@ezelin.satirlari
|
Kahvemden bir yudum aldım. Çalan kapıyla gözlerimi bilgisayar ekranından ayırıp o yöne çevirdim. İçeri genç bir kız girdi. Tahminimce on sekiz on dokuz yaşlarındaydı. Kızın içeri girmesiyle birlikte ayağa kalktım. Ayaklarım benden bağımsız masamın karşısındaki sandalyelere doğru ilerletti beni. Sandalyelerden birine oturduğumda kız ne yaptığımı anlamamış gibi suratıma bakıyordu. Sağ elimle masami göstererek, "buyur," dedim. Biraz tereddüt etti ama oturdu. "Şikâyetin ne tatlım?" Diye sordum tatlı tatlı bakarken.
"Ben," dedikten sonra biraz durdu. Dudaklarını araladı ama konuşamadı. Sonra sandalyenin üzerinde doğrulup masaya kaçamak bir bakış attı. "Ergenlik çağımi aşmama rağmen yüzümdeki sivilcelerden kurtulamadım." Dedi.
"Sorunun ortaya çıkmasındaki en önemli faktörler; genetik, hormonlar, stres, gıdalar, ilaçlar, kullanılan kozmetikler ve bazı çevresel faktörler olabiliyor." Başını anladım dercesine salladı. "Yediğin bir şeyden kaynaklanıyor olabilir mesela. O yüzden neler yediğinde olumsuz etki yaratıyor bunları keşfet kendinde. Yine geçmezse tekrar gel yanıma hormon vs. üzerinden bakarız duruma."
"Teşekkür ederim." Dedikten hemen sonra ayağa kalktı. "Dediklerinizi çok iyi anladım ama neden sizin masanıza ben oturdum onu pek anlayamadım."
Doğru. Neden masamdan kalktım ki ben? Bugün hastanede mal gibi dolanıp duruyordum zaten. Neyim vardı benim?
"Ya kusura bakmayın," dedim yüzümü asarak. "Ben bugün pek iyi değilim sanırım"
Küçük bir kahkaha attı.
Tebessüm ettim.
"Sorun yok, ben sadece anlam veremedim ondan." Kapıya doğru ilerledi. "Bir hafta sonra gelirim." Diye ekledi.
Bir kez daha tebessüm ettim. Kapıyı kapatıp çıktığında ayağa kalktım ve masama doğru ilerledim. Allah'ım isyan etmiyorum ama neden beni bu dünyada salaklığımla sınadın.
Tövbe de Kumsal, şimdi daha kötüleri başına gelirse o zaman görürsün. Tövbe, tövbe, tövbe, tövbe... ***
"İlayda anneee," diye seslendim mutfaktaki İlayda anneme. "Seni bekliyoruuuzzz," İlayda annem kapının ardında elindeki ekmek sepetiyle belirdi.
"Geldim, geldim" dedi kendine bir sandalye çekerken.
Ay çok şükür. O kadar açtım ki! İlayda annem ekmekleri getirmese yiyemezdik çünkü. Aslında kaşıkla da yenir ama ekmeksiz aslaaa... Ne mi? Keledoşşşşş. Evet, mükemmel bir yemek. İlayda annem ayda bir yapsa da tadı hep damağımızda kalan bir yemek.
Ekmekten büyük bir parça alarak tabağımdaki o mükemmel yemeğe batırdım veee o eşsiz tat... Bence bu yemeği bir tek ben bu kadar sevmiyorumdur. Sevenleri çok bir yemekkk.
Evlat edindiğim aşiretin bir çok kısmı Van'da kalıyor. Benim ailem İstanbul'a taşınmıştı ama asıl memleketleri Van. Ben nereliyim bilmiyorum. Kendimi bildim bileli İstanbul'daydım ve hâla da oradaydım. Burada yapılan düğünlerin yanı sıra Van'da da yapılıyordu ve benim size kalabalık diye anlattığım düğünlerin orada iki katı insan vardı.
Neyse bunları niye anlattım? Çünkü keledoş yemekciğim Van'a özgü bir yemek ve orada kahvaltının yanı sıra bir hayli meşhur.
Tekrardan büyük bir lokmayı ağzıma tıktığımda Kerem babam güldü. İlayda annem Kerem babamın aksine birazcık, bir tık kızdı. "Kız yavaş boğulucan haaa!"
