@f.kubrat
|
⚔️ Ben Miray bundan üç ay öncesine kadar bir polistim. Herkesi yargılamış, birçok sorguya girmiş ve birçok kişiyi de tutuklamıştım. Ta ki o güne kadar. Yine o üç ayda ilk defa bir suçla yargılandım. Adam öldürme suçundan.
Hayatımda ilk defa böyle bir şey yaşamış, bu sefer o koltuğa ben oturmuştum. Suçsuz olduğuma kimseyi ikna edememiştim. Çünkü herkes sonuca odaklanmıştı. Kimse benim o duruma nasıl geldiğimi sorgulamamıştı. En nihayetinde bu işten bir şekilde sıyrılmıştım. Ama o günden bana kalan bir hatıra, bir parça vardı.
☘️
''Öykü''
Dört harf altında yatan bir hikaye, tüm bu olanların bir hikayesi vardı. Öykü'nün hikayesi ise bambaşkaydı. Hele bu son öğrendiklerimden sonra onun hayatı farklıydı.
Karşımda duran adam ağır bir şok geçiriyordu. Duydukları ve gördükleri arasında bir çatışma içindeydi. Onun kendisine gelmesini beklerken bir yandan da kapıyı kontrol ediyordum.
Ben kapıyı izlerken Yağız'ın doğrulduğunu fark ettim ve bakışlarımı kapıdan çekip ona baktım. Şaşkın bakışları beni bulduğunda alayla gülümseyerek ''açıkçası bu kadar şaşırmanı bekle-'' dediğim anda beni hızla kendisine çekip sıkıca sarıldı. Ben ne olduğunu anlayamazken ellerim havada öylece asılı kalırken onun sadece ''senin yapmadığını biliyordum'' dediğini duydum.
Görmeyeceğini bile bile gözlerimi devirdiğimde kendimi daha fazla tutamayıp ''sakın ama sakın bir daha bana böyle ani bir şekilde dokunma'' dediğimde hiçbir şey söylemedi ve sarılmaya devam etti.
''Şimdi bırak beni'' bunun üstüne de bir şey söylemeyip hareket etmediğinde kendimi tutamayıp yüksek bir sesle
''BIRAKSANA BENİ BE ADAM!'' Bağırdığımda belimdeki kollarını çekti ve benden ayrılıp gülümseyerek bakmaya başladı.
Eski haline geri dönmüş gibi duruyordu. Ellerini cebine atmış keyifle gülümsüyordu. Bakışlarımı hiç bozmadan sertçe ona bakarken aklına bir şey gelmiş gibi bir anda kaşları çatıldı ve bir elini cebinden çıkarıp bana doğru tuttu.
''Sen bana onu ben öldürdüm dedin'' cümlesi üzerine gülme sırası bendeydi.
Ellerimi arkamda bağlayıp başım dik ona doğru bir adım attım ve aramızdaki mesafeyi kapattım.
''Evet hala da onu söylüyorum. Seçil'i ben öldürdüm'' kaşlarını tekrardan çatılmasıyla ona fırsat vermeden devam ettim.
'' Sanırım sana hiç cinayeti görüp söylemeyen kişinin de en az cinayeti işleyen kadar suçlu olduğunu söyleyen olmamış '' sözlerimin üstüne tekrardan gülümsediğimde Yağız'ın kaşlarının havalandığını fark ettim. Bu benim daha da keyiflenmeme sebep olmuştu.
Bakışları derinleşip gülümsediğinde gerçekleri ona hatırlatmak adına kulağına doğru eğildim.
''Ayrıca sen beni düşüneceğine git de sevgilini bu ipten nasıl kurtaracağını düşün''
Kısık sesle ama vurgulu bir ses tonuyla kurduğum bu cümlenin ardından ondan uzaklaştım ve merak ettiğim yüz ifadesine baktım.
Az önceki ifadesinin de üstünde bir ifade vardı yüzünde, donuk bakışlar, kasılan kemikler ve paramparça olan o gözler...
Asıl bitiş doğrular ortaya çıktığında var olur. Bu sözü yalanların ortasında hayatta kalmaya çalışan bir kadın söylüyor. İnanmak istediği doğruların yalan olduğunu öğrendiğinde var oluyor bu söz. Garip değil mi, bütün kötülüklerin arasından mükemmel bir şeyin çıkması.
