Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm: Kayıp

@f.kubrat

 

 

 

⚔️

Duygularla Oynayan Adam, bunu nasıl unutabilmiştim. Aslında ben onu üç ay önce görmüştüm, sorgusuna girmiştim. O bunu hatırlıyordu ve bu yüzden bana sürekli sorgu olayını hatırlatmaya çalışıyordu. Ben onu unutmuştum ama tek bir şeyi unutmamıştım. Yağız Karahanlı /Duygularla Oynayan Adam.

 

O zaman bu olayı çok kurcalamamıştım çünkü olay hızlıca çözülmüş ve kapanıp gitmişti. Şimdiki düşüncelerim o zaman olsa bu işin peşini asla bırakmazdım. Çünkü artık onu az da olsa tanıyordum.

 

İşlemediğim cinayeti işlediğimi iddia ettiğimde de onunla bir kez daha tanışmıştım aynı onun benimle o harabede ikinci kez tanıştığı gibi.

 

Bu cinayet onun asıl yüzünü görmeme ve benim kendimden bir parçayı yok etmeme sebep olmuştu. Yine ve yeniden. İç sesim, cinayeti işleyeceğim sırada onu bir kez susturmuştum ve onun kaybolması için bu yetmişti.

 

Aslında benim iç sesim vicdanımdı, ben her ne kadar vicdanımın olmadığını söylesem de onun kırıntıları içimde bir yerlerdeydi ve ben o son kırıntıyı da cinayet işlemeye teşebbüs ettiğim için kaybetmiştim.

 

Bu sefer gerçekten vicdanımı kaybetmiştim. İşte bir yok oluş daha, kalp, vicdan her şey bittiğindeyse sıra bana gelecekti .

 

 

 

 

☘️

Şirketten çıktıktan sonra taksiyle Egemen'in evine gittim. Orada Emre'nin gönderdiği konum üzerine Egemen'le beraber evden ayrıldık. Kimsenin bilmediği, bilse de yolunu doğru düzgün bulamayacağı, uzaktan bakılınca dağ başı burası denilebilecek bir yere gidiyorduk.

 

Emre akşam için yemek yiyeceğiz demişti ama bu yemeği bize dağ başında bir yerde yiyeceğimizi söylememişti. Arabada adeta kurmalı oyuncak gibi bir sağa bir sola hareket ederek taşlı yolları bir bir geçiyorduk. Daha doğrusu onlar bizim içimizden geçiyordu.

 

Elimde telefon Emre'nin verdiği konumu kontrol ederken direksiyon başındaki Egemen oflayarak

 

''Emin misin Miray bu dengesiz sana buraya mı gelmemizi söyledi, gerçi böyle bir salaktan başka bir şey de beklemek hata olur ama neyse''

 

Telefona bakmadan yola doğru baktığımda yokuşun gittikçe dikleştiğini fark ettim. Acaba daha ne kadar gidecektik?

 

''Eminim, attığı konum burayı gösteriyor'' telefonu onun yüzüne doğru tutarak ''al bak'' dediğimde kafasını bana çevirdi ve konuma bakıp doğru olduğunu görünce

 

''Bakalım bu salak bize ne sürpriz yapacak?'' Diye kendi kendine söylendi.

 

Yola bakarken uzun uzun ağaçların arasından süzülen duman gözüme çarptı. Belli bir yerden çıkıp havada öylece süzülüyorlardı. Belli ki bizimki ateş yakmıştı.

 

Dirseğimle Egemen'i dürterek havadaki dumanı işaret ettim.

 

''Sanırım bizim eleman orada, bak ateş yakmış'' Egemen işaret ettiğim yere doğru baktığında gözlerini devirdi ve arabayı dumanın olduğu yere doğru uzanan yola çevirdi.

 

''İnşallah mangal yapıyordur yoksa bu işin affı olmaz'' dediğinde gülmemek için kendimi tuttum. Çünkü bugün telefonda ona güldükten sonra eve geldiğimde beni biraz azarlamıştı. Hatta az kalsın beni mavi boyaya batıracaktı ki zor tuttum.

 

Egemen arabayı yolun ortasında durdurduğunda benim sağımdaki yeri işaret ederek

 

''Duman bu çizgiden devam ediyor ama orada yol yok, hep ağaçlık, yürümemiz gerekecek'' dediğinde hiç beklemeden camın önündeki silahını aldı ve arabadan indi. Onun yaptığının aynısı yaptım ve silahımı alarak arabadan indim.

 

Ben arabadan indikten sonra Egemen yanıma gelerek ''iyi ki elbise, topuklu falan giymemişsin, bir de onunla uğraşırdık'' ona gözlerimi devirdiğimde bunu hemen gördü ve beni ikaz etti.

 

''Abiye göz devrilmez '' dedi ve beklemediğim bir anda eğilerek beni kucağına aldığında omzuna tutunmaktan başka çarem kalmamıştı. Bir kolu bacaklarımın altında diğeriyse sırtımdaydı. Her ağacın yanından geçtiğimizdeyse kendini bana siper ediyor başımı göğsüne saklıyordu.

 

''Abicim biliyorsun değil mi ben polistim. Yani bu alanlardan çok geçtim'' bunu söyler söylemez

 

''Ben anlamam polis molis kardeşimi korurum o kadar'' dediğinde bir dal parçası yüzüne isabet ediyordu ki başını eğdi.

 

''Racon'' dediğimde gülerek ona baktım.

 

Ona bu alanlardan çok geçtim demiştim ama bu ağaçlar gerçekten sıkıntıydı. Ağaçlar olabildiğince sıkıydı ve eğimliydi. Eğimin üstüne taşlar da yürüdüğümüz, yani Egemen yürüdüğü için ona zorluk çıkarıyordu. Dediği gibi iyi ki topuklu giymemiştim.

 

Her adımda mangal kokusu daha da artıyordu. Egemen kokuyu aldıkça ve bunun mangal olduğundan emin olduğunda yüzünde bir gülümseme belirdi. Eğim gittikçe azalıp düzlüğe çıktığında Emre'yi gördüm. Siyah pantolon beyaz gömlek ateşin başında etleri pişiriyordu. Geldiğimizi görünce ateşin başından ayrılarak yanımıza geldi.

 

''Aman efendim kimler gelmiş kimler, Egemen Bey hoş geldiniz, bu arada bir gün beni de böyle taşımanızı rica ediyorum'' dediğinde güldü. Egemen'se beni yavaşça kucağından indirdi. Ayaklarım yere bastığı anda onları orada bırakıp Emre'nin neler yaptığına bakmak için koşarak ateşin yanındaki masaya doğru ilerledim.

 

''Hoş bulduk kardeşim, sen de hoş geldin ayrıca ricanız reddedildi o sadece Miray'a özel bir şey '' dediğinde Emre'yi kendine çekip sıkıca sarıldı. Emre Egemen'in kulağına bir şeyler söylediğinde Egemen Emre'nin sırtına iki tane vurdu.

 

Masayı incelerken bulduğum kırmızıbiberi yerken bir yandan da onları izliyordum. Abi kardeş ilişkilerini, bu abi kardeşlik sadece yaştan dolayı değildi. Egemen'in bizi sahiplenmesinden, koruyup kollamasından dolayıydı. Genç yakışıklı bir delikanlı olmasının yanında bizimleyken yaşlı bir adama dönüşüyor ve bizi hem eğlendiriyor hem de koruyordu.

 

Onlar ayrılırken Egemen Emre'ye ''hayırdır hangi rüzgar attı seni buraya?'' Diye sorduğunda bir kulağım onlardaydı ve Emre'den gelecek cevabı bekliyordum.

 

''Sizi özledim be abi, hem yapamadım oralarda, Miray olmadan çekilmedi oralar, döndüm ben de'' Egemen Emre'ye başını salladıktan sonra sabırsızca ateşe baktı ve hemen sonra Emre'ye bakıp

 

''Tamam anladım neyse etleri yakma sakın ,yoksa seni pişirip yerim haberin olsun''

 

Emre gülerek başını salladıktan sonra hızla arkasını döndüğünde beni elimde biberle görünce gülerek ''kızım sen ne yapıyorsun, dümdüz biberi niye yiyorsun?'' Sorduğu alaylı soruya sitemle cevap vereceğim sırada Egemen benden önce davranarak

 

''Bırak yesin, tırnaklarını yemesinden daha iyidir'' dedi ve ikisi de bana doğru geldi. Emre mangalın başına geçmiş, Egemen'se masaya oturmuştu. Bense Egemen'e göz devirdikten sonra etrafı incelemeye koyulmuştum.