Güldüm. Sonrasında sonu olmayan bir öksürük. Kerem babam yanıma gelip sırtıma bir kaç kez vurdu. "Helal kız, helal" dedi İlayda annem masadaki su bardağını bana doğru uzatırken.
"Tamam, tamam iyiyim." Dedim. Sonra tekrar güldüm. Bu hâlime İlayda annem ve Kerem babamda güldü.
Yemeklerimizi bitirdikten sonra İlayda annemle birlikte sofrayı topladık. "Bulaşıklar bende, siz kendinize çay koyun" dedim İlayda anneme.
Başını aşağı yukarı salladı. Sonra biri açık öteki kapalı olan iki çayla oturma odasına doğru ilerledi.
Bende bulaşık makinesine bulaşıkları tek tek yerleştirdim. Mutfaktan çıkınca kendime güzel bir kahve yapma fikri aklıma geldi. Zaten biraz önce çay için kaynattıkları su vardi. Dolaptan çikolata ve Nescafe çıkardım. Nescafeyi kırmızı kupama döktüm. Üzerine de biraz sıcak su ilave ettim. Üstünde tüten dumanlar eşliğinde mutfaktan çıkınca içimde anlamsız bir mutluluk vardı. Hastanede mala dönmüş bir haldeydim şimdi ise enerji patlaması yaşıyordum. Ah zaten garip olan her şey beni bulur. Garip şeyler eşittir Kumsal Arıkan. Bla bla bla...
Üst kattaki odama çıktım. Hızlı adımlarla minik balkonuma ilerledim. Elimdekileri küçük ahşap sehpanın üzerine bıraktım ve renkli led ışıklarımi yaktım. Odama tekrar geri döndüm ve komodinin üstünden Gökçen kitabımı alıp balkona doğru adeta koştum. Çok sabirsizlanmis olduklarını düşündüğüm parmaklarım, sayfaların üzerinde nazik dokunuşlarla ilerlediler.
Pembe pufumun üzerine oturduğumda sayfaları çoktan açmıştım. Kaldığım yere bıraktığım kuru çiçeği sayfaların arasından çıkarıp sehpanın üstüne bıraktım. ***
"Doğum günüme son iki gün," Evetttt... İşte gerçek, işte hakiki mutluluk. Ama işin kötü kısmı ne biliyor musunuz, bu iki günden sonra tekrardan eski hayatıma döneceğim. Tekrardan bir şeyleri çok düşünüp yanlış kararlar alacağım.
"Yani?" Dedi Miray en net tavrıyla. Üzerinde siyah fileli etek ve gri tonlarında bir kazak vardı.
Gaye kikirdadi ve kahvesinden bir yudum aldı. Arkasında oynayan kızı Lida'yı kısa bir süre izledi ve bize dönerek, "ahh Miray kızımız doğum günü partisi istiyor," dedi.
Kikirdadim.
"Pembe, yirmi altı katlı, yaldız şekilleri olan pastamızı kim alacak?" Dedi Afra. Üstündeki kırmızı bluzu aşağı yukarı çekiştirerek düzeltti.
"Saçmalamayın," dedim. "Tabii ki de yirmi altı katlı pasta istemiyorum. Ayrıca parti ve hediyeler de istemiyorum. Miray'in çiçeklerden yaptığı taç, Afra'nin çamurdan pastası, Kiraz'in sadece doğum günümde öpmeme izin verdiği tontiş yanaklarını istiyorum. Herşey bundan ibaret," gözlerim ayakkabılarımı bulduğunda masada derin bir sessizlik vardı. Dudaklarımı araladım ama konuşamadım. Kendimi dilsiz gibi hissettim. Konuşamamak bana acı verdi. "Ama Kuzey'in renkli çakıl taşı satarak kazandığı parayla bana ayakkabı veya oyuncak doktor çantası setini almasını istemiyorum. " Hayır, istediğim şeyler bunlar değildi. Ben sadece... Ben sadece eski... Hayır! Eskiyi de isteyemem. Eski olmaz. Eski olamaz.
Ben düşündüm de keşke doğmasaydım...
Miran'ın kahkaha sesi gelince gözyaşlarımı geri yuttum. Masanın üzerindeki su bardağını titreyen ellerimle tuttum. Bir yudum içtikten sonra bardağı masaya geri koydum.
"Kumsal," dedi Miran masaya doğru seri adımlarla yaklaşırken. "Neyin var güzelim?"
Göz yaşlarımı tutamadım.
