Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm: Fırtına

@f.kubrat

 

 

 

 

⚔️

 

Beklenmedik şeylerin aniden olmak gibi kötü bir huyu vardır. Planlarsın ama zamanı hakkında kesin bir şey yapamazsın, sen istediğin kadar o gün, bugün, şu gün de o yine de o gün olmayacak. Aynı benim Seçil'i erken öldürmek istemem gibi. Çok sonradan olacak olayı erkene almak zorunda kalmıştım ve bunun sebebi de Yağız Karahanlı'ydı.

 

 

Beklenmedik demiştim aslında burada bunu beklemeyen tek kişi Yağız değildi. Bunu yapmayı ben de beklemiyordu.

 

 

O benim bir insanı öldürebileceğime bile imkan vermiyordu. Çünkü beni henüz tam olarak tanımıyordu ama tanıyacaktı. Tanıyacaktı tanımasına da sonuçlarına katlanabilecek miydi, işte orası meçhuldü.

 

 

Uzun soluklu sessizliği bölen Yağız'ın sakin tutmaya çalıştığı sesi olmuştu. Yaşadığı şoku atlatmış mıydı bilmiyordum ama belli etmemek için şekilden şekle girdiğini, içinde bir savaş verdiğini ve kendini zor tuttuğunu biliyordum.

 

 

"Nasıl?" Sesinde şaşkınlık yoktu. Sadece ve sadece küçük bir merak vardı. O da bunu benim gerçekten yapmış olduğum konusundaydı.

 

 

Kadın, gözünden düşen bir damlayı elinin tersiyle sildikten sonra derin bir nefes alarak Yağız'a baktı. Bense sanki tüm bunları yapan ben değilmişim gibi sadece seyretmekle yetiniyordum. Bir Yağız'a bir de kadına bakıyordum.

 

 

"B-ben tam olarak bilmiyorum. Odasına gitmiştim. Yerde baygın yatıyordu, kor-korktum. Onu öyle görünce" art arda aldığı nefeslere rağmen zar zor konuşabiliyordu.

 

 

"Onu kaldırmaya çalıştığımda elinin ve ayağının buz kestiğini fark ettim. Sonra, sonra elim bir an kabine gitti ve..." nefesi tamamen kesildiğinde ifademi hiç bozmadan onu izledim.

 

 

Yağız'sa kadının o halini gördükten sonra elini havaya kaldırıp

 

 

"Tamam Melis bu kadar yeter, sen çıkabilirsin, ben gerekeni yapacağım" buzdan öte sesi ürpermeme sebep olsa da bunu belli etmedim.

 

 

Kadınsa başını sallayıp burnunu çeke çeke odadan çıktı.

 

 

Kadın odadan çıkar çıkmaz Yağız bir hışımla bana döndü ve bir anda bana bağırmaya başladı.

 

 

"Sen ne yaptığını sanıyorsun, bu, bu ne demek ya, Miray sen ne yaptın?" Bana bağırmasını şaşkınlıkla karşılasam da bu çok uzun sürmedi ve kendime gelip onun bağırışlarının arasında ben de ona bağırmaya başladım.

 

 

"Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun, sana kaç kere söyledim. Beni hafife al-"

 

 

"Ne hafife alması, sen ne saçmalıyorsun ya, dedim ya sana seni hafife almayacağım diye" dediğinde başını ellerinin arasına almış kendi kendine bir şeyler söylüyordu.

 

 

Elimi masaya vurarak "ama yaptıkların nedense bana aksini söylüyor. Ya evime girmek ne demek, hiç mi düşünmedin, oradan bakılınca aptal biri gibi mi duruyorum?" Bana cevap vermeyip öylece başı ellerinin arasında beklediğinde sesimi daha fazla yükselterek

 

 

"SÖYLESENE APTAL GİBİ Mİ DURUYORUM?"

 

 

"HAYIR, ALLAH KAHRETMESİN Kİ HAYIR, BEN SENİ ÖYLE SANDIM AMA ÖYLE DEĞİLSİN. APTAL OLAN BENİM, SENİ ÖYLE SANARAK... ASIL APTAL BENİM"

 

 

Dönüp sandalyesine bir tekme attı ve sandalye arkadaki dolaba çarparak dolaptan bir dosyanın yere düşmesine sebep oldu. O ise dosyanın yere düşmesini umursamadı ve arkasını dönerek masada ne var ne yoksa yere attı.

