Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm: Şüphe

@f.kubrat

 

 

 

 

Selamlar herkese, uzun zamandır görüşemiyoruz. Yazmak için çok uğraştığım. Bitmesini hem istediğim hem istemediğim bir bölümle karşı karşıyayız. Biliyorum Miray ve Yağız'ı çok özlediniz. Lafı fazla uzatmadan sizi bölümle baş başa bırakıyorum. İyi okumalar dilerim. Umarım beklediğiniz gibi olmuştur. Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. Bölüm sonunda görüşmek üzere.

 

 

 

 

 

Bu kitapta geçen kişi isimleri (kişiler) ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür. Her şey bir kurgudan ibarettir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

⚔️

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yağız Karahanlı

 

 

 

 

 

"Öldüren kişi bir kadınmış"

 

 

 

 

 

Bakışlarım ister istemez Miray'a kaydı. Bu olayı bilip bilmediğine baktım. Gerçekten bilmiyor gibiydi. Benim anlattıklarım dışında hiçbir şey bilmiyor gibi duruyordu.

 

 

 

 

 

Tekrardan Arda'ya baktığımda bir kaşının iki kez indirip kaldırdı. Bu bizim aramızda önemli bir şeyin olduğunu işaret eden dilsiz bir konuşmaydı.

 

 

 

 

 

Anladığımı belli edercesine gözümü kırptığımda Miray'a dönerek "İstersen sen odana çık, biraz daha dinlen, dikkatli olacağıma söz verdim"

 

 

 

 

 

Kaşlarını çatıp uykulu gözlerle bana bakarken yine her zamanki sert ifadesini takındı.

 

 

 

 

 

"İstesem de uyuyamam artık, kaldırdın beni bir kere, üstümü değiştirip geliyorum" dediğinde saçlarını savurarak arkasını dönüp gitti. Arkasından gülümseyerek

 

 

 

 

 

"Tamam bugün kahvaltıyı ben hazırlıyorum, sen inene kadar hazırlamış olurum"

 

 

 

 

 

Miray merdivenin başında durdu ve bana bakarak

 

 

 

 

 

"Ben koşuya çıkacağım, sen kendin için hazırlayabilirsin" odasına doğru ilerlediğinde arkasından öylece baktım.

 

 

 

 

 

Az kalsın unutuyordum. Kendi kendimi bulaştırdığım bir koşu meselesi...

 

 

 

 

 

"Ben hazırım zaten, seni beklerim bu arada sular yine benden"

 

 

 

 

 

Arda şaşkın gözlerle bana bakarken Miray'ın bana yaptığı ifadeyi ben de Arda'ya yaptım. Sert bir ifade takınarak

 

 

 

 

 

"Ne var, bana niye öyle bakıyorsun?" Gözlerimi devirdiğimde kapıya yakın olan koltuğa oturdum ve bacak bacak üstüne atarak Arda'ya baktım.

 

 

 

 

 

"Anlat ne oldu?"

 

 

 

 

 

"Patron verdiğin talimat üzerine Miray hanımı yakın takibe aldık. Bizim çocuklar onun dün gece dışarıya çıktığını söylediler. Sonra geri gelmiş. Doğrusunu söylemek gerekirse ben Miray hanımdan şüphe etmiştim. Yani olanlar ortada Miray hanımı da tanıyoruz. Bunu söylemek ne kadar haddime bilmiyorum ama bu işte onun parmağı olabilir mi?"

 

 

 

 

Oturduğum yerde doğrularak

 

 

 

 

"Bilirsin Arda seni severim, düşüncelerine de hep saygı duyarım. Sana bu düşüncen için kızmıyorum ama uyarıyorum. Bir daha Miray'ı böyle bir şeyle itham etme"

 

 

 

 

Arda onu yanlış anladığımı düşünerek hızla konuşmaya başladı. Onun tedirginliğine karşı sakince onu dinledim.

 

 

 

 

"Şey patron, ben hem senin şüphe etmemen için he-" dediğinde sözünü keserek devam ettim.

 

 

 

 

 

"Sen rahat ol aslanım, benim aklımda da kalbimde de zerre şüphe yok, şimdi müsaadenle koşuya gitmem gerekiyor"

 

 

 

 

 

Dün iki tur anca koşmuştum. Bakalım bugün Miray'ın yanında kaç tur koşacağım. Kız da hiç aman demiyor ki, beş tur ne demek?

 

 

 

 

 

Arda başını önüne eğdiğinde yanından geçip gittim. Son anda aklıma gelen şeyle durup ona doğru bakarak

 

 

 

 

 

"Ha cenaze ne zaman kalkacakmış, Erdem Abiyi pek bir severdim. Zamanında az ölümle tehdit etmedİ beni, bir gidelim mezarına sağ olduğumuzu görsün"

 

 

 

 

Alayla kurduğum cümleye Arda güldü ve hemen sonra da açıklama yapmaya başladı.