Beş, on, on beş dakika belki de daha fazla sayamamıştım ama uzun bir süre geçtiğine emindim. Yağız'ın atlatmaya çalıştığı şok çok büyüktü çünkü bu bilgi öyle gizliydi ki basının bile bu sabah haberi olmuştu. Bense tabii ki onlardan önce öğrenmiştim.
Haberin manşetiyse şuydu: Öykü Cansel ve Yağız Karahanlı birlikteliği açığa çıktı.
Bu manşet ve altına yazılan binlerce yorum. Birçoğu yakıştıklarını söylüyor. Geriye kalan kısımsa Yağız'ın Öykü'yü hak etmediğini söylüyordu. Öykü ve Yağız'ın henüz bu haberden haberi yoktu. Çünkü cinayetti polisti derken haberlere bakmaya fırsat bulamamışlardı. Yağız'sa bunu benim bildiğimi bilmiyordu. Ta ki şimdiye kadar.
''Yeter artık ben dayanamayacağım'' Emre'nin sesini duymamla kapıya doğru dönmem bir oldu. Kapı açıldığındaysa Emre'yle göz göze geldim. Emre bir süre bana baktıktan sonra bakışlarını hemen önünde duran şaşkınlıktan donakalmış ya da dili tutulmuş olan o adama çevirdi.
Emre bir şeylerin ters gittiğini anlayıp hızla yanıma geldi ve benim hemen yanımda durarak kısık bir sesle
''Ne oldu buna, sakın dövdüm falan deme, hani her şeyi beraber yapacaktık'' dediğinde gülmemek için kendimi tuttum ve göz ucuyla Emre'ye bakıp ''sadece gerçeklerle yüzleştirdim'' dedim.
Onun ne tepki vereceğini beklemeden bilgisayarın başına geçtim. Bu sırada Yağız bir hışımla odadan çıktı ve arkasına bakmadan gitti.
Yağız gittikten sonra Emre yanıma geldi ve masanın üzerine oturup
''Sana ne dedi de onu böyle çarptın?'' Sorusu beni güldürse de ona bir cevap vermedim ve işime devam ettim.
Ekrandaki bir dosyaya basıp görüntüyü tekrar oynattığımda ekranı hafifçe Emre'ye doğru çevirdim. Emre olan biteni izlerken Yağız'a yaptığımın aynısını ona da yaparak Öykü'nün tam kapıdan çıktığı noktada kaydı durdurdum. Emre inanamaz gibi bana bakarken oturduğu yerden bir hışımla kalktı ve ''sen harikasın'' deyip kapıdan çıkmaya yeltendiğinde onu kolundan tutarak durdurdum.
''Bunu ben yapabilir miyim?'' Emre çatık kaşlarının altından gülümseyerek belindeki kelepçeyi çıkardı ve bana doğru uzattı. İçimde bir şey bana varlığını hissettirir gibi cız ettiğinde kelepçeyi elinden aldığımda o soğuk demir parçası avcumun içinde dolaşırken Emre geçmem için kapıyı açtığında hiç beklemeden topuklarımı vura vura odadan çıktım.
Koridorda ayağımdaki topukluların sesi yankılanırken başım dik arkama bakmadan ilerliyordum.
''Miray''
Arkamdan Yağız'ın sesini duymamla adımlarımı durdurdum ama arkama dönmedim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra ilerlemek için bir adım atacağımda adımı tekrardan söyledi. Bu sefer dayanamayıp ona doğru döndüğümde beni bozuk bir kravat ve dağılmış saçlar karşıladı.
Belli ki haberden herkesin haberi olduğunu öğrenmişti. Tabii bir de Öykü'nün işlediği cinayet meselesi vardı.
Durup onu öylece izlerken o durmadı ve boş koridorda bu sefer onun ayakkabılarının sesi duyuldu. Tam karşımda durduğunda yorgun bakışlarıyla karşı karşıya kaldım. Bir haber ve bir insanın değişimi.
Bu haber onu epey yormuştu ama bu onun için henüz bir başlangıçtı.
''Lütfen'' duyulması mümkün olmayacak derecedeki konuşmasını yakınında olmama rağmen duymakta güçlük çekmiştim.