 

Alt taraftaki eğime, ağaca karşı burası çok düzgün ve ağaçsızdı. Yayla gibiydi. Manzarasıysa çok güzeldi. Yeşilliklerden sonra uzakta masmavi bir deniz vardı. Etrafımız ise kocaman bir ormanla kaplı gibiydi. Yeşil ve mavi uyumu.

 

Elimdeki biberi yemeyi bitirince Emre'nin yanına giderek ''burayı çok mu aradın, attığın konuma rağmen bulmamız zor oldu?'' Ateşi yellerken ters bir bakışla bana döndü.

 

''Egemen'le seni kimse görmesin diye sizi buraya getirdim. Yoksa ben de meraklı değilim dağın başında mangal yakmaya, hem sen hiç düşündün mü, bir polis ve iki mafyayı yan yana görürlerse ne olacağını, mesleğimden edersiniz beni'' Emre'nin söylediğinin üstüne Egemen'e dönüp göz kırparak

 

''Ne var canım sen de mafya olursun fena mı?'' Egemen'le birbirimize bakıp güldüğümüzde Emre beni tersleyerek

 

''Ha ha ha ne kadar komik, çok konuşmada tut şu tabağı'' elime zorla tutuşturduğu tabağa etleri teker teker koyarken güneş çoktan batmaya başlamıştı.

 

Emre etlerin hepsini tabağa koyduktan sonra tabağı masaya koyup Egemen'in karşısına oturdum. Emre de hemen ardımdan yanıma oturduğunda tabağını doldurmaya başladı.

 

Egemen kendi tabağını doldurduktan sonra benim tabağımı da doldururken gereğinden fazla doldurduğunda onu durdurdum ama o

 

''Fark etmedim sanma zayıflamışsın, Karahanlı iyi besleyememiş seni'' diyerek beni dinlemeyip devam etti.

 

''Verdiği şeyleri yemiyorum ki'' Egemen bana aferin der gibi başını sallarken Emre yemeğinin arasından bana dönerek

 

''Sen daha ne kadar kalacaksın orada?'' Diye sordu.

 

Çatalı masaya bırakarak '' altı günüm kaldı'' dediğimde Emre gülerek

 

''Yavrum bir de gün sayıyor. Sanırsın hapis hayatı yaşıyor , seni hapse attırsaydık bu kadar olmazdı'' dediğinde kolumu karnına geçirdim.

 

Egemen didişmemizi engelleyerek ''dosyalar nerede?'' Diye sordu. Tabağımdaki etten bir parça alarak

 

''Hala evdeler, gizli odayı bulamamışlar, tehdidimden sonra eve tekrar uğrayacağını sanmam. Hem onun şu an işi vardır, karakoldaki sevgilisini kurtarıyordur'' Egemen'in kaşları çatıldığında

 

''Öykü bugün benden önce davranıp Seçil'i öldürdü''

 

''Niye yaptı ki böyle bir şeyi?''

 

Derin bir nefes aldım ve en başından bu yana bildiğim sebebini açıkladım. Bunu Egemen'den saklayamazdım. Hele bir polisten asla.

 

Emre de başını yemeğinden kaldırıp merakla bana baktığında Emre'ye bakarak

 

''Öncelikle bu bilgiyi Seçil'den bilgi alabilmek için masasına taktığım çipten öğrendim. Kamera kayıtları da bu bilgiyi doğrular nitelikte çıktı'' dediğimde Emre'nin kocaman olan gözlerini umursamadan Egemen'e baktım.

 

''Seçil 16.02'de bir konuşma yaptı. Arayan kişi Öykü'ydü ve onu tehdit etti. Kavganın sebebi Yağız, bunu ilk geldiğim günde anlamıştım, şimdi daha da iyi anlıyorum. Öykü Yağız'a aşık ki benim Öykü'yle kavgamın sebebi de buydu aslında onun kıskançlığı''

 

İkisi de çıt çıkarmadan beni dinliyordu. Bu ana gülmek istesem de anlattığım olay buna izin vermedi.

 

''Öykü'nün kıskançlığı beni gördükten sonra daha da arttı. Hele odasını almam ve Yağız'a yakın olmam onu çileden çıkardı. Bu yüzden de Yağız'dan habersiz basına sevgili oldukları yalanını yaymasını istedi. Seçil'se bunu bir şekilde öğrendi ve Yağız'a söylemeye kalktı ama Öykü bunu öğrendi ve onu tehdit etti. Eğer haber yayılmadan önce Yağız bunu öğrenseydi, habere engel olacaktı. Yağız'ın haber yayıldıktan sonra öğrenmesi Öykü'nün işine geliyordu. Çünkü haber yayıldıktan sonra Yağız bunu öğrendiğinde haberi kaldırtsa bile insanlar böyle bir şey olduğunu düşünecekti. Kaldı ki haber manşetlerinde gizlendiği varsayıla aşkı Yağız kaldırtırsa daha da dikkat çekecekti. Yani bu da Öykü'nün işine gelecekti ama Seçil bu olaya taş koydu. Öykü de o taşı ortadan kaldırdı ama yanlışlıkla kendisini de kaldırdı''

 

Olayları bir bir anlattığımda ikisi de dumur olmuş bir şekilde bana bakıyordu. Bu kadar şeyi bilmeme şaşırıyor ve olaylar arasında nasıl bu kadar iyi bir bağ kurduğumu anlamaya çalışıyorlardı. Egemen bana gururla bakarken Emre kocaman gözlerle bana bakıyordu. Kendini tutamayıp

 

''Gerçekten bu dünyanın en büyük şanssızlığı bu kızın polisliği bırakması oldu, şuna baksana nasıl çözmüş olayı, cinayet daha sabah işlendi''

 

Ona güldüğüm sırada Egemen'in cevabı hiç gecikmedi.

 

''Emin ol mafyalık kariyerinde de aynı şeyleri yapıyor. Daha geçen Drake'le Yağız'ı karşı karşıya getirdi''

 

''Hadi canım, bu kadar erken mi?''

 

''Sen bir de yaptığı planı gör, kendini kaçırtmış gibi yapıp Yağız'ı tuzağa çekti. Drake'i de bana kaçırttı''

 

Emre'nin gözlerinden sonra ağzı da açıldığında hiçbir şey söylemeden ikisinin de yaptığım şeylerden konuşmasını dinledim.

 

''Gerçekten bu kız bir manyak olmuş, senin yanında dura dura ne olacaktı zaten?'' Emre'nin benimle başlayıp Egemen'e laf sokmayla bitirdiği cümlesinin üstüne Egemen birden ayağa kalktı. Bunun üstüne Emre

 

''Abi tamam abi, bir şey demedim'' diye bağırdığında Egemen'le birbirimize bakıp güldük.

 

Egemen bir şey söylemeden alanın köşesine doğru ilerlediğinde ikimiz de onun sigara içmek için kalktığını anlamıştık.

 

Tabağımdakileri yemeye devam ederken Egemen'in hiçbir şey yemediğini düşünürken tabağına baktığımda hepsini çoktan yemiş olduğunu gördüm. Belli ki beni dinlerken yemişti.

 

Bir süre sonra Emre'de tabağındakileri bitirip Egemen'in yanına doğru yol aldığında masada tek başıma kalmıştım. Burada sigara kullanmayan tek kişi bendim ve Egemen de Emre de kokusundan rahatsız olacağımı düşünüp sigarayı her zaman benden uzakta içerlerdi.

 

Tabağımda kalan son et parçasını da ağzıma attıktan sonra ben de oturduğum yerden kalktım ve masayı toplamaya başladım. Tabakları, çatalları ve kaşıkları bir poşete çöpleri de bir poşete koyduğumda Egemen'in bana seslenişini duyduğumda durup arkama baktım.

 

''Miray toplama bırak Emre toplar'' dediğinde Emre ona ters bir bakış atmıştı.

