@esstellsy
|
İris Katre
Duyduğum sesler, hissettiğim bütün gerçekler bir anda vücudumdan akıp gitmiş gibiydi. Göğsüm sancıyla tutuşuyor, zihnim o yangını körüklemek için her bir anıyı bana sunuyordu. Azur ve Ferzin'den önce Koral'ın bakışları ürkütmüştü beni. Pişmanlık duygusu tüm edenimi ele geçirirken olacaklar konusunda gerçekten korkuyordum. Koral çatık kaşlarıyla odadan çıktığında başta Alaca olmak üzere hepimiz onu takip ettik. Attığım her adımda kalbimin ritmi değişiyor ruhumu bir uçuruma itiyordu.
Dışarı çıktığımızda artık kıyametin tam ortasındaydık. Kafamı kaldırıp karşıya bakacak cesareti kendimde bulamıyordum ama hissedebiliyordum. Şeytanın yavrusu koynumuzdaydı, şeytanın nefreti artık tam karşımızdaydı. Derin bir nefes alarak kafamı kaldırdığımda bir anlığına dünyamın yıkılacağını hissettim. Ruhum vücudumu terk etmek için çırpınırken acılar göğsümün içinde zelzele yaratıyordu. Kömür gözler bu defa bana nefretle bakarken kendimi yerin dibine sokmak istedim. Titreyen ellerimi arkama saklayarak bir iki adım geriledim. Kafamı çevirdiğimde Azur kafasını iki yana salladı, endişeli bakışlarını uzun zaman sonra ilk defa görüyordum.
"Bozuk saat ilk defa doğru saati gösterdi." Siyah'ın dikenli bakışları benim üzerindeyken canımı yakmak için kurduğu cümleyi Alaca dışında herkes anlamış gibi duruyordu. Ufak bir yutkunuşun ardından sanki konuşabilecekmiş gibi dilimle dudağımı ıslatarak Koral'a döndüm. İlk defa kendimi bu kadar aciz hissediyordum ve Koral'ın beni sevmediğini bilmeme rağmen beni bir kez savunmasını istedim. Yumruk yaptığım ellerimdeki tırnaklarım derime küçük bir bıçak gibi saplanırken bakışlarımı tekrar Karavaris'lere çevirdim. Bu sefer bakışlarımdan saf bir öfke akıyordu. En çokta Zehir Karavaris'e.
Alaca'nın hissettiği korkuyu vücudumun her bir zerresinde hissedebiliyordum. Enerjisi o kadar farklıydı ki, bir vampirin kan kokusu aldığı gibi Alaca'nın korkusunun kokusunu alabiliyordum. Koral kızın kolundan tutup bir iki adım ileriye atarak tam karşısında durduğunda Ferzin de Koral'ın yanında yerini aldı.
"İntikam mı istiyorsun?" diye sordu Zehir. Sorduğu sorunun cevabını bildiğinden emindim. Sessiz bakışlarım yüzünü takip ederken kaşının biraz üzerinde başlayıp gözünün içinden geçerek devam eden yara izine kaydı bakışlarım. "İstediğin olsun Katre, sen yoluma çıktın ben o yolu seninle birlikte yakacağım."
Gür ve ürkütücü bir kahkaha attı Koral "Elinden geleni ardına koyarsan seni de soyunu da yaşatmam Karavaris." Söylenen sözlerin havada uçuşan boş bir tehtid olmadığını biliyordum ve bunu bilmek daha da endişe veriyordu.
Zehir'in karşısında dururken, içimdeki karanlık bir volkan gibi patlamak üzereydi. Gözlerim onunla kesiştiğinde derin bir nefes almanın bile imkansız olduğunu hissettim. Etraftaki gerilim, havayı yoğuruyor; herkesin nefesi bir fırtına öncesi sessizliğini andırıyordu.