''Lütfen bana izin ver Öykü'yle görüşeyim'' yüzümdeki ifade alaya dönerken bakışlarım hiç değişmemişti.
''Merak etme hapiste bol bol görüşürsünüz. Hem orada görüş günleri de var. Eski bir polisim ya oradan biliyorum" cümlemi bitirir bitirmez tekrardan lafa atıldı.
''Miray lütfen onunla görüşmeme izin ver'' yalvarır gibi olan ses tonu şaşırmama sebep olmuştu. Öykü için ne hale düşmüştü. Demek ki aşk gerçekten böyle bir şeydi. Sen herkese diz çöktürsen de elbet sana diz çöktüren birisi de çıkıyordu.
Ağzımı açıp hayır demeye yeltendiğimde Yağız'ın arkasından gelen ses bunu yapmama engel olmuştu.
''Miray bırak görüşsün'' Emre'nin sesi beni bu dünyada her ne yapıyorsam durdurabilecek olan tek şeydi. O da bunun farkındaydı.
Emre'nin talimatıyla oflayarak Yağız'a baktım. O ise bana hala yalvarır gibi bakıyordu.
''Tamam git ne halin varsa gör ama sonrasında onu bizzat ben gözaltına alacağım'' onayımın üstüne hareketlendiğinde tam yanımdan geçerken aniden durdu ve omzunun üstünden bana bakarak
''Sorgusuna da girecek misin?'' Diye sordu.
Sorusu kaşlarımın çatılmasına sebep olmuştu. Çünkü bana bu soruyu sorarken bıyık altında gülmüştü.
Yanımdan geçip gittiğindeyse Emre'yle koridorda kalakalmıştık. O bana bakıyor bense Yağız'ın bana söylediğini anlamlandırmaya çalışıyordum. Bu aslında onun için normal bir cümleydi ama alttan alta verdiği kinaye kafamın karışmasına sebep olmuştu.
Ben koridorun ortasında dikilirken Emre bana doğru geldi ve karşımda durup kolunu omzuma koydu.
''Bana kızma konuşmaları gereken konular var. Öykü bir cinayet işledi, Yağız'ınsa bundan haberi yok. Bazı şeyleri ondan duyması daha iyi olacak'' çenemden tutup başımı kaldırdığında gözlerimin içine bakarak
''Kızma bana'' dedi.
Başımı iki yana sallayarak ''kızmıyorum sana'' dedim ve içten bir şekilde ona sarıldım. Boyu uzun olduğu için başım kürek kemiğine denk gelmişti.
Hayat bana bir abi kaybettirip iki abi kazandırmıştı. Bunlardan birisi Egemen diğeriyse Emre'ydi. Bana yaptıkları iyilikler yok sayılamayacak kadar çoktu. Öz abimin bana yapmadığını o ikisi bana yapmıştı. Her şey kan bağıyla olmuyor diye boşuna söylemiyorlarmış.
''Ağlamıyorsun dimi kız?'' Güldüğümde istediğini almıştı.
Ondan ayrıldığımda gözlerim dolsa da buna engel olabilmiştim. Konuyu dağıtmak adına
''Geldiğinden Egemen'in haberi var mı?''
Gözlerini kısarak ellerini birbirine sürttüğünde ''tabii ki hayır, geldiğime dair ona çok güzel bir sürpriz hazırladım, bence çok beğenecek'' güldüğünde yine Egemen'in hoşnut etmeyecek bir planı olduğunu anladım.
Telefonumun çalmasıyla da bu kesinleşti. Bakmama bile gerek yoktu arayan kesinlikle Egemen'di. Ceketimin cebinden telefonu çıkarıp ekranda yazan isme şaşırmadığımda Emre'nin sinsice güldüğünü gördüm. Çağrıyı yanıtlayıp telefonu kulağıma götürdüğümde Egemen'in isyan dolu sesi kulağımı doldurdu.
''Emre yanında dimi, Allah'ın belası odanın her yerine fare kapanı yerleştirmiş yerde basacak yer bırakmamış, bu da yetmezmiş gibi yastığımın içine de mavi boya koymuş yüzüm gözüm her yerim masmavi oldu. Onu bir elime geçirirsem geldiğine bin pişman edeceğim'' Egemen'in her söylediğinin üstüne gözlerimi kocaman açarak Emre'ye baktım. Bu kadarı da olmaz dedirten bakışımın üstüne Emre'nin yüzündeki gülümseme daha da büyüdü.
