? Asla doğru olup olmadığına bakmam, onu da aynı şekilde cezalandırırım..."
Beni şimdi de bu şekilde tehdit ediyordu. Bir çikolata karşılığı ispiyonlamayı geçtim en önemlisi benden nefret eden çok kız vardı bu yurtta ve Ceren'in yaptığı en ufak bir hareketi bile şüphesiz yetiştirirlerdi ona. Karşımdaki kadın ise Ceren'in başı belaya girmesin diye böyle bir şey yapmayacağımı çok iyi biliyordu.
Öfkem iyice arttığında ona doğru ilerlerken "Yap da görelim!" dedim alayla. Yüzümde gizleyemediğim silik bir gülüş meydana gelmişti. Gözlerimde ise açık bir tehdit vardı şimdi. Aslında ben tam da böyle bir anı kolluyordum.
Gözlerindeki yoğun öfkeye tezat tiz bir kahkaha attı verdiğim bu tepkiye. "Sen kimsin ve neye dayanarak bu cümleyi bana kurma cürretinde bulunabiliyorsun aptal kız?" dedi gülerken.
Kibirli yüzüne baktım. O da eriştiği bu yere karşılık kendini bu gezegende tanrı sanan vahşi insan topluluğu arasındaydı.
Ama bilmesi gerekliydi bu gezegende kendini tanrı sananlar olduğu kadar şeytanlar da vardı ve şeytanlar tanrılara isyan ettikleri için şeytanlardı.
Alaylı gülüşlerinin ardından ben, dimdik onun yüzüne bakıyordum. Yüzümde onun aksine alaylı değil zafer kokan silik bir gülüş belirmişti. Gözlerinin tam içine baktım ve sonra da, "Kocan biliyor mu yurda seni ziyarete gelen avukat Ahmet'i?" diye sorduğumda gülmesi anında kesilirken olduğu yerde donmuştu.
Yüzüme baktı bir süre sonra da kendini toparlamaya çalıştı. "Ne diyorsun sen be?" dediğinde gözlerinin ardında yeni çıkmaya başlayan korku tohumları ile yüzümde şeytani bir sırıtma oluştu.
"Ahmet diyorum Ahmet," dedim yapmacık bir şekilde gülerken. "Hani şu sözde avukatım diye gezen orospu çocuğu Ahmet. Hani şu iş için geliyorum deyip aslında seni bodrum katlarında götüren yavşak Ahmet." Yüzümdeki gülümseme aniden solduğunda yerini büyük bir öfke aldı. Dişlerimi sıktım kırar gibi. "Hani şu sözde seninle sevgiliyim, seni ziyarete geliyorum deme ayağına yurttaki küçücük çocukları taciz eden siktiğimin sübyancı Ahmet'i, hatırladın mı?"
Yüzü kıpkırmızı kesildi. "Sen kimsin be," dedi sesi birdenbire sönüp, titrerken. "Şimdi de aklını mı oynattın da kendi kafandan uçuk senaryolar üretiyorsun?"
Ve bingo! Beni aklımı oynatmakla suçlayacaktı çünkü ben zaten herkesin gözünde sorunlu bir insandım. Bunu biliyordum ve elime bir koz geçsin diye beklemiştim şu zamana kadar. Çünkü kesin bir delil elimde bulundurmam gerekliydi ve elimde o delil artık vardı ama bunu şimdi söylememdeki asıl amaç; Ahmet denen adamı bu yurttan ve bu çocuklardan uzak tutmaktı. İlk, sekiz yaşındaki Esma'ya olan davranışlarından dolayı şüphelenmiş sonra da bana dokunmaya kalkarken tam olarak emin olmuştum böyle bir amacı olduğundan ve bunun üzerine ağzını burnunu kırmış bütün yurdu ayağa kaldırmıştım ama tabii ki Ceren ve mağdur olan Esma dışında kimse bana inanmamıştı.
"Kafamda kurduğum uçuk senaryoları daha çok döverken, insanlar üzerinde denemek için hayal ettiğimi çok iyi biliyorsun Kerime." Çantam elimde öylece ona bakıyordum.
"Kocana ulaşamayacağımı sakın sanma!" dedim ardından bir adım ona doğru atarken. "Bir konuşmama ve ispatıma bakar her şey. Telefonunda kocacım diye kaydetmişsin boynuzladığın zavallı adamı."
Dehşet içinde gözleri irileşti. "Telefonumu çalan kişi sen miydin orospu?!"
"O sesini yükseltme!" dedim gözlerine gözlerine bakarken. Her an üstüme saldıracak bir ifade vardı yüzünde.
"Sadece senin değil," dedim ardından tiksintiyle yüzüne bakarken. "Çocuklar ile ilgili bir sürü iğrenç fotoğraf ve mesajlarınızın olduğu Ahmet'in de telefonu elimde."
Adeta bir boğa gibi "Seni öldüreceğim," diye hırlayarak üstüme yürüdüğünde "Bana bir şey olduğu takdirde okuldan bir arkadaşım iki güne kalmaz senin telefonunu kocana, diğerini de polise verecek," dediğimde olduğu yerde durdu.
Bir süre yüzüme baktığında bu sefer gerçekten donmuş gibiydi. Öfkeli bir soluk bıraktığında burnundan resmen duman fışkırmıştı. "Sen nasıl bir şeytansın lan?" dediğinde, kuyruğu sıkışmış tilki gibi dört dönmeye başladı.
"Siz ikiniz kadar olamam bence," dediğimde geçip koltuğuna oturdum rahat bir tavırla. Ayaklarımı ileriye doğru uzattım iyice yayılırken. Koltuk sevdası denilen şey buydu herhalde! Bu koltuğu sırf rahatından dolayı sadece kendine özel olarak buraya bağış yapılan paralardan yaptırmıştı. Gözlerim masaya kaydı ve sonra da uzanıp masasının üzerinde bulunan çikolata dolu kabı alıp çantamın zincirini açarak hepsini içine boşalttım.
Bir tanesi alarak ağzıma attığımda artık kırmızıdan mora dönen Kerime'nin yüzüne baktım. "Otur Kerime ya sen yaşlısın yorulma ayakta daha fazla, bak sandığının aksine büyüklerime karşı saygılı bir insanım ben. Hem anlaşabiliriz biz seninle," dediğimde bir an için yüzünde beliren ifade ile boğazıma sarılacağını düşünsemde geçip oturdu masanın önüne indirdiği kıçı kırık taburelerden birine.
Kazağını gevşetti boğuluyormuş gibi. Terlemişti. Öfke ve korkunun teriydi bu. Bilirdim.
Yeni gelmişti buraya ve bu yurdu üç yıldır bizlere cehennem etmişti yaptıklarıyla oysa bilmesi gerekliydi; o cehennemde benim gibi şeytanların da varolduğunu.
Çünkü cehennem yalnızca günahkar kullara ait değildi, cehennem bizzat şeytan olanların en büyük iniydi.
Kul günahkar olsa bile cehennem ateşinden korkardı, oysa ruhuna kadar şeytanlaşmış olan o insanlar hiçbir şeyden korkmayacak kadar zavallıydı.
"Ee ne istediğimi sormayacak mısın?" diye sordum ağzımda erittiğim çikolatayı yutarken. Kabarmış gür saçlarımdan acıyan parmaklarımı geçirdim. Uzun tırnaklarımın içi Sude denen pisliğin kanıyla doluydu. Karakoldan çıkmıştım ve banyo yapma fırsatı bulamadan kendimi burada bulmuştum. Gerçi banyo yapma isteğim pek yoktu.
"Genelde böyle olur da dizilerde ondan sorma gereği duydum," diye devam ettirdiğimde beni parçalamak istermiş gibi gözlerime baktı. Muhtemelen on yedi yaşındaki bir kızın karşısında bu duruma düşmeyi ne beklemiş, ne de şu anda kendine böyle bir şeyi yedirememişti.
