Yeni Üyelik
1.
Bölüm

KARA PİYON

@esraslnn

 

KARA PİYON

 


Adele - Skyfall

 


Bir varmış bir yokmuş... Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, sonsuz evrenin çok uzak bir köşesinde toz tanesini andıran fakat kendi içinde barındırdığı canlılar için kocaman görünen masmavi bir gezegen varmış.

 

Mavi ve kocaman görünen bu gezegenin adı ise dünyaymış.

 

O Dünya'nın içinde toprak zeminden oluşan devasa bir kıta ve o kıtanın içinde dört mevsimin yaşandığı, taşı toprağı cennet gibi kokan şanlı bir ülke varmış. Sonra o şanlı ülkenin içinde her kesimden insanı içinde barındıran bir şehir varmış, adı da Ankara'ymış. Ankara'nın Kuzeyinde gözlerden uzak, sakin bir mahallede büyük bir bahçesi olan ve her akşam sıcacık muhabbetlerin döndüğü ahşap yapılı bir evde, küçük bir kız çocuğu yaşarmış.

 

Küçük kız, yaşadığı mavi gezegende çok mutluymuş. Hatta öyle mutluymuş ki dünyanın en şanslı insanı olduğunu düşünür etrafındaki her şeyin toz pembe bir diyardan ibaret olduğunu sanırmış. Bir gün gözlerini açmış ve içine düştüğü henüz kendisine bir yabancı olan bu Dünya'ya merhaba demiş.

 

Bu gezegende kimine göre bir kusur, kimine göreyse bir nimet olan zaman kavramı hiç durmadan akıp gidermiş. Aradan tam yedi sene geçmiş ve küçük kız kendisinin artık kocaman bir kız olduğunu düşünürmüş.

 

Neşeli kahkahaları evin ta bahçesine kadar taşar evde çıkardığı türlü yaramazlıklardan dolayı annesi çoğu zaman onu tatlı bir dille azarlarmış. Bazı günler ise afacan kızının çıkardığı gürültüye artık dayanamaz ve küçük kıza hafif cezalar verirmiş. Çünkü annesinin kendince büyük hayalleri varmış ve bu hayalleri gerçekleştirmek için gece gündüz durmadan çalışması gerekirmiş.

 

"...Genç kız ile prens derhal evlenmişler ve böylece sonsuza dek mutlu yaşamışlar."

 

Genç adam, kendi kafasında kurduğu yeni bir masalın daha mutlu sonunu getirdiğinde, başını eğerek kucağındaki kızına baktı. Uyumamıştı. Üstelik gece lambasının sızdırdığı sarı ışığın yansıdığı yüzünde hoşnut olmayan bir ifade vardı.

 

Küçük kız babasının ona bakması ile, "Baba bu kaçıncı?!" diye sordu. "Yine evlendiler ve yine sonsuza dek mutlu yaşadılar... Masallar neden hep mutlu sonla bitiyor?"

 

Adam hayretle kızına baktı. Sonra hemen gülümsedi. Ona göre kızı hiç de sıradan bir çocuk değildi. Buna şaşırması abesti aslında.

 

"Sen beğenmedin galiba bu durumu? Masalların sonu kötü mü bitsin isterdin?" diye sordu. Bir eli uzun örgüsünü buldu ve parmakları narince kızının saçlarını okşadı.

 

"Hayır tabii ki!" dedi, küçük kız babasının mavi gözlerine bakarken. "Sadece farklılık olabilir. Hep bu şekilde olması ve sonunu biliyor olmam çok sıkıcı. Annemin bana bir hikayeye çevirerek anlattığı ilginç ve bilimsel bilgiler bile daha heyecanlı oluyor çoğu zaman. Mesela geçen gün izlediğimiz belgeselde bir aslanın bir geyiği avlayacağı zaman büründüğü şekilleri izlemek bile daha heyecanlıydı. En azından sonunda ne olacağını bilmiyorsun. Bir değil birden fazla son olma ihtimali var. Aslan avını yakalayabilir ya da geyik o an canını kurtarmak için son gücünü kullanarak kaçıp aslandan kurtulabilirdi, meselaa..."

 

Küçük kız, bir cevap beklemeden babasının göğsüne yasladığı başını çekti ve hızlıca doğrulup oturdu yatakta. "Neden hep bu tür bir sonla biter ki masallar?" diye sordu tekrardan babasına. Gözleri cevap arar gibi meraklıydı. Sesi oldukça ciddi bir tondaydı. "Anlamadım ben. Bunun elbet bir sebebi olmalı."