 

 

O her şeyi yerle bir ederken bense şaşkınlıkla onu izliyordum. Az çok tahmin ediyordum ama onun içinden böyle bir adamın çıkacağını tam olarak düşünemiyordum. En son masanın önündeki koltuklardan birisine tekme atıp bana döndüğünde nefes nefese kalmıştı.

 

 

Ona dur demek içimden gelmemişti. Çünkü bir insana dur deyince değil onu rahat bırakınca siniri geçerdi ama bu her anlamda geçerli değildi.

 

 

"Sen" dedi ama devam edemedi. Nefes alışları öyle hızlıydı ki düşüp bayılacak diye korkmuştum. Her şeyin daha yeni farkına varıyormuş gibi

 

 

"Böyle bir şey yapamazsın, yapmazsın" zar zor ittirdiği koltuğa oturduğunda acıyla bana baktı ve yalvarır gibi

 

 

"Yapmadım de, Seçil'i ben öldürmedim de Miray lütfen"

 

 

Gözlerimi çok kısa bir an açıp kapattım ve derin bir nefes alarak

 

 

"Sen adamlarının benim evime girmediğini söyle ben de sana onu söyleyeceğim"

 

 

Cümlemi duyduğu anda yüzü düştü ve başını önüne eğip derinden bir of çekti.

 

 

Onu ilk kez böyle görüyordum. Bitik, çaresiz ve bir umut bekler gibiydi.

 

 

"Bunu yapmaya beni sen mecbur ettin"

 

 

Yalandı. Çünkü her ne olursa olsun ben bunu yapacaktım. O kız bunu en baştan hak etmişti. Şu an ne kadar acınacak ve kötü dursa da yapılanlara bakılınca hiçte öyle değildi.

 

 

"Yaptın yani" bunu bana değil de daha çok kendine söylüyor gibiydi. Kendini ikna etmeye çalışır gibiydi.

 

 

"Peki anlayacağın şekilde söyleyeyim. Evet bu bir cinayet itirafı ve sen kimse istiyorsan söyleyebilirsin" dediğimde yine hiçbir şey söylemedi ve sadece yere bakmakla yetindi.

 

 

Onun bu halinden çok sıkılmıştım. Karşımda bitik ve benim bir insanı öldüreceğime bile inanmayan bir düşmanımın olmasını istemiyordum. Bu onu benim gözümde küçültüyordu.

 

 

Bir iki adım atıp onun tam karşısında durduğumda üstten üste ona baktım ama o başını kaldırıp bana bakmadı bile

 

 

Eğilip yüzüne baktığımda bana bakmak yerine bakışlarını kaçırdı. Ne düşünüyordu bilmiyordum ama bir şeyleri kabullenmeye çalıştığını anlayabiliyordum. Sağ elimi kaldırıp çenesini tuttuğumda olduğu yerde buz kesti. Göz göze gelebilelim diye başını yavaşça kaldırdığımda sertçe yutkundu. Bense ona samimiyetten uzak bir şekilde gülümsüyordum. Sesimin sert olmasına gayret ederek

 

 

"Kalk, ben karşımda böyle bitik bir düşman istemiyorum. Benimle savaşan bir düşman istiyorum" Yağız'ın kaşları çatıldığında ne dediğimi anlamak ister gibi bana bakıyordu.

 

 

İnsan hiç düşmanını yerden kaldırır mıydı, ben kaldırırdım. Çünkü ben Miray Ateştim ve ben düşmanıma dahi yardım edebilecek birisiydim. Acımasız da olsam...

 

 

Onu bu hale ben getirmiştim evet ama onun pes etmesi için henüz çok erkendi. Buna izin veremezdim.

 

 

"Kalk ve savaşına devam et, bu kadar erken yenilemezsin. Ben seni bu yüzden seçmedim. Dişli bir rakip olarak gördüğüm için seçtim ama görüyorum ki..." dediğimde bir anda ayağa kalktı. Onun bu ani hareketinin üstüne bir adım geriledim ve onun ağzından çıkacakları bekledim.