 

Elindeki dalı dudaklarından uzaklaştırıp ''aynen Miray sen bırak Egemen toplar birazdan'' dediğinde ikisinin didişmesine gülerek

 

''Didişmeyi bırakın, hallettim işte '' dediğimde poşetleri kenara koyup masaya tekrardan oturdum. Ben masaya oturduktan sonra ikisi de yanıma geldi ve masaya oturdular. Emre yanıma oturduğu anda telefonu çalmaya başladı. Arayan kişiyi görünce çağrıyı hemen yanıtladı ve telefonu kulağına götürdü.

 

''Efendim'' dediğinde karşıdaki kişinin bir şeyler söylemesini bekledi.

 

Emre telefondan gelen konuşmanın üstüne yanımızdan uzaklaştığında Egemen'le baş başa kalmıştık. Belli ki önemli bir konuşmaydı ki olaya tam odaklanabilmek için yanımızdan uzaklaşmıştı.

 

Emre'nin duyamayacağını bilmeme rağmen yine de sesimi alçalttım.

 

''Uğur ne alemde?''

 

''Yaşıyor, kendince bir şeyler yapıyor ama sonuç vermiyor'' dediğinde gözlerimi devirerek

 

''Hiç vazgeçmeyecek'' dediğimde Egemen öne doğru gelerek

 

''Vazgeçiririz sen hiç merak etme'' Egemen'in yüzündeki gülümseme güven veren derecedeydi. Aynı gülümsemeyle ona bakarken Emre'nin arkamdan gelen sesini duydum.

 

''Seninkini kesin olarak tutuklamışlar'' dediğinde omzumun üstünden ona bakarak

 

''Kimmiş benimki?'' Emre soruma şaşırarak

 

''Öykü'' dediğinde gözlerimi devirdim.

 

Yanıma gelip oturduğunda konuşmasına devam etti.

 

''Seninki suçunu inkar ediyormuş''

 

Alayla güldüğümde ''görüntüler varken mi?''

 

''O konuda da seni suçlamış, Miray görüntülerle oynadı demiş''

 

''Neden böyle bir şey yapsın ki?'' Egemen'in sorusuyla başımı çevirip ona baktım. Mantıklı bir soruydu ki o sormasa bu soruyu ben soracaktım.

 

''Hanımefendinin ona da bir cevabı var'' Başımı çevirip Emre'ye baktığımda bakışları bendeydi.

 

''Sizin ikiniz arasında bir husumet olduğunu söylemiş''

 

Dayanamayıp merakla lafını keserek ''ne husumetiymiş o?'' diye sorduğumda bakışları bir anlığına Egemen'e kaydı. Onun da meraklı bakışlarını görünce tekrardan bana baktı ve konuşmasına devam etti.

 

''Senin Yağız'a aşık olduğunu'' dediğinde gözlerimi kocaman açarak ona baktım. Benim bu bakışımı görünce başını sallayarak

 

''Hatta ve hatta senin ona kafayı taktığını söylemiş...''

 

Daha fazlasını duymaya dayanamadığım için oturduğum yerden bir hışımla kalktım ve kendimi tutamayarak bir kahkaha attım ve hemen sonrasında bağırmaya başladım.

 

''Yok artık, aptal mı bu kız, bu-buna kim inanır ki, ayrıca ben, ben o oduna mı aşıkmışım, ha bir de yetmemiş kafayı takmışım öyle mi, bu kız gerçekten geri zekalı, oksijen israfı, ah keşke öldürseydim onu'' yeşil alanda bir ileri bir geri giderken hiç durmadan bir şeyler söylüyordum.

 

''Bu kız gerçekten aptal, geri zekalı, alsın Yağız'ını ne yaparsa yapsın, ay ben ölüyordum Yağız için ya, kim ne yapsın senin kazık aşkını, Allah'ım ya!''

 

''Miray tamam sakin, bu sadece bir iddia ayrıca çürütülmüş bir iddia, beni arayan kişiye görüntüleri benim yanımda bulduğunu söyledim, biliyorsun ki herkes benim yalan söylemeyeceğimi bilir''

 

Parmaklarımı saçlarımın arasına geçirdiğimde başımı havaya kaldırıp kararmak üzere olan gökyüzüne baktım. Hızlı hızlı aldığım nefeslerin üstüne ayakta öylece sakinleşmeyi bekliyordum.

 

İkisi de hiçbir şey söylemeden beni beklediğinde sakinleştim ve göğe bakmayı bırakıp onların yanına doğru ilerledim. İkisinin de gözleri benim üstümdeyken ellerime masaya koyarak Emre'ye baktım.

 

''O, bu işte beni suçlu çıkarmak için elinden ne geliyorsa yapacaktır. Sen de beni bu işten sıyırmak için, o karakola gitmemem ve o sandalyeye oturmamam için elinden ne geliyorsa yapacaksın, bu olayda tek suçlu Öykü ve sadece o hapse girecek, sonrasını da ben halledeceğim''

 

Emre ifadem ve sözlerim karşısında sertçe yutkunurken ben Egemen'e dönüp ondan onay beklediğimde gülümseyerek başını salladı ve oturduğu yerden kalktı.

 

Emre'nin omzuna dokunarak ''sana mesleğinden olacağın bir şey yaptırmıyorum. Sadece bildiğini yani doğru olanı insanlara inandırmanı istiyorum''

 

Emre gülümseyerek başını salladığında o da oturduğu yerden kalktı ve yaklaşıp bana sarıldı.

 

''Bunu yaparım, he eğer bu iş mesleğime sebepte olsa yine yaparım, her şey bir yana sen bir yana, unuttun mu, sen benim kardeşimsin, cimcime'' kollarımı sımsıkı beline doladığımda gözümde süzülen bir damla yaşa engel olamamıştım.

 

Emre'den ayrıldığımda yüzümdeki yaşları silerken Emre bana kızar gibi

 

''Ama olmadı şimdi, ağlamak yok, ben seni ağlasın diye mi kurdum bu kadar cümleyi?''

 

Gülerek ona baktığımda Egemen yanımıza gelerek

 

''Bırak ağlasın, dökülen yaşın tek sebebi mutluluk olsun''

 

İyi ki bu insanlarla tanışmış iyi ki onlara kardeş olmuştum. Ağladığımda, güldüğümde, düştüğümde kalktığımda yanımda olan iki abimde şu an yanımdaydı. Öz abim olmasalar bile bana kendilerini öz abim gibi hissettiren bu iki insanla iyi ki tanışmıştım.

 

Yara nedir bilmeyen insanlarla tanışmaktansa hepimizin yarasının olması bizim için daha iyiydi. En azından yaralarımızı beraber sarmayı biliyorduk.

 

 

 

 

☘️

 

Emre'yle ayrıldıktan sonra Egemen'in evine gitmiş orada da çok durmamış taksiyle Yağız'ın evine dönmüştüm. Egemen'le Yağız'ın karşılaşmasını henüz istemiyordum. Çünkü zamanı vardı.

 

Eve gittiğimde saat gece yarısı olduğu için evde kimse yoktu. Nihal abladan öğrendiğim kadarıyla Yağız hariç evdeki herkes uyumuştu. Yağız ise karakola gidip gelmiş ve bahçede oturuyormuş. Ondan ayrıldıktan sonra merdivenleri teker teker çıkıp benim için ayrılan odaya doğru ilerledim. Kapıyı açtığımda karanlık odada pencerenin önünde dikilmiş arkası dönük beni bekleyen Yağız'ı gördüm.

 

Kapının önünde öylece dikildiğimde arkasını dönerek bana baktı. Dışarıdaki aydınlatmalar sayesinde yüzünü görebiliyordum ve o beni görünce gülümsemişti ama ben ona olan yüz ifademi hiç değiştirmedim. Hep sert ve umursamazdım.

 

Kapıyı kapatıp ışığı açmak için duvardaki düğmeye doğru ilerlediğimde

 

''Işığı açma, yaralarımı görmeni istemem'' dediğinde görmeyeceğini bile bile gülümsedim.

 

''Yaralar sadece ışıkta ortaya çıkmaz, sen hissettiğin sürece hep varlardır ve başkaları da bunu görebilir''

 

Bu dediğimin üstüne yine de onun dediğini yaptım ve ışığı açmadım. Karanlık benim de tercihimdi.