"Ne istiyorsun?" diye sorduğunda tiz sesini zar zor duymuştum. Kazağının yakasını tekrardan çekiştirdi. Tahammülü yokmuş gibi bana bakamıyordu bile.
Yeni bir çikolatayı ambalajından çıkardığımda gözlerim ter içinde kalmış Kerime'deydi. "Bir daha ben dahil hiçbir çocuğu açlık ile cezalandırmayacaksın!"
Cümlelerim emir kokuyordu. "Tuvaletleri de temizlemem. İstediğim zaman çıkacağım şu boktan yurttan ve istediğim zaman geri geleceğim. En önemlisi de..." dediğimde ağzımdaki çikolatayı çiğnememden ötürü konuşmayı kesmiştim. Hızlıca yuttum ve devam ettim. Tadı güzeldi. Gözüm kalmıştı bu çikolata kabını ilk gördüğümde ve gözüm kalan bir şeyi ne yapıp edip elde ediyordum bir şekilde.
"En önemlisi de bundan böyle Ahmet denen o şerefsizin buraya gelmesini de geçtim, bu yurdun yüz metre yakınından bile geçmesine izin vermeyeceksin."
Zaten geçemeyecekti çünkü onu yarın polise verecektim.
Uzun bir süre sessiz kaldığında "Tamam," dedi tehdidime boyun eğerek.
Tamam.
İşte bu kadardı.
Tamam.
Her şey bir kelimeden ibaretti.
Ayağa kalktım. Çekmecesini açtığımda içinden çıkardığım siyah cüzdanının zincirini açtım ve sonra da içindeki bütün parayı aldım. "Hayır işlediğini varsayarak alıyorum bu parayı, amel defterin kötülükle kaynıyordur şimdi senin. Gerçi senin hayrın ne kadar kabul olur bilemem," dedim, parayı katlayarak kanlı okul gömleğimin cebine sıkıştırdım.
"Biraz çok oldu ama kendime ve Ceren'e yeni ve hiç kullanılmamış botlar alacağım da; önümüz kış biliyorsun," diye devam ettirdiğimde o sırada cebimden her zaman yanımda bulundurduğum sapı haki renginde olan falçatamı çıkarmıştım.
Yavaşça aparatını kaydırarak zehir gibi keskin olan ucunu çıkardım. Kerime korku ile yüzüme baktığında "Korkma seni keserek cehenneme erkenden gönderme gibi bir niyetim yok," dedim gülerek. "Henüz Azrail'in işine el koyacak kadar inançsızlaşmadım."
Eğildim ve koltuğunu paramparça ettim. Kerime o sırada ayağa kalkmış ve dehşet içinde bana bakıyordu. Doğruldum, soğukkanlı bir şekilde çantamı omzuma taktım ve çıkmadan evvel gözlerine bakarak parçaladığım o koltuğuna sertçe tükürdüm. "Dışarıda bir sürü iyi niyetli işsiz insan varken sen ve Ahmet gibi kansızların böyle koltuklarda oturması hiç adil değil!"
Karşımda duvara yaslanmış Ceren'i gördüğümde gözlerimi ondan kaçırarak diğer tarafa saptım fakat Ceren koşarak kolumu yakalamış ve ben durmak zorunda kalmıştım. Mavi gözlerine baktım. Okul üniforması üzerindeydi ve o okula gitmemiş buraya gelmişti.
"Nereye kaçıyorsun sen ha?! Görmedin mi beni?" diye sordu dişlerinin arasından. Sertçe kolumu sıktı. Görmemesi için kanlı elimi ceketimin cebine soktum hızla.
"Banyo yapmam lazım."
"Banyo o tarafta mı geri zekalı yalan atmayı bırak bana!" dedi. Mavi gözleri öfke ile parlarken, burnundan soluyordu. "Sude'yle birbirinize girmişsiniz yine. Kızı hastanelik etmişsin. Sen dün gece ben görmeden yurttan kaçarak o tayfanın takıldığı bara mı gittin gerçekten? Cidden sen bu kadar mı aptalsın, ha?!"
"Çağırdı ben de gittim," dediğimde kolumu sertçe çektim Ceren'den. Neden herkes aptal olduğumu düşünüyordu?
"Çağırdı ve sende gittin öyle mi?! Sen salak mısın Nisan?" diye bağırdı öfkeyle omzumdan ittirerek. Geriye sendelendim ve o üstüme üstüme yürüdü. "Son yaptığından sonra o üçünün orda sana ne yapacaklarını düşündün mü sen hiç? Cenk dün gece tesadüf eseri orada olmasaydı ne olacağını düşündün mü sen hiç Nisan?" dedi dişlerinin arasından. "Aklını mı kaybettin kızım sen?! Kafayı mı yedin?" Gözleri yüzümü taradı. Üstümü her yerimi kontrol etti. Gözleri ceketimin zincirinin açık olmasından dolayı beyaz gömleğimin yakasında duran kanda takılı kaldı. Sonra da bileğimden tutarak cebime soktuğum elimi çıkarmaya çalıştı fakat direnmem üzerine "Çıkar şu elini!" diye avazı çıktığı kadar bağırdığında elimi çıkarıp sertçe geriye çektim. Ve sonra da gözüne sokar gibi derisi aşınmış elimi ona gösterdim.
"Al gördün mü?" dediğimde onun eli ağzına gitti. Gözlerinin dolduğunu gördüm ve bundan pişman oldum.
Elimi tutup kendine çektiğinde "Nisan n'apıyorsun sen ya?" dedi ağlamaklı çıkan bir sesle. Gözleri elimi inceledi yüzü buruştu sanki o acıyı o çekiyormuş gibi. "Allah'ım... Ben anlamıyorum ne oluyor sana?" dedi kendi kendine, sinirleri bozulmuş gibi elimi bırakıp etrafına bakınırken. Derince yutkunduğum sırada o tekrardan bana dönerken öfkeliydi. "Eskiden en azından sadece annenin mezarına gitmek için kaçıyordun şimdi ise sırf birilerinin canını yakmak- Hayır ya!" dedi derin bir nefes alırken. "Kendi canını yakmak için nerde bir bok varsa biz seni oralardan topluyoruz. İçki de içtin mi Nisan hm?! Sırada ne var? Yakında uyuşturucuya da başlarsın sen şi-"
Gözlerim irice açılırken koridorda bağırması sonucu kolundan tutup sessiz bir köşeye çektim onu hızla. "Ceren bağırmayı keser misin? İçki içmedim yemin ederim onu da nereden çıkardın ya," dedim yalan atarak. Yemin etmemin sebebi dün gece gerçekten içmememdi aslında, çünkü başka bir niyetle gitmiştim oraya.
"Cenk bana her şeyi anlattı yalan atmayı kes artık!" dedi kolunu sertçe geriye çekerek. Bunun üzerine gözlerimi yumdum.
Gözlerimi açtığımda "Hemen yetiştirdi sana değil mi?" diye sordum.
"Söylemeyip de ne yapacaktı ya!?" diye sordu öfkeyle burnundan solurken. "Siktiğiminin boktan bir barda yaşlı bir adam, arabasına bindirmeye çalışırken görmüş seni. Bana her şeyi bir bir anlattı; O an nasıl kendinden geçtiğini ve nasıl dünyadan koptuğunu..."