Siyah'ın alaycı gülümsemesi Ferzin'in gözlerindeki öfkeyi körüklüyordu, görebiliyordum. Ferzin Siyah'ın kışkırtıcı bakışlarından kurtulup bana döndü. Kendi kız kardeşimin bile gözlerindeki nefreti iliklerime kadar hissederken, kalbim çarpan bir davul gibi yankılanıyordu.
Ferzin'in gözlerine bakacak gücü kendimde bulamadığımdan bakışlarımı Alaca'ya çevirdim. Onun varlığı belki de korkularımı daha da artırıyordu. Onun gözlerinde beliren endişe, benim için bir ayna gibiydi; ne kadar korktuğumu gösteriyordu.
Gece, Siyah'ın gölgesinden çıkarak abisi gibi kendinden emin bir adımla karşımızda durdu. "Soyumuzu ağzına alacak son kişisin Koral. Önce kardeşlerinin tasmasını daha sıkı bağla, belki sadık kalmayı öğrenirler." bu lafın da bana olduğunu biliyordum. Konuşmayacağımı, konuşamayacağımı bildikleri için bu kadar rahat üzerime gelebiliyorlardı.
"Önce kendi karakterini oluştur bence Gece." Azur'un umursamaz tavrı sinirlendirecek derecedeydi. "İnsanların kopyası olmayı bırak."
Gece güldü, tüm kardeşleri ciddiyetle onu izliyordu. "Büyük hayranım olduğun günleri çabuk unutmuş gibisin Azur." Yıllar önce, Azur'un Gece'yi sevdiğini bilmeyen kimse yoktu.
"Ben tarafından ilgi görmek çok hoşuna gitmiş anlaşılan."
"Ne demezsin Azur, bir ucube tarafından ilgi görmek çok farklı."
"Kesin artık." Koral'ın sesi bir yıldırım misali düşerken öfkeli yüzler yeniden açığa çıkmıştı. "Kardeşlerini de al git Zehir."
Koral'ın sözlerine karşılık olarak Zehir, kafasıyla Alaca'yı işaret etti. "Kızı buraya gönder." Alaca büyük bir istekle baksa da Koral kaşlarını alayla havaya kaldırarak kafasını iki yana salladı.
Koral'ın bakışları sertti, sesi kararlılıkla yankılanıyordu. "Alaca burada kalacak."
Zehir’in gözleri parladı;"Karavaris kanı taşıyan birini yanında tutamazsın! "
Koral adımlarını sağlam bir şekilde attı, Alaca'nın yanına yaklaştı. "Seni bırakmayacağım." Koral'ın bu kararlılığı bizi şaşırtsa da endişelenmemiz gereken bir durumdu. Alaca'nın burada bizimle kalmasının imkanı yoktu.
Alaca'nın bakışları ikisi arasında gidip geliyordu ve anlayabiliyordum ki burada kalmak istemiyordu.
Zehir, Alaca'nın yüzündeki belirsizliği gördü. "Buraya gel Alaca."
Koral ise Alaca'nın kolunu sıkı bir şekilde kavradı. Her şeyi daha da zora sokmak gibi bir niyeti varmış gibiydi.
Gök gürledi, büyük bir fırtınanın habercisi kara bulutlar gökyüzüne tırmandı. Siyah gülümserken Ferzin'in kaşları çatıldı.
Gök büyük bir şiddetle gürlerken Siyah kara gözleriyle Koral'ın gözlerine baktı. "Alaca'yı buraya gönder."
Şiddetli esen rüzgar her tarafı birbirine katmaya başladığında Koral istemese de Alaca'nın kolunu bıraktı.
"Hissediyorum Karavaris, bu son görüşmemiz olmayacak."
- Karanlık, her yeri esir almış acı acı ağlıyordu. Yağmur damlaları birer çivi gibi yere damlıyor, rüzgar yeryüzündeki en ufak şeyi bile yok etmek istermiş gibi sert esiyordu. Uğultusu kulaklarımı esir almaktan vazgeçmiyordu.
