@f.kubrat
|
⚔️
3 ay öncesi...
''Miray, Miray, Miray uyanır mısın artık'' hissettiğim küçük çaplı sarsıntı ve yanımdaki her kimse asla susmayan sesi, uyanmak istemeyişim de bunların bir parçası ama bu ses bana bu isteğimi kabul etmeyeceğini söylüyordu.
Öfkeyle açtığım gözlerimle beraber kalkmaya yeltendiğimde bütün vücudumun tutulduğunu fark ettim. Masaya uzattığım kollarım, kollarıma koyduğum başım ve oturmaktan sırtımı ağrıtan sandalye, tüm bunlar benim bu ağrılarımın sorumlusuydu.
Yine ucu bucağı olmayan bir nöbete tabii tutulmuştum ve emniyette sabahlamak zorunda kalmıştım. Hepsi o müdür yüzündendi. Nerede hatamı görse hemen bana en ağırından bir nöbet yazıyordu. İki hatta üç gündür burada nöbetteydim. Evime gitmeme izin verilmiyor. Bu da yetmezmiş gibi üst üste sorgulara giriyor, saçma sapan insanlarla uğraşıyordum. Anlaşılacağı üzere burada ağır şartlar altında hayatta kalıyordum.
Bedenimi masadan uzaklaştırıp oturduğum sandalyede doğrulmaya çalıştığımda boynumdan ve belimden gelen kütleme sesiyle neye uğradığımı şaşırmıştım. Kemiklerim kırılıyor desem abartmış olmazdım. Elimle boynumu ovduğum sırada arkamdan gelen sesle hiç istifimi bozmadan sesin sahibinin yanıma gelmesini bekledim.
''Hele şükür be kızım, biraz daha uyusaydın seni öldü sanıp gömecektik'' sesin sahibini tanıyordum. Beni hiçbir koşulda yalnız bırakmayan, her işime yardım eden ama yardım ettiği kadar da başımın belası olan Emre Duman.
Onu yanımda hissettiğimde elim boynumu ovarken ters ters ona baktım.
''Sana da benim gibi üç gün üst üste nöbet koysunlar da ben o zaman göreyim seni, ölüyor musun yoksa kış uykusuna mı yatıyorsun görürüz'' attığım ters bakışın ardından Emre'nin küçük bir kahkaha attığını duydum ama onunla uğraşmak istemediğim için bir şey söylemedim.
Oturduğum yerde kendimi açmak için bir sağ bir sola dönerken Emre masaya bir kahve bardağı bıraktı ve yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu.
''E ne yapalım, sen de düzgün durmuyorsun ki, adama karşı çıkıp duruyorsun sürekli, emirlerine uysan başına bunlar gelmez''
Masaya koyduğu bardağı elime alırken bir kez daha göz devirdim.
''Şimdi suçlu ben oldum öyle mi, adam bana hak ettiğim görevi vermiyor ki ayak işlerini veriyor. Yok kahve doldur, yok dosya getir. Ben bunun için gelmedim ki Samsun'dan, bana saha görevi vermesi gerekiyor. Ben bunu ona kaç kere söyledim. Hande'yi görmüyor musun, kız hiçbir şey bilmediği halde benden daha çok sahada''
Emre'nin bu cümleleri benden bilmem kaçıncı duyuşuydu ama ikimizin de elinden hiçbir şey gelmiyordu. Çünkü kız torpilliydi ve en önemlisi kız ünlü bir yöneticinin kızıydı.
Kahvemden bir yudum aldığımda ağzıma gelen acı tatla yüzümü buruşturmam bir oldu. Aynı anda bardağı masaya koyup çoktan Emre'ye saydırmaya başlamıştım bile
''Emre bu ne ya, bir öğrenemedin benim nasıl içtiğimi şekerli içiyorum ben, her seferinde sade yapıyorsun''
''Ya kızım biliyorum herhalde şekerli içtiğini, ayıl diye acı kahve yaptım sana iç işte şunu'' masadan aldığı bardağı tekrardan bana uzatırken yine ters ters baktım ona
''Senin bu yaptığını alkol alanlara yapıyorlar, ben alt tarafı uyudum ki hakkım olan bir şey'' söylenerek de olsa bardağı elinden aldım ve yüzümü buruştura buruştura içtim.
''Uyumak hakkın da on iki saatte uyumazsın be kızım''
Bardak elimde kalakalırken şaşkınlıkla Emre'ye bakıyordum. O ise benim ona böyle baktığımı görüp kahkaha atmaya başladı.