 

Adam kızının ciddi yüz ifadesine karşılık genişçe sırıttı. Yaşından dolayı aklına takılan en ufak bir şeyin bile altında bir sebep arayan yapısı vardı. Bu yüzden neredeyse her akşam anne ve babasından dinlediği masalların neden hep mutlu sonla bittiğini de elbette sorgulayabilecek kadar ince düşünen bir çocuktu o.

 

Adam bir kez daha kolunu yana doğru açtı ve kızının yanına yatması için başıyla işaret etti. Küçük kız hızla eski yerine kurulduğunda başını babasının göğsüne indirdi. Genç adam kızının saçlarını okşadı. "Çünkü masallar küçük çocuklar için yazılır..." dediğinde kızı hemen lafa atlamıştı.

 

"Baba ben çocuk değilim yalnız," dediğinde birdenbire bastıran uykusu ile elini ağzına kapatarak esnemişti.

 

Genç adam kızının ciddi sesiyle gülmemek için kalın dudaklarını birbirine bastırmıştı. Esnediğine göre iki dakika içinde uyuyacaktı. Küçük kızı, uykusu geldiğinde dayanamaz ve bulduğu ilk yerde kıvrılır yatardı. "Evet sadece yedi yaşındasın," dedi.

 

Küçük kız kafasını yukarıya kaldırarak kaşları çatık bir vaziyette babasına baktı. Adam yüz ifadesini hemen düzelterek ciddi bir profile büründü ve sonra da boğazını temizledi. "Yani demek istediğim... Aslında masallar genel olarak çocuklar için yazılır. Yazarlar, yazdıkları masalları okuyacak olan çocukların o masal için önceden kendi zihninde yarattığı, sonun içinde kötü hiçbir şeyin varolmayacağını bilirler. Çünkü kızım, çocuklar tıpkı senin gibi saf ve temiz kalplidir. Onlar kötülüğün ne olduğunu bilmez, her zaman iyiyi düşünüp iyiyi ararlar. Hem sadece bununla da sınırlı değil," dedi genç adam derin bir nefes alırken. "Sonu güzel biten her masal gelecekte büyüyecek olan o çocukkara her zaman iyiliği ve mutluluğu aşılar. Böylece onlar zamanı gelip de birer yetişkin olduklarında hayatlarında kötülüğe yer vermezler."

 

Genç adam duraksadı bir an. Sesi çok daha derin bir yerden geldi. "En önemlisi de hayatımızın her zaman kötü bitmeyeceğini ve bu dünyada mutluluğunda varolabileceğini bize göstermek isterler. Bunun ise en kolay yolu sonu her daim mutlu biten bir masaldan geçer. Unutma tamam mı?"

 

"Pek bir şey anlamadım ama..." derken küçük kızın sesi bir kedi mırıltısından farksızdı. Gözleri kapanacak gibi oldu. Ufak elini babasının sıcak göğsüne indirdiğinde şefkatli ve güven veren kolların arasına iyice sığınırken annesinin de hemen diğer tarafında olmasını istemişti fakat annesi genelde bu saatlerde kendisinden gizlediklerini sandığı o odaya kapanmış ve orada deli gibi çalışıyordu muhtemelen.

 

"Baba, anlattığın masalların gerçek olmadığını ve bizim için başka bir gezegende, yalnızca birer hayalden ibaret olduğunu artık biliyorum. Gerçek hayat yani bizim yaşadığımız bu gezegende her son, mutlu bitmez değil mi?" Gözlerinde üzgün bir ifade oluşmuştu tekrardan.

 

"Bizim sınıfta Efe diye bir çocuk var. Her zaman çok güler yüzlü ve sınıfımızın en neşeli çocuklarından biriydi fakat bir gün anne ve babasının öldüğünü öğrendik. Ondan sonra elimden gelen her şeyi yapmama rağmen Efe'nin bir daha hiç güldüğünü göremedim. Efe bana masalları hep çok sevdiğini anlatır çünkü kendini o dünyada hayal edermiş. Ben şimdi anladım aslında. Yazarların asıl amacı bence bu: sonu kötü biten insanların masallarda mutlu olmasını isterler. Tıpkı Efe gibi."

 

"Baba?" dedi bir kez daha "Annemin dediği gibi her canlı gibi bizim de elbet bir sonumuz olacak ama mutlu son olacağı da kesin değil mi?"

 

Genç adam beklemediği bu cümlelerle kaskatı kesildi. Derince yutkundu ve kendisinin bile inanmadığı o cümleyi kurdu. "Sen, ben ve annen. Bizim sonumuz sonsuza dek mutlu bitecek kızım."