Koral ve diğerlerinin yanından ayrıldıktan sonra oldukça uzun sayılan bir yol gitmiştik. Ardından en az Katre'lerin evi gibi gösterişli bir yere gelmiştik. Bu süre boyunca kimse benimle konuşmamıştı, sanki içlerinde konuşup yemin etmişlerdi. Kafamda o kadar çok soru işareti dolanıyordu ki, gördüklerime bile inanmakta güçlük çekiyordum. Ucu bucağı olmayan bir rüyada gibiydim sanki. Ne uyanabiliyordum ne bu rüyaya ayak uydurabiliyordum.
İçine bir sülale sığabilecek kadar büyük olan salonda gezdirdim gözlerimi. Kırmızı ve siyah ağırlıklı düzenlenmiş salon kasvetli duruyor, boğacakmış gibi hissettiriyordu. Her yerde kırmızı tema ve üzerinde siyah işlemelerin olduğu eşyalar bulunuyordu. Mavi gözlerim duvarda asılı olan resime takıldı. Kalbim hızla atmaya başlarken dolan gözlerime engel olamamıştım. Önce nefesim boğazıma bir yumru gibi oturdu ardından gözyaşları bir benzin gibi tenimi yakarak yanaklarımdan süzülmeye başladı.
Resmin ortasındaki annem gülümseyerek bakıyordu. Ağzını kocaman açmış otuz iki diş sırıtarak gülüyordu. Zehir annemin omzuna kolunu atmış, Siyah kıskanç bir çocuk gibi kollarını annemin beline dolamıştı. Gece Siyah'ın yanında duruyor, eve geldiğimde tanıştığım diğer kardeşlerim Reyna ve Eyel ise yere çökmüş gülümsüyorlardı. Nefesimin kesildiğini hissettim, annemi başkalarıyla böyle görmek içimi burkmuştu. Ona çok düşkündüm ve kıskanmıştım sanırım, sevgisini paylaşmak hoşuma gitmemişti.
"Bu kız böyle her şeye ağlayacak mı?" konuşan Gece'ydi. Koltuğa oturarak bacağını bacağının üstüne atarak kollarını göğsünde birleştirdi. Zehir kısa bir süreliğine ona dönse de derin bir nefes alıp tekrar önüne döndü. Bir şeyler düşündüğü çok belliydi.
Reyna etrafımda dönerek gözlerini üzerimde gezdiriyordu. Garip bakışları daha da gerilip korkmama sebep olsa da ben de gözlerimle onu takip ediyordum. Siyah zincirli botlarının çıkardığı ses tüm salona hakimken başka hiçbir şey duyulmuyordu. Herkes ölüm sessizliğindeydi. En çok Siyah Karavaris'in bir şeyler demesini bekliyordum, aşağılayıcı olsa bile. Ama o da konuşmuyordu.
"Anneme çok benziyormuş." dedi Reyna olduğu yerde durarak. Sarı saçımın bir tutamını parmağına doladı. "Saçları aynı."
Eyel'in düşman bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Reyna bana yakınlaştıkça öfkeli bakışları daha derin bir öfke kazanıyordu.
"Uzaklaş." dedi sadece gözlerini benim üzerimden ayırmadan. Anlayamamıştım bana karşı olan bu öfkesini. Reyna saçımı bırakarak koltuğun kenarında oturan Eyel'in yanına oturdu. Gördüğüm kadarıyla ikisi yapışık ikizler gibiydi.
"Nasıl geldin buraya?" diye sordu Siyah sessizliği bozarak. "Bir ayna vardı." diyerek yanıtladım. "Annemin arkadaşı bir odaya çekti beni. Çok garip sesler duydum sonra kendimi Koral'ın odasında buldum."
"Arkadaşı nereden biliyormuş?" diye sordu bu sefer.
"Bir mektup vardı," dedim. "Sizden bahsediyordu tılsımdan bahsediyordu."
