Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@evelina

 

Bir yarım akıllı, bir yarım deli

 

Dört yanım akıllı, bir yanım deli

 

Herkes akıllı, bir ben deli

 

Bir ben deli, bir ben deli

 

 

Şarkı adı=Deli

π

 

 

Babam bizi terk etmeden önce kafasına estiği anlarda yanıma gelir ve birçok şey anlatırdı. Lakin bir cümle vardı ki her konuşmada tekrar tekrar söylediği:

 

 

"Gözlerindeki korkuyu karşıdaki gördüğü an oyun biter. Tüm ipler onun eline geçer. Korkunu, cesaretin ile örtmeyi öğren."

 

 

Bu sözleri, bizi terk etmeden saatler önce en son kurmuştu. O günden sonra her korkumu cesaretimin ardına saklamayı öğrendim çünkü babam varken korkumu saklamak zorunda değildim, şimdi ise o yoktu. Tıpkı şu anda olduğu gibi, yüreğim korkudan kasılırken karşımda sadece gri gözlerini gördüğüm ve maskesinden bile sıcak nefesini yüzümde hissettiğim çocuğa en cesur bakışlarımı yolladım. Beni gardıroba yaslamış, eli ağzımda dururken sık nefesleri yüzünden inip şişen göğsü benim sakin nefeslerim arasında inip kalkan göğsüme çarpıyordu. Bu kadar yakınlığa gerek olmasa da o bunu şu anda düşünecek gibi durmuyordu zaten. Işığın açık olmasına rağmen odama bir ışık tutulduğunu gördüğümde gözlerim oraya kaydı. Sessiz de olsa sesler duyuyordum. Ve ışık olan odaya ışık tutmakta neyin nesiydi?

 

 

"Avradını s**tiğimin p*ştu buraya doğru geldi abi. Şimdi yok." Dedi genç olduğu sesinden belli çocuk. Ardından başka bir ses daha duydum tahmini kırklı yaşlarındaydı." Hangi s*kim deliğe girdiyse bulun lan onu. Kaybolması umurumda bile değil. "

 

 

Bir kaç tırmanma sesi geldikten sonra ardından düşme sesi de beraberinde duyulduğunda refleks ile kafamı o tarafa çevirecekken ağzımı tutan el kafamı sabit tuttu. Bu fevri hareket ile kısa kahve saçlarım önüme gelirken kaşlarımı çatarak ona baktığımda kafasını yana eğerek.

 

 

"Yakalanacağız sakin ol." Dedi.

 

 

Geceden bile sessiz fısıltısını zor da olsa duyduğumda hali hazırda çatık kaşlarımı daha çok çattım, alın çizgilerim, kaz ayaklarım çıkacaktı artık. Hem ikimizin birden yakalanacağını da nereden çıkartmıştı bu şimdi. Gözlerim ile elini işaret ederken dışarıdan gelen sesler yüzünden bu isteğim havada kaldı.

 

 

"Kanatlandı da uçtu sanki p*şt." Sinirle söylenen genç çocuğun sözleriden sonra dikkatimi daha çok oraya verdim. "Ne yapacağız şimdi abi."

 

 

Adamın yere tükürdüğüne dair sesler geldiğinde gözlerimi devirdim. İnsanlar iğrençti.

 

 

"Otu b*ku ben ayarlayayım size. Ne diye yanımdasınız lan siz. Kendin ne yaparsan yap. Yoksa tek kanatlanan o olmayacak."

 

 

Bir çakmak sesi geldiğinde artık sıkılmıştım. Evimden hemen çıkıp gitse olmaz mıydı? Gece gece bunları duymak zorunda mıydım? Bir süre ses gelmedi. Gittiklerini düşündüğüm bir anda tekrar konuşan adam ile fark etmeden nefesimi tuttum.

 

 

"Tamam abi benim bir planım var hadi biz gidelim artık."

