Yeni Üyelik
1.
Bölüm
@evelina

Nasıl birisin

Beni böyle üzebilirsin

Sanki her şeyi denedin

Kalabilirsin, pekala gidebilirsin

Daha değersiz hissettiremezdin

 

Şarkı: Koca Bir Saçmalık

 

π

 

Bir insan asıl ne zaman ölür bilir misin?

 

Sevdiği ya da onu hayata bağlayan her şeyini kaybettiğinde.

 

Tüm umutları, hayalleri hiç olduğunda ölür.

 

Geriye bir et yığını ve boşa geçecek bir ömürden başka ne kalır?

 

Hiç bir şey kalmaz.

 

Ve hayat bana hiçlik verdi,ben de hiçliğe sarıldım.

 

Lakin uzaktan uzağa izlediğim ve bilmem belki de hayatımda bir anlam olması için beynimin ve iş birlikçi kalbimin oyunu olan adına genelde sevgi biraz ilerisi olarakta aşk denilen illete tutulmuş, bu sarıldığım hiçliği bırakmam için bir işaretti.

 

Kalbimin bu kadar hızlı atması ve kulaklarımın yanması normal değildi yoksa. Aşık değilsem sanırım kalp krizi geçiriyordum. Karşımda dört senedir aynı sınıfı paylaştığım lakin yaklaşık beş aydır bu denli dikkatimi çeken Emire bakakaldığımda, elinde tuttuğu çikolatayı bana uzatmaya devam edişi kendime gelmeme yetmişti. Elinden çikolatayı alırken birbirine değen parmaklarımız ile hızla geriye çekildim. Şu anda tam bir paranoyak gibi davranıyordum. Sadece bilmediğim duyguların bedenime yaptığı ters etkiden kaynaklıydı.

 

"Teşekkürler, gerek yoktu aslında."

 

Gülümsedi. Hali hazırda zaten çekik olan gözlerinin güldüğünde biraz daha kaybolmasıyla içime ılık ılık bir şeylerin aktığını hissettim. Bu hiç iyi değildi gerçekten.

 

"Öyle şey olur mu? Sen olmasan kedimi kaybedebilirdim."

 

İki gün önce köpeklerin saldırısından kurtardığım küçük kedinin sahibi Emir olması eskisi kadar şaşırtmasa da hayatın, bir şekilde bizi bir araya getirmek için tüm kozunu oynaması şaşırtıyordu. Bu dudaklarımda küçük bir tebessüme neden oldu. Hiç istifimi bozmadan etrafta gezdirdiğim yeşil gözlerimi bana tezat olan mavi gözlerine çıkarttım.

 

"İyileştiği zaman ziyaretine gelmek isterim."

 

"Tabii ki sonuçta kahramanı ile tanışmalı."

 

Sadece kafamı salladığım da bir süre sessizce birbirimize baktık lakin içimde beliren rahatsız edici hisle elimdeki çikolatayı biraz sıktığımın bile farkına varamadım. Sanırım mutluluk sürem dolmuş ve hiçliğim beni geri çağırıyordu. Zaten bu sırada sınıfa öğretmenin girmesiyle ikimiz de sıralarımıza giderken,oturduğum da kafamı direkt sıraya koyup uyumaya başladım. Hayat, yeterince yoruyorken üstüne yetmezmiş gibi sabahın nurunda okula geliyor akşamın seherinde de eve gitmeye çalışıyor olmak, yorucuydu.

 

π

 

"Çiçek hadi kalk." Uykum ayılmış olmasına rağmen kalkmak istemedim. Üzerimde ölü toprağı vardı.

 

"Çiçek kime diyorum. Okul bitti."

 

İşte bu iki kelime kalkmama yetti de arttı bile. Kafamı kaldırdığım da hemen tepemde dikili duran Ayşegül'e kısa bir bakış atarak sıradan kalktım. Sınıfta bir kaç kişi varken benim gözüm tek bir kişiyi aradı...Emir'i.

 

Aradığımı göremediğim için yenilgi ile omuzlarım çöktü sanki. Hep ruhen olan bu çöküntünün bu sefer de fiziken olması şaşılmayacak bir durumdu benim nezdimde.

 

Ben önde Ayşegül hemen arkamdan gelirken sınıfın kapısını açarak dışarıya adımımı atacaktım ki önümde Emir'i gördüğümde durdum. Afallamıştım. Benim aksime sanki bu anı bekliyor gibi durması gereksiz kalbimi hızlandırdı. Biraz bana doğru eğildiğinde ellerimin titremesine engel olamadım. Hâlbuki yalnızlığım ile çok mutluydum ben, niye şimdi bu durumda kalmıştım ki.