''Şaka yapıyorum''
''Şakacı şey seni, çen buna çok mu güldün he, gösteririm ben sana şaka nasıl yapılır''
Kalkmak için yeltendiğimde Emre birden bağırmaya başladı.
''İmdaaat adam öldürüyorlar, yardım edin, gencecik yaşımda uykulu bir hatun tarafından öldürüleceğim'' Emre bağırabildiği kadar bağırırken odaya bırak birisinin gelmesini kimse kılını bile kıpırdatmamıştı. Güya emniyetteydik.
Dirseğimi masaya dayayıp Emre'ye alayla bakarak
''Dur sakin ol uşağum daha öldürmedim ama öldüreceğum'' dediğimde Emre'yle birbirimize bakıp ikimizde aynı anda gülmeye başladık.
Burada bu konuşmayı yapabileceğim tek kişi Emre'ydi. Zaten diğerlerine de lüzum yoktu.
''Hiç gelenin olmadığına göre sevenin yok'' dediğimde cevabını hiç gecikmeden verdi.
''Sen varsın ya, sen buradasın, birisinin gelmesine gerek yok beni seven zaten burada''
Gülümseyerek ona baktığımda o da aynı ifadeyle bana bakıyordu.
Bulunduğumuz odanın kapısı tıklatıldığındaysa yüzümüzdeki mutlu ifade yok olup gitti. Çünkü bu gülümseme sadece birbirimiz içindi.
''Gel''
Onayımla beraber kapı açıldığında içeriye sarışın adını öğrenmeye tenezzül etmediğim bir kadın girdi. Kadın elindeki dosyalarla karşımda durduğunda bir bana bir de Emre'ye baktı.
''Ne vardı?'' Sorumla beraber kadın gülümsedi ve ''Selçuk müdürüm sizi çağırıyor'' adamın adını duyar duymaz Emre'yle birbirimize baktık. Büyük ihtimal ikimizin de aklından aynı şey geçiyordu. Bu adamın beni neden çağırdığı.
Kadına başımı salladıktan sonra bardağı masaya sertçe koyup ayağa kalktım ve kapıdan çıkmadan önce Emre'ye son bir bakış attıktan sonra odadan çıktım.
Kapıdan çıktıktan sonra bu halime laf etmemesi için odasına gitmeden önce tuvalete uğradım ve üstümü başımı düzelttikten sonra onun yanına gitmek için hareketlendiğimde kapıya yaslı bir şekilde durmuş beni izleyen Hande'yi gördüm.
Dizinin hemen üstünde biten kırmızı bir elbise giymiş ve aynı renkte bir çift topuklu ayakkabıyla kapıda dikilmiş beni süzüyordu.
Onun aksine benim üstümde siyah botlar, siyah kargo pantolon, siyah tişört ve siyah bir yelek vardı. Bir poliste olması gerekenler vardı.
''Sen hala burada mısın ya, ben seni kovulur diyordum. Gerçi senin için ayak işlerini yapmakta kovulmakla eş değerdir'' yaslandığı yerden doğrulup alayla güldüğünde ben de ona bakarak alayla güldüm ve bir iki adım atarak tam karşısında durdum.
''Ona bakılırsa senin de bu karakolun önünden bile geçmemen gerekiyor Hande ama sen de haklısın ne de olsa torpilin ana yurdundan geliyorsun''
Söylediklerim Hande'nin yüzüne bir tokat gibi çarparken ben hiç istifimi bozmadan ona bakıyordum. Buradaki kimse cesaret edip de ona torpilli olduğunu söyleyememişti. Ben hariç.
''Pardon, sen ne torpilinden bahsediyorsun, ben buraya hakkımla geldim ve hak-''
''Pardon pardon sen ne hakkından bahsediyorsun, eğer buradaki her şey hakkıyla dönecek olsaydı. O zaman benim buranın yöneticisi olmam gerekiyordu. Yani küçük hanım bana haktan ve hukuktan bahsedecek en son kişi sensin. Bu yüzden şimdi çekil önümden de başıma iş çıkarma benim. Çünkü ben buradaki hiç kimseye benzemem. Rol yapmam, diğerleri gibi seni yalanlara boğmam. Tıpkı az önce duydukların gibi duymak istemediğin birçok şey sayabilirim sana, mesela diğer insanların sana cesaret edip de söyleyemediği şeyleri'
Nefes almadan kurduğum bu cümleleri Hande de nefes almadan dinlemişti. Belli ki babasının onu buraya torpille soktuğundan haberi yoktu. Ama keşke millete hava atmasını, ezmesi bildiği kadar biraz da babasının ne olduğunu bilseydi. Bunları Hande'yi aşağılamak için söylemiyordum. Sadece biliyordum onun başarısını ve kendi başarımı ve tabii babasının gücünü de.