 

 

Birkaç adım sesi geldiğinde sıkıntılı bir nefes verdim. Gri gözlü çocuk bir adım geriye çekildiğinde, tuttuğum nefesi bırakmak ve sonunda rahat bir nefes almak kendimi iyi hissetmemi sağlamıştı. Umursamaz görünmeye çalışsam da şu anda içinde bulunduğum durum beni fazlasıyla geriyordu. Evimde bir hırsız vardı; ne kadar sakin durulabiliyorsa o kadar sakin kalmaya çalışıyordum. Elini ağzımdan çekmediği için elimi göğsüne koyarak var gücümle ittirdim. Bunu beklemiyor olacak ki birkaç adım geriye çekildi.

 

 

"Ne oluyor burada? Kimsin sen?" dedim hafif bağırarak. Sadece huzurlu bir gün istiyordum, o kadar. "Tamam, gitmişlerdir. Git sen de."

 

 

Bağırır tonda sarf ettiğim sözlerden sonra ellerimin titreyeceğini anladığım an, yumruk yaparak titremeyi saklamaya çalıştım. Korku en çok elden anlaşılırdı çünkü. Dolgun dudaklarımı ıslattığımda bu, sadece sakin olmak içindi.

 

 

"Gidemem. Ve bağırma, hâlâ burada olabilirler."

 

 

Sinirle birkaç adım ileriye giderek yüzüne ulaşmayı denedim. Bakın, denedim çünkü kendisi bayağı uzundu. Alttan alttan ona bakarken beklemediği bir anda yeniden itekledim; iki adım geri giderken bir yandan da yarı açık balkona bakıyordu.

 

 

"Ne demek gidemem ya!" Tekrar bağırdığımı fark ettiğimde sesimi biraz kıstım. "Ne demek gidemem. Önce o çocuk, şimdi de sen. Bela mısınız başıma?"

 

 

Gözlerimdeki aleve karşın sakinliği beni daha da kışkırtırken, ilk defa annemin eve gelmemesine üzüldüm. Hep ihtiyacım olduğu anlarda kaybolup duruyordu. Ne yardımcı olurdu ne de destek; tek yaptığı eve gelip uyuyup gitmekti. Annesizliği dibine kadar tatmak, ağzıma acı bir fındık atmışım hissi yaratırken, bu hissin geçmesi için derince yutkundum. Elimi kahverengi kısa saçlarımın arasına sokarken, onun tek yaptığı sakince hareketlerimi izlemekti. Elimi saçlarımdan çekerek hafif kemerli burnumun üzerine koydum. Sinir sağdan soldan geliyordu.

 

 

"Bir de nesin sen, süper kahraman falan mı? Maske falan. Ama ben sana söyleyeyim, senden olsa olsa Dalton olur."

 

 

Benim sabahki konuşmama sözü de şu anda çiğnenmiş bulunurken, artık sustum. Sözde çok konuşmayı sevmezdim ama bugün olan durumlar yüzünden konuşmak zorunda kalıyordum. Gri gözleri bir kez daha balkonu kontrol ederken görünmediğinden emin olmuş olacak ki, yavaşça bana doğru yaklaştı. Dediklerim onda pek bir etki etmişe benzemiyordu.

 

 

"Bitti mi?" dedi sessizce. Göz devirip kafamı salladım. Unutma Çiçek, korkun cesaretinin önüne geçmesin. Dik ve soğuk bakmaya devam et. Yanımdan geçerken, duvar kenarına koyduğum koltuğun üzerine oturdu. Kafasını arkaya yasladığında bu kadar rahat olmasına karşın kaşlarım havalanmıştı.

 

 

"Gidemem çünkü onlar buraya gelecek," dedi. Tüylerim diken diken olurken sessizce cümlesini tamamladı: "Seni tek bırakamam bunun için."

 

 

"Nasıl bu kadar eminsin?"