Cenk okuldan eskiden, Ceren'den sonra en yakın arkadaşımdı. Hatırladığım şey Cenk'in ikinci kez gelip beni tanımadığım o adamın elinden kurtarmasıydı. Kendimi o an kaldırım kenarına atmış deli gibi kusmuştum ve Cenk o sırada adamın üstüne saldırmış büyük olay çıkmıştı etrafta fakat adam ısrarla beni yurda götürmek istediğini ve kötü bir niyetinin olmadığını söyleyip durmuştu. Aslında tam olarak hatırlamasamda söylediği doğru olabilirdi çünkü beni içeride başka genç bir adamın elinden almış ve sonra da o genç adamın etrafına, nerden çıktığını bile anlayamadığım bir sürü takım elbiseli adamın taplanıp onu arasına alarak götürdüğünü hayal meyal hatırlıyordum. İçeride gördüklerim tamamen benim kendi kafamda kurduğum saçma hayaller olabilirdi eğer Cenk o adamı bizzat görmeseydi. Mafyavari tipte yeşil gözlü ve son derece zengin görünümlü bir adam olduğundan bahsetmişti bana. Yurtta kaldığımı nerden biliyordu bilmiyordum ama bir daha o adamı hiç görmemiştim. Cenk'in yardımı ile kendime gelebilmiş aklım yerine gelir gelmez ise Cenk'i tembihlemiştim Ceren'e hiçbir şeyi söylememesi için fakat o hemen sevgilisine beni ispiyonlamıştı.
Pis ispiyoncu!
"Ceren bir daha olmaz yemin ederim," dedim yalandan bir an önce ondan kurtulabilmek amacıyla. Yüzüme bir süre baktığında koridorun bu tarafı Güneş ışınlarının içeri girememesinden kaynaklı karanlıktı ve ben onun mavi gözlerinin içindeki öfkeyi daha az görüyordum şimdi.
"Yaptığım çok büyük bir hataydı," diye devam ettirdiğimde "Ha yani en azından hata olduğunu kabul ediyorsun bu sefer," dedi sorgular gibi.
Gözlerimi devirdim. "Evet," dedim bu sefer gözlerimi ondan kaçırırken. "Kabul, dün gece dahil yaptıklarım büyük bir hataydı. Bu aralar kafam biraz karışık, ben bazen ne yaptığımı bile bilmiyorum ama anladım artık ve bugün gerçekten ilk defa çok korktum, Sude oros-" dilimi ısırdım ve sonra da lafımı çevirdim hızla. "korktum ilk defa Sude'nin ailesi benden şikayetçi olunca. Bundan sonra ona göre hareket edeceğim Ceren. Dersimi aldım ben zaten. Çünkü polisler resmen ağzıma sıçtı, bir an için beni gerçekten hapise tıkacaklar diye çok korktum."
Ceren bana inanmayan gözlerle baktı. "Nisan okuldan atılacaksın bu gidişle, sürekli dayak yiyiyorsun şu şerefsiz kadından; aç yatıyorsun her gün, ya şuraya bak o günden sonra neredeyse on kilo verdin. Bütün bunları geçtim yaptıkların sonucu başına kötü şeyler gelecek bir gün, ben korkuyorum," dedi bıkkın bir soluk verirken. Ellerimi tuttu sonra. Gözlerimin içine baktı. "Bak ben de farkındayım her şeyin. Herkes her şeyin farkında zaten... Kafan karışıksa eğer bir doktora gidelim," dediğinde "Hayır!" diye bağırmıştım yüksek bir sesle. Saçmalıyordu Ceren.
"Ben her türlü doktordan korkuyorum yani gidemem," diye geçiştirmeye çalıştığımda bir daha konuşmasına fırsat vermeden onu ardımda bırakarak geçip gitmiştim yanından.
Oysa bilmiyordum, kaçmam yalnızca bir yere kadar sürecekti ve her şey benim için çok daha kötü olacaktı sonradan.
İçine girdiğim derin anılardan sıyrıldım. Aslında bütün bunları saniyelik bir geçişte yaşamıştım ve karşımdaki adamın gözleri hâlâ benim üstümdeydi. Gözlerinin içine baktığımda "Çantamı hemen şimdi bana vermezsen işte o zaman gerçekten kötü şeyler olur ama senin için," dediğimde kaşlarını kaldırdı alayla.
"Fazla yüksekten atıyorsun," dedi, baştan aşağıya beni süzdü sonra. "Şöyle bir bakıyorum da sana, sözlerini eyleme geçirecek biri yok karşımda. Sadece cesur görünmeye çalışan ve nedense sözde korkmadığını iddia eden ama aslında içten içe korkan tıpkı küçük bir hırsız gibi görünüyorsun."
Ağzımdan engelleyemediğim bir gülüş firar etmişti. Sinirlerim bozulmuştu.
"Cihangir!" dedi sertçe gözlerimin içine bakarken.
"Bak Cihan," dedim alayla. Kaşlarını çattı.
"Amacının ne olduğunu ve ne işler çevirmek için beni buraya getirdiğini bilmiyorum ama çantamı hemen versen iyi edersin," dediğimde ona doğru sendeleyerek bir adım attığımda gözleri sarmış olduğu bileğime kaymıştı.
"Yok," dedi beni sinir etmek istermiş gibi bir ifade ile tekrardan gözlerime bakarken. "Çantanı veremem çünkü kayboldu."
"Ne saçmalıyorsun sen be?!" diye cırladım sabrım tükenmiş gibi elini kaldırırken. "Çantam senin arabandaydı. Nereye kaybolmuş olabilir?"
"Ben de bilmiyorum kuşlar götürdü herhâlde," dediğinde çıldırmış gibi parmaklarımı kabarmış saçlarıma soktum.
"Allah'ım sen sabır ver," diye mırıldandım ona arkamı dönerek sakinleşmek için. Derin derin soluklar alıp verdim. Bu adam beni sinirden öldürmek istiyordu. Yüzü duvar gibi dümdüzken sesi nasıl bu kadar alaylı çıkabilirdi?
"Ne istiyorsun sen benden ya?" diye mırıldandım kendi kendime. "Başımdan hiç mi bela eksik olmaz benim?"
"Bela belayı çeker derler ondan dolayı olabilir," diyen sesini kulağımın dibinde hissettiğimde korkarak ona dönmem sonucu az kalsın burnum burnuna çarpıyordu.
Panikle geriye doğru gittim, belini doğrulttu. "Bela olduğunu kabul ediyorsun yani," dediğimde yalandan düşünceli bir ifade oluştu yüzünde.
"Gibi," demesiyle göğsüm inip kalktı derin bir soluk almam sonucu. Kötü bir özelliğim varsa o da fazla sinirli bir insan olmamdı. Gerçi psikolojik olduğunu artık biliyordum ve gereksiz yere bile olsa bazen kontrol dışı öfke patlamalarım olabiliyordu çoğu zaman üstelik ben bunu aldığım terapiler sonucu daha yeni yeni aşmaya çalışıyordum ama bu adam beni tekrardan kamçılamaktan öteye gitmiyordu. Eğer geçemezsem onu mahvederdim.
Dediğini yaptım ve sakinleşmeye çalıştım. Sonra da yüzümdeki sinirli ifadeyi düzelttim olduğu kadarı ile. Boğazımı temizlediğimde "Çantamı verir misin?" diye sordum, sesimin inceliği taktire şayandı, bunu beklemiyor olacak ki kaşları havalanmıştı.
"İyi rol geçişiydi," dedi. "Tekrardan uslu bir kız olmaya karar verdin herhâlde?"
"Sen de hiçbir şeyi beğenmiyorsun? Her şeyi bir sorgulama falan," dediğimde alttan yüzüne bakıyordum. "Evet canım istedi ve ben de uslu bir kız olmaya karar verdim. Soru sormayı bırakıp çantamı verecek misin?"
Aramızdaki diyalog o kadar saçmaydı ki!
"Çantanın nerede olduğunu cidden bilmiyorum," dedi.