Hande duyduklarından sonra öylece kalakalmıştı. Ne sanıyordu ki, hiçbir bilgisi olmadan polis, komiser olabileceğini falan mı? Keşke her şey o kadar kolay olsaydı.
Onun bu halini umursamadan yanından geçip gittim. Biliyordum gerçekler acıydı, can yakardı ama onlarsız da olmazdı.
Cebimdeki telefonun titremesiyle adımlarım duraksadı. Karşıdan gelen dosyalı kıza çarpmamak için pencere kenarına doğru ilerledim ve cebimden telefonu çıkarıp arayan kişiye baktım.
Ekrandan Abim yazısını görmemle çağrıyı hemen yanıtladım ve telefonu kulağıma götürdüm.
''Abisini çok seven bir kardeşle konuşuyorsunuz, buyurun ben Miray Ateş nasıl yardımcı olabilirim?'' Gülerek açtığım telefona abimin gülerek verdiği cevapla devam ediyorduk.
''Allah Allah Miray Ateş tamam da abisini çok seven bir kardeş kısmını tutturamadım. Tanışıyor muyuz?'' Sorusunun üstüne kahkaha atması bir oldu.
Görmeyeceğini bile bile gözlerimi devirdiğimde
''Herkeste şakacı bugün maşallah'' abim sesimdeki tınıyı fark ettiği an
''Tamam tamam kızma küçük polis seviyorsun beni biliyoruz. Eh ben de sevilmeyecek birisi değilim de neyse''
''Abicim sen kendini öveceksen söyle bana ben telefonu kapatayım kendini övmen bittiğinde biz tekrardan konuşuruz seninle ne dersin?''
Tekrardan kahkaha sesi geldiğinde bu sefer benim de yüzümde bir gülümsem vardı.
''Tamam tamam bir şey demiyorum. Yine tersinden kalkmışsın sen, yine nöbet tutturdu sana şu herif dimi, şeytan diyor gel sık kafasına sen de rahatla kardeşin de rahatlasın''
Abim tüm olanlardan haberdardı ama onun elinden de bir şey gelmiyordu. Çünkü karşısında koskoca müdür vardı. Aslında elinden bir şey geliyordu, yani tek bir şey o da kafasına sıkmak. Buradan bile abimin bir mafya üyesi olduğu ortaya çıkıyordu. Birimiz polis diğerimiz mafyaydık. Sanırım kardeşler arasındaki zıtlık en iyi böyle anlatılabilirdi.
''Üç gün oldu. Ne zaman geleceksin eve, annem de sorup duruyor. Bugün müsaitsen ben bir uğrayayım. Hem nasıl olduğuna bakarım hem de şu adama bir görüneyim ne dersin?''
Olabildiğince derinden aldığım nefesi havayla buluşturduğumda abime ne söyleyeceğimi düşünüyordum.
''Ne zaman geleceğim hakkında bir fikrim yok ama senin gelmene de gerek yok, iyiyim ben, anneme de söyle beni merak etmesin en kısa zamanda gelmeye çalışacağım. Ayrıca ne yapıyorduk abicim, işlerimizi şiddetle çözmüyorduk. Bir sakin ol''
Cevabıma karşı abimin cevabı hiç gecikmedi.
''Ama o adam bundan anlıyor. Görmedin mi geçen sana ne yaptığını, seni zorla benim sorguma soktu. Orada da beni başkasına dövdürttü. Bana ne yaptırdığı umurumda değil ama bunu sana izletmesi, sen de bir travma yaşatması doğru değildi. Pislik herif''
Evet abimi kanlar içinde görmemin üstüne küçük çaplı bir çarpıntı ve üstüne de bir baygınlık geçirmiştim. Hastaneye kaldırıldığımdaysa doktor bu olanların bir travma etkisinden kaynaklandığını söylemişti. E haklıydı da...
''Okan sakin ol diyorum sana!'' Yüksek çıkan sesimi dizginlemeye çalışıyordum. Tabii abim de aynı şekilde ama onun pek başarılı olduğu söylenemezdi.
''Okan mı, hani az önce canın, en sevdiğin abindim?'' Beni güldüren şey onu sinirlendiriyordu. Keza benim ona adıyla seslenmem onu kızdırıyordu. Çünkü ben sadece sinirli olduğum zamanlarda ona Okan derdim.
''En sevdiğim abimsin çünkü başka abim yok'' kurduğum cümle onu daha fazla sinirlendirmişti.
''Bekle kız geliyorum oraya, dur sen'' dediğinde telefondan gelen hışırtılarla neye uğradığıma şaşırdım.