 

 

Kafasını kaldırıp gri gözlerini yeşil gözlerime sabitlediğinde derince yutkunduğunu, maskenin hareket etmesiyle anladım. Ne yapacağımı bilemeyerek önce balkon kapısını kapadım. Daha sonra da güneşliği çekerek içerinin görünmesini engelledim. Odanın atmosferinde farklı bir hava vardı ve amacım bunu dağıtmaktı. Odanın ortasına doğru geldiğimde kollarımı bağladım.

 

 

"Eminim, çünkü senin evini gözlerine kestirdiler. Benim senin evinde saklandığıma eminler. Sen ışığı söndürdüğün dakika pusuda beklerler. Ne zaman ki on dakika geçer, artık evin içindeler."

 

 

Rahat rahat kurduğu cümleler beni bariz bir şekilde korkuturken sakince yatağımın üzerine oturdum. Yüzümü mimiksiz tutmaya gayret ederken sesimin tüm soğukluğuyla konuştum.

 

 

"Ve sen de bunları bilerek eve girdin."

 

 

Kafasını salladığında şu anda onu boğmamak için zor duruyordum.

 

 

"Mecburiyetten."

 

 

"Evden git," dedim dirseklerimi dizime koyarken. "Sorun ortadan kalksın."

 

 

Beni taklit ederek dirseklerini dizine koyarken cıkladı.

 

 

"Gidemem. Daha deminden beri ne diyorum ben."

 

 

Sıkıntı dolu bir nefes vererek gözlerimi devirdim. Duyu yeteneğim bayağı gelişmişti çok şükür. Yine de burada durmasına gerek yoktu benim nezdimde.

 

 

"Hadi, dediğin oldu, girdiler eve, seni buldular, sonra ne olacak?"

 

 

Gözleri sağa sola doğru dönerken gülüşü yankılandı odada. Neye gülüyordu bu böyle?

 

 

"Büyük bir ihtimalle eşekler cennetine tek yön bilet kazanırım."

 

 

Ölümden bu kadar basit bir şeymiş gibi bahsetmesi içimi soğuturken tek yaptığım ona bakmak oldu. Gerçekten ölmek pahasına yanımda mı duracaktı bu şimdi? Gereksiz bir hareketten başka bir şey değildi bu.

 

 

"Ya girmezlerse?"

 

 

"Böyle bir ihtimal yok," dedi rahatça.

 

 

"İt iti gözünden tanır diyorsun yani. Fazla eminsin geleceklerinden. Madem öyle tamam," dedim aynı rahatlıkla.

 

 

Gözlerini devirerek ayağa kalktığında anlamazca bakışlar attım. Sırtımı doğrultarak dik bir şekilde durdum. Kambur durmaktan gerçekten belim ağrımıştı. Elini maskesine atarak çıkarttığında tüm yüzü gözümün önündeydi. Birkaç kere karşılaşmış olsak da yüzü ilk defa bu kadar dikkatimi çekmişti doğrusu. Sık kirpiklerinin ardından bulutlu bakan gri gözleri, buna tezat beyaz teni ve siyah saçları vardı. Elmacık kemikleri belirgin ve sağ yanağında ilk defa dikkatimi çeken bir yara izi vardı. Düzgün burnu yüzüne tam otururken köse olduğu bile belli olan, dışarıdan bakanın "hırsız bu" demeyeceği bir yüze sahipti gerçekten. Fazlaca bakmıştım farkındaydım ama gözlerimi inatla çekmedim. Bir iki adım atarak önümde durdu, diz çöktüğünde artık gerçekten bu saçmalık nereye kadar gidecek merak etmiştim doğrusu.

 

 

"Sen sadece dediklerimi uygula, gerisini bana bırak."