"Tılsım nerede?" diye sordu Zehir. Yüz hatları oldukça gergin gözüküyordu. "Koral aldı, vermek istemedim ama aldı."
Zehir'in sinirli bir iç çekişin ardından küfür mırıldandığını duydum. Koral'ı hiç sevmediği çok belliydi. Ama nedenini merak ediyordum. Burada neler olup bittiği kafamı çok karıştırıyordu hiçbir şey anlayamıyordum.
"Bu kız." dedi Siyah, Zehir'e dönerek. "O kadının kızı bile olsa hiçbir zaman bir Karavaris olmayacak." Öyle bir nefretle söylemişti ki bunu. Tüm iliklerimde hissetmiştim bana olan hislerini. Ben hiçbir zaman onlardan olmak istememiştim zaten, sadece eski hayatımı istiyordum. Buradan gitmek istiyordum. Ama yine de bu tutumu beni üzmeye yetmişti. Hiçbir şey yapmamış olmama rağmen bu nefreti bana kendimi sorgulatıyordu.
Zehir ona döndüğünde aralarında gergin bir bakışma gerçekleşmişti. Her an tartışacaklarmış gibi birbirlerine bakıyorlardı.
"Sırası değil Siyah." Zehir'in bıkkın çıkan sesi Siyah'ı daha da sinirlendirmişe benziyordu. "Ne demek sırası değil?" Yürüyerek tam karşısında durdu. "Bu kız yüzünden annemiz bizi terk etti! Bu ve babası yüzünden. Şimdi sırf annemiz bir diye onu aramıza mı alacağız?" Küçümser bakışlarının hedefi olduktan sonra tekrar Zehir'e döndü. "Kusuruma bakma Zehir, bu kız için bunu asla yapmayacağım. Hiçbir şey yapmayacağım, umrumda bile değil anlıyor musun? Biz yıllardır annesiz yaşıyoruz sırf öldü diye ağlıyor zırlıyor diye yanında olmayacağım. Bizi annesiz bırakan kendisiyken gram yüzüne bakmayacağım."
Durumun böyle olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Küçüktüm, hiçbir şey bilmiyordum. Hem benim suçum neydi ki, ben mi demiştim beni doğursun diye? Siyah'ın sözleri bir ölümden bile ağır gelirken bir şey söylemek zorundaymış gibi hissettim kendimi. Buraya ait olmadığımı biliyordum ve burda olmak istemediğimi de onların bilmesi gerekiyordu.
"Ben, buraya kendi isteğimle gelm-" Cümlemi bitirmeme engel olan Zehir'in gür sesi oldu.
"Sus Alaca!"
Ağzıma tıkılan kelimeler boğazımdaki yumruyu büyütürken yutkundum. Annemin bunları bilerek beni buraya göndermesi içimi sıkmıştı. Küçük düşürülüyordum, burada yaşayan herkes tarafından ve bu ölmem gerekiyormuş gibi hissettiriyordu. Elimde olmadan böyle hissediyordum. Değersiz bir paçavra gibiydim.
"Sırf annen mutlu oldu, isteyerek bir adamla oldu diye yediremiyorsun kendine Siyah." Zehir'in adı gibi zehir dolu sözlerinin hedefi Siyah'tı. "Tecavüz sonucu doğduk biz biliyor musun? Buna rağmen annen mutluluğu buldu diye kıskanıyorsun."
Sözleriyle ağzım şaşkınlıkla aralanırken diğerleri de şaşkın gibi gözüküyordu. Siyah afallamış gibi olsa da yüz ifadesini çabucak toparlamıştı.
"Ne saçmalıyorsun sen?" diye sordu Gece, Siyah'a fırsat vermeden. "Şu kızı savunma."
"Şu kızı falan savunduğum yok benim. Bilin sizde artık gerçekleri."