 

"Görüşürüz."

 

Doğrulduğunda, yüzümde hissettiğim ılık nefesi etkisinde kaldığımı hissederek dumura uğradım. Karnımda kelebekler uçuyordu.

 

"Görüşürüz..."

 

Sesimi bulduğumda verdiğim cevaptan sonra hızla oradan uzaklaştım. Ardımdan Ayşegül'ün geldiğini bilerekten merdivenleri yavaş inmeye başladım. Nihayet okuldan çıktığımızda Ayşegül koluma girdi.

 

"O neydi öyle."

 

"Ne?"

 

"Emir ile diyorum. Durumunuz diyorum. Kime diyorum??"

 

İçimdeki heyecanın dışa yansımış hâli olan Ayşegül. Hızlı hızlı konuştuğunda ben onun adına yorulmuştum gerçekten.

 

"Bir şey olduğu yok."

 

"Nasıl yok ya resmen sadece sana Bir de asıl önemli olan yüzüne doğru eğilip 'Görüşürüz' dedi, gitti."

 

Başka birinden olayı duymak yüzümde aptal bir gülümsemeye neden olurken elimden geldiğince yüzümü toparlamaya çalışıyordum. Zira kimseye henüz neyin ne olduğunu söyleyecek cesareti pek de göremiyordum kendimde. Lakin Ayşegül gülüşümü yakalamış olmalı ki.

 

"OHA OHA OHA"

 

Nidası ile kafamı başka tarafa çevirdim.

 

"Sen Emir'i mi seviyorsun?"

 

Yakalanmış olmanın verdiği etkiyle itiraz edercesine Ayşegül'e baktım. Kendi dünyamda kendi hiçliğimde kendi sarmaşıklarımda kalmalıydım ben. Kozamdan çıkmamalı başkalarının beni bu kadar kolay okumasına engel olmalıydım. Lakin bu sevgi veya aşk adına ne deniyorsa artık. Tüm dengemi alt üst etmekten başka hiç bir şey yapmıyordu.

 

"Hayır!"

 

"Yalan söyleme, nasıl güldüğünü gördüm."

 

"Yanlış görmüşsün."

 

"Of Çiçek itiraf et işte. Seviyorsun."

 

Rahatsızca yerimde kımıldandım. Bu benim küçük sırrım olarak kalmalıydı, daima.

 

"Konuyu kapatalım mı? Gerçekten öyle bir şey yok."

 

Sesim bu sefer endişeden uzak, asıl benliğim gibi çıkmıştı; Ruhsuz. Tekrar sarılmıştım işte hiçliğime.

Ayşegül ise o kadar farkında değildi ki duygularımın, kendi kendine konuşmaya devam ediyordu.

 

" Yakışıyorsunuz. O senden sen de ondan hoşlanıyorsun bence. Hem bugün sana çikolata da aldı değil mi? Bir insan neden durduk yere birine çikolata alsın ki değil mi?"

 

Devamını artık dinlemek istemediğime karar verdim. Elini kolumdan kurtararak bir iki adım kenara kaydım, anlamaz gözler ile bakarken dudaklarımı ıslatarak 'yeter!' diye bağırmak yerine.

 

"Şu taraftan gideceğim."

 

Diyerekten bir şey demesine fırsat vermeden ayrıldım yanından, hiç bilmediğim o sokaklara daldım. Beş aydır içimde büyüttüğüm sevgimin artık gözle görülür bir şekilde meydanda olması, korkutuyordu beni.

 

"Hoşlanmaz ki o benden."

 

"Evet evet sevmez o beni."

 

Burnumdan soluk verip devam ettim kendi kendime konuşmaya, başım eğik, ellerim cebimde içim ise anlamsız bir şekilde huzursuzdu.

 

"Yanlış görmüştür o. İnsan bir çikolata aldı diye birini sever mi hiç?"

 

"Hem kedisi için almıştı."

 

Kendi kendime konuşurken hızla birinin bana çarpması ile neye uğradığımı şaşırırken düşmekten son anda kurtuldum. Çok kısa bir an göz göze geldik. Gördüğüm gri gözler ile şaşgınlığımı dahi yaşayamadan başka birisi daha "Bulduğum yerde sıkacağım kafana kaçma lan!" Diyerekten hızla geçti yanımdan.