 

 

"Pes etmiyorum. Seni alt etmeden bu savaşı bitirmeyeceğim. Ben Yağız Karahanlı ilk defa birisine karşı bu denli nefret duyuyor ve onu alt etmek için fırsat kolluyorum. Dikkat et Miray Ateş büyük bir fırtına seni yok etmeye ve o ateşi söndürmeye geliyor"

 

 

Kendine gelişini zevkle izlerken altta kalmamak için ben de ona meydan okudum.

 

 

"Asıl sen dikkat et Karahanlı, ateşi söndürürken o ateşte sen yanma" meydan okumam onu gülümsetirken az önce olanları daha yeni hatırlıyormuş gibi gülümsemesi yüzünde asılı kaldı.

 

 

Ona doğru bir adım attığımda aramızdaki mesafeyi kapattım ve elimi pantolonun cebine atıp telefonunu çıkardım ve en başından beri bildiğim şifresini girdiğimde Yağız şaşkınlıkla bana baktı. Onun bu bakışını umursamayıp yapmam gereken şeye odaklandığımda bir numara tuşladım ve arama tuşuna basarak aradım.

 

 

Bir süre telefonun açılmasını bekledim ve bu süre Allah'tan kısa bir süre olmuştu. Telefon açıldığında ise korkmuş gibi yaparak inandırıcılığını sağladım.

 

 

"Merhaba polis bey, ben sizi YK şirketinden arıyorum. Burada bir arkadaşımız ölü bulundu ve biz de nasıl olduğunu bilmiyoruz. Onu birisinin öldürdüğünden şüpheleniyoruz ve biz çok korkuyoruz" dememin üstüne Yağız'ın gözlerinin kocaman açılması bir oldu. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu ama başaramazdı.

 

 

Telefondaki polis buraya bir ekip göndereceğini söyledikten sonra telefonu kapatıp Yağız'ın eline verdim ve gülerek yüzüne baktım.

 

 

Şaşkın bakışlarına gülerek " ne yani burada oturup senin beni ihbar etmeni mi bekleyecektim, bizde her şey böyle Karahanlı, yaptığımız bir suç olsa bile o suçu kabul eder ve o mahkemeye kendi ihbarımız sonucunda çıkarız" dediğimde gülerek konuşmaya başladı.

 

 

"Hayır o yüzden değil, korkuyorum diyemeyen kadının bir anda korkuyorum demesine şaşırdım" dediğinde daha çok gülerek

 

 

"Bu kelime artık eskisi kadar etki etmiyor. Çünkü ben korkuyorum kelimesini değil artık salacağım korkunun şiddetini düşünüyorum. O yüzden beni korkutmuyor artık" dediğimde onun sinirden şekilden şekle girdiğini gördüm ve bu benim daha çok gülmeme sebep oldu.

 

 

"Hem artık o kelimeden korkan başkası da var" dedim ve elimle onu işaret ettim.

 

 

"Korkuyor musun Karahanlı?" Sorumla beraber hiddetlendiğinde sorumun cevabını almıştım.

 

 

"Kendine gel, ben hiçbir şeyden korkmam, hele de benden kısa olan bu kadından" son cümleyi söylerken parmağıyla beni işaret etmişti.

 

 

Alayla gülerek "savaş boyun uzunluğuna kısalına bakmaz. Bir bakmışsın savaşı uzun olan değil de" dediğimde parmağımla onu işaret ediyordum. Konuşmaya devam ettiğimde işraet parmağımı kapatıp baş parmağımla kendimi işaret ettim.

 

 

"Kısa olan kazanmış" dediğimde gülerek gözlerini devirdi ve gitmek için hareketlendiğinde ona son bir hatırlatma yaparak

 

 

"Sana benim ne yapacağım belli olmaz demiştim. Bu sözü sakın atlama, atlarsan hata yaparsın. Aynı şu an olduğu gibi" dediğimde arkasını dönmeden omzunun üstünden bana bakarak

 

 

"Hatırlarsan bana beni hafife alma dediğin zaman ben de sana karşındakine dikkat etmen gerektiğini söylemiştim. İşte şimdi o dönem başlıyor ve sen gerçekten ama gerçekten benim gücümle benimle tanışacaksın. Bunu istemezdim Miray ama buna beni sen mecbur ettin"

 

 

Kapıya doğru yürüdüğünde gülerek arkasından baktım. O ise elini kapının koluna koydu ve bana bakarak

 

 

"Ha bir de senin düşmanın benim, çalışanlarım değil. Bu savaşta onlara bir şey yapmaya hakkın yok. Bana ne yapacaksan yap ama onlara dokunma, senin asıl düşmanın benim, onlar değil" dedi ve kapıyı açıp arkasına bile bakmadan sertçe kapatıp odadan çıktı.