Annem'e böyle bir şey yapılması içime bir sızı düşmesine neden olmuştu. Midemdeki iğrenç his tüm vücuduma yayılmış, zihnimi bulandırmıştı. "Siyah ve ben." dedi ikisini işaret ederek. Ardından diğerlerini gösterdi. "Ve Gece ve Reyna, Eyel. Hepimiz tecavüz sonucu doğduk. Sadece bu küçük gördüğünüz kız gerçek bir ilişkinin sonucu anlıyor musunuz? Her şeye katlanmak zorunda olan Anneniz o piç babanızı terk etti diye düşmanlık besleyemezsiniz."
Siyah'ın çukuru andıran kapkara gözleri, ruhumu delip geçmek istercesine bana odaklı duruyordu. İstemsizce yutkundum, her zerresi benim için bir tehlike, bir korku salıyordu.
Gece hiçbir şey söylemeden seri adımlarla salonu terk ettiğinde Reyna'da peşinden gitmişti. Siyah, kurşun gibi delici olan bakışlarını Zehir'e çevirdi, "Eğer Gece bu söylediklerin yüzünden kendine bir şey yaparsa." Dudaklarını ıslatarak Zehir'in üzerine yürüdü. "Olacaklardan ben sorumlu olmayacağım."
Dışarıdaki karanlık büyük salonu da hapsine alırken Siyah, son kez bana bakarak Gece'nin yaptığı gibi seri adımlarla salondan çıktı. Ölüm sessizliği içinde gözlerim Eyel ve Zehir'in arasında mekik dokurken; Eyel, iğrelti dolu bakışlarını atarak Siyah'ı takip etti. Şimdi kocaman salonda sadece Zehir, ben ve zihnimi kurcalayan zifiri acılar vardı.
İçimdeki kasvet tüm dünyayı etkisine almış gibiydi. Gürültüyle çarpan şimşekler ve yağmurun tok sesi bastırdığım gözyaşlarımın aynasıydı. Zehir sabırla derin bir nefes aldıktan sonra, "Siyah'ı suçlama." dedi kardeşini savunmak ister gibi. Ama sesinde herhangi bir kibir kırıntısı yoktu. "Annemize çok düşkündü o. Birden bire ortaya çıkman ve annemizin ölümü onu çok hazırlıksız yakaladı." Sonlara doğru yutkunmadan edememişti. Zehir duygularını gizliyor gibiydi ama çektiği acıyı hissedebiliyor gibiydim.
"Yıllardır görmüyor olsakta bir yerlerde yaşıyor olması bize teselliydi Alaca. Şimdi avutmak için eline verdikleri oyuncağı alınan çocuklat gibi hissediyoruz. Üzgünüm onlar adına."
Söylediği sözler bir yumru olup boğazıma takıldığında yutkunamadığımı hissettim. Dediklerini, hissettiklerini anlayabiliyordum. Ama benim de elimden bir şey gelmiyordu işte.