 

Küçük kız gülümsedi. Aldığı bu cevapla huzurlu bir uykuya daldı. Gezegende var olan zaman kavramı biraz daha ileriye doğru sardı. Sonra bir sis bulutu çöktü güneş gören evin üstüne. Sardı bütün evin etrafını. Karaya büründü her yer. Mutluluğu içine hapsetti, kötülük bulaştırdı etrafına. Kasvet kalplerinden ruhlarına kadar akmaya devam etti fakat en çok yediği on bir bıçak darbesiyle küçük kızı yaraladı. Sonra öyle bir zaman geldi ki, öyle bir gece yaşandı ki; kocaman bahçede bulunan güller dahil, yeşil çimenlerine kadar soldu her bir bitki. Onlar bile daha fazla dayanamadılar bu acıya. Soluyup gidiverdiler o sis bulutunun ardında. Babasının sandığının aksine mutlulukları sonsuza dek değil çok kısa sürmüştü.

 

Küçük kız, bir zamanlar sıkıcı dediği o masallarda tıpkı arkadaşı Efe gibi sonsuza dek yaşayacaktı bundan sonra.

 

"Nisan!"

 

Koridordan kendi ismini seslenen arkadaşının yüksek sesi, kalabalık yetimhane yurdundan gelen kulak tırmalayıcı gürültüyü bastırıyordu.

 

"Nisan?! Aloo! Kime diyorum kızım ben! Telefon sana!"

 

"Nisan," dedi bu sefer en yakın arkadaşı.
Tam karşısında oturuyordu. Mavi gözleri dikkatlice arkadaşının yüzünü inceledi. "Berçem sana söylüyor daldın gittin yine."

 

Koluna sarılan ince, narin parmaklarla gözlerini çekti rutubetten dolayı boyası dökülmüş küf kokan duvardan. Dizlerinin etrafına doladığı kollarını çözdü ve sadece başını sallayarak kalktı kirli ranzadan. Koridora girdiğinde Berçem onun bu hâline göz devirmiş elinde bulunan telefonu fırlatırcasına eline bırakıp hastalıklıymış gibi uzaklaşmıştı ondan. Bakışları buzdan bir kaya kadar soğuktu, gereksiz yere konuşmaz ve en önemlisi de her zaman yüzü asık dolaşır, üzerinde birikmiş olan negatif enerjiyi karşısındaki insana da yansıtırdı. Yurttaki çoğu kız kendisinin bu hâlinden ötürü nefret ederdi ondan. Haklıydılar. Değildiler. Genç kız, Kimin umrunda dedi sonra kendi kendine.

 

Kamburu çıkmış sırtını duvara yasladığında telefonu kulağına götürmüştü. Kim beni arayabilir ki diye düşündü, bir dönem Tecrit'e bile konulan psikopat babasının doktorlarından başka.

 

"Alo," dedi buz gibi bir sesle. Hissiz bakışları ayağında bulunan siyah eski terliğin içinden çıkmış yırtık ve kirli beyaz çorabındaydı. Açık kahve saçları yağdan dolayı ağırlık yapıyordu başında ama o bundan rahatsız falan değildi.

 

Bir hışırtı bir nefes sesi geldi telefondan. Sessizlik oldu bir süre. Bunun üzerine, "Kimsiniz?" diye sordu genç kız. Tekrardan sessizlik olduğunda derin bir soluk bıraktı. Bu kadarına bile tahammül edemiyordu. Sıkılmıştı. Elindeki telefonu yerine takacağı sırada gelen sesle dondu.

 

"Kızım," dedi çok derinden gelen acılı bir ses. "Rosa'm."

 

Uzun zaman olmuştu sesini duymayalı. Hiç değişmemiş diye düşündü içinden. Sesi hâlâ ona masallar anlatıp sonra da yaptığıyla kendisinin o masalların sonsuz mutluluğunda hapsetmesine sebep olduğu gibi yalancı bir şefkatle çıkıyordu. Genç kız hiçbir tepki vermedi. Sesini duyduğu için sadece kısa süreli bir şok yaşamıştı. Hastaneden dün çıktığını biliyordu fakat hemen kendisini arayacağını da düşünmemişti.

 

Sessizlik oldu. Çok uzun bir süre sessizlik. Biraz sonra telefonun ardından gelen hıçkırık sesleri babasının ağladığını gösteriyordu. Genç kız gözlerini ayırmadı yerden. Dolmadı asla gözleri. Bir tepki de vermedi. Bedeniyle birlikte ona karşı duygularının da donduğunu hissediyordu.

 

"Affet," dedi babası. Genç adam sık nefesleri arasından zor nefes alıyordu. "Affetmeyeceğini biliyorum ama sen yine de affet beni olur mu, güzel kızım benim?"

 

Canından bir parça olan kadını kendisinden aldığı için sonsuza dek affetmeyecekti onu.