''Tamam abicim şaka yaptım. Gelmene falan gerek yok. En sevdiğim abim sensin çünkü sen çok karizmatik, eğlenceli ve en önemlisi mükemmel bir insansın. Oldu mu?''
Onun için bu cümleler şarttı. Çünkü her insanda olduğu gibi kendisinin övülmesine bayılırdı. Eh kardeş oyunları, bunları bilmeden eşek güdülmüyor napalım?
''Heh şöyle yola gel'' dediğinde aynı süre zarfında koridordan adımı duydum.
''Miray Hanım lütfen iki dakika bakar mısınız?''
Başımı çevirdiğimde beni çağıran kişinin Serap olduğunu gördüm. Serap çağırıyorsa kesinlikle önemli bir şey olmuştu.
Elimle ona geleceğimi işaret ettiğimde abime de cevap veriyordum.
''Abi benim kapatmam gerekiyor, ben seni sonra ararım. Öptüm kocaman, ayrıca bana bir daha küçük polis deme'' telefonu hızlıca kapatıp abimin cevap vermesine fırsat vermemiş olmam onun nezdinde bu büyük bir suçtu ama işim olduğu için kusuruma bakmaz diye düşünüyordum.
Telefonu cebime atıp Serap'ın olduğu yere doğru ilerlediğimde Serap'ın telaşlı olduğunu fark ettim. Belli ki ortada büyük bir şey vardı.
Serap bu ortamda masum olan sayılı kişilerden birisiydi ve ben her ne olursa olsun onu korumaya devam ediyordum.
Serap'ın yanına ulaştığımda koluna dokunarak ''iyi misin?'' Diye sorduğumda beni onun ürkek bakışları karşılamıştı.
Zar zor gülümsediğinde mavi gözlerinde korkunun külleri vardı. Bağlamak için her seferinde zorlandığı turuncu saçları yine kenarlardan çıkmıştı. Yüzündeki çiller ise saçlarına zıt bir şekilde düzenle sıralanmıştı. Onu bu denli korkutan şeyin ne olduğunu merak etmiştim.
''İyiyim sadece... Şey müdür seni bekliyormuş bunu sana söylememi istedi'' ona ne olduğu şimdi anlaşılmıştı. Benim gecikmeme kızdığı için hıncını Serap'tan almıştı.
Başımı yavaşça sallayarak ''tamam canım'' dedim ve onu daha fazla bekletmemek adına odasına doğru ilerledim.
İki kat çıktıktan sonra kapısının önünde durduğumda kapıdaki adıyla göz göze geldim ve o an içimde beliren tek şey nefretti.
Görelim bakalım benimle derdi neymiş, yumruğumu sıkarak sertçe kapıya vurduğumda içeriden komutun gelmesini bekledim. Ne de olsa bir insana o kadar saygım vardı.
''Gel''
Komut geldiğindeyse hiç beklemeden içeri girdim ve masasında oturmuş evraklarla boğuşan şişman göbekli, boynuna mavi kravatını dolamış, tepesinde üç tel saçın zor durduğu, gözlüklü, ölmek için kol atan o adamla göz göze geldim. Gülümsemek yerine bana kinle bakıyordu. Çünkü ben onun için başarıya giden bir engeldim. Her işinde çıkıntılık yapan bir polistim. Zaten bu yüzden de benim yetkilerimi sınırlamıştı. Onu koltuğundan etmeyeyim diye, dua etsin canından etmiyordum.
Yüzüne bakmaya dahi tahammülüm yoktu. Onu görünce midemin bulanması da bundandı.
''Beni çağırmışsınız'' sesimdeki soğukluk ölü bir bedendekinden farksız değildi.
''Evet Miray Ateş, lafı fazla uzatmayacağım. Gereksiz bir olay var ve sen şimdi bunun sorgusuna gireceksin. Eğer bu akşam evine gitmek istiyorsan bu sorgudan başarıyla çıkarsın. Aksi takdirde bugün de nöbete kalırsın''
Sanki burada survivor çekiyoruz. Allah'ım ya rabbim.
''Şu dosyanın içinde olay hakkında birkaç bilgi var. Gerisi sana kalmış, kolay gelsin'' dedi ve elinde gösterdiği mavi dosyayı masanın ucuna doğru attı. Adam dosyayı tutmamı bile beklemiyordu.
Ona hiçbir cevap vermeden nefretimi yutarak odadan çıktım ve bir köşeye geçip dosyanın içeriğine baktım.