''Telefonu hemen ona ver Miray'' dediğinde hiç beklemeden telefonu Emre'nin kulağına yapıştırdım. Egemen telefonda her ne söylediyse Emre daha fazla güldü. Onun bu halinden zevk alıyordu.
Egemen'in ne dediğini duyabilmek için telefona doğru yaklaştığımda Egemen'in ağzına gelen bütün küfürleri saydığını duydum arada bir de azar çekiyordu.
''Oğlum sen geri zekalı mısın, fare miyim ben de evin içine kapan yerleştiriyorsun?'' Dediğinde Emre gülerek
''Evet sen benim küçük faremsin'' gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda Egemen'in verdiği cevap daha da komikti.
''Lan geri zekalı Tom ve Jerry miyiz biz, Allah'ım sen bana sabır ver, bir de mavi boya koymuş, git kırmızı falan koy, şirin baba gibi oldum''
Kendimi daha fazla tutamayıp kahkaha attığımda Emre'nin de güldüğünü gördüm Egemen'se telefondan bağırıp duruyordu.
''Miray gülme, gülmesene kızım, Emre oğlum sakın gözüme gözükme, gözükürsen bu mavi boyayla seni boyarım haberin olsun, ayrıca hoş geldin lan'' sözlerindeki tutarsızlık benim daha çok gülmeme sebep olmuştu.
Emre, Egemen'e cevap vermeye devam ederken ben gülmekten ağrıya karnımı tutuyordum.
''Hoş buldum, akşam yemek yiyeceğiz hazırlan diyeceğim ama...''
''Emre şansını zorlama istersen''
''Tamam tamam, akşam ben alırım hepinizi''
Egemen'le Emre bir şeyler daha konuşup telefonu kapattılar. Emre telefonu bana doğru uzatırken ''nasıl sürpriz ama?'' Dediğinde telefonu elinden aldım.
''Sen çok fenasın'' güldüğümde
''Tabii kızım'' dedi ve önden ilerledi. Onun peşinden ilerlediğimde soğuk kelepçe hala daha elimdeydi.
İçimde kopan parçaları görmezden gelerek Emre'yle beraber ilerledim ama maalesef ki görmezden gelmem onların kaybolduğu anlamına gelmiyordu.
☘️
Yağız'ın ardından Öykü'nün olduğu odaya çıktığımızda kapının önünde onların konuşmalarının bitmesini bekliyorduk. Kapıyı dinlememek için kendi içimde çok büyük savaş veriyordum. Bu onların özel hayatıydı ve bu beni kesinlikle ilgilendirmiyordu.
Bakışlarım karşımda duvara yaslı bir şekilde duran ve Öykü'nün Seçil'i öldürdüğüne zar zor inanmış olan İdil'e kaydı. İlk duyduğunda yüzündeki ifade aynı Yağız'ın ifadesi gibiydi. Hatta o da bir süre kendine gelememişti ama gerçeğin bu olduğunu fark edince kendine gelmeyi az da olsa başarmıştı. Onun bu kadar şaşırmış ve üzülmüş olmasının sebebi Öykü'yü çok sevmesi falan değildi. Sadece Öykü'nün potansiyel bir katil olduğunu tahmin edemiyordu o kadar.
Yanımda duvara yaslı bir şekilde duran Emre koluyla beni dürterek kısık bir sesle ''kırk beş dakikadır bunlar içeride ne konuşuyorlar?'' Sorusuna gözlerimi devirmeden edemedim.
''Ben nereden bileyim, içeride miyim sanki?'' Sert çıkışımın üstüne Emre
''Tamam be kızım ne kızıyorsun ya?'' Dediğinde onu umursamayıp yanımdaki kapıya art arda üç kez sert bir şekilde vurdum ve yüksek sesle
''Hadi artık, burada herkes sizi bekliyor, herkesin işi gücü var akşama kadar sizi mi bekleyeceğiz?'' Cümlemin bitmesi üzerine kapı açıldı ve Yağız dışarıya çıktı. Yüzüme bakmadan hızlı hızlı yanımdan geçip gittiğinde ne olduğunu anlamadım ama üstünde de çok durmadım.