 

Onun yanına doğru ilerlediğimde hiçbir şey söylemeden beni izledi ve karşısına geçmemi bekledi.

 

Üstümdeki deri ceketi çıkarıp yatağa koyduktan sonra karşısına geçip dimdik durdum.

 

Buzdan gözlerine baktığımda soğukluk vardı ama gülümsemesi sıcacıktı. Onu ilk gördüğümde de söylemiştim. O zıtlıklarla doluydu.

 

''Ne istiyorsun?''

 

''Beni dinlemeni''

 

Kaşlarımı çatarak ona baktığımda neyden bahsettiğini anlamaya çalışıyordum. O da bunun farkına vardı ve konuşmaya başladı.

 

''Bak benim bu işle alakam yok'' yüzüme daha dikkatli baktığında ben hala neyden bahsettiğini anlamamıştım.

 

''Neyden bahsettiğini anlamadım''

 

''Öykü'yle olan magazin haberinden'' dediğinde ilk yaptığım şey gözlerimi devirmek oldu.

 

''Bu sadec-''

 

Kollarımı göğüs hizamda topladığımda

 

''Bana neden açıklama yapıyorsun, bundan bana ne, senin ilişki hayatın emin ol beni zerre ilgilendirmiyor. Gerçekten gecenin bu saatine kadar bunun için mi bekledin?''

 

''Evet başka ne için bekleyecektim, bak be-''

 

''Dediğim gibi ilgilenmiyorum, şimdi müsaade edersen uyuyacağım malum yorucu bir gün oldu''

 

''Ama Miray...''

 

''İLGİLENMİYORUM DEDİM, lütfen çıkar mısın?'' Elimle kapıyı işaret ettiğimde artık yüzüne bakmıyordum. O da başka çaresinin olmadığını anladığında kapıya doğru yöneldi ve bir süre kapının önünde bekledikten sonra odadan çıkıp gitti.

 

Bir günü de böyle bitirmiştik. Geriye kalan günleri nasıl geçireceğim hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu ama böyle devam edemeyeceğim kesindi.

 

 

 

 

☘️

 

 

 

 

Ertesi gün...

 

Gece doğru düzgün uyuyamamış, sabahın beşinde de ayağa dikilmiştim. Kendimi rahatlatmak adına uzun süredir ara verdiğim spora tekrardan başlamaya karar verdim. Hazırlıklık olarak spor tarzı şeyler giyebilmek için dolapta benim için alınan eşyalara baktım ama elbise ve etek dışında doğru düzgün bir şey bulamadım. Üç gün olmuştu ama ben hala kendime kıyafet getirmemiştim. Dün Emre'nin yanına giderken giydiğim kıyafetleri de Egemen'in evinden almıştım. Evde kaldığım sürelerde bazen Rüya'nın kıyafetlerini de giymiştim.

 

Şimdi kalkıp da sabahın köründe de ondan da kıyafet isteyemezdim. Mecbur Yağız'ın eşyalarından birini giyecektim. İlk gün ne kadar ısrar etse de giymediğim kıyafetleri şimdi paşa paşa giyecektim.

 

Dolaptan bulduğum siyah tişört ve siyah eşofmanı giydikten sonra eşofmanın belini sıkabildiğim kadar sıkmıştım. Buradaki tek sorun beli de değildi. Yağız 1.90 üstü olduğu için eşofmanın paçalarını da kıvırmak zorunda kalmıştım. Bu eşofman artık bana aitti. Yağız'ın o kadar parası vardı, gidip kendine yeni bir eşofman alabilirdi.

 

Allah'tan Nihal abla insaf edip topuklu ayakkabıların yanında bir tane de spor ayakkabı almıştı ki ayakkabı konusunda sorun yaşamamıştım. Saçımı da at kuyruğu yaptıktan sonra odadan çıktım ve en hızlısından kendime bir kahve yapıp onu içtikten sonra bahçedeki korumalara da selam verdikten sonra ormanlık alana doğru yürüyüp koşuma başladım.

 

Koşuya başladığımda tek pişmanlığım kulaklığımın olmamasıydı ama ormandaki kuşların sesi ve sabahın erken saatlerindeki o havanın kokusu bunu bana unutturdu.

 

Koşmaya ilk başladığımda uzun süre koşmadığım ve bir ay gibi bir süre ellerim kollarım bağlı bir şekilde bir sandalyede hareketsiz kaldığımdan koşmada sorun yaşadım ama koştukça bu sorun ortadan kalktı.

 

Büyük ormanlık alanın etrafını tempolu bir şekilde dört tur koştuktan sonra beşinci tura başlayacağım sırada arkamdan bir ses geldi.

 

''Yorulmadın mı?'' Sesi duyduğumda alnımdaki teri silerek arkamı döndüm.

 

Şaşırılmayacağı gibi bu kişi Yağızdı. O da benim gibi siyah eşofman takımını giymiş koşmak için gelmişti. Elinde de iki tane su şişesi vardı.

 

Ona doğru döndüğümde yanıma doğru gelerek beni baştan aşağı süzdü.

 

''Eşofman yakışmış, sanırım tişörtte bana ait'' dediğinde onunla birlikte ben de üstüme baktım. Başımı kaldırıp tekrar ona baktığımda

 

''Sen kendine yeni bir tane alırsın, ha eşyaların çok değerliyse ben sana alırım bir tişört bir eşofman'' hızlı nefeslerimin arasında bir de buna laf anlatmakla uğraşıyordum.

 

''Yok be iki mafya arasında bir tişörtle eşofmanın lafı mı olur, al tepe tepe kullan'' dediğinde gülerek elindeki şişelerden birisini bana uzattı.

 

Bir ona bir uzattığı şişeye bakarken almayacağımı tabii ki de biliyordu. Bunu anladığındaysa

 

''Bir şişenin ağzı hiç açılmadı bakabilirsin, istersen laboratuvara götürüp testte ettirebilirsin fark etmez'' ona gözlerimi devirdiğimde şişenin ağzına baktım kenarındaki plastikler hiç bozulmamıştı. Gerçekten hiç açılmamıştı.

 

Şişeyi elinden sertçe çekip aldıktan sonra şişeyi açtım ve bir dikişte şişenin yarısına gelene dek içtim. Şişenin kapağını kapattıktan sonra derinden bir nefes verdiğim Yağız'ın gülümseyerek beni izlediğini fark ettim.

 

Kaşlarımı çatarak ona bakarken o kendini tutamayıp sorusunu sordu.

 

''Kaç saattir buradasın sen?''

 

Telefonumu hatta iki telefonumu da odada bıraktığım için saatten haberim yoktu.

 

''Saat kaç?'' Sorum üstüne bileğindeki saate bakmadan bileğini kaldırıp göz hizama getirdi ve saate bakmamı sağladı.

 

Saate baktığımda gözlerim kocaman açıldı. Bir saate bir de Yağız'a baktığımda Yağız ciddi bir şekilde yavaşça başını salladı.

 

'' Dur ben söyleyeyim dört saattir koşuyorsun, sabah beşte kalktın saat dokuz oldu. Neyin hırsı bu anlamadım ki, benden habersiz seni askere alacaklarda askerliğe mi hazırlanıyorsun?''

 

Ciddi başladığı cümleyi gülerek bitirdiğinde benimle alay ettiğini anladığımda gözlerimi devirmemin üstüne tekrardan güldü.

 

''Tamam tamam kızma bir şey demedim, hadi sen eve git ben de birkaç saat koşup geleyim, belki bu dört saatte olur bilemem''

 

Benimle dalga geçerek koşmaya başladığında yanımdan geçtikten sonra arkama dönerek

 

''Umarım ormandaki şu ayı seni kapar da benimle dalga geçmek neymiş görürsün''

 

Kahkaha sesini duyduğumda o görmeden ben de güldüm.

 

Ormana uzanan yola tam döneceğin de

 

''Ha bu arada'' dedim ve onun durmasına sebep oldum. Arkasını dönüp bana baktığında benim söyleyeceğim şeyi bekliyordu.

 

''Dört saat falan bekleyemem, daha şirkete gideceğiz, ona göre koş'' dediğimde her zamanki gibi cevabı gecikmedi.