"Şaka mısın sen ya?!" dedim hayretle yüzüne bakarken. Bir süre yüzüne baktım ve o hiçbir tepki vermedi. Sonra da tepki vermemesi üzerine dişlerimi sıktım. Hayır ben niye burda bilmediğim bir ormanda, tanımadığım bir adamın evinde duruyorduysam hâlâ? Büyük bir aptaldım ve onunla laf dalaşına girmek ise dünyanın en saçma şeyiydi. Büyük bir hızla fakat bileğimden dolayı sekerek yanından geçtiğimde adımlarım kapıya doğru ilerliyordu.
Elim kapı kulpuna gittiğinde ardımdan onun sesini işitmemle ona dönmüştüm "Nereye gidiyorsun?" diye sordu kaşları çatık bir şekilde.
"Cehenneme! Gelmek ister misin?" diye sordum sertçe gözlerine bakarken. Tekrardan ardımı döndüm ve kapı kulpuna uzandım.
"Zaten orda olduğunun hâlâ farkında değil misin?" dediğinde elim kapı kulpunda takılı kaldı.
Sesi ürperticiydi. Farklı bir cehenneme mi düşmüştüm? Hatalar, dedi onun sesi. Nefse hakim olamamak değil de bile bile yapılan hatalar insanları daha çok cehenneme götürür.
Ona sormuştum: Ama nefse hakim olamamak zaten büyük bir hata değil midir? diye. Üstelik, demiştim sonra karşımda dönen olaya bakarken. Üstelik senin herhangi bir inancın bile yok. Böyle bir iddian varsa eğer, Cehennem diye bir kavram varmış gibi konuşamazsın.
Gülmüştü sadece.
Ve ben girdiğimiz laf dalaşında onu yenmeyi başarmıştım. Ta ki çok sonradan benimle dalga geçtiğini anlayana kadar.
Ben onu hiçbir zaman yenememiştim aslında. Yendiğimi zannetmiştim ve bunu görememem de bir hataydı.
"İlla bu evde birbirimizi öldürmemiz mi gerekiyor? Bunu mu istiyorsun?" diye sordum sakin bir sesle ona dönmeden.
"Bu özgüveninin kaynağı nereden geliyor?" diye sordu. Arkamdaydı ve ben ona dönmüyordum. Dönersem kötü şeyler olurdu. "Hayır ciddi ciddi merak ediyorum ben," dedi sonra. Sesi fazla ciddi ve sorgular gibiydi bu sefer. "Şu an bulunduğun yere bir bak ve gör etrafındaki gerçekleri. Benim evimdeyiz. Dün gelmen için neredeyse silah dayadım kafana ve bugün kaçmaman için etrafa sayısız adam diktim. Sen ise bütün bunları görmezden gelip aptal gibi şu kapıdan çıkmaya çalışıyorsun hâlâ. Çıkacağını düşündün mü gerçekten?"
Gözlerimi yumdum. Ne yapmaya çalışıyordu? O kimdi? Binlerce soru işareti belirdi tekrardan kafamda.
"Yanılıyorsun," dedim yavaşça ona dönerek. Sırtımı kapıya yasladım. O tam karşımda, mutfak kapısının oradaydı. Yani aslında benden uzaktı. "Bütün bunlara karşılık aksini yapıp hiçbir şey olmamış gibi sana boyun eğseydim eğer işte o zaman aptal değil ruh hastası olurdum."
Zaten öylesin.
"Bir insanı alıkoyarak suç işliyorsun şu anda."
Bunu söylemem üzerine "Sen de suç işledin," dedi sanki çok normal bir şeymiş gibi. "Bilir misin bilmem ama hırsızlık Tanrı katında en büyük günahlardan biri olmasının yanı sıra kanun önünde de büyük bir suçtur, bu yüzden hani suçlular yakalanınca ceza olarak hapse atılır ya öyle düşün burayı."
Elimi kaldırarak, "Manyak mısın sen be devlet misin, Allah mı!?" diye bağırdığımda yüzünü buruşturdu bağırmam üzerine.
Tövbe tövbe, Allah'ım sen beni affet.
Kollarını göğsünde bağladığında "İkisi de değil. Azrail'inim diyelim biz ona," dediğinde yüzündeki katı ifadeden dolayı korkmadım desem yalan olurdu.
"Evine girip kıçı kırık bir pencerini kırdım diye canımı mı alacaksın?" diye sordum buna rağmen hiç korkmayıp kara gözlerine bakarak. "Al."
"Acıtasyon ayağına değersiz bir şeyi kırmışsın gibi bahsedip günahından sıyrılmaya çalışıyorsun da hırsızlığın azı çoku olmaz yalnız. Hırsızlık hırsızlıktır," dediğinde çığlık atmak istedim. İlk defa işlediğim bir günahın ceremesini öbür dünyaya gitmeden bu kadar çok çekmeye başlamıştım. Hayır bilerek mi yapıyordu anlamıyordum.
"Ya kardeşim senin kafan iyi mi?" diye sordum bıkkın bir soluk bırakıp ona bakarken. "Şimdi de oturup günah sevap konularını mı tartışacağız?"
Yorulmuş gibi derin bir soluk daha verdim. Ardından elimi belime atıp konuşmasına izin vermeyerek "Tamam bak vereyim ben camın parasını," dediğimde düz çizgi hâlinde duran orta kalınlıktaki dudaklarını birbirine bastırdı. Sanki her an gülecek gibi bir hâli vardı fakat yüzü de fazla katıydı.
"Para kabul etmiyorum. Hem ihtiyacım varmış gibi mi görünüyor?" dedi alayla. "Senden başka şeyler istediğimi daha önce de söyledim."
Gözlerim şaşkınlıkla açılırken "Ne... Ne istiyorsun ki benden? "diye sorduğumda bu sefer gözleri de alaya bürünmüştü. Buraya gelmeden önce düşündüklerimin aksine nedense bu sefer aklıma başka korkunç şeyler düşmüştü bir anda.
"Ne isteyebilirim ki senden?" diye sordu bana yavaş adımlarla yaklaşmaya başlarken. Ağır adımları sonucu kalbimin ritmi değiştiğinde istemsizce sırtımı kapıya yapıştırdım. Bunun üzerine gözlerindeki alay ifadesi çoğalmış tam önümde durmuştu.
Gözleri yüzüme taradı üstten. Öyle derin inceledi ki yüzümü sanki derim soyulmuş ve erimişti onun gözlerinin alevi ile. Kolları hâlâ göğsünde bağlı şekilde duruyordu ve dev gibiydi önümde. Aslında aramızda belli bir mesafe vardı fakat ben nedense bakışlarından korkmuştum. Kapıya biraz daha yapıştığımda "Allah'tan kapı plastik değil," diye mırıldandı kendi kendine. "Yoksa yaptığın baskı ile şimdiye kadar diğer tarafından çıkmıştın."
"Ne?" dedim âlık gibi alttan yüzüne bakarken.
"Diyorum ki buraya geldiğinden beri senin yüzünden bir türlü asıl konuya gelemedik. Sürekli bir sorun çıkarma peşindesin."
"Ya bak bir düşün tamam mı?!" diye bağırdım öfkeden kudurur gibi. "Sen kendin söylüyorsun. Beni üstü kapalı tehdit ederek bu eve getirdin, nasıl sakin kalabilirim ben? Normal bir insan düştüğü şu ortamla nasıl sakin kalabilsin? Sen kimsin onu bile bilmiyorum ben?"
Başı ağrır gibi alnını kırıştırdı. Sonra da bıkkın bir nefes bıraktı dudaklarının arasından. "Çok konuşuyorsun ve boş konuşuyorsun. Göz zevkimi bozduğun yetmiyormuş gibi şimdi de başımı ağrıttın şu tiz sesinle," derken üstümü süzmesiyle ağzım aralandı şaşkınlıkla. Saçma bir şekilde üstüme bakmamak için sıktım o an kendimi. Daha da saçma bir şey varsa o da o anda alınma gibi bir hissin oluşmasıydı bedenimde.