 

"Beni dinlediğini biliyorum. Hak etmediğimi de biliyorum ama buna şu an çok ihtiyacım var. Lütfen..." dedi yalvarır gibi çıkan boğuk bir sesle. "Lütfen geçmiş hatrına da olsa bana bir kez baba der misin?"

 

Acı dolu bir iç çekti genç adam. "Çok uzun yıllar oldu duymayalı ve bu benim için ölümden bile daha beter. Sen benim küçük kızımsın."

 

Sonsuza dek ona baba demeyecekti bir daha. Zihninde yaşadığı masalda babası yedi yaşından sonra ölüyordu.

 

Sessiz kaldı.

 

Geçip gitmeye devam etti zaman kavramı. Babası için bu saniyeler birer nimetti. Kızı için ise her saniye yalnızca daha çok acı ve birer kusurdan ibaretti.

 

"Peki," dedi genç adam pes edercesine. Saçına vuran rüzgar tenini sıyırarak kesik bir bıçak gibi teğet geçti yüzünü. Kasım ayının soğuk ve çok sert olan rüzgarlı bir günüydü. Genç adam son kez saatine baktı ardından aşağıdaki boşluğa. Sadece bir dakika kaldığını gördü. Bir dakika sonra her şey onun için bitecekti.

 

Her şey yalnızca onun için değil çok uzakta bir yerlerde ülkenin diğer ucunda başka bir şehirde, başka hayatlar yaşayan insanlar için de bitecekti. Kiminin hayat soluğu kesilecekti. Kiminin canından can gidecekti. Kiminin ise gözlerinde sonsuz bir intikam ateşinin fitili ateşlenecekti. Sonsuz bir acının başlangıcı ve aynı zamanda sonu olacaktı.

 

Sadece bir dakikaydı. Kimse zaman kavramını durduramazdı. Gitmişti bile yarısı, geriye doğru hızla bitiş noktasına ilerliyordu o rakamlar.

 

"Senin için yaptırdığım gül desenli kolyenin sen de olduğunu biliyorum. Kendim gitmeye yüzüm olmadığı için annenin mezar taşına ben astırdım onu, biri tarafından... Tahmin etmişsindir gerçi... Hep sakla onu... Senden tek istediğim bu. Benim için değil yalnızca annen için."

 

Konuşmadı genç kız. Sesini duyması babası için büyük bir nimetti. Bunu biliyordu ve bunu ona vermeyecek kadar gaddar birine dönüşmüştü.

 

Genç adam kızının konuşmayacağını anladığında son kez saatine baktı. Derince yutkundu. Vakit gelmişti. Genç adam karanlık gökyüzüne baktı sonra tekrardan önündeki boşluğa. "Bir gün zamanı geldiğinde beni affetmesen dahi anlayacağını biliyorum ve bunun senden başkasının yapmayacağını da çok iyi biliyorum çünkü sen annen gibi değil benim gibisin. Hatta benden bile öte çok daha cesursun. Ben aslında hayatı boyunca güçlü gibi görünen korkak bir adamdan başkası değildim ve hep de öyle kalacağım..."

 

Derin bir nefes daha aldı adam. Gözyaşlarına vuran sert rüzgar teninde büyük bir buz kütlesine dönüşmüştü. "Senin ise cesaretin, korkularının önüne geçecek kadar büyük bir güce sahip. Çocukken de böyleydin..." Adam aklına gelen kadınla acı bir şekilde tebessüm etti. Tıpkı ona benziyordu küçük kızı. "Seni seviyorum kızım ve hep seveceğim. Sonsuza dek..."

 

Son sözleri bu oldu. Telefon kapandı. Arkadan gelen ayak sesleri ile genç adam korkuyla ardına baktığında titreyen elleri arasından kayan telefon beton zemine çarpıp sekerek boşluğa düştü. Bir dakikalık zaman dilimi bitti ve saatin yanıp sönen kırmızı rakamları büyük bir hızla sıfıra indi. Bir yerlerde var olan ve daha az şansı olan canlıların nefesi aynı anda kesildi. Büyük bir acı düştü binlerce yüreğe. Genç adam yüreklere serptiği bu acılara daha fazla dayanamadı ve kesti oracıkta kendi nefesini.

 

Ertesi sabah bütün haber kanallarında yaşanan olaylardan ötürü genç fizik profesörünün bir binanın onuncu katından atlayarak intihar etmesini kızı dışında hiç kimse umursamayacak, herhângi bir gazetenin herhângi bir köşesinde sıradan bir üçüncü sayfa haberi olarak kalacaktı yalnızca.

 

KİTAP TÜRÜ|Aşk, Gizem, Yeraltı.

 

Loading...
0%