 

''Bugün bütün çalışanlara izin verdim. Sana vermeyecektim ama benim bu hassas yüreğim kıyamadı sana''

 

Buna gözlerimi devirmeme bile gerek yoktu. Nefretimin artması yetmişti.

 

''Seçil'in olayı üstüne herkes mahvoldu. Bu yüzden herkes izinli''

 

Başımı belli belirsiz salladığımda koşusuna devam etti ve bir süre sonra gözden kayboldu.

 

 

 

 

☘️

 

Koşarken ne kadar terlediğimi fark etmemiştim ama eve gidip üstümdekileri çıkardığımda nasıl terlediğimin o an farkına varmıştım. Sanki birisi üstüme bir kova su dökmüş gibiydi, belki de iki.

 

Duşa girdikten sonra dolaptaki kıyafetlere tekrardan baktım. Bu sefer Yağız'ın eşyalarına gerek kalmamıştı. Yağız'ın eşyaları demişken onlar çoktan kirli sepetini boylamıştı. Onları eve giderken çöpe atacaktım.

 

Dolaptan rastgele bir elbiseyi çekip çıkardığımda nasıl olduğuna bile bakmadan üstüme giydim. Kot, kemerli, askılı, uzun bir elbiseydi. Saçlarımı kuruladıktan sonra odanın bir köşesinde duran terlikleri giyip kahvaltı hazırlamaya yardıma mutfağa gittim.

 

Mutfakta beyaz gömleği ve uzun siyah eteğiyle Nihal abla vardı. Beni görünce baştan aşağı süzdü.

 

''Hayırdır kızım bir yere mi gidiyorsun?'' Sorusuna gülerek

 

''Yok abla bir yere gitmiyorum, giyecek kıyafetim yok da ben de bunları giydim''

 

Nihal ablanın ilk önce kaşları havalandı sonraysa kıyafetleri kendi aldığını hatırlayınca yüzü düştü.

 

''Kusura bakma kızım Yağız Bey kıyafet al deyince benim aklıma sadece elbise ,etek, bluz geldi. Evdekileri de çok ev kıyafetiyle görmeyince aklım onlara gitmiş. Kusura bakma'' başını önüne eğip yere baktığında gülümseyerek yanına doğru gittim ve ellerinden tuttum.

 

Başını kaldırıp bana baktığında ''ne kusuru abla estağfurullah, önemli değil birkaç gün sonra gideceğim zaten, giyerim bunları bir şey olmaz''

 

Nihal abla yine yüzü düşmüş bir şekilde bana baktığında

 

''Hadi ama abla bir şey yok dedim ya, hem daha kahvaltı hazırlayacağız, ben kurt gibi açım valla'' başını sallayıp gülümsediğinde

 

''Sen geç kızım ben hazırlarım kahvaltıyı'' dediğinde hiç beklemeden

 

''Bak o olmaz işte'' dedim ve dolaba doğru ilerleyerek açtım ve kahvaltılık ne varsa çıkarmaya koyuldum.

 

Nihal abla benim bu tavrımı gördükten sonra engel olamayacağını anlayınca sessiz kaldı.

 

 

 

 

☘️

 

''Oğlum bu ne hal lan, terden ne hale gelmişsin''

 

Kahvaltıyı hazırladıktan sonra hiç girmediğim geniş salona girip masanın başında beklerken kapı açıldı ve kapıdan gelen bu ses dikkatimi çekti. Salondan ayrılıp kapıya doğru ilerlediğimde ilk gördüğüm kişi Yağız oldu. Terden sırılsıklam olmuş saçları ve elindeki boş su şişesiyle bana baktığında ilk olarak beni baştan aşağı süzdü. Gülümsediğinde bana göz kırptı.

 

Ona bakmayı kesip yanındakine baktığımda Yağız'la hemen hemen aynı boyda, esmer, kirli sakallı, beyaz tişört, kot pantolon giymiş ve elinde küçük siyah bir bavulla duran birini gördüm.

 

Ben bu kişiyi tanıyordum. Sonunda araştırmalarım bana bir şey katmıştı. Bu kişi Demir Atasoy'du. Yağız'ın en yakın arkadaşı, bir süredir yurt dışında olduğunu duymuştum. Yağız'ın mafya olduğundan haberdardı. Zorunda olmadıkça onun işlerine bulaşmıyordu. Daha çok kendi halindeydi. O da mimardı. Hatta bir süre Yağız'ın şirketinde çalışmıştı. Edindiğim bilgiler bu kadardı ama asıl edineceğim bilgiler bundan sonraydı. Onları da zamanla öğrenecektim.

 

Nihal abla mutfaktan gelip Demir'i gördüğünde ona sarıldı.

 

''Demir, oğlum hoş geldin''

 

''Oy Nihal ablam hoş buldum''

 

Demir'le Nihal abla sarılmalarını bitirdiğinde Demir etrafa bakınırken kapının kenarındaki beni gördü. Başta kaşları çatıldı ama sonra bir Yağız'a bir bana baktığında kendini tutamayıp

 

''Kardeşim yoksa sen evlendin de benim mi haberim yok?'' Boş boğazlık edip sorduğu soruya gözlerimi devirdiğimde Yağız Demir'i dürterek kısık sandığı ama kısık olmayan bir sesle

 

''Henüz değil'' dedi. Onu her zamanki gibi umursamadım. Çünkü o Duygularla Oynayan Adamdı ve yine iş başındaydı.

 

Demir ağzı kulaklarında bavulunu kenara koyup yanıma geldiğinde Nihal abla mutfağa gitmiş, Yağız'sa hala kapıda dikiliyordu.

 

Demir karşımda durup elini bana doğru uzattığında bakışları bir anlığına yüzümdeki izlere kaydı. Kabuk bağlayan yaralara, normalde onları kapatırdım ama bugün onları kapatma zahmetinde bile bulunmadım.

 

''Merhaba Miray, namını çok duyduğum, şey yani haberlerde seni çok gördüm. Açıkçası seni görmeyi beklemiyordum ama seninle tanıştığıma memnun oldum. Bu arada terliklere bayıldım'' başımı eğip ayağımdaki terliklere baktıktan sonra tekrar ona baktım. Kapkara gözlerinde hem alay hem de ciddiyet vardı. Ben bu ikisinden hangisine inanacaktım?

 

Gülümsemeye çalıştım ve uzattığı elini sıkarak

 

''Merhaba Demir, öncelikle hoş geldin, haber kısmını es geçiyorum, benim için tatsız bir olaydı. Ben de tanıştığıma memnun oldum''

 

Demir de bana gülümserken Nihal abla elinde çaydanlıkla mutfaktan çıktığında yanımıza gelerek ''hadi kahvaltı hazır sizi bekliyor'' dedi ve salona geçti.

 

Demir de onun arkasından ilerlediğinde Yağız'la kalmıştık. Yanıma geldiğinde yüzünde hala aynı ifade vardı, sürekli gülümsüyordu.

 

''Bir yere mi gideceksin, bugün izinli olduğunu söylemiştim'' dediğinde bu elbiseyi giydiğime pişman olmuştum. Terlikleri de öyle.

 

''Bir yere gitmiyorum. Sadece giyecek ev kıyafetim olmadığı için bunu giydim'' dediğimde ifadesini bozmadan gülerek

 

''E benimkilerden giyseydin'' güldüğünde ona sert bir bakış attım. Gülümsemesi büyüdüğünde onu kale almadan konuşmama devam ettim.

 

''Bugün evime uğrayıp birkaç parça eşya alacağım''

 

''Hayır olmaz öyle, ben Nihal ablaya söylerim o alışverişe gider alır ne istersen'' dediğinde ona daha fazla katlanamayacaktım.

 

''Gerek yok, zaten çok kalmayacağım, dediğim gibi evime gider hallederim'' dedim ve gitmek için hareketlendiğimde kolumdan tutarak beni durdu.

 

Kısık bir sesle ''evinin bahçesinde bombalar var''

 

Başımı kaldırıp ona baktığımda gülümsedim ve aynı onun gibi kısık bir sesle

 

''Biliyorum ben koydum''

 

Kolumu elinde kurtarıp salona doğru ilerlediğimde hiçbir şey yapmadan öylece arkamdan izledi.