 

 

Dedikten sonra yatağı biraz yana doğru çektiğinde gözlerim istemsizce biraz açılmıştı. Daha ben zorlanıyordum yatağı çekerken, çocuk bir de üzerinde ben varken çekmişti yatağı. Bunun için önümde eğildiğini anladığımda kendimce utandım. Gri gözlü çocuk doğrulduğunda yine aynı koltuğa oturdu. Dudaklarımı ıslatarak biraz rahatlamayı umdum. Her ne kadar ruhsuz ruhsuz dursam da bir korkmuyor değildim. Hele ki bir de adamların eve gireceğini bilmek daha da geriyordu beni.

 

 

"Planın nedir, Mösyö Dahi?"

 

 

Dediklerim hoşuna gitmiş gibi güldüğünde sağ yanağındaki gamze gözler önüne serilmişti. Ardından tek kaşını da kaldırdığında ne diyeceğini beklemeye başladım.

 

 

"Mösyö Dahi mi? Bak, bunu beğendim. Bilbordlara asılmalık." Alayvari tavrından sonra ciddileştiğinde ince dudaklarını ıslattı. "İsteseler eve girerlerdi, o iki salak da biliyor bana karşı çıkamayacaklarını. Bunun için gece tekrar gelecekler. Senin tek yapman gereken onların istediğini vermek: Işığı kapatmak ve uyumak."

 

 

Bu saçma ve salak düşünce sadece gülme isteğimi getirirken, belki de benden hiç beklenmeyecek bir hareket olarak kıkırdadım. Gerçekten kıkırdadım çünkü öyle sesli gülmeyi hiçbir zaman yapamamışımdır. Annem sesli gülmemi babama benzettiği için sesli gülmeyi bırakmıştım. Kıkırdamam hoşuna gitmemiş olacak ki biçimli kaşlarını çatarak bana doğru bakıyordu.

 

 

"Pekala, ben yatakta yatarken sen bu arada nerede olacaksın? Tülün ardına falan mı saklanacaksın?"

 

 

Alaya almış olmam bu sefer de kaşlarını kaldırmasına neden olurken bu halleri fazlasıyla komikti.

 

 

"Yanında olacağım."

 

 

Gülen yüzüm saniyesinde bozulurken, "Ne!" dedim saniyesinde. Karşımda omuzlarını silkerken, "Yanında olacağım işte. Tam şurada," dedi eliyle daha demin önce yatağımı çektiği için açılan araya. "Yahu, oraya girdiğinde seni bulmayacakları ne malum? Niye bu kadar riske giriyoruz biz? Sen git, ben de sensiz yapayım işte. Uyuyayım, baksınlar, gitsinler."

 

 

Bu sefer o göz devirdiğinde kollarını birbirine bağlayıp geriye yaslandı. Ben de onu taklit ederek kollarımı göğsümde bağladığımda meydan okurcasına ona bakıyordum.

 

 

"Evde senden başka biri var mı?" dedi nefes verirken.

 

 

"Yok," dedim umursamazca.

 

 

"Yok diyorsun kendi ağzınla. Uyumadığını görürlerse, benden önce sen eşekler cennetine tek yön bilet kazanırsın. Beni bulamazlar. Ama sen bir pot kırdın mı, senin fişi çekerler. Anladın mı?"

 

 

"Neden seni arıyorlar?" dedim. Dedikleri tüylerimin diken diken olmasına ve soğuk terler dökmeme neden olmuştu. Artık istesem de itiraz etmezdim. O gitmek istese ben göndermezdim bu sefer. Bunun için konuyu değiştirmeye karar verdim. Korkum artık cesaretime balyoz darbeleri indirmeye başladığında yutkundum. Korkum boğazımda toplanıyordu.