Yaslandığım yerden doğrulup elimdeki kelepçeyi sallaya sallaya içeriye girdiğimde kapıyı kapatmayı da ihmal etmemiştim.
İşte beklenen an geldi. Öykü masanın önündeki koltuklardan birisine oturmuş elleriyle yüzünü kapatmıştı. Büyük ihtimal ağlıyordu ama kimin umurunda?
Onun ağlamasını es geçerek ''ayağa kalk'' dedim ve verdiğim komuta uymasını bekledim. Sesimi duyunca ellerini yüzünden çekti ve yine bana öldürücü bakışlarını attı.
Gözleri ağlamaktan kızarmış, saçı dağılmıştı. Aynı Yağız gibiydi. Beklemediğim bir anda oturduğu yerden kalkıp bana saldırmaya çalıştığında ne olduğunu anlamadım.
''Hepsi senin yüzünden''
Bir elini havaya kaldırıp tokat atacağı sırada elini yüzüme yakın bir aralıkta havada tuttum ve kızaran gözlerinin içine bakarak
''Kendine gel'' dedim.
Bileğini sıkarak yavaşça indirirken elimdeki kelepçeyi bileğine geçirdim. Şokla yüzüme bakarken onu kelepçeleyen kişinin ben olmamı beklemiyordu.
''Yoksa seni ters kelepçe yapmamı istemezsin''
Diğer elini de tutup kelepçeleyeceğim sırada durdum ve başımı kaldırıp Öykü'ye baktım.
''Ne garip değil mi Öykü, sen daha dün bana asansörün önünde 'yoldan geçen birisi' diyordun şimdiyse ben sana o yolun kapısına kadar eşlik eden kişi olacağım, ne garip'' dedim ve bileğini sertçe kelepçeye geçirdim.
Kolundan tutup onu kapıya doğru çevirdiğimde kulağına eğilerek kısık sesle ''bir dahakine meydan okuduğun kişiye dikkat et ve şunu da unutma uyarılar her zaman dinlenmek içindir. Sana karşındakine dikkat etmen gerektiğini söylemiştim. Sen eğer benim o günkü uyarımı dinlemiş olsaydı böyle olmazdı. Üzgünüm'' onun cevap vermesine fırsat vermeden kapıyı açıp dışarıya çıkardığımda polislerden birisi onu yanımdan almaya kalktı.
''Çıkışa kadar ona ben eşlik edeceğim'' polis söylediğimin üstünde Emre'ye baktı. Emre başını salladığında geri çekildi ve geçmem için yolu açtı. Asansöre doğru ilerlediğimde arkamdan Emre geliyordu.
Ona bakmadan Öykü'nün kolundan tutarak ilerlediğimde mazi peşimi bırakmamıştı. Polis olduğum zamanlar aklıma gelmişti. Sahaya çıktığım görevlerim az da olsa yine de vardı. Birçok kişiyi böyle kolundan tutup hapse tıktığım, sorgulara girdiğim anlar gözümün önünden bir bir geçiyordu. Sanki şimdide buradan çıkıp karakola gidip sorguya girecekmişim gibi geliyordu ama artık öyle değildi.
Asansöre Emre'yle beraber binmiştik. Yağız'ın nereye gittiğine dairse hiçbir fikrim yoktu. Asansör durduğunda içinden çıktık ve çıkışa doğru ilerledik. Bu sırada Emre benim duyabileceğim bir yükseklikte ''eski günler geldi aklıma, yine böyle insanları bir bir tutukladığın, senin önde benim arkada gittiğim operasyonlar... Ah be kızım be, yaktın kendini'' derinden çektiği nefes benim içimdeki ateşin daha da yanmasına sebep olmuştu.
Yaptığım şeyin suçunu çekiyordum ama bunu çekmeyi de en çok ben istemiştim.
Çıkışa geldiğimizde hemen yanımda duran polis arabasının kapısını açtım ve Öykü'yü bindirdikten sonra üstten üstten ona bakarak ''oraya gidince seni sorguya alacaklar şanslısın sorguna ben girmiyorum. Tavsiyem sorguda suçunu itiraf etmen, zaten her şey ortada ama olsun, belki daha az yatarsın. Kendine dikkat et küçük hanım, içeride sana başarılar dilerim'' kapıyı sertçe kapattıktan sonra Emre'ye döndüm, gülümsemeye çalışarak
''Akşam görüşürüz'' dedim ve daha fazla dayanamayarak içeriye girdim.