Bir kayıp vakasıydı ama cinayet olma ihtimali de oldukça yüksekti. Çünkü en son adam patronuyla tartışmış ve bir daha kimse tarafından görülmemişti. Adam an itibariyle üç gündür ortalarda yoktu ve tabii ki baş şüpheli patronuydu. Adam hakkında fazla bir bilgi yoktu. Demek ki bazı şeyleri de benim öğrenmem gerekiyordu.
''İş başa düştü''
Dosyayı kolumun altına alıp cebimdeki telefonu aldım ve bir ay önce suç ortağım olan şimdi ise yakın arkadaşım olan birisini aradım. Egemen Taşlı'yı.
Bir ay önce onunla beraber bütün şirket adamlarını ve mafyaları tutuklamıştık. Bu hikayedeki tek sıkıntı ise onun da bir mafya olmasıydı. Zaten bunun sonucunda da bana muhbirlik yapması nedeniyle birkaç adam tarafından öldürülmeye de çalışılmıştı. Ben de bu olayda onun zarar görmemesi için silahlı çatışmaya bizzat girmiş ve onu o ateş çemberinden burnu bile kanamadan çıkarmıştım. Tek sorun kendimin yaralanmasına sebep olmuştum. Omzuma aldığım bir kurşunla hastanelik olmuştum. Egemen'se bunun için bana büyük bir minnet duymuş ve her yardım istediğimde yardımıma koşmuştu. Böylelikle onunla da iyi bir arkadaş olmuştuk. Tabii müdürün bu olanlardan haberi yoktu. Her zamanki gibi...
Telefon dördüncü çalışında açıldığında Egemen'in uykulu sesi kulağımı doldurdu.
''Efendim Miray''
''Egemen müsait misin diye soracağım ama pek değilsin gibi'' dolaylı yoldan sorduğum soruya Egemen'in verdiği cevapsa tabii ki ''saçmalama'' oldu.
''Saçmalama kızım sen bana müsait olup olmadığımı soracaksın ve ben de müsait olmayacağım öyle mi yok öyle bir dünya, ne istersen her an söyleyebilirsin bir daha böyle bir şey duymak istemiyorum'' uykulu sesi bir anda açıldığından gerçekten müsait olduğuna inanmıştım. Ya da zorunda kalmıştım.
''Peki tamam. Ben sana birisini tanıyıp tanımadığını soracaktım'' dediğimde ne yaptığını anlayamasam da telefondan hışırtı seslerinin geldiğini duydum.
''Kim?'' Sorusuyla beraber hiç beklemeden dosyadaki ismi söyledim.
''Yağız Karahanlı''
Egemen uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra ''ne için soruyorsun?'' Diye bir soru yönelttiğinde onu farklı bir cevap vereceğini düşündüğüm için afalladım.
''Şey, iş için, bir kayıp vakasında baş şüphelim kendileri''
''Oh iyi başka bir şey olmasın da'' dediğinde kaşlarım çatıldı.
''Başka bir şey derken?'' Soruma karşılık doğru düzgün bir cevap vermemişti.
''Boş ver, ne diyorduk he, daha önceden aldığım duyumlara göre bu adam büyük bir mimarlık şirketinin yöneticisi aynı zamanda kendisi bir mafya, mafya dediğime bakma henüz yeni yani senin anlayacağın henüz neyin ne olduğunu bilmiyor, bu yüzden birine zarar veremez. Fakat şöyle bir şey de var ki adam çok iyi oyuncu, insanları bir piyon gibi görüyor ve onlarla oynamaktan zevk alıyor. Hatta bu yüzden bazıları ona ''Duygularla Oynayan Adam'' diyor'' Egemen'in son kurduğu cümlenin üstüne kaşlarım havalanmıştı.
''Duygularla Oynayan Adam ha, gidip görelim bakalım kimmiş bu'' kendi kendime kurduğum bu cümleyi Egemen'in duyduğunu unutmuştum.
''Ben senden sadece dikkatli olmanı istiyorum. Karşındaki ne kadar toy birisi olsa da sen yine de onu hafife alma, normal biri değil'' bu konuşmanın üzerine telefonu kapatıp cebime koyduktan sonra sorgu odasına doğru ilerledim. Şüphelimiz beni orada bekliyordu.
Her sorguda olduğu gibi bu seferde yüzümde ifadesizlikle beraber siyah kapıdan içeriye girdim.
Karanlık odayı aydınlatmakta başarısız olan kör lambanın altındaki tahta bir sandalyede yirmi beş, otuz yaşlarında siyah takım elbiseli genç bir adam oturuyordu. Elleri kelepçeli bir şekilde tam ortadaki masaya bağlıydı. Kapıdan girdiğimde bakışlarını bana doğrultmuş kimin geldiğine bakıyordu. Görebildiğim kadarıyla gözleri maviydi ama tuhaf bir mavi, cansız.