 

 

Ayağa kalkarak balkona doğru ilerledi. Gidecek düşüncesi beynimde yankılanırken onunla beraber ben de kalktım. Tam adım atacaktım ki sadece durdu. Dışarıyı dinlediğini anladığımda nefesimi dahi tuttum. Ortamda nefesim bile ağırlık yapmasın diye. Biraz daha dinledikten sonra birden kaşlarını çattı. Sisli gri gözlerini, çimen yeşili gözlerime sabitlediğinde anlamazca baktım. Yavaşça yanıma geldiğinde üzerime doğru eğildi. Kafamı refleksle arkaya çektiğimde sanırım biraz fazla eğilmiştim. Geriye doğru gidecekken elini belime koyarak kendine doğru çekti. Kısa kahve saçlarım yüzüme geldiğinde kafamı bir iki kere salladım.

 

 

Tanımadığım biri ile de bugünkü yakınlık kotamı bir hayli doldurmuştum.

 

 

"Bırak beni be! Ne diye yaklaşıyorsun öyle?"

 

 

Sesim ile hafif bir titrerken kendine gelmişçesine silkelendi ve elini belimden çekti. Bir adım da geriye çekildiğinde tamamdı.

 

 

"Kulağına bir şey diyecektim."

 

 

Tiksinircesine bir hareket yapıp bir adım da ben bıraktım aramıza.

 

 

"Bunu önce belli ederek yapmalısın Bay Dalton. Sinsi sinsi üzerime gelerek değil."

 

 

Göz devirdiğinde, "Tamam Bayan Zor, öyle yaparım bir dahakine. Gelmişler. Pusuda bekliyorlar."

 

 

Cesaretime bir kez daha balyoz yediğimde bu kadar güçsüz olmak kendime sinirlenmeme neden oluyordu. Kendine gel Çiçek. Kendine gel. Tüm umursuzluğumu yeniden üzerime zırh olarak aldığımda yüzümde artık tek bir mimik hareket dahi etmiyordu.

 

 

"Peki, yatağın arasına geç, üzerine yorgan örteceğim. Ama alta uzanan çarşafa dikkat et. Yatağın altına fener tutarlarsa görünen sadece çarşaf olsun."

 

 

Gri gözlerinde birden rüzgarların estiğini gördüğümde tek yaptığım derin bir nefes alarak bakakalmak olmuştu. Elim ile yatağı işaret ederken itiraz etmeden çektiği araya girmeye çalıştı. Duvar ve yatağın arasındaki yere girdi.

 

"Rahat mısın?" dedim, yatağı itiklemek için ucunda dururken. Yatağımın ayak ucu kısmında iki gözlü dolabımın olması ilk defa işime geliyordu. "Evet," dedi kısaca. Vücudunun yarısından fazlası yatağın alt kısmındayken az bir kısmı da üst taraftaydı. Sanki oraya bir tahta koymuşuz ve sırt dayamak için pay bırakmışız gibi duruyordu. Yatağı ittirdiğimde biraz sert olmuştu. Dilimi ısırdım.

 

 

"İyi misin?" dedim endişeyle, azıcık ufacık bir küt sesi duymuştum da.

 

 

"Evet," dedi rahatça.

 

 

Dolabıma giderek bir yorgan aldım. Üzerine güzelce örtmek için yanına geldiğimde sadece kapıya bakıyordu.

 

 

"Gerçekten ne olduğu belirsiz birine yardım ettiğime inanamıyorum."

 

 

Bu halde bile yarım ağız güldüğünde yeniden gamzesi belirmişti. Fazla derin bir çukurdu.

 

 

"Hayat sürprizlerle dolu."

 

 

Onaylamazca kafamı salladım ama gülüyordum da. O bana gülerek bakarken suratına yorganı örttüm birden. Homurdanan sesleri gelirken omuz silktim, görmediğini bile bile. Yorganın her tarafını kapattığına emin olduktan sonra ben de sanki yeni gelmişim gibi davranmaya başladım. Balkondan sadece ders çalışma masam görünüyordu. Görünmeyen kısmında ise dolabım, bir tane koltuğum ve tek kişilik yatağım vardı.