 

 

Bense arkasından duymayacağını bile bile "yanılıyorsun Karahanlı asıl düşmanım onlar" diyebildim.

 

 

 

 

 

☘️

 

"Şov başlasın"

 

 

Polislerin geldiğini duyduğumda kurduğum bu cümlenin üstüne yüzümdeki gülümsemeyle heyecanlı bir şekilde odadan çıkmıştım. Bu duyguyu tatmayalı uzun zaman olmuştu ve ben bu duyguyu çok özlemiştim. İntikam alma duygusunu...

 

 

Sonrasındaysa bu gülümsemenin çok dikkat çekeceğini düşünüp yüzümü düşürerek Yağız'ın ve polislerin olduğu yere doğru gittim.

 

 

Seçil'in odası yedinci kattaydı ve ben asansör yerine merdivenlerden inmeyi tercih etmiştim.

 

 

Merdivenleri bitirdikten sonra Seçil'in odasına yol alıp kapısının önünde durduğumda kapı birden açıldı ve içeriden o siyah torbanın içinde Seçil'in cansız bedeni ve o torbayı tutan dört polis çıktığında kenara geçtim ve onların çıkmasını bekledim.

 

 

Onlar gittikten sonra başım dik bir şekilde içeriye girdiğimde içeride üç kişi vardı. Yağız, İdil ve Öykü, hepsi de odanın bir köşesinde ayakta bekliyordu. İçeriye girdiğimde hepsinin bakışları beni bulmuştu. O odada bana nefretle bakmayan tek kişi İdil'di. O da henüz benim gerçek yüzümle karşılaşmadığı içindi.

 

 

Yağız ve Öykü'yü es geçip direkt olarak İdil'e baktığımda ona buruk bir gülümseme gönderdim ona doğru ilerlediğimde arkamdan tanıdık bir ses

 

 

"Yarim" dediğinde şaşkınlıkla ve mutlulukla arkama döndüm.

 

 

Arkama döndüğümde karşımda esmer, zeytin gözlü, uzun boylu polis üniformalı olan ve bana gülümseyerek bakan Emre'yle karşı karşıya geldim.

 

 

Mutlulukla ona bakarken kendimi tutamayıp hızla boynuna atladım ve ona sımsıkı sarıldım.

 

 

"Senin burada ne işin var, sen Samsun'da değil miydin, ne zaman geldin ve neden bana haber vermedin?" Art arda sıraladığım sorularıma karşı Emre sadece "hepsine cevap vereceğim ama sanırım ben şu an boğuluyorum Miray, eğer boğulmazsam hepsine cevap vereceğim" dediği anda kollarımı gevşeterek ondan uzaklaştım ve onu bir kez daha inceledim.

 

 

Hiç değişmemişti. Hala daha aynı karizmasını ve asaletini taşıyordu. Gülümseyerek ona baktığımda bu içten bir gülümsemeydi. Kendimi tutamayıp Emre'ye

 

 

"Seni çok özledim" dediğim anda arkamdan birisi boğazını temizleyerek

 

 

"Sizi buraya görevinizi yapın diye çağırdık. Yapmayacaksanız yeni bir ekip çağırabiliriz" sözler ve ses Yağız'a aitti ama ben arkama dönüp de ona bakmadım.

 

 

Emre Yağız'a bakarak gözlerini devirdiğinde bana baktı ve kulağıma doğru eğilerek "patronun bu mu, çok sevemedim. Hemen tutuklayasım geldi" dediğinde benden uzaklaştı ve Yağız'a ters ters bakmaya başladı. Onun bu söylediğine gülerken kolundan dürttüm ve

 

 

"Boş ver, hadi sen işini yap da sonra sana kahve ısmarlayayım" Emre keyifle gülümsediğinde bir asker gibi başını salladı ve birkaç adım attıktan sonra odadaki masaya oturarak özellikle Yağız'a bakarak

 

 

"Şimdi size bunun bir cinayet olduğunu düşündüren nedir?" Sorusuyla beraber Öykü ve İdil'in bakışları donakaldı. Yağız'sa direkt olarak bana bakıyordu. Bakışlarım bir anlığına İdil'e kaydığında onun şaşkınlıkla bir bana bir de Emre'ye baktığını gördüm. Belli ki kafasında soru işaretleri oluşmuştu ama ondan önce yapmam gereken bir şey vardı. Bu fikri ortaya ben attığım için konuşma sırası bendeydi.