"Bana hiçbir şekilde katlanmak zorunda değilsin bırak gideyim," dediğimde "Olmaz, bırakamam," demesiyle "Ya neden?" dedim isyan eder gibi. Öfkeden ona saldırabilir ve onu etkisiz hâle bile getirebilirdim o an ama ben ağlayacak gibiydim artık.
"Şu çeneni kapatıp beni sinirlendirmesen nedenini öğreneceksin de susacakmış gibi durmuyorsun."
Başıma o an bir ağrı girdi. Bu adam kimdi Allahaşkına? Belki de o yüzlerce kişiden sadece biriydi ama öyle olsaydı beni şimdiye kadar çoktan öldürmüş olması gerekiyordu. Asıl sorun da buradaydı ve bu çok daha korkutucu duruyordu şu anda.
Gözlerinin tam içine bakıyordum ve o hiç gözlerini benden kaçırmıyordu. Telefon sesi aramızdaki bakışmayı kesen şeydi. Elini cebine attı ve sonra da telefonu kulağına götürdü.
"Söyle güzelim," dediğinde kaşlarım havalanırken, meraklı bakışlarım yüzünü incelemişti.
...
"Buraya gelemezsin!" dediğinde sinirlenmiş olacak ki kaşlarını çatmıştı. Acaba bağırsam ve telefondaki kişi beni duysa ne olurdu?
"Aslı! Sabrımı zorlama benim," dedi sonra gerçekten öfkelenmiş gibi.
Sadece bir günde bir sürü farklı isim duymuştum. Ali, Zeliha, Serhat ve şimdi de Aslı.
Ona baktım ve gerçekten düşündüğümü uygulamaya geçme konusunu tarttım aklımda. Yüzündeki ifade ve sesindeki tona bakarsak eğer telefondaki kişi onun için değerli biri olmalıydı ve o, onun buraya gelmesini istemiyordu çünkü beni görürdü büyük ihtimalle.
Yapabilir miydim?
Benim değişmeyen bir kelimem vardı. Bok yiyecek olsam bile: Yapabilirdim.
Yapabilirdim!
Gözlerimi kıstım ve sonra da, "İmdat!" diye adeta canım çıkıyormuş gibi aniden çığlık atmam üzerine ağzı şaşkınlıkla aralandı. Tam da beklediğim gibi verdiği tepki telefondaki kişinin duymasını istemeyecek tarzdaydı. Bunun üzerine o telefonu hızla kulağından çektiği sırada ben ileriye atılarak "İmdat! İnsan öldürüyorla-" diye tekrardan bağırmıştım fakat onun benden önce üzerime atılıp avuç içini sıkıca ağzıma kapatmasıyla sözüm yarıda kalmıştı.
Kafamı kapıya bastırdığında tehditkar bir ifadeyle gözlerime bakarken "Sen ne yaptığını zannediyorsun?!" diye sordu gözlerinde daha önce görmediğim parlayan öfkeli alev ile.
Kara gözlerine baktım alttan. Sonra da ne olacağını bile umursamayarak bileğinden tuttuğumda en acıyacak yeri hedef alarak bacağına attığım sert tekme sonucu geriye doğru tepmiş ve ağzından kısık bir küfür çıkmıştı bu sefer.
Göstermemeliydim bazı şeyleri. Bu bir hataydı, çok fazla hata yapmıştım şimdiden ama bazen olması gerekliydi. Elindeki telefon düştü ve ben onu görür görmez hızla telefona atladım fakat buna izin vermemiş kolumu tuttuğu gibi canımı yakmayacak şekilde beni kendine çekmişti sertçe. Diğer kolumdan da tuttu ve üstüme eğildi öfkeyle. "Nesin lan sen?!" dedi dişlerinin arasından. Kendine hakim olmak istermiş gibi bir yüz ifadesi mevcuttu sert çehresinde. Öfkeli sıcak solukları yüzüme vuruyordu.
Korkmadan gözlerinin içine baktım ama aslında korkuyordum içten içe. "Yanlış şekilde tutuyorsun beni," dedim öfkeli soluklarımız birbirine karışırken. "Tam şu an tekrardan bir tekme daha atabilirim sana ama bu sefer darbenin geleceği yeri düşünürsek eğer her şey çok daha kötü olur senin için."
Ona acımıştım ve o tekmeyi hayalarına atmamıştım. Çünkü öyle olsaydı eğer muhtemelen hayatı biterdi. Neden acıdığımı da bilmiyordum yani.
"Çok vahşisin," dedi burnundan solurken. Beni şu an gerçekten öldürmek istiyor olabilir miydi? "Bu vahşi hâllerin hoşuma da gitmiyor değil hâni ama sürekli bu şekilde de anlaşamayız değil mi küçük hırsız?" Çenesi kasılmış şakağında belli olan ince damar fırlayacakmış gibi atıyordu. Kırmızı görmüş, kızgın bir boğa gibi burnundan soluyordu. Sıcak solukları yüzümden akarak üstümde bulunan tişörtün geniş yakasından süzülerek göğüslerime çarptığında bütün vücudum titredi. "Bu yüzden seni yavaş yavaş evcilleştireceğim."
Cümlesinin devamını getirdiği an içimde biriken korkunun yerini büyük bir öfke alırken "Hayvan mıyım ben be?!" diye bağırdım yüzüne doğru.
Yüzünü buruşturdu tekrardan. Ardından "Ne çok başımı ağrıttın lan?" diye beni hafifçe sarsttığında "Susmak bilmez misin kızım sen?!" dedi sabrı tükenmiş gibi.
"Bilmiyorum. Ya... ya sen ne şerefsiz bir adamsın! Kene gibi yapıştın. Bırak beni evime gideyim tamam mı bırak," diyerek göğsünden sertçe itelediğimde kollarımı bırakırken bana diktiği gözlerinde bir volkan çıkmıştı ve o volkan patlayarak üstüme yağmaya başladı alevleri.
"Şu ağzından çıkan kelimelere dikkat et!" dedi kaya gibi bir sert bir sesle.
Derince yutkunduğumda iflah olmaz gibi "Etmiyorum n'apıcaksın?" dedim meydan okur gibi gözlerine bakarken. "Şerefsiz değil misin? Hayır birini zorla evinde tutmak en ala şerefsizliktir çünkü."
Öyle bir ifade ile gözlerime baktı ki korktum o an ve hatta korkudan gözlerimi kaçırmamak için tuttum kendimi. Üzerime doğru öfkeli bir adım attığında kolunun kalktığını görürken refleks ile gözlerimi kapattım fakat hiçbir şey olmamıştı. Beni döver miydi? Böyle şeyler yapan biri dövebilirdi de bence.
"Gözlerini niye kapattın aptal," dedi kızgın bir ifadeyle. "Sana vuracağımı mı sandın?"
İçimden kendime sıkı bir küfür ettim ve hızla açtım gözlerimi. Bunu aşamamam en büyük zayıflıklarımdan biriydi. Kendimi toparlamaya çalıştığımda kara gözlerine denk geldim. Kaşlarını çatmış ters bir ifadeyle bana bakıyordu. Kurtarma amaçlı boğazımı temizlediğimde "İmkansız bir şeyden bahseder gibi konuşuyorsun," dedim alayla, sesim kısılmıştı. "Bütün bunları yapan biri onu da yapar hiç şüphesiz."
"Salak mısın sen?" dedi sinirlenmiş gibi. "Şuraya bak bacak kadar küçük bir şeysin sana vursam geberip gidersin zaten. Geberirsen de işime yaramazsın o zaman."
"Ha yani işine yaramasam hiç düşünmeden yaparsın bunu. Zaten senin gibi bir zorba da o potansiyel de vardır hiç şüphesiz," dediğimde sabır çeker gibi derin bir soluk bıraktı.