Işıktan yüzünü tam seçemiyordum. Tek görebildiğim gözleriydi. Üstünde siyah takım elbise olduğunu da cebine sıkıştırdığı beyaz mendilden anlamıştım. Bakışlarım bir anlığında odanın duvarını boylu boyunca kaplayan cama kaydı. Bu sefer camın arkasında kimse yoktu. Bu adamı da buraya öylesine bağlamışlardı. İstese bu kelepçeyi çıkarabilir, bana saldırabilirdi. Aslında istenilen de buydu.
Kapıda durmayı keserek onun tam karşısındaki sandalyeye doğru ilerlediğimde ne ince ne de kalın olan sesi odayı doldurdu.
''Açıkçası ben erkek bekliyordum'' dediğinde alayla gülerek ters ters ona baktım.
''Maalesef elimizde bu var. Doğrusunu söylemek gerekirse ben de seni yaşlı bekliyordum ama işte... Yani neymiş her beklenti gerçek olmuyormuş'' dediğimde elimdeki mavi dosyayı masaya koyarak sandalyeyi çektim ve karşısına oturdum. Ellerimi masanın üstünde bağlayıp başımı kaldırdığımda onun kandan yoksun yüzüyle karşılaştım. Hiç kan uğramamış gibiydi ve tipinde de hiç insan öldürecek bir tip yoktu.
''Evet Yağız Karahanlı, buraya neden geldiğinizi biliyorsunuz''
''Aslında bilmiyorum'' verdiği cevabın üstüne önümdeki dosyanın ilk sayfasını açarak içindeki isimlere göz gezdirdim.
''Cenk Ünal'ın kayıp ihbarı üzerine son gören kişi olduğunuz ve onu öldürme şüphesi nedeniyle burada bulunuyorsunuz''
''Ne Cenk ölmüş mü?'' Kurduğu cümlelerindeki gevşeklik ve salağa yatma, anlaşılan bu adam beni epey uğraştıracaktı. Yalandan sorduğu soru karşısında bakışlarımı dosyadan kaldırıp ona baktım. Dosyayı sertçe kapatıp elimi masaya vurarak
''BANA BAK, SALAĞA YATMAYI KES VE BANA BİLDİKLERİNİ ANLAT!''
Benim bu tepkime karşı onun göz bebekleri büyüdü ve sertçe yutkunmak zorunda kaldı.
Kelepçeli ellerini iki yana açarak ''tamam sakin olun komiserim'' dedikten sonra ağzının içinde bir şeyler geveleyip gülümseyerek bana baktı.
Bakışlarımı ondan ayırmadan ciddi bir yüz ifadesiyle teker teker sorularımı sordum.
''Cenk Ünal'la en son ne konuştunuz ve tartışma sebebiniz neydi?'' Sorumun üstüne nedensiz bir şekilde beni baştan aşağı inceledi ve en sonunda tekrardan gözlerime baktığında boğazını temizleyerek cevap verdi.
''Öncelikle tarzınızı beğendim komiserim. Bildiğiniz ve sormadığınız üzere kendisi benim şirketimde mimar olarak çalışmaktadır. Kendisiyle üç gün önce şirkette konuştuk. Benden birkaç günlüğüne izin istedi. İzni keyfi kullanacağını düşündüğüm için işlerini bitirmediği sürece izin veremeyeceğimi söyledim. Bu esnada bana bağırıp çağırmaya başladı. Onu sakinleştiremediğim için aynı ses tonuyla ona karşılık verdim. En sonunda ailevi bir sorunu yüzünden izin istediğini söyleyince ben de ona izin verdim ve onu bir daha da görmedim'' ifadesini hiç değiştirmeden sırayla anlattığı olayları dinlerken her şey mantıklıydı ama bir şey hariç
''Peki ailevi sorunlarının olduğundan neden ailesinin haberi yok?'' Sorumun üstüne afalladığını fark ettim ama o sanki bu hiç olmamış gibi devam etti.
''Bilmiyorum, bu konu hakkında bana pek bir şey söylemedi sadece bir sorun olduğundan bahsetti. İzin almak için yalan da söylemiş olabilir''
''İş arkadaşlarıyla konuştuğuma göre yalandan pek hoşlanmayan birisiymiş, hatta bir çoğu yalanla işi olmaz dedi'' bu söylediğim tamamen yalandı. Şu an tek gayem onu sıkıştırıp terletmekti. Suçsuz da olsa bunun yapmam gerekiyordu.