 

Bir hırsıza çarpmış olma düşüncesi tüylerimi diken diken ederken gözlerimi halâ gittikleri taraftan çekemiyordum. İnsanların bazen gaflet veya çaresiz içinde kalmaları ve bunun getirisi olarak hırsızlık yapmaları üzücüydü. Gözlerimi yoldan çektim. Daha fazla burada durmanın manasız olduğuna karar vererek evimin olduğu sokağa doğru yürümeye başladım. Biraz sonra o tanıdık kapıyı görmem ile adımlarımı hızlandırarak apartmandan içeriye girip kapıyı ardımdan kapatarak merdivenlere doğru yöneldim.

 

Merdivenleri aheste aheste çıkmaya başlarken yalnız kaldığımda bilhassa geceleri içimdeki yorgunluğun daha şimdiden bedenimi sardığını hissetmek boğazın kuruduğunda verdiği o rahatsız edici his gibiydi. Anahtarla kapıyı açıp itiklediğim de alışık olduğum o ses ile karşı karşıya kaldım.

 

Sessizlik...

 

Annem sanırım yine 'iş'teydi. Bu akşam geç gelecekti anlaşılan. Bazen evde sıcak anne yemekleri olsun çok istiyordum. Eve girdiğimde ellerimi yıkamadığım için veyahutta çantamı, kıyafetlerimi yerine koymadığım için azarlanmak istiyordum. Annemin sözde değil gerçekten anne olmasını istiyordum,buna ihtiyacım vardı.Lakin istemek her zaman olmasına yetmiyor.

Çantamı ve kıyafetlerimi düzgünce yerine koydum. Elimi ve yüzümü yıkayarak mutfağa geçtim. Bir kaç saat oturarak kendime dinlenme payı bıraktım. Hava biraz karardığı vakit ayağa kalktığımda,artık bir kaç yemek yapmam gerekiyordu. Mercimek çorbası yapmaya karar vererek malzemeleri çıkarttım. Lakin en önemli malzemeyi bulamıyordum. Mercimeği. Üzerimde biraz para vardı iki dakika bakkaldan alıp gelebilirdim. Odama giderek hırkamı giyip, anahtarı alarak evden çıktım.

 

Hava kararmış, sokak lambalarının aydınlığı vardı sadece. Ellerim cebimde yürümeye başladım. Yalnızlığın demleri bir bir kuşatmıştı etrafımı. Ben böyle düşünürken ardımda bir kaç ayak sesi duyduğumda ellerim buz kesti. Fazla sinsi ve ürkütücü bir yürüyüş tarzına sahip bu ses istemsiz biraz daha hızlanmama neden oldu. Adımlarım hızlandıkça arkamdaki adımlarında hızlandığını hissettim. Arkama bakamıyor ya da koşacak cesareti dahi kendimde bulamıyordum. Tek yapabildiğim yürüyebildiğim kadar hızlı yürümekti.

 

"Şşş bana baksana!"

 

Hızlandım.

 

"Kime diyorum güzellik."

 

Daha da hızlandım.

 

"Hadi ama bir kere de zorluk çıkartmayın!"

 

Artık yürüyüşüm koşmaya doğru giderken kolumdan tutulup çevrilmem bir oldu. Kolumdaki el canımı acıtmasa dahi yüreğim kış günü soğuktan titreyen bir kuşun yüreği gibiydi. Korku dolu.Tahminen benim yaşlarımda olan; uzun boylu, siyah gözlü çocuk karşımda kaşlarını çatmış bir şekilde duruyordu. Üzerine baktığımda sokak çocuğu olduğunu anlamak zor değildi.

 

"Bir 50 TL ateşlesene."

 

Kafamı olumsuz anlamda salladım. Kolumu elinden kurtarmak için bir kaç kez salladım.

 

"Param yok."

 

Alaycı bir gülüş peyda oldu yüzünde.

 

"Yalanını seveyim senin. Alnımda 'Mal' falan mı yazıyor benim."

 

Elini bana doğru uzatıp bir kaç kez açıp kapadı. Titrememek için kendimi zor tutuyordum. Sabah bir hırsıza çarpmıştım şimdi ise bir çocuk benden para istiyordu. Bu mahalleye taşındığımız günden bu yana burnumuz b*ktan kurtulmuyordu gerçekten. Bu mahalleye taşınalı dört sene oluyordu babam bizi iki sene önce terk etmişti. Annem ise terk edilmenin acısı ile kalmış kendini avutmak için gazino gibi yerlere gidip duruyordu. Bir kaç kez beni sallaması ile gözlerim doldu.

 

"Ya yok para falan ben de. Bırak beni!"

 

"Hep böyle söylerler zaten. PaRaM yOk, PaRaM yOk. Sökül hemen."