Benim için zordu, geçmişe dönüp yaşananlarla karşı karşıya gelmek. Canımı yakıyordu. Bitsin, geçsin istiyordum ama olmuyordu. Bir karakolun önünden geçerken, bir polis arabasını her gördüğümde her şeyi tekrardan hatırlıyordum. O günlerimi özlüyordum ama geriye dönmem artık bir mucizeye bakıyordu.
Sanki az önce koskoca şirketi karıştırmamış gibi topuklarımı vura vura asansöre doğru ilerledim ve asansöre binip odamın bulunduğu kata çantamı almak için gittim. Odamın önüne geldiğimde etrafta kimse yoktu. Belli ki olaydan sonra herkes evine gitmişti. Onlar içinde bu durum zordu. Hem bir arkadaşlarını kaybettiler, hem de bir katilin olduğunu öğrendiler. Onlar adına üzülmüştüm ama bu çok kısa sürdü. Benim burada üzüleceğim tek kişi İdil'di. O da iyi niyetinden dolayı.
Odama girip masanın arkasında kalan dosya dolabının üstündeki çantamı aldıktan sonra arkamı döndüğüm anda kapıya yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirmiş, saçını ve kravatını düzeltmiş olan Yağız'ı görmemle korkuyla geriye sıçramam bir oldu. Bu halim onun yüzünde bir gülümseme oluşmasına sebep olmuştu. Yaslandığı yerden doğrulup kapıya yakın olan koltuğun koluna oturduğunda
''Sen ne yaptığını sanıyorsun, öyle sessize gelinir mi, ko-'' söyleyeceğim kelimenin farkına varıp sustum.
''Ne oldu neden sustun, yoksa korktuğunu mu söyleyecektin?'' Sertçe yutkunduğumda onun gülen suratını görmemek için olduğum yerden çıktım ve kapıdan çıkmaya yeltendiğimde beni kolumdan tutup durdurdu.
''Konuşmamız gerekiyor'' başımı çevirip omzumun üstünden ona baktığımda kolumu ondan kurtararak
''Maalesef benim sana ayırabileceğim kırk beş dakikam yok'' kapıdan çıktığımda peşimden geldi ve tekrardan kolumdan tuttu. Bu sefer beni kendisine çevirdiğinde sert bakışlarımı ondan bir an olsun ayırmadım. Kolumu tekrardan ondan kurtardığımda zorluk çıkarmadı.
''Sana bir daha benim iznim olmadan bana dokunma demiştim. Hareketlerine dikkat et'' parmağımı sallayarak kurduğum cümleye karşı yüzünde mahcup bir ifade vardı.
Ellerini iki yana açarak ''tamam özür dilerim ama beni bir dinle lütfen ''
Elimi alnıma götürerek ovduğumda ''sana vaktim yok dedim'' ona arkamı dönüp ilerlediğimde yüksek sesle
''Eğer Öykü Seçil'i öldürmeseydi onu sen öldürecektin değil mi?'' Sorusuyla beraber adımlarım bir bıçak gibi kesildi ve olduğum yerde öylece kaldım.
''Bu yüzden kendini bir katil gibi gördün ve bana onu öldürenin sen olduğunu söyledin'' arkamı dönüp kat ettiğim yolu geri giderken onun yüzünde gördüğüm tek ifade eminlikti. Öğrendiği bu bilginin gerçek olduğundaki eminlik.
Tam karşısında durduğumda gülümsedi.
''Bunu söylediğimde geleceğini bilseydim. Daha önceden söylerdim'' tekrardan gülümsediğinde ifademi hiç bozmadan ona baktım.
''Gittiğin yolu geri döndüğüne göre tahminim doğru öyle değil mi?'' Sorusuna karşı alayla güldüm. Aklıma gelen tek şey odasında ona kurduğum cümle oldu.