Gerildiğini fark ettiğimdeyse bakışlarımı hiç ayırmadan onun cevap vermesini bekledim. Aslında şu an ona psikolojik baskı yapıyordum. Herhangi bir hareketinde ve söylediği bir sözle onu köşeye sıkıştırmış gibi yapacaktım.
''Dediğim gibi bana söyledikleri bunlar'' dediğinde aydınlanmış gibi bana baktı ve oturduğu yerde doğrularak
''Pardon da hanımefendi siz şu an beni mi suçluyorsunuz?'' Alayla güldüğümde bakışları dudaklarıma kaydı.
''Benim işim bu Yağız Bey, şu an bir sorgudasınız ve benim şüphelim konumundasınız'' o da aynı benim gibi gülümsediğinde benim de bakışlarım kıvrılan dudaklarına kaydı.
''Peki hanımefendi, pardon komiserim isminizi öğrenebilir miyim?''
''Hayır, komiserim demeniz yeterli, buraya arkadaşlık ilişkisi kurmaya gelmediniz'' sert sözümün üstüne tekrardan gevşek gevşek gülümsedi ve anladığını belli edercesine başını aşağı yukarıya salladı.
''Peki, o halde komiserim söyler misiniz, sizin benden şüphelenmenizin tek sebebi Cenk'le en son benim görüşmüş olmam mı, keza ben bu durumda kaybolmadan önce her görüştüğüm kişiyi öldürüyormuş durumuna düşüyorum da''
Kurduğu cümleye cevabımı hiç geciktirmeden verdim.
''Elbette tek sebebim bu değil, sizin bir mafya olmanız da şüphelerimden birisi, bu sizin için yeterli mi?''
Mafya kelimesini duyduğu anda yüzündeki ifadenin değişimi açık ve netti. Bunu kesinlikle beklemiyordu. Belli ki kimse onun mafya olduğunu henüz bilmiyordu. Onun bu yüz ifadesini sevmiştim. Güzel hissettiriyordu. Bunun için de ona son bir şok daha yaşatmak istiyordum.
''Hatta sizin aleminizde, her ne yaptıysanız, size ithafen Duygularla Oynayan Adam diyorlarmış, güzel lakap ama dikkat edin Yağız Bey duygularıyla oynadığınız insanlar sizinle oynamasın, çünkü en tehlikeli insan duygularıyla oynanmış insandır. Naçizane bir polis tavsiyesi olsun'' dediğimde şok olmuş ifadesi gülümsememe sebep olmuştu.
Hafife alınmaktan pek hoşlanmazdım. Hafife alındığımdaysa genelde karşımdaki kişinin ifadesi de bu oluyordu. Şaşkınlık, yapılmasını beklemeyiş.
''Konumuza dönecek olurs-''
Kapı aniden açıldığında cümlem yarıda kalmıştı. Kapının kenarından başın uzatmış bana bakan Emre'yi gördüğümde kaşlarımı çatarak ona baktım.
''Miray komiserim bir bakar mısınız, acil bir durum var da'' Emre'nin haline ve kurduğu cümleye bakıldığında gerçekten acil bir durum vardı. Onu umursamadan oturduğum yerden bir hışımla kalkıp dışarıya çıktığımda kalabalığı görmemle olduğum yerde kalakaldım. Koridor ana baba gününe dönmüştü. Duyan gelmiş gibiydi.
Solumda duran Emre'ye göz ucuyla bakarak ''ne bu kalabalık, ne oldu?''
''Valla Miray ne olmadı ki, senin şu an sorgusunda olduğun kayıp Cenk Ünal çıkageldi'' ağzım açık bir şekilde Emre'ye baktığımda ''nasıl olmuş, Müge Anlı falan mı bulmuş?'' Şaşkınlığımın arasından güldüğümde Emre hiçbir tepki vermemişti.
''Nasıl oldu bilmiyorum ama verdiği ifadeye göre ailevi sorunlarından daraldığı için patronundan zorla izin istediği ve onun da bu izni verme konusunda şart koşması nedeniyle onunla kavga ettiği, üç gün boyunca da bir otelde tatil yaptığını ve ailesinin onu böyle aradığını öğrendikten sonra da koşarak buraya geldiğini söylemiş, olay buymuş, yani senin anlayacağın Miray'' dediğinde baş parmağıyla kapıyı göstererek '' içerideki adam suçsuzmuş''
Emre'nin tüm bu anlattıklarıyla Yağız'ın anlattıkları birebir uyuşuyordu ama bu olay çok saçmaydı. Bu işin içinde bir şey vardı ama kayıp bulunduğuna göre olayı çok karıştırmaya gerek yoktu. Fakat bu olayda benim aklıma takıla bir şey vardı. Dosyada ailevi bir sorunu olmadığı ve ailesiyle çok iyi anlaştığı yazıyordu. Tabii ya, dosyayı kim verdiyse suçlu oydu. Yine beni şaşırtmaya çalışmıştı.