 

 

Önce üzerimi annemin odasında değiştirip geldim. Daha sonra da ışığı kapatarak yatağa geçtim. Bilerek gri gözlü çocuğun yanına doğru yanaştım biraz. Ay ışığı perdeden yansırken içerisi az da olsa ışık alıyordu. Kalbim korkudan ve heyecandan kasılıp dururken kalp atış seslerimi yastıktan çok net duyabiliyordum. Tek temennim onun da bunu hissedemiyor olmasıydı. Soluma döndüm. Saniyeler dakikalar hızla ilerlerken içimdeki sabırsız taraf beni zorluyordu. Gözlerimi sımsıkı kapatarak bu sefer de sağıma yani duvar kenarına doğru döndüm.

 

 

"Fazla hareket etme."

 

 

Gecenin sessiz karanlığı arasında fısıltısı dağılırken kafasına doğru vurmak geldi içimden ama bu isteğimi bastırarak ben de tıpkı onun gibi konuştum. Aramızdaki fark, benim fısıltımın arasında gerginliğin de olmuş olmasıydı.

 

 

"Susar mısın? Gerginiz burada."

 

 

Minik bir gülme sesi duyduğumda göz devirdim. Fazla gıcık biriydi.

 

 

"Fazla korkarsan elimi tutabilirsin bak," dedi elini yorgandan çıkartırken. Gözlerim kapalı olmasına rağmen göz devirdim ve rastgele bir yere vurdum. Amacım eline vurmaktı ki amacıma da ulaşmıştım. Eline vurma sesim odada yankılanırken hızla elini çekti. "Korkma, demek istediğim buydu işte. Yanında olursam gerginliğini bir nebze de olsun alabilirim. Yanındayım. Şimdi sakin ol."

 

 

İlk başta ne kadar itiraz etsem de haklıydı. Şu anda o burada olmasa soğukta titreyen bir köpek gibi titrerdim. Kimseye söylemedim bunca zaman ama en çok yalnızlıktan korkardım ben. Ama yine de en çok içinde bulunduğum durumdu yalnızlık. Elimi o fark etmeden yastığımın biraz altına koydum. Dediği gibi oldu, biraz sonra balkon kapısının açılma sesini duydum. Bunu o kadar sessiz ve yavaş yapıyorlardı ki bir an kuşku duydum, yanlış duymuş olabileceğimi düşündüm. Daha sonra bir ışık hüzmesinin üzerimde gezindiğini fark ettiğimde normal nefes seslerim sıklaşmaya başladı.

 

 

Bu halimi saklamak için ayaklarımı karnıma çekerek cenin pozisyonu aldım. Fener üzerimden giderek muhtemelen odanın etrafında dolanmaya başladı. Birçok ayak sesi duyuyordum. Bir dediği daha doğru çıkmıştı, tek gelmemişlerdi.

 

 

"Siz üçünüz diğer odalara bakın," dedi bir fısıltı sesi. Birkaç ayak sesi geldikten sonra tekrar konuştu, aynı erkek sesi sanırım bu 'abi' denilen yere tüküren adamdı. "Siz ikiniz de benimle bu odaya bakın, her bir tarafı didik didik edin. O köpeği bulalım," dedi.

 

 

Dolabımın gıcırtılı sesi kulağıma doldu. Önce elimi istemsizce yumruk yaptığımda kendimi yatağa biraz daha bastırdım. Yanlış bir hareket yapmamak için kendimi fazlasıyla sıkıyordum. Elimi biraz daha yastığın altına götürdüğümde başka bir ele çarptım, kaşlarım istemsizce kalktığında birden ne yapacağımı bilemedim. Elini oraya ne ara koymuştu, bu tehlikeli olabilirdi. Yumruğumu çözerek elimi elinin yanına koydum. İstemsizce artık güven duygusu ile dolmuştu içim.