 

Kapıdan girdiğimde Demir masanın baş köşesine oturmuş tabağına bir şeyler koyuyor, bir yandan da sağındaki sandalyeye oturmuş olan Nihal ablaya sorular soruyordu.

 

''Çocuklar ve Rüya nerede?''

 

Nihal abla Demir'in sorusuna cevap verirken ben de Demir'in soluna oturdum.

 

''Onlar uyuyorlar, bugün Miray'la Yağız Bey erken kalkınca kahvaltıyı erken hazırladık, yoksa biliyorsun''

 

Demir başını sallarken ben de tabağıma kahvaltılık bir şeyler koyuyordum. O sırada da Nihal abla bana çay doldurmuştu.

 

''Yağız Bey nerede kaldı?'' Nihal ablanın sorduğu soruya Demir cevap vermişti.

 

''En son duşa girecekti, epey bir terlemiş kendileri'' Demir göz ucuyla bana baktığında ona hiçbir şey söylemeden tabağıma odaklandım.

 

Çayımın bitmesine ramak kala ıslak saçları ve giydiği gri tişört siyah pantolonuyla Yağız kapıdan içeriye girdi. Elinde de benim sahte telefonumu tutuyordu. Onun elinde telefonumu görmemle kalbim hızlı hızlı atmaya başladı. Elimdeki çatalı masaya koyduğumda hiçbir şey belli etmeden ona baktım.

 

Gözlerimin içine bakarak yanıma doğru geldiğinde yanımdaki sandalyeyi çekti ve oturdu. Telefonu bana uzatarak

 

''Eşyalarımı almak için odana girdiğimde telefonun çalıyordu. Bir numara aradı, çok ısrarcıydı ben de açtım'' derken içimde arayan kişinin Egemen olmamasını diledim.

 

Egemen iki telefonumdan da haberdardı ve bana gerçek telefonumdan ulaşamadığı zaman sahte telefonumu arardı. Onu rehberime kaydetmemiştim ama Yağız telefonu açması karşısında şüphe çekebilirdi.

 

Nihal abla ve Demir pür dikkat bizi izlerlerken ben ecel terleri döküyordum.

 

''Telefonu açtım ama karşıdaki kişi bana cevap vermedi. Sonra da telefonu yüzüme kapattı. Al bak istersen belki önemli bir şeydir, '' Telefonu Yağız'ın elinden aldım ve gülümseyerek

 

''Emre aramıştır, numarasını değiştirmişti. Kaydetmeyi unutmuşum. Senin sesini duyunca kapatmıştır. Makum seni pek sevmedi de ''

 

Olabildiğince sakin bir şekilde masadan kalkıp mutfağa doğru ilerlediğimde elim kalbimin üstündeydi. Az kalsın bir plana erken veda ediyorduk.

 

Telefonu açıp kayıtlardan arayan numaraya baktığımda numaranın Egemen'e ait olduğunu gördüm. Bunu görür görmez onu hemen geri aradım.

 

Telefon ikinci çalışında açıldığında Egemen onu Yağız'ın arayıp aramadığından emin olmak için benim bir şey söylememi bekledi.

 

''Alo, ben Miray'' telefondan gelen soluk sesinin ardından Egemen'in sesini duydum.

 

''Kızım sen neredesin, az kalsın her şeyi anlatıyordum Yağız'a''

 

Tezgaha yaslanıp boynumu ovarken

 

''Ben aşağıdaydım, eşyalarını almaya odasına gitmiş, telefonda odadaydı. İşte ne olduysa olmuş, neyse merak etme toparladım bir şekilde. Numara Emre'nin yeni numarası falan filan salladım bir şeyler''

 

''Bundan sonra daha dikkatli ol''

 

''Sence bu evde daha ne kadar dikkatli olabilirim, neyse ne oldu da aradın beni, umarım önemli bir şeydir ''

 

''Önemli önemli'' hiçbir şey söylemediğimde Egemen konuşmasına devam etti.

 

''Yağız, Öykü'nün cinayet işlediği haberini basına sızdırmış''

 

Duyduğum şeyin şokuyla gözlerim kocaman açılırken bir yandan da dilimi tutamayıp pek de kısık olmayan bir sesle

 

''Ne?'' Dediğimde refleks olarak elimle ağzımı kapattım.

 

Egemen telefondan bana dikkatli olmamı söylerken ben kapıda birisinin olup olmadığına bakıyordum.

 

Kimsenin gelmediğinden emin olduktan sonra Egemen'in azarlarını görmezden gelerek

 

''Ee?''

 

''Bir de şöyle bir şey var, Yağız haklarında çıkan haberi yalanlamak için Öykü'nün ona ne zamandır kafayı taktığını ve bu yüzden böyle bir haber çıkardığını, haberin de yalan olduğunu söylemiş. Ülke bu haberle çalkalanıyor valla, senin hiçbir şeyden haberin yok''

 

''Neden böyle bir şey yapmış peki?'' Asıl merak ettiğim soruyu sorduktan sonra merakla vereceği cevabı bekledim.

 

Bir süre sustu ve hiçbir şey söylemedi. Cevaptan emin olduğunda konuşmaya başladı.

 

''Belli ki Öykü'den nefret eden tek kişi sen değilsin, neyse daha fazla konuşmayalım, yoksa dikkat çekeceksin, eve gelebiliyorsan gel daha sana anlatacaklarım var''

 

Daha fazla uzatmadan ''tamam'' dedim ve telefonu kapatıp Egemen'in numarasını Emre diye kaydettikten sonra salona doğru ilerledim.

 

Derin nefeslerin sonunda salona ulaştığımda Yağız hala benim yanımdaki sandalyede oturuyordu ve hiçbir şey yememişti. Demir kahvaltısını bitirmiş kalan çayını yudumlarken Nihal ablanın tabağındakiler hala duruyordu, belli ki o da bir şey yememişti.

 

Kapıdan girdiğimde gözler bana dönmüştü. Bense tek bir kişiye bakıyordum. Yağız Karahanlı'ya , hayatımdaki bütün yollar ona çıkıyor, bütün oklar onu gösteriyordu.

 

Ben konuşmadan gülerek '' duyduğuma göre kahvaltıyı sen hazırlamışsın, umarım içinde zehir falan yoktur'' esprisine tek gülen oydu.

 

Ona gözlerimi devirdikten sonra buz mavisi gözlerine bakarak ''dediğim gibi arayan Emreymiş, senin sesini duyunca kapatmış telefonu, sana hiç selamı yok''

 

Bana aynı benim ona yaptığım gibi gözlerini devirdiğinde onu umursamayarak

 

'' Ben çıkıyorum'' dediğimde oturduğu sandalyeye yaslanarak

 

''Nereye?'' Diye sordu.

 

Bir şey yapıp yapmayacağımdan emin olmak ve beni kontrol altında tutmak istiyordu ama daha önce de söylediğim gibi bu mümkün değildi.

 

Demir'in ve Nihal ablanın da burada olduğunu hatırlatmak için bakışlarımla onları işaret ettiğimde aynı o gün Öykü'nün yanında benim ona yaptığımı yaptı ve dudaklarını oynatarak ''bunu sen istedin'' dedi.

 

''Eşyalarımı almak için eve gideceğimi söylemiştim'' başını yalandan salladığında oturduğu yerde hareketlendi.

 

''Tamam seni ben bırakırım'' dediğinde Nihal abla ve Demir pür dikkat bizi izliyorlardı. Demir arada çayından birkaç yudum alırken keyifle bize bakıyordu.

 

O kalkarken ben de onu engellemek için

 

''Hayır senin gelmene gerek yok, ben taksiyle giderim. Hatırlarsan en son benimle geldiğinde neler yaşamıştık''

 

Doğrulduğunda gözlerini kısarak bana baktı. Bir şeyler karıştırdığımı düşünüyordu ama yanlış bir düşüncede olduğundan haberi yoktu.

 

Beni dinlemeyip bana doğru geldiğinde kolumdan tutmak istemediği için başıyla bana dışarı geçmemi işaret etti. Peşinden ilerlediğimde mutfağa girdi ve az önce benim yaslandığım tezgaha yaslanarak bana baktı.