Verdiğim derin nefesin havayla buluşmasıyla arkamı dönüp odaya girdim ve meraklı gözlerle bana bakan Yağız'la göz göze geldim.
Gülümseyerek ''erkek bekliyordum dememe gerek var mı Miray komiserim?'' Dediğinde onunla beraber ben de gülümsemiştim ama bu sefer ki içten bir gülümsemeydi.
''Yaşlı değilseniz problem yok Yağız Bey'' gülerek karşılık verdiğim cümleye o da güldü.
Ona doğru ilerleyip masanın başında durduğumda cebimden anahtarı çıkarıp bileklerindeki kelepçeyi çıkarmaya yeltendiğimde
''Ne o suçsuz olduğuma inandınız mı?'' Kelepçenin kilidini açtığımda ona bakmadan ''Cenk Ünal kendi ayağıyla buraya geldiği ve verdiği ifadeyle sizi doğruladığı için serbestsiniz'' diğer bileğindeki kelepçeyi de açtığımda geri çekildim.
Bileklerini ovarken ''neredeymiş peki?'' Diye sordu.
''Tatile çıkmış'' cevabıma güldüğünde oturduğu yerden kalkıp tam karşımda dikildiğinde boyunun ne kadar uzun olduğunu fark ettim. En az 1.90 vardı.
''Her meslekte olur böyle hatalar Miray Hanım takmayın kafanıza'' mavi gözlerine bakarak alayla güldüğümde
''Ben burada bir hata göremiyorum Yağız Bey, size az önce de söyledim. Benim işim bu, şüpheli olanı sorguya almak, bu olayda da şüpheli sizdiniz ben de üzerime düşeni yaptım'' gereken cevabı verdiğimde tatmin olmadığını yüzünden anlayabiliyordum ama benim onun ikna etmek gibi bir çabam yoktu.
Bir elini cebine atarak ''şüpheli değil, sizin şüphelinizim bunu siz söylediniz. Her neyse bazı hatalar bazı insanlarla tanışmaya vesiledir. Bu hata da bizim tanışmamıza vesile oldu. Hem ben böyle mükemmel, güzel bir polisi tanıdım. Hem de siz''
''Bir şirket altında yatan bir mafyayı tanıdım öyle değil mi?'' Soruma gülerek başını salladığında
''Bakın Yağız Bey siz bir mafyasınız bense bir polis bizim bir arkadaşlık kurmamız olası değil Burada karşılaşan kişilerin bir bağ kurması da mümkün değil, iltifatlarınız için teşekkür ederim ayrıca lakabınızı taşıdığınızı görmekte güzeldi'' çenesinin kasılmasına rağmen gülümsediğinde içten olmasa da ben de ona gülümsedim. Başını yavaşça salladığında dışarıda kalan elini bana doğru uzattı ve
''Tanıştığımıza memnun oldum Miray Hanım. Umarım tekrar karşılaşırız''
Uzattığı elini sıkarak
''Ben de memnun oldum Yağız Bey ama bunu isteyeceğinizi sanmıyorum''
''İstedim bile''
☘️
O gün karşılaştıklarında bu karşılaşmanın ilk olmayacağını Miray bilmiyordu ama Yağız içten içe biliyor ve istiyordu. Yağız'ın o gün görmediği bir şey vardı. Miray'ın yonca kolyesi.
Duygularla Oynayan Adam hayatında sadece ve sadece bir kez duygularla oynamamıştı.
Yağız ne kadar suçsuz olduğu bir konudan dolayı gözaltına alınsa da oraya bir gün suçlu olarak gideceğini de biliyordu. Yeniydi ama o da bir mafyaydı ve her mafyanın oraya bir gün yolu düşerdi. Onunki biraz erken olmuştu.
Miray'ın abisinin dahi geçtiği bu yoldan Yağız'ın geçmeme imkanı yoktu. Miray her şeyden habersiz abisini çok seviyor ve onu hep el üstünde tutuyordu. Ta ki o güne kadar.
Üç ayda değişen tek şey zaman değildi. Yağız'ın gücü, Emre'nin makamı, Egemen'in arkadaşı, Drake'in kız kardeşi, Miray'ın ise hayatı değişmişti.
Üç ay yenilir yutulur bir zaman değildi ama bazı şeyleri kabullenmek için yeterli bir süreydi. En azından Miray için bu böyle olmuştu.
⚔️ |
0% |