"İstiyorsan şimdi de tribe de gir," dedi alayla. "Sen kimsin bir düşünsene Nisan. Ben, seni evime giren bir hırsız olarak yakaladım. Hırsızın kadını erkeği olmaz!"
Beni hırsız olarak görmesinden dolayı ilk defa birazcık da olsa utanmam normal miydi?
Üstelik niye sürekli hırsız kelimesine vurgu yapıyordu. Sanki beni değilde kendini bir şeylere inandırmak istermiş gibi.
"Kadınlara vurmam ama genel olarak ağzı bozuk olan insanların ağzını iğneyle dikme gibi bir alışkanlığım var."
Son söylediği ile gözlerim irice açılırken "O ne biçim alışkanlık be," dediğimde sesim kısık çıkarken korkmuştum. Ciddi değildi değil mi?
"Uygulayarak göstermemi ister misin?" diye ciddi ciddi sorduğunda kafamı ona dikleştirirken "Bir bok yapamazsın," dedim korksam bile.
"Az önce sarf ettiğin sözlere karşılık öyle bir yaparım ki," dedi kafasını saklarken.
Çok yakın olması ile derince yutkundum, gözlerinin içine içine baktım ve sonra da "Hiçbir şey yapamazsın," dedim dişlerimin arasından. Aramızdaki gerilim asla azalmıyordu ve sanki her geçen saniyede azalmak yerine artıyordu.
Sabrı tükenmiş gibi kolumdan tuttuğunda beni hızla merdivenlere doğru ilerletirken kalbim korkuyla ağzımda attı. Ağzımı iğne ile dikmeye mi götürüyordu? Kalbimin şiddeti on katı arttı. "Nereye götürüyorsun beni?" diye sorduğumda korku dolu sesim içime kaçmıştı.
Merdivenleri bitirdik ve koridora girdik. Geri vites atmalı mıydım? Ya da neden hiçbir şey yapmıyordum? Yatak odası diye hatırladığım bir kapının önünde durduğunda "Neden beni buraya getirdin?" diye sordum fakat o bana cevap vermemiş kapıyı açtığı gibi beni içeriye ittirmişti.
Bütün hücrelerime yayılan korku ile hızla ona arkamı döndüğüm vakit kapının ardından duran anahtarı aldığını gördüm. "Ne yapıyorsun sen ya?" diye sorduğumda sesimde ilk defa saklayamdığım bir korku vardı.
"Biz seninle bu akşam da normal bir şekilde konuşamayacağız anladım ben," dedi gözlerimin içine bakarken. "Burada otur ve sakinleş. Sonra da sen sakinleştiğinde ona göre oturur adam gibi konuşuruz."
"Sen adam mısın be!?" diye avazım çıktığı kadar bağırdığımda üstüne yürürken "Beni bu odaya kitleyemezsin!" dedim yoğun bir öfke patlaması yaşarken.
Gözlerini yumdu, derince yutkunduğunda adem elmasının oynağını gördüm. "Elimden bir kaza çıkacak," dediğinde onu duymamıştım bile. Ona ulaşmama izin vermeden gözlerini tekrardan araladığı gibi kapıyı hızla kapattı ve sonra da "Sakinleş Nisan, sakinleş ki birbirimizi öldürmeden konuşabilelim," dedi kapının ardından.
Anahtar sesi duyduğumda öyle sert tekme attım ki kapıya bunun sargılı ayağım olduğunu çok sonradan fark etmiş, o an bir çığlık düşmüştü dudaklarımın arasından. Kalçamın üzerinde oturduğumda sargılı ayağımı hızla kendime doğru çekerken acıdan dolayı gözlerim dolmuştu. O sırada onun kapıyı hızla geri açtığını ve yanıma çöktüğünü gördüm. Eli bileğime gittiğinde "Dokunma!" dedim ağlamamak için dişlerimi birbirine bastırıp elini sertçe ittirirken.
Beni dinlemedi ve bacağımı çevik bir hareketle tutarak kendine doğru çektiğinde sargıyı açtı hızla. Onu öldürmek istiyordum fakat ayağımda öyle şiddetli bir ağrı vardı ki işlevsiz kalmıştı bedenim.
Sargıyı açması ile morarmış ve şişmiş bileğimi gördüğümde sıcak parmaklarının hafifçe baskı yapması ile ağzımdan büyük bir inilti çıktığında öyle hızlı kafasını kaldırıp gözlerime bakmıştı ki korkmuştum. "Salak mısın sen de gelişigüzel her yere tekme atıyorsun? Şu ayağının hâline bak," dediğinde sinirden kudurmuştum artık.
"Yemin ederim," dedim acıdan dolayı bir an için nefesim kesilirken. Dişlerimi birbirine bastırdım. "Seni öldürürüm bak sus!" Göğsüm hızla inip kalktı avuç içlerimi yerdeki halıya sapladım sertçe. "Ah!- Ayağımın ağrısı geçsin seni öldüreceğim. Sen dur!"
Dolan gözlerime baktı ve sonra ne olduğunu bile anlayamadan üstüme eğilerek beni hiç zorlanmadan kucağına çekip aldığında ağzım şokla açılırken "N'apıyorsun be? İndir beni çabuk!" diye çığırdım.
"Kes sesini," dedi kızgın bir ifade ile üstten gözlerime bakarken. Beni öldürmek istiyordu ve benden nefret ediyormuş gibi gözlerime bakıyordu.
Çığlık atan dilini sikeyim Nisan, dedi iç sesim. Acımdan ölsem bile gıkını çıkarmayacak o kızdım ben. Şimdi bu duruma düşmem bile sinirimi bozmuştu. Ellerimi nereye koyacağımı bilemeyerek kucağıma indirdiğimde kokusu burnuma dolarken acıdan dolayı pek bir şeyi göremiyordum aslında. O sırada merdivenlerden indiğini ve tekrardan oturma odasına girdiğimizi beni rahat koltuğa dikkatlice indirmesi ile farkına varmıştım.
Oturur pozisyonuna geldiğimde ufak yastığı alarak bacağımı kaldırıp ayağımı yumuşak yastığın üstüne indirdi ve doğrularak "Sakın hareket etme," dedi hızla kapıya ilerlerken.
"Nereye gidiyorsun?!" diye bağırdım arkasından fakat o çoktan çıkmıştı. Ayağımı yastığın üstünden kaldırarak dizimi kendime çektiğimde ilk baş ağrıdan dolayı görememiştim fakat şimdi çok kötü olduğunu anlamıştım.
Parmağımı şişen yere bastırdığımda yüzümü buruştururken "Ulan ne laftan anlamaz bir kadınsın sen ya?" diyen onu sesini işitmiştim
Kafamı kaldırmam üzerine o elindeki ufak çantayı sehpayı çekerek üstüne indirdi ve sonrada bacağımdan tutarak kucağına çekti ayağımı. Eşofmanları bana büyük olduğu için katladığım yer açılmıştı ve o hafifçe geriye çekti onu.
Çantayı eline almadan önce yanında bulunan buz torbasını alıp bacağıma tuttuğunda giren yanma hissiyle bağırmamak için elimi koltuğa saplarken "Pislik," dedim sinirlerime hakim olamayarak. "Önce yap sonra da çok düşünüyormuş gibi tamir etmeye çalış."
"Burkman sonucu zaten şişmiş olan ayağını beyinsiz gibi tekrar ve tekrar bir yerlere geçiren sendin yalnız," dedi.
"Senin yüzünden," dedim hızla. "Ayağımın bu hâle gelmesine sebep olan sensin!"
"La havle," dedi kafasını iki yana sallayıp bana bakmazken. "Acı çekerken bile susmuyor." Kara saçlarına baktım sonra. Şeytan diyordu sağlam ayağını kaldırıp sert bir tekme at kafasına.