 

 

"Ölüm çok şüpheli çünkü ve otopsi olmadan da zehirlendiğini ya da her ne yapıldıysa bunu bilemeyiz. Tanığın anlattıklarına göre belirgin bir şey yok. Bu gerçek bir ölüm olsa bile şüpheli ve sonucu belirleyecek olan otopsi sonucu olur. Ayrıca eğer bunu birisi yapmışsa onu yapan her kimse o buralarda bir yerde, buradan çıkamasın diye de ben sizi çağırdım" dediğim anda Emre gülümseyerek yüzüme baktı ve

 

 

"Vay be hala eskisi gibisin. Siz böyle diyorsanız bir bildiğiniz vardır Miray Hanım. Çünkü ben size sonsuz güveniyorum. Senin bunları düşünmen benim işimi kolaylaştırıyor. Benim gelmeme gerek yokmuş ki sen zaten çözüyormuşsun. Gerçi buraya gelmeseydim, seni görme şansını kaybederdim. Bu da beni üzerdi" aynı gülümsemeyle ona baktığımda Yağız yine boş durmadı ve bir şekilde Emre'ye laf sokmayı başardı.

 

 

"Siz zaten işinizi yapacakmış gibi durmuyorsunuz ki, söyler misiniz bu rahatlıkla suçluyu nasıl bulacaksınız beyefendi?" Yağız sorusuyla beraber attığı adımlarıyla Emre'ye yaklaşırken Emre'de oturduğu yerden kalktı ve Yağız'ın tam karşısında durdu.

 

 

İkisinin bu ani hareketi bir kavgayı alevlendirecek gibi olsa da biliyordum ki Emre ben buradayken beni kötü duruma düşürecek hiçbir şey yapmazdı.

 

 

Emre sinirle Yağız'a baktığında o an fark ettim ki Yağız Emre'den de uzundu. Emre biraz da olsa başını kaldırıp ona bakmak zorunda kalmıştı.

 

 

"Öncelikle Yağız Bey, karşınızdaki kişinin bir polis olduğunuzu unutmamanızı rica edeceğim. Miray size nasıl davranıyor bilmiyorum ama belli ki size kendi içindeki asıl olanı göstermemiş göstermiş olsa siz bana yahut bir polise diklenemezdiniz" Emre'nin art arda kurduğu cümlelere aynı Yağız gibi ben de şaşkınlıkla baktım.

 

 

Yağız yumruğunu sıkarak konuşmak için hamle yaptığında Emre onu susturarak devam etti.

 

 

"İşimi yapıp yapmadığım konusuna gelecek olursak şirketinizin giriş ve çıkışlarını kapattık. Bunlara ek olarak da kamere kayıtlarını gözden geçirdik. Herkes şu an otopsi sonucunu bekliyor. Sonucun en kısa zamanda çıkması için elimizden ne geliyorsa yapıyoruz. Bilmem bunlar sizin için yeterli mi?" Yağız henüz karşında kimin olduğunu bilmiyordu ama Emre ona kendini tanıtmaya başlamıştı bile

 

 

Yağız tekrardan boğazını temizlediğinde onun da Emre'nin bu tavrına karşı az çok şaşırdığını tahmin edebiliyordum. Odanın diğer ucundaki Öykü'ye baktığımda sadece ama sadece bana baktığını gördüm. Kin ve nefretle.

 

 

Ona alayla gülerek baktığımda bana gözlerini devirdi ve Yağız'la Emre'ye baktı.

 

 

"Kamera kayıtlarından bir şey çıktı mı?"

 

 

"Heh ben de onun için gelmiştim. Kayıtlar silinmiş, bu da olayın cinayet olma ihtimalini yükseltiyor. Ve siz şanslısınız ki kayıtları geri getirebilecek tek kişi sizin yanınızda çalışıyor" dedi ve gülümseyerek bana baktı.