 

Yaptığı taklide az kalsın gülecekken zor tuttum kendimi. Eve ekmek ve mercimek almam gerekti. İnadım inattı işte vermeyecektim paramı. İlk defa bu durumla karşı karşıya kalmıyordum. Metanetli olmalı ve korktuğumu pek belli etmemeliydim yoksa daha çok üzerime gelecekti.

 

"Çığlık atacağım şimdi ya. Bıraksana beni!"

 

Omuzlarını indirip kaldırdı. Sınanıyordum resmen. Koskoca yolda tek bir Allah'ın kulu dahi olmaması, şanssızlığımı bir kere daha yüzüme tokat gibi indirmişti.

 

"İstediğin kadar bağır ellerinden kurtulmak iki saniyemi alır."

 

Gerçekten bir deliye çatmıştım sanırım. Elime gelen iki lirayı cebimden çıkartarak çocuğa uzattım. Önce bana sonra paraya baktı bir kere daha önce bana sonra paraya baktı. Kaşlarını kaldırdığında elimdeki iki lirayı salladım.

 

"Al ve bırak beni artık."

 

"Sen dalga mı geçiyorsun?"

 

"Ne alaka?"

 

"Şu parayla sı*amıyorsun bile farkında mısın?"

 

Gözlerimi devirerek parayı cebime geri koydum. Artık eskisi kadar korkmasam da beni bırakması gerekiyordu. Annem eve gelecekti ve kalıbımı basarım ki sarhoştu onunla ilgilenmem gerekti.

 

"Şansını kaybettin, param yok işte bırak da gideyim artık!"

 

Elini kolumdan çekti, derin bir nefes alarak bir iki adım geri çekildim. Bu sırada tam arkasında sabah gördüğüm gri gözlü çocuğu gördüm. Ellerini cebine sokmuş bize bakıyordu. Göz göze geldiğimizde anlamadım ama minik bir tebessüm etti. Biz göz gözeyken önümdeki çocuk konuşmaya başladı.

 

"Ne şans ne şans ama sokayım böyle şansa!"

 

"Ahmet!"

 

Gri gözlü çocuğun sesiyle adının Ahmet olduğunu öğrendiğim çocuk önce kocaman gülümsedi daha sonra arkasına döndü. Ve hızla ona doğru yürümeye başladı. Bir yandan da konuşuyordu.

 

"Abi kız iki lira uzattı. Küfür gibiydi aynı. Biz fakirsek bu kız fasfakir."

 

Kaşlarımı istemsiz çattım. Bugün yeterince konuşmuştum zaten daha fazla açıklamada bulunmak istemiyordum ve fırsattan istifade hemen ortamdan tüymeliydim. Arkamı dönerek bakkalın olduğu tarafa hızlı hızlı yürümeye başlarken arada sırada arkama bakma ihtiyacı hissediyordum. Nihayet bakkala geldiğim de ekmek ve mercimek alarak evin yolunu tuttum. Kimse ile karşılaşmamış olmak bugün için Emir ile yaşadığım o güzel an dışında başka güzel bir olaydı. Emir'e nasıl kapıldım, ne zaman kapıldım hiç bir sorunun cevabı yoktu. Neden seviyorum diye sordum kendime, merhametliydi bir kere, nazikti de sanırım bunlar için seviyordum onu.

 

Apartmanın önüne geldiğimde annemi kapının önünde adeta sızmış bir şekilde buldum. Giydiği pullu dizinin iki karış yukarısında kırmızı elbisesi oturduğu için biraz daha toplanmış omuzlarına dökülen kahverengi saçları yüzüne gelmişti. Büyük bir kaç adımda yanına geldiğimde beklemeden kolundan tuttum. Ayılır gibi oldu. Leş gibi içki kokuyordu. Her akşam olduğu gibi.

 

"Anne hadi kaldır kendini."

 

Anahtar ile apartman kapısını açarak itikledim. Bir kolumla da annemi kaldırmaya çalışıyordum. Ağırdı.

 

"Anne!"

 

"Bütün akşam istediklerini yaptım. Oynadım, şarkı söyledim."

 

Ayağa kalktı, kolunun altına girerek annemi yönlendirmeye başladım. Apartmandan içeriye girerek merdivenlere yöneldik.

 

"Daha çok oynadım, bir adam iki akşamdır içki ısmarlıyor."

 

Ağlamaklı bir ses çıkarttı.

 

"Ama aynı babana benziyor. Onun gibi bakıyor."