"Gel, odana götüreyim seni." Bir şey söylememe fırsat vermeden yürümeye başladığında peşinden ilerledim. Koridorlar da salondaki gibi kırmızı ve siyah tonlara hakimdi. Kocaman evi içi öyle kasvetliydi ki, buraya giren kimsenin umutlu olamayacağını hissettiriyordu. Diğer kapılar gibi süslü olan bir kapının önünde durduğumuzda, Zehir kapıyı açarak geçmem için geri çekildi. İçerinin aksine bu oda biraz daha ferah ve kırmızı renginin az olduğu bir odaydı. İç çekerek içeri girdiğimde Zehir, "Bir şeye ihtiyacın olursa beni bulursun. Uyu dinlen biraz." diyerek kapıyı kapattı. Duyduğum ayak seslerinden gittiğini anlamıştım. - Kaç saat geçmişti bilmiyorum ama yatağın üzerine oturmuş, kollarımı camın kenarına yaslamıştım. Dışarıdaki yağmur bir türlü dinmemiş, hava eski haline dönmemişti. Rüzgar o kadar şiddetli esiyordu ki dışarıdaki ağaçlar bir sağa bir sola savruluyordu. Göz kapaklarım yorgunlukla kapanmak isteseler de uyumamak için direniyordum. Gözlerimi kapattığımda canlanan sahneler beni ürkütüyordu. Sıkıntılı bir nefes alarak etrafta gezdirdim gözlerimi. Ağaçlar artık savrulmaktan yorulmuş, yağmur yağmaktan usanmamıştı. Yağış olabildiğine şiddetlenirken yerde beliren kocaman kırmızı şeyler gözlerimin kocaman açılmasına neden oldu. Kıpkırmızı pentagram şeklini anımsatan izler sarmıştı her tarafı. Rüzgarın uğultusu kulakları tırmalayacak bir hâl alırken yağmur damlaları da yerdeki halkakarın rengine bürünmüştü. İnsan damarından akan kan gibi gökyüzünden süzülüyordu. Elimi şaşkınlıkla açılan ağzımın üzerine götürerek oturduğum yerden kalktım. Pencere açılacakmış gibi zangır zangır titremeye başladığında birkaç adım geriledim. Korku her zerremde dolanıyordu. Pencere çatırdayarak açıldığında kapıyı açtım ve hızlı adımlarla odadan çıktım. "Zehir!" Nereye gittiğimi bilmeden koridor boyunca koşuyordum. "Zehir!" Sesimin çıkabildiği kadar yüksek bir şekilde bağırmıştım. Korkudan vücudum titriyor, kulaklarıma yeni uğultular ekleniyordu. İğrenç kahkahalar, fısıldanan garip kelimeler, acı verici çığlık sesleri. Ellerimi kulaklarıma kapatarak olduğum yere çöktüm. Duyduğum şeyler beni deli edecek gibiydi. "Alaca?" duyduğum endişeli ses Zehir'e aitti. "Niye bağırıyorsun?" Ellerimi kulaklarımdan çekerek çöktüğüm yerden kalktım. Siyah canlı gözleri üzerimde dolanıyor ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gözlerimi kırpıştırarak derin nefesler doldurdum ciğerime ne diyeceğimi ne yapacağımı bilmiyor gibiydim. Vücudum kilitlenmişti. Hareketlerim kısıtlanmış kelimelerim düğümlenmişti. "İntikam." Kaşlarım Zehir'in kaşlarıyla birlikte çatılırken ne olduğunu anlayamamıştım. Neden dudaklarımdan bu kelime dökülmüştü? "İntikam." diye mırıldandım tekrar. Sanki ağzımdan başka bir kelime çıkarmak ister gibiydim ama olmuyordu. "Ne saçmalıyorsun sen?" diye sordu sert bir sesle. "Gece gece huzursuzluk çıkarmaya çalışma Alaca." Dışarıda olanları görmemiş miydi? Anlayamıyordum. Boğazımda hissettiğim yumru tekrar kendini belli ettiğinde derin bir nefes aldım. Ama o hâlâ ordaydı, gitmiyordu. Bu şekilde hiçbir şey anlatamayacağımı bildiğimden kolunu tutarak çekiştirdim. "Alaca çocukluk yapmayı kes!" Beni engelleyebilecek güce sahip olduğunu biliyordum fakat bunu yapmıyor sadece durmam için uyarılarda bulunuyordu. Kapattığım odanın