 

 

"Miray, bunu sadece o yapabilir" dediğinde gülümsemekte zorluk çekiyordum. Bakışlarım odadaki herkesin üstünde dolaşırken kimsenin bunu yapabileceğime inanmadığını gördüm. İdil'de bile bir şüphe sezdim.

 

 

Emre benim bu tereddüdümü fark etti ve Yağız'ın yanından ayrılarak benim yanıma geldi ve kulağıma doğru eğilerek

 

 

"O günü hatırlıyorsun değil mi, bunu tekrar yapabilirsin" dedi ve gülümsemesinin hemen ardından da dilinden o sihirli sözcükler döküldü.

 

 

"Ben sana güveniyorum" dediğinde Yağız'ın bir anlığına başını çevirip bize baktığını gördüm. Ona aldırış etmeden Emre'ye bakarak

 

 

"Biliyorum, biliyorum ve inanıyorum. Çünkü senin bana güvenmen bana güç veriyor" cümlemi bitirdiğimde Emre'ye değil Yağız'a bakıyordum. O an onun bakışları donuklaştı ve aynı geçen gün olduğu gibi gözlerindeki bir buz parçası ona veda etti.

 

 

Emre bana sarıldığında ben de ona sarıldım. Yağız bize bakmak yerine Öykü'ye baktığında olabildiğince kısık bir sesle Emre'ye "onları bu odadan dışarıya çıkarma" dedim ve gülümseyerek ondan ayrıldım.

 

 

O ise hiçbir şey söylemeden başını salladı.

 

 

"Evet Miray da hazır olduğuna göre çıkabiliriz" dedi ve ilerleyip geçmem için kapıyı açtı ve bekledi.

 

 

Gitmek için hareketlendiğimde arkamdan da adım seslerinin geldiğini duydum. Arkama bakmama fırsat kalmadan Emre "Yağız Bey sizin gelmenize gerek yok. Ayrıca siz burada kalsanız iyi olur. Bu hem çalışanlarınızı" dediğinde arkamda bir yeri işaret etti ve hemen sonrasında parmağıyla beni gösterdiğinde o an anladım ki Yağız hemen arkamdaydı.

 

 

"Hem de sizin güvenliğiniz için" dediğinde Yağız da tam arkamdan "peki Emre Bey" dedi ama bunu söylerken bey kısmına büyük bir vurgu yapmıştı.

 

 

Emre'nin tekrardan bana bakmasıyla ilerledim ve kapıdan çıkarak belki de dönüşü olmayan bir yola girdim. Suçluydum ve suçumu itiraf etmek için gidiyordum. Hem de yanımda Emre varken.

 

 

 

 

 

☘️

 

 

"Sonuç ne Miray?" Odaya geldiğimizden bu yana ben bilgisayarda silinen görüntüleri bulmak için uğraşırken Emre'nin bilgisayar masasına oturup her dakikaya bir sorduğu bu soruya artık cevap vermenin zamanıydı.

 

 

"Az kaldı Emre, görüyorsun uğraşıyorum"

 

 

"Görüyorum canım da biraz hızlı olmanı istiyorum sadece" dediğinde birkaç tuşa daha bastım ve işlem devam ederken ona doğru dönerek

 

 

"Elimden gel-" dediğimde sözümü kesen dışarıdan gelen sesler olmuştu.

 

 

"Yağız Bey size odada kalmanız söylendi. Lütfen bizi zor durumda bırakmayın"

 

 

"Komiserinize söyleyin. Onun emirleri umurumda değil. Ben buraya Miray Hanımla konuşmaya geldim"

 

 

Yağız'ın sesini duymamızla Emre'yle aynı anda birbirimize baktık. Emre oturduğu yerden bir hışımla kalktığında aynı hızla ben de kalktım ve kolunda tutarak onu durdurdum.

 

 

"Bırak gelsin. Belli ki aklını kurcalayan bir şey var" dediğimde Emre ikiletmeden kapıyı açtı. Kapıdaki görevliler başını tamam der gibi salladığında o an onunla göz göze geldim. Yağız öyle bir bakıyordu ki onu anlayamıyordum. Hem nefret doluydu, hem de beni düşünür gibiydi. Uzun bir süre bana öylece baktı. Ta ki ben bakışlarımı kaçırana dek. Normalde yapacağım bir şey değildi ama onun bu bakışlarına karşı yapabileceğim tek şey buydu.