 

 

Birden eşya düşme sesi geldiğinde ellerimi korkuyla hareket ettirdim. Gözlerim de buna uygun olarak sımsıkı kapandığında gerçekten içimdeki korku artık boyumu aşmıştı. İçimden hep aynı cümleleri tekrar ettim.

 

 

Korkun cesaretinin önüne geçmesin.

 

 

Korkun cesaretinin önüne geçmesin.

 

 

Korkun cesaretinin önüne geçmesin.

 

 

Bu sırada elimin üzerinde bir el hissederken daha ne kadar s*k*msonik bir ana tanıklık edeceğimi merak ediyordum. Gri gözlü çocuk serçe parmağını yüzük parmağıma okşar misali hareketler yaptığında işte o an ağlayabilirdim. Fark etmeden yaptığı bu hareket benim zayıflığımdı.

 

 

Annemin her korktuğunda yaptığı bir hareketti bu, ondan görmüştüm ben de. Belki aynı hal ve hareketlerimiz olduğunu görür de bir nebze olsun gözüne girerim diye kendime alışkanlık edindiğim bir hareketti: yüzük parmağımı okşamak. Ama istediğim gibi hiçbir zaman ilerlemedi. Annem beni sevemedi. Hiç hareket etmedim.

 

 

"Hay s*kayım senin eline ne düşürdün lan!" diyen ses gençti.

 

 

"S*ktuğumun mumu düştü, bir şey yok."

 

 

Yüzüme doğru fener tutulduğunda uyanacak gibi gözlerimi kırpıştırdığımda, fener geri çekildi.

 

 

"Ya salak mısın, ne diye kızın yüzüne fener tutuyosun."

 

 

"Gerçekten uyuyor mu diye baktım ya. Uzun zamandır insan öldürmedik," ses tonundaki sadistlik midemi bulandırdı.

 

 

"Psikopat ya," diyen ses gülüyordu. "Uyuyor mu bari?" derken merakla sormuştu.

 

 

"Bugün de ekmek çıkmadı ya, uyuyor."

 

 

"Tüh ya, bugün senin için kendimi feda edemedim, çok pardon ya." Birkaç dakika ayak sesleri duyuldu, sanırım odamda toplanmışlardı.

 

 

"Bir şey buldunuz mu?"

 

 

"Yok abi, ne mal var ortada ne de it."

 

 

"Evden nasıl kaçabilir? O kadar adam dizdim etrafa."

 

 

"Burada eminim," sesindeki eminlik ve hırs korkutucuydu.

 

 

"Evi aradık ve yok. Kaçmış işte i*ne," dedi bir kadın, sesi fazlasıyla dominant geliyordu.

 

 

Artık uyuma numarası yapmaktan gerçekten uyuyacakken duyduklarım yüzünden tüm uykum kaçmıştı. Elimin üzerindeki el de hareket etmeyi bıraktığında minik bir farkındalık sarmıştı etrafımı. Bana her seferinde "senin için duruyorum" diyen çocuk, tabii ki de bunun farkındaydı, biliyordu etrafa adam dikileceğini. Bir nevi kendi için kandırmıştı beni.

 

 

İçimde haksız bir kırgınlık belirdiğinde elini elimden çektim. Duygularıma nasıl bu kadar hızlı kapılmıştım anlamıyorum, sanırım merhametimi bile yok etmem gerekecekti.

 

 

Kural 260: Seni kıran her bir duygudan kurtul.

 

 

Bu sırada balkon kapısı kapandığında gittiklerini anlamam pek zor olmamıştı. Yatakta kenara kaydığım sıra gri gözlü çocuğun eli elimi tutmaya çalıştı. İzin vermedim hızla kendime doğru çektim ve yavaşça kalktım. Gittiklerine emindim. O kadar gergindim ki tek istediğim biraz su içmekti. Lakin gözlerimi açarak geceye alışmasını beklerken kafama dayanmış bir silah beklemiyordum.

Loading...
0%