Ama tabii ki de şeytana uymayacaktım.
Buzu hafif hafif bastırmaya devam ettiğinde dayanamamış ve "Aslı kim?" diye sormam üzerine dilimi ısırmıştım. Sana ne acaba Nisan?
"Sana ne?" dediğinde alttan bir bakış attı gözlerime. Kara çekik gözleri her zaman kısılırmış gibi bir görüntü oluşturuyordu onda.
Bunu söylemesi üzerine ters ters gözlerine baktım fakat o gözlerini benden çekerek tekrardan ayak bileğime odaklandı. Gözlerim kapkara saçlarında dolaşırken, "O her kimse bilmiyor değil mi senin bu yaptığın zorbalığı? Bağırdığım zaman belli ettirmemeye çalışsan da gördüm ben sendeki korkuyu," dediğimde kaşlarım havalanmıştı tehdit eder gibisinden. "Öğrenirse ne yapar, seni bırakır mı?"
Ağzından alaylı bir gülüş düştüğünde kaşlarımı çattım. Bir şey söylemedi. Buzu çektiğinde uzanarak başka bir yastık aldı ve sonra da o yastığı koltuk kenarına sabitledi. Koca ellerini omuzlarına koyarak bedenimi yan çevirip kafamı yastığa indirdiğinde öyle hızlı yapmıştı ki bunu tepki bile verememiştim. Kalkmaya çalıştım fakat omuzlarıma baskı yaparak engelledi bunu. "Kalkarsan ayağını bir daha kullanamayabilirsin," dedi ciddi bir ifadeyle.
Derince yutkundum. Üstüme eğilmişti ve yüzü bana çok ama çok yakındı. "Burda yatmayacağım," dedim.
"Sen bilirsin," dedi umursamaz bir sesle. Üstümden çekildi ve sonra da yerdeki yastığı alarak tekrardan ayağımın altına koydu, beklemeden buzu da şişliğin üzerine indirdi. Dirseklerim üzerine doğrularak ona baktığımda gözleri bana döndü.
"Zaten kötü incitmiştin ama senin ekstra yaptığın salaklıklar sonucu çok kötü durumda şu an. Buz şişliğini alsın bekle," dedi.
"Çok düşüncelisiniz ya!" dedim alayla ona bakarken.
Doğruldu sonra da dimdik gözlerime baktı üstten. "Daha ne istiyorsun?" diye sordu ciddi ciddi gözlerime bakarken. "Bak ne güzel rahat koltuk, içerisi sıcak." Birden dönerek televizyon ünitesi üzerinde bulunan kumandayı aldı. "Al bunu da." Kumandayı karnımın üzerine indirdi ve ben şaşkınlıkla onu izliyordum. "Uslu bir şekilde güzel güzel televizyon izle, sakinleşene kadar..."
Ağzım açık ona baktım alttan. Ciddiydi. Taşşak mı geçiyorsun benimle kardeş? diye sorasım gelmişti fakat kendimi tuttum.
"Küfür ederdim de," dedim, ardından kafamı salladım. "Gerçi anladın sen o küfrü ama ağzıma yakışmaz şimdi benim."
"Senin gibi ağzı bozuk birine mi?" diye sordu.
Cevap vermeden kafamı yastığa gömdüm. Ayağım gerçekten kötü görünüyordu ve biraz daha hareket ettirirsem eğer çok daha kötüleşekti. Ve eğer böyle bir şey olursa hiç iyi olmazdı. Üstümde dikilen adama baktım. Ve sonra da karnımın üzerindeki kumandayı aldım. "Televizyon izlemek istemiyorum. Çantamı verir misin çok ihtiyacım var şu anda" dediğimde kaşlarını kaşdırması ile inadırıcı bir şekilde yüzümü buruşturdum sanki gerçekten de başım ağrıyormuş gibi. "İçinde ağrı kesici var benim migrenim var da."
Ellerini beline attı ve bana baktı üstten ama pek inanmışa benzemiyordu. "Yalan söyleme. Senin migrenin falan yok."
"Nerden biliyorsun! Sen, ben misin?!" diye çemkirdiğimde elimde bulunan kumadayı ona fırlatmamak için sıktım kendimi.
Telefona ihtiyacım vardı. Ceren'e ulaşmam gerekiyordu. Onun şu anda ne hâlde olduğunu düşünmek bile istemiyordum. Her şeyden önemlisi de ona ulaşmam lazımdı.
Aslında diğer taraftan Oktay'ın beni şimdiye kadar bulması ve kurtarması gerekiyordu fakat hiçbir şey olmamıştı. Hâlâ böyle bir şey yoksa eğer demek ki ya ben şüphelerimde yanılmıştım ya da bu adam fazla sağlam bir ayaktı. Gerçi etraftaki adamları ve bu evi düşünürsek eğer bu açıkca belli olan bir şeydi ama benim hâlâ aklıma yatmayan bazı kısımlar değil birçok kısım mevcuttu.
"Seni araştırdım," dediğinde anlamsızca ona bakarken çarprazımda bulunan koltuğun kenarına oturdu. Sonra da kollarını göğsünde bağladı. Maşallah hayvan gibiydi. "Kronik uyku bozukluğu ve Huş ağacı poleninden kaynaklı şeftaliye alerjin olması dışında hiçbir hastalığın yok."
Gözlerim irice açıldı o an. Gerçekten doğruydu, üstelik benimki genetikti. Bana babamdan geçmişti ve babamın da eriğe alerjisi vardı.
"Ha bu arada," dedi şaşkın ifademe bakarken. "Tam da senden beklenildiği üzre alerjin olmasına rağmen şeftali gördün mü yemeden durmazsın. Üstüne üstlük her yedikten sonra da fazla kaçırdığın için genellikle hastanelik olursun."
Sıçarken girdiğim pozisyonu da biliyor muydu?
Kendime zarar vermek için yediğim o lânet günü saymazsak eğer bir kere ben meyve sınıfına giren bir besin gördüm mü dayanamıyordum zaten.
Sonra düşüncelerimi duymazdan geldim çünkü o beni işte şimdi gerçekten de korkutmuştu. Benim hâkkımda bu kadar şeyi nasıl bulabilmişti. Bunları bulmuşsa eğer başka şeylere de ulaşmıştı o zaman.
"Bütün bunları nerden buldun?" diye sorduğumda salak mısın der gibisinden bana baktı.
"Sen hâlâ bir şeylerin farkına varamamışsın, ben çok iyi anladım," dedi kafasını sallarken. "Bu nedendir ki bunca başkaldırma ve aptal cesur hâllerinin sebebi."
"Sen kimsin ya?" dedim güler gibi, belimin görünmesinden ötürü katlanan tişörtümü çektim aşağıya. Yüzümde ise alaylı ve kibirli bir ifade mevcuttu, ileride ne olacağını bilmeden... "Hayır yani kimsin sen? Şöyle kafama silah dayayıp bir tehdit savurmalar, etrafa adam dikmeler... Bütün bunlara karşılık senden korkacağımı düşün mü cidden?"
Şu ana kadar yaptığı her şey bir nevi göz dağıydı aslında. Beni bunlarla korkutmaya çalışıp istediği her ne ise onu, korkumu kullanarak elde etmeyi istiyordu fakat bilmediği bir şey vardı. Gözlerinin içindeki korkutucu bilinmezlik dışında, ben onun diğer her hamlesini görebilecek bir kapasitedeydim. Muhtelemelen o bilmiyordu bunu, sadece beni buraya tıkarak bildiğini zannediyordu.
Uzun süre tepki vermeden yüzümü taradı kara gözleri. Aramızda pek bir uzaklık yoktu. Ve bu şekilde sere serpe önünde uzanmak benim için rahatsız ediciydi. Katlan, dedi iç sesim. Katlan yoksa mahvolursun.