Kahverengi gözlerim Kuzey'i bulunca yutkunmak istedim, yutkunamadim. "Özü... Özür dilerim" dedim kekeleyerek. Miray yanıma gelip oturduğum sandalyenin sol tarafında diz çöktü. "Şşş, sakin ol Kumsal."
Daha fazla ağlamaya başladım. Neden cevremdekileri kendimle beraber üzüyordum! Bu kadar bencil olmamalıydım. Lanet gelsin size göz yaşlarım! Bir kere bile mutluluktan akmadınız be!
"Lunaparka gidelim mi Kumsal?" Diye sordu Kuzey.
Miray baş parmağıyla göz yaşlarımı silerken gözlerimi Kuzey'e doğru çevirdim. Başımı aşağı yukarı salladım. "Pembe pamuk şeker?"
Bu sefer Kuzey başını aşağı yukarı salladı.
Miran kocaman bir kahkaha atarak, "Küçük şeylerle de mutlu olabiliyormuşsun" dedi. Hepte lak lak! ....
"Dönme dolap olmazzz!" Diye huysuzlandim. "Çok yükseğe çıkıyor, atlarsam görürsünüz "
"Sen bizi tehdit mi ediyorsun, ha Kumsal?" dedi Miran beş tane jeton çıkarırken.
"Hayır bu bir tehdit değil, Miran. Apaçık bir uyarı!"
"Kumsal bin şuna " sanırım şansımı denemeliydim. Hemencecik bir yere oturuverdim. Miran karşıma Kiraz ise yan tarafıma geçti. Kapıyı kapattık. Bir sıra yukarı çıktığımızda hemen pesimizdekine de Kuzey Çağrı ve Miray bindi. Onların da kapısı kapaninca dönme dolap hareket etti.
"Sallanıyor bu şey!" Diye bağırdım. Tam ayaklanıyordumki Kiraz engel oldu.
"Sallanmıyor Kumsal, " dedi Miran telefonuyla video çekerken. Telefonun düşsünde gör sallanıyor mu sallanmıyor mu!
"Mirayyyyy," diye bağırdım bu seferde arkamı dönerek. Miray bana el sallayınca devam ettim. "Çokta korkunç değilmiş" dediğimde herkesten küçük bir kahkaha yükseldi. Çağrı'dan bile... Küçük bir an gülmüş olan Çağrı hemencecik ifadesiz surat mooduna geri döndü.
Nihayet dönme dolap durunca kusacak gibi oldum. Öyle ki indiğimde başım dönmüş ve mal gibi yerimde sendelemistim.
Ama ben akillanmam diyerekten hemen pamuk şeker satan amcanın yanına doğru koştum. "Üç pembe pamuk şeker," dedim pamuk şekerci amcaya doğru.
Ödemesini yapıp Kiraz ve Miray'a birer tane verip paketi açmaya başladım.
"Bize almıyor musun, bencil?" Diye sordu Miran.
"Yoo" diyerek biraz çirkefleşmiştim. Oturduğum çimlerin üzerinden kalkarak pamuk şeker satan amcaya doğru ilerledim. "Sende sever misin, Çağrı?" Diye sordum arkamı dönerek.
"O bayılır," diyerek erken davrandı Kuzey. Çağrı derin bir nefes verdi. "Nefret ederim" dedi tok bir sesle.
Tekrardan pamuk şeker satan amcaya doğru döndüğümde, "iki mavi pamuk şeker daha alabilir miyiz?" Dedim.
Mavi pamuk şekerleri de Miran ve Kuzey'e doğru uzattım. Çağrı pamuk şekerlere göz devirdi ve çalan telefonunu açmak için bizden uzaklaştı.
"Kiraz," dedi Miran.
Kiraz bakışlarını ona çevirdi ve kumral saçlarını geriye doğru itti.
"Beğendiysen bir tane daha alayım mı?" Diye sordu.
Kiraz bocaladi. Boş boş göz kirpistirarak baktı Miran'a. "Yok," dedi Miran'ın söylediklerine anlam vermeye çalışarak. "Ben, Şey oldum... Doydum yani, yeterli. Teşekkür ederim." Miran başını aşağı yukarı salladı.
Miranla göz göze geldiğimizde sessiz bir gülüş belirdi dudaklarımda.
Her neyse umarım çok iyisinizdir. Sizi seviyorum 🍯 🍯
|
0% |