 

''Emre ne dedi?''

 

''Sen iyi alıştın böyle soru sormaya, merak ediyorum buna ne zaman son vereceksin?''

 

''Sen bana doğru bir cevap verdiğinde, hadi şimdi soruma cevap ver''

 

Gerilmeye başladığımda elimi boynuma götürüp ovdum.

 

''Madem çok merak ediyorsun söyleyeceğim ama önce sen cevap ver, neden magazine Öykü'nün aleyhine haber yaptırdın?''

 

Gülerek başını salladığında tahminin doğru olduğunu düşünüp mutlu oldu.

 

''Çünkü öyle olması gerekiyordu''

 

Cevabına hiçbir şey söylemeden tip tip baktığımda o anlaması gerekeni anladı ve konuşmasına devam etti.

 

''Çünkü Öykü ortaya yalan bir haber yaydı, ki sen de bunu biliyordun, bu yüzden dün gece beni dinlemedin''

 

Gururla gülümsediğinde başımı alayla salladım ve devam etmesini bekledim.

 

''O bir suç işledi ve Seçil'i öldürdü. Yalan haber yaydı, ben de ona hak ettiğini verdim. Sana kıyasla bazı insanlar suçunu kabul etmezler, herkes sen değil sonuçta, onlara da başkalarının had bildirmesi gerekiyor''

 

Kaşlarım havalandığında daha fazla gülümsedi ve

 

''Vay be seni ilk defa şaşırtabildim. Helal olsun bana, neyse gelelim asıl konumuza komiser sana ne söyledi?''

 

''Öykü'nün kesin olarak tutuklandığını söyledi. Ben senin onu bir şekilde oradan çıkaracağını düşünüyordum da, konu hakkında bilgi vermek istemiş''

 

Kurduğum yalana cevap olarak dudaklarını birbirine bastırarak başını sallamakla yetindi.

 

Elini kaldırıp işaret parmağını bana doğru tutarak ''son bir soru''

 

Ofladığımda tekrardan kollarımı göğsümde birleştirdim ve onayladığımı belli etmek için başını salladım.

 

''Sen her şeyi biliyorken neden böyle bir şey düşündün?''

 

İtiraf etmeliydim ki güzel bir soru sormuştu. Çok kısa bir an düşündükten sonra

 

''İnsanlara güvenmediğimi söylemiştim. Ben ne kadar her şeyi bilsem de insanlar doğrunun üstünü kapatmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ki bunu yapmak çok zor değil. Yani demem o ki bazen her şeyi bilmekte işe yaramıyor. Neyin ne zaman olacağını ve kimin ne yapacağını bilemiyorsun ''

 

Yaslandığı yerden doğrulup karşımda dimdik durduğunda başımı kaldırıp ona baktım. Yine her zamanki gibi gülümsüyordu.

 

''Anladım ama sen bir şeyi atlıyorsun'' kaşlarımı çatarak başımı neyi der gibi salladığımda gülerek konuşmasına devam etti.

 

''Beni. Ben hiçbir zaman bir doğrunun üstünü kapatmadım. Ben her zaman gerçeklerin ortaya çıkmasından yanayım küçük hanım, düşmanını iyi tanı''

 

Yanımdan hızla geçip gittiğinde yüzümde anlamsız bir gülümseme belirdi.

 

Şu an onun geride bıraktığı kadın onun hiç görmediği bir kadındı.

 

 

 

 

☘️

 

 

 

 

Yağız Karahanlı

 

Miray evin önüne çağırdığı taksiyle evine giderken Demir, Rüya ve ikizlerle salonda sohbet ediyordu. Ben de her zaman olduğu gibi mutfakta Nihal ablayla sohbet ediyordum. Nihal abla benim her şeyimi bilirdi. Şirket işlerimden tutun da mafya işlerime kadar her şeyimi.

 

Mutfaktaki masaya oturmuş kahvelerimizi yudumlarken Nihal abla dayanamayıp ağzındaki baklayı çıkardı.

 

''Oğlum sen bu kızı getirdin ama bu kız burada hiç mutlu değil, yemek yerken bile hiç rahat değil. Bugün beraber kahvaltı hazırlarken bile zeytini, peyniri nereden aldığımızı, içine bir şey katıp katmadığımızı sorup durdu''

 

''Alışacak abla başka çaresi yok, hem onun hem de bizim iyiliğimiz için burada kalması gerekiyor. Hem öyle yaşanmaz bir şekilde alışacak, alışmak zorunda''

 

Bu söylediklerimi Miray'a söyleseydim eminim beni bu söylediğime bin pişman ederdi.

 

Nihal abla kahvesinden bir yudum aldıktan sonra

 

''Bak oğlum bu bildiğimiz insanlardan değil, Öykü'ye de hiç benzemiyor. Ona dokunmadığın sürece sana zarar verecek birisi değil bu kız, bakma öyle sert baktığına görüyorum ben, onun yumuşacık bir kalbi var. Belli ki onu zamanında çok kırmışlar, o yüzden bu hale gelmiş. Belli ki tekrar kırılmaktan korkuyor ve kimse onu kırmasın diye herkese cephe almış''

 

İçimde kopan parçalar yine onun içindi. Neler yaşadığını bilmiyor ama merak ediyordum. Çünkü bir insan üç ayda böyle değişemezdi.

 

''Biliyorum abla, ben de onu kıran şeyleri bulmaya çalışıyorum ama o buna izin vermiyor. Hatta bana karşı çıkıyor, kız geldi bana açık açık düşman olduğunu söyledi ya''

 

Çenemi masadaki elime dayadığımda Nihal abla masadaki diğer elime uzandı ve iki eliyle tutarak

 

''Bak oğlum bazı şeyler zaman alır, bu da onlardan birisi, istediğini elde etmen için biraz zamana ihtiyacın var''

 

Başımı salladığımda dışarıdan Demir'in sesi duyuldu.

 

''Yağız neredesin?'' Demir'in sesi duyulduğuna göre bizim konuşmamız bitmiş demekti.

 

Oturduğum yerde doğrulup ''mutfaktayım'' dediğimde cevabı hiç gecikmedi.

 

''Ne o yoksa bana yemek mi yapıyorsun?''

 

''Aynen Demir aynen, gel bak''

 

Demir kapıdan içeriye girdiğinde beni sandalyede oturur vaziyette görünce gülen yüzü düştü.

 

''E hani?''

 

Derinden bir nefes verip ona gözlerimi devirdiğimde

 

''Ne istiyorsun Demir?''

 

''Seni''

 

Cevabının üstüne gözlerimi kocaman açarak sert bir şekilde ona baktığımda korktu ve kekeleyerek

 

''Ş-şey yani seninle konuşmak istiyorum. İki dakika bahçeye gelsene''

 

Başımı çevirip Nihal ablaya baktığımda güldüğünü gördüm. İfademi değiştirmeden oturduğum yerden kalkıp Demir'in karşına dikildim ve elimle kapıyı göstererek

 

''Yürü Allah'ın belası yürü'' dediğimde Demir gülüyordu.

 

Demir önde ben arkada bahçeye doğru ilerlediğimizde bahçenin en ücra köşesindeki hasır sandalyelere doğru gidip oturduk. Oturduğum yerde Demir'e doğru dönerek

 

''Dökül bakalım ne konuşacaksın benimle?''

 

Derin bir nefes aldıktan sonra Demir'de tam anlamıyla bana döndüğünde konuya başlamadan önce bir ikazda bulundu.

 

''Bak kardeşim öncelikle sana sorduğum sorulara doğru ve net cevaplar vereceksin''

 

''Vereceksin derken, sen bana emir mi veriyorsun lan?'' Sert dönüşümün üstüne afalladığında sakin bir ses tonuyla

 

''Hayır sadece rica ediyorum'' dedi.

 

Devam etmesi için beklediğimde bir süre ne söyleyeceğini kafasında topladı ve konuşmasına başladı.

 

''Şimdi kardeşim, ben yanlış hatırlamıyorsam ben Norveç'e gitmeden önce Miray sana meydan okudu. Sonra Miray bizim esirimiz oldu. Sonra ne oldu da bu kız burada yaşamaya başladı? Bu birinci sorum, lütfen cevaplar mısınız Yağız Bey?''