"Saçma cesur ve özgüvenli hâllerinden ziyade şu yüzünden hiç silinmek bilmeyen kibrinin nedenini merak ediyorum ben," dedi, sadece dudakları oynarken.
Yanılıyordu, ben aslında son derece içe kapanık, oldukça da özgüvensiz bir insandım sadece öfkem ortaya çıktı mı bütün duygularımı ve hislerimi parçalayıp o parçalardan elde ettiği toz tanelerini kendine bulaştırıyordu.
Kollarını çözdü ve sonra da avuçlarını dizlerine yasladı. "Bilmem farkında mısın ama mağarada yaşayıp da şu zamana kadar sanki hiç insan yüzü görmemiş gibi vahşi canlılara benziyorsun," diye devam ettirdi.
"Kibar olmak için mi hayvan yerine canlı kelimesini kullandın?" diye sorduğumda bu sefer gerçekten gülmüştü.
Kafasını eğdiğinden ötürü yüzündeki gülümsemeyi saklamıştı. Simay'ın dediği gibi gerçekten yakışıklı adamdı etkilenmeli miydim?
Mal gibi.
"Hazır cevaplılığın bu denli ilerisini de ilk defa görüyorum," dedi, bana dönmüş ve yüzündeki gülümseme solmuştu. "Hayvan desem zoruna mı giderdi? Bu çok yanlış oysa, sonuçta hayvanda bir canlıdır. Ayırt edilmemesi gerekiyor."
"Ne ilginç?" diye mırıldandım gözlerim avize ışığına takılırken. "Zorba ama aynı zamanda da hayvansever biri."
"Mırıldanarak lafı ağzında geveleme!" dediğinde ona bakmadım ve cevap da vermedim. Çünkü içinde bulunduğum şu saçma ortamla tekrardan sinirlenirdim. Bunun yerine düşünmeye karar verdim. Mesela buradan nasıl kurtulabiliri mi? Bile bile çantamı vermiyordu çünkü telefonumun içinde olduğunu biliyordu ve o telefonun elime geçince ne olacağını da.
Perdeden süzülen güneş ışınlarına baktım sonra. Neredeyse sabah olacaktı ve ben hâlâ ortada yoktum. Ceren'in hâlini düşünemiyordum. Oysa o dün çok mutluydu her şeye rağmen. Ben yine yapacağımı yapmış ve sıçmıştım kızın hayatına.
Alt dudağımı ısırdım sonra. Acaba ona yalvarsa mıydım sırf telefonumu versin diye. Bir şey söylemeyeceğimi ve sadece Ceren'e başka birinde kaldığımı söylerdim ama Ceren buna inanmazdı. Üstelik kalacağım biri yoktu ki ya. Ben hep yalan atardım eğer geceye kadar işim uzarsa; o da Ankara'ya annemi ziyarete gitme yalanıydı. Attığım yalanlar kadar Ankara'ya sık sık gitmezdim ama bu yalanı uydurma sebebim Cenk'ti. Gittiğimde Cenk'de kaldığım için Ceren bunu sorgulama gereği duymazdı ve gelemezdi de zaten. Çünkü Cenk Ceren'in eski sevgilisiydi. Her ne kadar Cenk ve Ceren artık tamamen arkadaş olsalarda sonuçta arada Murat faktörü vardı. Murat böyle bir şeyi asla kabul etmiyordu beyefendi.
Tekrar düşündüm. Söylese miydim?
Bıkkın bir soluk bıraktım. İçimde büyük korkular vardı bu konuda. Simay'ın o bakışları çok ürperticiydi ve aslında gerçekten korkuyordum onların her şeyi öğrenebilmesinden. Çünkü o eve mal gibi ben ve Baran herkesten habersiz gizliden girmiştik. Öğrenirlerse eğer bu sefer ciddi anlamda biterdim ben. Ceren beni bu sefer öldürmezdi. Hayatından çıkarırdı. Bu ise yaşadığım şu hayatta başıma gelebilecek en korkunç ve en kaldıramayacağım şey olurdu. Çünkü Ceren benim sadece arkadaşım değil; ablam, annem ve bazen yeri geldi mi nefret ettiğim babam bile olmuştu. Onu kaybedemezdim.
N'apıcaktım ben Allah'ım?
Gözlerimi kapattım oluşan derin sessizlikle. Belki de gerçekten bütün her şeyi zorlaştıran bendim. Oturup konuşmalıydık ilk önce ve benden ne istediğini öğrenmeliydim.
Derim bir soluk aldım. Buzu koyduktan sonra bileğimdeki şiddetli ağrı kırılmış ve biraz daha iyi hissediyordum. Sadece sızlıyordu. Zaten böyle bir şey yapmış olmam da büyük bir hataydı. Her şeyi hâllettim ama bir türlü öfke kontrolümü sağlayamıyordum. İçimde sanki aktif bir volkan vardı ve o volkan istemediğim tek bir söz ve muamele ile harlanıyordu. En son patlıyordu ve çıkan küller her zaman beni de yakıyordu beraberinde.
Elim alnıma gitti. Sakinleşmeye çalıştım ve gözlerimi araladım. Görüş açıma avize girerken "Tamam," dedim ilk defa kendime tezat sakin bir sesle.
Tamam kelimesinden de işlevinden de nefret ediyordum.
Tamam kelimesi Türk Dil Kurumu'ndan kaldırılmalıydı bence.
"Konuşalım," dedim derince yutkunurken. "Sakince."
Ses gelmedi.
Sadece sessizlik vardı ve beraberinde geçen saniyelerde sessizlik sürmeye devam etti.
Kafamı yan çevirdiğimde onu görememiştim. Nereye gitmişti? Hayır onu geçtim nasıl çıkmıştı buradan ben görmeden?
Vampir olabilir miydi?
Belki de ben fantastik bir evrene düşmüştüm ve bütün bu saçmalıklarda oradan geliyordu.
Gözlerimi devirdim uçuk düşüncelerim ile. Böyle bir saçmalık ancak benim bilinçaltımda olabilirdi ve ben belkide çektiğim uykusuzluk sonucu bir yerde baygınlık geçirmiş ve o sırada tamamen saçma bir rüya görüyordum her zamanki gibi.
Bu daha mantıklıydı ama hayır bu da olamazdı. Çünkü ben bir şekilde kendimi buna inandırmış ve saatlerce kıpırtısız bir şekilde beklemiştim ama malesef hâlâ aynı pozisyondaydım. Üstelik içerisi aydınlanmıştı ve ben galiba açlıktan ölecektim artık.
Ölmezdim. Daha önce ölmemiştim çünkü.
Daha fazla dayanamayarak doğrulduğumda ayağımda neredeyse su hâline gelmiş buz torbasını çektim. Bacağımı kendime doğru çekerken şişliğin fazlası ile indiğini gördüm.
Ayağımın üstüne basmamaya özen göstererek oturma odasından çıktığımda gözlerim etrafı tarıyordu. Mutfağa girdim ardından fakat o hiçbir yerde yoktu. Sonra ilerleyerek sandalyeye oturdum. Bir süre etrafıma bıkınıp durduğumda tekrardan dayanamamış kalktığım gibi bütün odaları gezmiştim seke seke fakat o evde bile değildi. Ben evde yalnızdım.
Karidorda durup elimi belime koyduğunda bıkkın bir soluk bırakırken gözlerimi yumdum. Nereye gitmişti? Ben tekrardan onu mu bekleyecektim? Zaman ilerliyordu ve her saniyesi benim aleyhime işliyordu. Yönümü çevirip az önce kapısını açıp baktığım için çalışma odası bildiğim yere baktım.
Tamam. Madem beni bu şekilde bırakmıştı, o zaman ben de o gelmeden Ceren'e ulaşmak için bu evin her yerini karıştırabilirdim.
|
0% |