 

Hıçkırdı. Şimdi de gülüyordu. Annem içtiğinde fazla duygu değişimi yaşıyordu. Onu ancak içki içtikten sonra fazla neşeli görüyordum. Gülmek yakışıyordu. Ya da üzgün, ağlayıp duruyordu. Bu sırada tek bir kişiyi sayıklıyordu; babamı.

 

"Hiç terk etmeyecekmiş gibi."

 

Kelimeleri yuvarlayarak söylese de dediklerini anlamak pek güç değildi. Dairenin önüne geldiğimizde annemi merdivenlere oturtup evin kapısını açarak içeriye girmesine yardım ettim.

 

Oturma odasına da birlikte girdiğimizde kolunu omuzundan çekerek koltuğa kendini bıraktı. Makyajı birbirine girmiş saçı başı dağılmıştı. O elbisenin içinde üşüyor olmalıydı. Kendi odama doğru giderek en sevdiğim battaniyemi alarak oturma odasına geri döndüğümde annem yerinde yoktu.

 

"ANNE!"

 

İki dakika içinde nereye kaybolmuş olabilirdi ki? Biraz sonra sarsak adımları ile lavabonun olduğu taraftan geldi. Makyajını çıkartmış,üzerini değiştirmişti. Tekrar koltuğa kendini bıraktığında, kafasını koltuğun başlığına dayadı. Biraz daha ayılmış duruyordu. Göğsümün tam orta yerinde beliren yangın ile bir kaç kez yutkundum.

 

"Kahve yapayım sana, ayıl."

 

Tam ayağa kalkmak için bir hamlede bulunacakken kolumdan tuttu. Soğuk eli,sıcak koluma tutununca hiç bir şey diyemeden koltuğa geri oturdum. Annem bana pek temas etmezdi.

 

"İstemem."

 

Kafamı sallamakla yetindim sadece, elini kolumdan çektiğinde kısa bir an boşlukta olduğumu hissettim. Gözlerim elini çektiği yerde takılı kalırken tekrar konuşması ile gözlerimi yüzüne sabitledim.

 

" Ama unutma gözlerde yalan söyler Çiçek. Ne söylenen söze inan ne gözlerde gördüğüne."

 

"Neye inanmalı o zaman?"

 

"Hissettiğine. Hissettirdiğine."

 

Tavandaki bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm. İçi üşüyordu, ben de üzerine en sevdiğim battaniyemi örttüm.

 

"Gözler,kalbin aynasıdır derler."

 

Kafamı yana doğru yatırarak kurdum bu sözleri her daim böyle söylenmemiş miydi? Gözler daima kalbin yansımasını içerir.

 

"İki yıl önce söylesen bunları seni desteklerdim." Battaniyeme biraz daha sarıldı ama hiç sen de yanıma gel, ısınalım demedi. " Gözlerinde koca bir orman vardı babanın. Öyle bir bakardı ki sanki o ormanda benim için özel bir ağaç evim var gibi hissediyordum."

 

"Aptalmışım....Yanılmışım."

 

Hıçkırdı. Konuşmadım ya da mimik oynatmadım. Sabahına sessizliğe gömülecek kadının, annemin sesini sabaha unutmamak için bölmeden dinledim. Her gece olduğu gibi kalp kırıklığını, babamı anlattı. Ben de dinledim.

 

"İki sene önce terk etmeden bir gün evvel beni ne kadar sevdiğini söyleyen adam gözlerimin içine ışıltılarla bakan adam sabahına hiç bir açıklama yapma gereği duymadan s*ktiroldu gitti."

 

"Ağaç evim bir yansımaymış."

 

Gözleri yavaş yavaş kapanırken yerimden kalkıp annemi koltuğa doğru yatırdım. Son sözlerini de söyleyerek uykuya daldı.

 

"Sözleri de hep yalanmış. Gözleri de. Hata ettim."

 

O kadar çok dinlemiştim ki terk edilişini artık bir duygu dahi hissedemiyordum. Hâlbuki o evde ben de vardım o gün.Bir kaç saniye gözlerim kapalı bekledim, kapalı gözlerimden bir kaç yaş firar etti. Hayatımda olmayan baba figürü için üzülmüyordum tek üzüldüğüm konu annemin halen bu denli sevmesi ve ona kızmasıydı. İçtiği zaman konuşması ama ayık olduğu her zaman sessizliğe mahkum olması,beni bunlar üzüyordu. Lakin annem kızgınlığını, kırgınlığını kendine o kadar yük yapıyordu ki şunu unutuyordu:

 

Bazen kızdığımız insanlar, kızamayacak kadar yakınımızda olmayabilirlerdi.

Loading...
0%