 

Başımı hay hay der gibi salladığımda konuşmayı devraldım.

 

''Doğru hatırlıyorsun ama yanlış söylüyorsun Demir, bizim esirimiz değil yalnızca benim esirim. Bunu bir düzeltelim. Başta öyleydi ama biz Miray'la bir anlaşma yaptık ve ona şirkette çalışmasını teklif ettim. O da kabul etti. Bir sağlık sorunu sebebiyle de birkaç gün burada kalacak, tabi onun sandığı birkaç gün''

 

Demir duyduklarına inanamaz bir şekilde bana bakarken ne söyleyeceğini bilemez bir haldeydi.

 

''Abi alt tarafı bir aydır ortada yokum'' donuk bakışlarla bana baktığında ters bakışımın altında ezilip kendine gelmek zorunda kaldı.

 

''Tamam ikinci ve en önemli soruma geliyorum''

 

Ne söyleyeceğini merak ederek ona baktığımda yutkundu ve gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladı.

 

''Senin neden ağzın kulaklarında, neden bir anda spor yapmaya başladın ve neden kaç yıllık arkadaşın olan ben vereceksin dediğimde tepki alıyorum da o kız sana ters cevaplar verince peşinden gidiyorsun? Bana açıkça söyle sen bu kıza aşık mı oldun? Bunun başka açıklaması olamaz çünkü şuna bak kıza bakınca yumuşacık oluyorsun, bize bakınca Hacı Halil İbrahim mermer taşı gibi oluyorsun, ne bu anlat''

 

Miray'ın yüzü gözümün önüne geldiğinde kendimi tutamayıp gülümsedim ama gözümün önüne gelen tek ifadesi bu değildi. Acımasız, benden nefret eden ve bana asla inanmayacakmış gibi bakan bir kadın daha geldi gözümün önüne...

 

Derin bir nefes alıp öne doğru eğilip ellerimi birbirine bağladığımda Demir'e yandan bir bakış attım.

 

''Ona aşık olsam ne olacak ki bana inanmadıktan sonra, Duygularla Oynayan Adam lakabımdan dolayı bana inanmıyor, güvenmiyor. Taktı o lakaba''

 

''O bir şekilde hallolur, sen onu seviyor musun, aşık mısın onu söyle''

 

 

 

☘️

 

 

 

 

SAAT: 01. 57

 

 

 

Miray Ateş

 

Uykumun en güzel yerinde uyanıp su içmek için odamdan çıktıktan sonra karanlıkta mutfağa doğru ilerledim ve sanki hayatımda ilk defa su içiyormuşum gibi suyumu içtim. Tekrar uyanırım düşüncesiyle bir bardağa da su doldurup öyle odama çıktım.

 

Odamın kapısına geldiğimde duyduğum ağlama sesiyle olduğum yerde kalakaldım. Sesin nereden geldiğini anlamak için sağıma ve soluma baktığımda gelen ağlama sesine kulak verdim. Ses benim odamın hemen yanındaki odadan geliyordu. Yani Rüya'nın odasından. Belli ki kötü bir şey olmuştu.

 

Dayanamayıp kapısına doğru ilerledim ve kapıyı usulca çaldım. Kapıyı ilk çaldığımda ağlama sesi kesildi. İkinci çalışımda da ses gelmeyince kapıya doğru fısıltıyla

 

''Rüya benim Miray'' dediğimde Rüya ağlamaklı sesiyle cevap verdi.

 

''Gel Miray''

 

Kapıyı yavaşça açtığımda karanlık odayı aydınlatan gece lambasının yanında, yatağının üstünde oturmuş gülümseyerek bana bakan Rüya'yı gördüm. Anlaşılan maskesini nerede ve ne zaman takması gerektiğini öğrenmişti ama yanlış kişiye oynuyordu.

 

Kapıyı sessizce kapattığımda Rüya kaşlarını çatarak ''bir sorun mu var?'' Dediğinde sorusuna gülümsediğimde elimdeki bir bardak suyla yanına doğru ilerledim ve yatağa oturdum.

 

Bardağı ona doğru uzatarak başımla içmesini işaret ettim. İkiletmeden bardağı elimden alıp suyu içtiğinde buruk bir gülümsemeyle ''bir sorun olup olmadığını sen söyleyeceksin, neden ağlıyorsun?'' Sorumla beraber gözünden bir damla yaş firar ederken gözlerini sımsıkı kapadı ve bir süre öylece bekledi.

 

Elinde sımsıkı tuttuğu bardağı kırmasın diye parmaklarının arasından bardağı aldım ve yandaki masanın üstüne koydum.

 

Kimseye güvenmezdim, inanmazdım ama ağlayan birisini gördüğümde de dayanamazdım. Hele bu kişi bir kız çocuğu ya da bir kadınsa, bu hayatta benim tek zaafım kolyem değildi.

 

Rüya'nın ellerinden tutup kendime çektiğimde gözlerini hiç açmadı. Kollarını bedenime doladığında yüzü göğsümün üstündeydi.

 

''Senden bir şey isteyebilir miyim?'' Sertçe yutkunduğumda

 

''Tabii ne istersen''

 

''Bana soru sorma, burada dur ve gitme'' başımı salladığımda çenemi başının üstüne koydum ve ben de kollarımı ona doladım. Bir süre sonra üstümdeki tişörtün ıslandığını anladığımda ağlamaya devam ettiğini fark ettim. Sonra da bu ağlamaya hıçkırıklar ve ağlama sesleri de eklendi.

 

Rüya neden bu hale gelmişti bilmiyordum. Ona bu konu hakkında hiçbir şey sormamış göğsümde ağlamasına izin vermiştim. O bu konu hakkında bir şey söyleyene kadar da bir şey sormayacaktım.

 

 

 

 

☘️

 

Rüya göğsümde ağlayarak uyuyakaldığında onu güzelce yatırdım ve üzerini örterek odadan çıktım. Sabah olduğundaysa Yağız'ın bağırış seslerine uyandım.

 

''Bu ne demek oluyor, deli misin sen, bu nasıl olur?''

 

Pelüş terliklerimi giyip gözlerimi ovuşturarak odadan çıktığımda basamakları teker teker inerek salona vardığımda dağılmış sütlü kahve saçları, gri tişörtü ve siyah eşofmanıyla salonun ortasında bir sağa bir sola giden Yağız'ı gördüm. Kapının hemen yanında da Arda vardı.

 

Boynumu ovarak ''ne oluyor ya, neden bağırıyorsun?'' Sorumun üstüne salona geldiğimi anladığında durdu ve bir şey söyleyecekti ki durdu. Arda'ya bakarak gitmesini işaret ettiğinde Arda odadan çıktı ve Yağız birkaç adım atarak yanıma geldi.

 

Bana bakarak az önceki haline zıt bir şekilde sakin bir sesle

 

''Uyandırdım mı, kusura bakma, özür dilerim. Hadi sen git yat, söz sessiz olacağım'' ona baktığımda uyku mahmurluğuyla esnedim ve kaşlarımı çatarak ona bakmaya devam ettim.

 

''Evet uyandırdın ama konumuz bu değil, ne olduğunu söyleyecek misin?''

 

Ağzının içinde ''hem bana diyor hem kendi çok soru soruyor'' dediğinde duymadığımı sanması gülünçtü.

 

''Ben istediğime istediğim kadar soru sorarım, hadi şimdi cevap ver, ne oldu?''

 

''Doğru senin kırılmaz bir dokunulmazlığın var ve maalesef bunu sana ben verdim'' alayla gülümsediğimde buzdan gözlerine bakarak devam etmesini bekledim.

 

''Adını belki duymuşsundur. Erdem Çanlı, büyük bir mafya babası, dün gece on iki gibi birisi tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürülmüş, neden öldürdüğü hakkında bir bilgi yok ama onun ölümü bütün mafya alemini alt üst etti''

 

''Kim öldürmüş peki?''

 

''Orası henüz bilinmiyor''

 

Arda hızla odaya girdiğinde

 

''Abi Erdem Çanlı'yı öldüren kişi hakkında bir bilgiye ulaşmışlar. Öldüren kişi bir kadınmış''

 

 

 

☘️

 

Loading...
0%