kapısını açarak Zehir'in de görmesi için önünden çekildim. Yoğun kan kokusu midemi bulandırırken yüzümü buruşturdum. Pencere tamamen kırılmış odayı gerçek bir kan kırmızısına boyamıştı. "Siktir." dedi Zehir gerginlikle. Böyle bir şey olduğunu beklemiyor gibi. Yavaş adımlarla odaya girerek parmaklarını kırmızı sıvıya değdirdi. Midemdeki bulantı yukarı doğru tırmanırken elimi ağzıma götürdüm. Zehir anlamını bilmediğim birkaç kelime mırıldandıktan sonra bana döndü. "Gidiyoruz." Odadan çıkarak kapıyı sertçe kapattı ve önden yürümeye başladı. Ne olduğuna anlam veremesem de bir cevap almak için sessizce onu takip ettim. Eyel, Reyna ve Gece'nin olduğu odaya girdik önce. Hepsinin odağı biz olmuştuk ve yine kendimi olduğumdan daha rahatsız hissetmiştim. "Ne var Zehir?" diye sordu Gece. "Yine mi boş yapmaya geldin?" Diğerleri olaya karışmak istemez gibi sessiz kalmayı tercih etmişti. "Sizinle tartışmaya gelmedim." diye cevap verdi Zehir. Tüm yüz hatları gerilmiş ifadesi ciddileşmişti. "Ters giden şeyler var konseye gitmemiz gerekiyor." Neler olduğunu biliyor ama kimseyi korkutmamak için konuşmuyor gibiydi. "Ne gibi şeyler?" diye sordu Eyel. Endişeli bir hali vardı. "Çıktığımızda anlayacaksın Eyel." diye cevapladı Zehir. Bu endişeli hali diğerlerini de etkilerken zorluk çıkarmadan ayaklandılar ve odadan çıktık. Önde Zehir, yanında ben arkamızda da diğerleri vardı. Vücudum tedirginlikle titriyor olabildiğine terliyor gibi hissediyordum. Sanki cehennem ateşinde yanıyormuşum gibi sıcaktı. "Siyah nerede?" diye sordu Zehir. "Dışarı çıkmıştı o. Gelmedi eve." diye yanıtladı Gece stabil bir sesle. Zehir hiçbir şey demeden sessizliğe büründüğünde diğerlerinden de hiç ses çıkmamıştı. Ama benim duyduğum sesler hiç susmuyordu. Sokak kapısını açıp dışarı çıktığımızda yerdeki kırmızı halkalar kendini daha net belli etmişti. "Mühür." diye mırıldandı Eyel. "Çıkamayız Zehir." Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken "Mühür mü?" diye sordum. "Ne anlama geliyor bunlar?" "Uyarı." dedi Gece tok bir sesle. Eyel'in cümlesini devralmıştı. "Konsey tarafından ortaya çıkarılır, tehlikeli zamanlarda kimse dışarıda olmasın diye." "Ama bu daha farklı, ölüm gibi." Reyna'nın fısıltı halinde çıkan sesi içimdeki korkuyu daha da körüklemişti. "Yıllar sonra ilk defa." dedi Zehir. Ne yapması gerektiğini düşünerek etrafına bakıyordu. Gökyüzünden akan kırmızı damlalar hepimizin üzerine akıyor. Vücutlarımızı kırmızıya boyuyordu. Karşımda gördüğüm beden istemsizce çığlık atmama neden olurken diğerleri de bakışlarını o tarafa çevirdi. Gördüğüm silüet yakınlaştığında o kişinin Siyah olduğunu anlamam uzun sürmedi. Asıl garip olan şey ise kırmızı mühürün tam ortasında duruyor olmasıydı. "Bu hâl ne?" diye sordu Zehir dayanamayarak. Sesini yükseltmişti. Şaşkınlıkla Siyah'ın üzerinde dolandı gözlerim. Simsiyah gözleri gitmiş yerini kızıl hareler almıştı. Yüz ifadesi olabildiğince garipken gökyüzünden akan kanlar tüm vücudunu yıkıyordu. "Gökyüzü kan ağlıyor." dedi mekanik bir sesle. Bir duygu olduğunu hissetmek çok zordu. "Felaket." dedi gözlerini kapatarak. "O gün geldi." Zehir Siyah'a yaklaştığında Siyah gözlerini açarak Zehir'e baktı. İşte bu sefer gözlerinde pişmanlıktan başka bir şey yoktu. "Ölüler ağlıyor Zehir, benim yüzümden."
Bölüm sonu.
|
0% |