''Doğru aferin, zekanı tahmin ettiğimden de önce kullanmaya başladın. Yapacaktım ama olmadı. Bunu sana daha önce de söyledim. Ben yaptığım şeyin her zaman arkasındayım. Yaptığım şeye yapmadım demem, ha eğer gidip şikayet etmek istersen durma ama sana şu kadarını söyleyeyim. Ben oradan çıkarım sevgilin kalır''
Hala gülümsediğinde yüzü anlamadığım bir şeye bir anlığına asılmıştı ama hemen düzeldi.
''Hem belki bir gün seni de almaya gelirler ne dersin, ben Öykü'ye verdiğim sözü tuttum. Belki de şimdi sıra sendedir he Karahanlı?'' Gülerek kurduğum cümleye o da gülerek karşılık verdi.
''Neden olmasın be Ateş, sorguma sen gireceksen seve seve''
Bana alttan alttan mümkün olmayacağını söylüyordu.
''Şu an burada vakit kaybediyorsun. Öykü'nün yanına git sana ihtiyacı olacak, ha unutmadan karakola yalnız gitmek zorundasın benim akşam işim var. Sana karakolda kolaylıklar dilerim '' arkamı dönüp tekrardan ilerledim ama bu sefer durmadım. Bu sefer beni durduramadı.
Asansöre binip hiç düşünmeden düğmeye bastığımda asansör hareket etti. Asansör beşinci katta durduğundaysa bugün bana yardım eden zeytin gözlü çocuk yani Cenk bindiğinde gülümseyerek ''merhaba Miray Hanım'' dediğinde ben de ona aynı gülümsemeyle ''Merhaba Cenk'' dedim.
Asansör tekrardan hareket ettiğinde Cenk aniden bana dönerek ''Miray Hanım siz eskiden polistiniz değil mi?'' Sorusuyla beraber ona dönüp ifadesine baktığımda bu sorunun cevabını gerçekten merak ettiğini fark ettim.
Derinden bir nefes alarak ''evet'' dedim.
Gülümsediğinde ''o gün Yağız Bey'in sorgusuna giren polis sizdiniz o zaman, Miray Ateş'' bu cümleyi duymamla şaşkına dönmem bir oldu.
Yağız? Sorgu? Ben böyle bir şey hatırlamıyordum.
''Sorgu derken, Ben Yağız Bey'in sorgusuna girdiğimi hatırlamıyorum'' asansör durduğunda ilk önce ben ardımdan da Cenk indi. Asansörün önünde durup Cenk'in ne söyleyeceğini bekledim.
''Üç ay önce Cenk Ünal yani benim kaybım üzerine Yağız Bey'i tutuklamışlardı. O gün de çok iyi bir polisin sorguya girdiğini söylediler. Sizdiniz o. Yağız Bey onunla baya uğraştığınızı söylemişti. Sizin o gün tanıştığınızı öğrenince... Ben sanmıştım ki buraya o yüzden geldiniz?''
Duyduklarım beni bir bir şaşırtırken tüm bu olanları nasıl unuttuğumu hatırlamaya çalışıyordum.
Cenk Ünal? Kayıp ihbarı? Yağız? Cenk, Cenk ailevi problemleri olan.
Kocaman gözlerle ona bakarak ''Ailevi sorunlarından dolayı patronundan izin alan ve sonradan ortadan kaybolan kişi, Cenk Ünal, o siz miydiniz?''
Cenk onu hatırladığımı öğrenince gülümseyerek ''evet o zamanlar biraz sorunum vardı ama geçti. Sizinle tanışmak benim için bir onur Miray Hanım'' elini öne doğru uzatarak sıkmamı beklediğinde gülümseyerek elini sıktığımda ''teşekkür ederim, o onur bana ait'' dedim.
''Benim hemen gitmem gerekiyor Miray Hanım, sizinle tanıştığıma tekrardan memnun oldum'' Cenk arkasına bakmadan hızla gittiğinde beni geçmişin tozlu sayfasıyla baş başa bıraktığının farkında değildi. O günü yavaş yavaş hatırlıyordum. Cenk Ünal kayıp vakası, genç bir mafya, beyaz mendil, beyaz ten, buzdan gözler, kendinden emin ve alaycı gülüş, patronuyla kavga eden adam, ailevi sorunlar ama hatırladıklarım bunlarla sınırlı değildi. Son bir şey daha vardı aklımın en ucunda kalan son bir bilgi
Duygularla Oynayan Adam.
⚔️ |
0% |