 

 

Yağız içeriye girdiğinde Emre sertçe kapıyı kapattı. Kapı kapandığında Yağız çok kısa bir an Emre'ye baktı. Hemen sonra bana baktığında sandalyeme geri oturduğumda elimle oturmasını işaret ettim ama o bunu reddederek ayakta dikilmeye devam etti.

 

 

"Ne oldu Ka-" dediğimde Emre'nin de burada olduğunu hatırladım ve cümleme öyle devam ettim.

 

 

"Yağız Bey, benimle ne konuşacaksın" hiçbir şey söylemeyip bakışları Emre'ye kaydığında ona gözlerimi devirdim ve Emre'ye bakıp gülümseyerek "sen kendine bir kahve al istersen" Emre istemeye istemeye başını salladıktan sonra kapıyı açtı ve odadan çıktı.

 

 

Odada Yağız'la kaldığımızda sesimi sert tutarak "seni dinliyorum" dedim ve onu bekledim.

 

 

Bana doğru bir adım attığında üstten üste bana bakarak "ne yapmaya çalışıyorsun, hem" dediğinde sesini alçaltarak "cinayet işledin hem de kendini ifşalıyorsun. Neden böyle bir şey yapıyorsun Miray?" Sorusu kahkaha etmeme sebep oldu.

 

 

Kahkaham bittiğindeyse oturduğum yerden kalkıp tam karşısında durduğumda gülerek ona baktım.

 

 

" Aslında bunu sana az önce de söylemiştim ama ben alıştım senin bu ikinci kez soruşlarına. Sana 'yaptığımız bir suç olsa bile o suçu kabul eder ve o mahkemeye kendi ihbarımız sonucunda çıkarız' demiştim. Şu an da onu gerçekleştiriyorum"

 

 

Yağız "sen" dediğinde bilgisayardan uyarı sesinin gelmesiyle ikimizin de bakışları o yöne kaydı.

 

 

Dosya başarıyla geri kazanıldı. Kullanım için hazır.

 

 

Gülerek ekrana baktığımda Yağız'a bakmadan "şimdi sıra işlediğim suçu izlemende belki o zaman inanırsın gerçek bir katil olduğuma" deyip bilgisayara doğru eğildim ve fareyi elime alıp dosyayı açtım.

 

 

Kamera açıldığında gösterdiği yer Seçil'in odasının tam karşısıydı ve Seçil'in perdesi açık olduğu için de içerisi tam anlamıyla görünüyordu.

 

 

Yağız pür dikkat ekrana bakarken ben de bilgisayardan uzaklaştım ve aynı onun gibi ben de olup biteni izlemeye koyuldum.

 

 

Seçil odasında oturuyordu ve bilgisayarda her ne yapıyorsa çok dikkatliydi. Uzun bir süre bu böyle devam etti. Seçil'e bir telefon geldi ve Seçil nedense gerildi. O konuşmada her ne geçtiyse onu endişelendiren bir şey olmuştu ki ben bunun nedenini biliyordum.

 

 

Tüm bunlar olurken Yağız hiçbir şey söylemeden olanları izliyordu.

 

 

Seçil kapıya arkasını döndüğünde kapıda siyah giyimli birisi belirdi. O anda hızla Yağız'ın kolunu dürttüm ve "nasıl çıkmışım ama güzel değil mi?" Soruma gözlerini devirdiğinde tekrardan ekrana baktı.

 

 

İçeriye girip elindeki şırıngayı Seçil'in boynuna sapladıktan sonra orada üç dakika geçirdi ve son saniyelerde de Seçil'in yere düşmesini zevkle izleyip öyle dışarıya çıkmıştı ki ben tam kapının açıldığı kısımda ekranı durdurdum. Yüz tam belirgindi. Her şey ortadaydı. Suçlu da suçsuz da. İşte o an Yağız şaşkınlıktan olduğu yerde kalakaldı. Ağzından sadece dört harf döküldü.

 

 

"Öykü"

 

 

 

 

⚔️

Loading...
0%