 

 

 

 

 

"Tam net değil, ölmeden önce kadınla bir arbede yaşanmış, sanırım kadın bunu boğmaya kalkmış. İşin aslını öğrenmek için otopsi yapacaklarmış, söylenilene göre on iki gibi olabilirmiş, netleşirse ben haber veririm" başımı sallayıp önüme döndüm ve suları almak için mutfağa doğru ilerledim.

 

 

 

 

 

Dün dolaba koyduğum hiç açılmamış iki şişe suyu aldım ve kapının önüne çıkıp Miray'ın gelmesini bekledim.

 

 

 

 

Kapıda iki adam vardı. Ceyhun ve Arif, diğer adamların hepsi evin etrafında duruyordu. Bu bir önlemdi. Aslına bakılırsa bana savaş açanlardan birisi artık yoktu. Erdem Çanlı hakkı rahmetine kavuşmuştu. Daha doğrusu birisi tarafından kavuşturulmuştu.

 

 

 

 

Düşüncelerimi bir kenara bırakıp elimdeki suları kapının sağında duran Arif'e verdim.

 

 

 

 

"Arif, şu suları al ve ben sana söylemeden de getirme anlaşıldı mı, getireceğin yeri biliyorsun"

 

 

 

 

Arif suları elimden alırken başını sallayarak

 

 

 

 

"Biliyorum, anlaşıldı patron" dediğinde kapı açıldı ve siyah tişörtü, siyah taytı ve beline bağladığı siyah ceketiyle Miray çıktı.

 

 

 

 

Beni gördüğünde her zaman yaptığı gibi gözlerini devirdi. Bu hareketi her seferinde benim yüzümde bir gülümseme oluşmasına sebep oluyordu ama bu seferki devirişi diğerlerinden farklı gibiydi. Bunda bir kızgınlık vardı.

 

 

 

 

Beni es geçip bana hiç yapmadığı gibi Arif'e içten bir şekilde gülümseyerek

 

 

 

 

"Günaydın Arif" dediğinde yüzümdeki gülümseme düştü ve o an sert bakışlarımın tek hedefi Arif oldu.

 

 

 

 

Arif benim ona nasıl baktığımı fark ettiğinde çekingen bir şekilde "g-günaydın Miray Hanım" dedi.

 

 

 

 

Miray Arif'e gülümseyerek başını salladıktan sonra beni görmezden gelerek yanımdan geçerken at kuyruğu yaptığı saçını savurduğunda yüzümde küçük bir gülümseme daha oluştu. O an kulağındaki kulaklığı fark ettim. Beni dinlemek ,istemediğini açık açık gösteriyordu.

 

 

 

 

Ben Miray'ın arkasından uzun uzun bakarken görüş açıma tekrardan Arif girdi.

 

 

 

 

"Patron iyi misin?"

 

 

 

 

Yüzümdeki gülümsemeyi silip sert bir ifadeyle ona baktığımda

 

 

 

 

"Düşündüm de senin gelmene gerek yok, Arda'ya söyle suları o getirsin"

 

 

 

 

Arif'in sertçe yutkunmasını görmezden gelerek arkamı döndüm ve Miray'ın peşinden ilerledim.

 

 

 

 

Kendisine nazaran büyük olan adımlarına karşı koşma durumunda kaldığımda yüksek ve alaylı bir tınıyla

 

 

 

 

"Beni beklesene" diye yalandan sitem ettiğimde beklemediğim bir şekilde durduğunda onunla beraber ben de durduğumda aramızda bir adımlık bir mesafe kalmıştı. Başını çevirip omzunun üstünden bana baktığında yutkunmak zorunda kalmıştım.

 

 

 

 

"Ben koşuya seninle çıkacağımı söylediğimi hatırlamıyorum. Yalnız koşmak istiyorum"

 

 

 

 

Kendimi tutamayıp güldüğümde

 

 

 

 

"Maalesef burası benim evim ve koşacağın yer de benim ormanım, şu an benim sınırlarımın içerisindesin yani ben ne istersem onu yapmak zo-"

 

 

 

 

Bir hışımla arkasını dönüp hızla bana doğru geldiğinde neye uğradığımı şaşırarak ona baktım.Tam karşımda durup simsiyah gözlerindeki öfkeyle gözlerimin içine baktığında

 

 

 

 

"Sen o cümleyi bir tamamlasana, bak bakayım o zaman ortada ne ev ne orman kalıyor. Tamamla lütfen. Unuttun galiba en son bana o kelimeyi kullandığında başına neler geldiğini, tekrarlayalım istersen, bana hoş"

 

 

 

 

Verdiğim derin nefesin üstüne benden bir cevap beklediğini göstermek için başını salladığında resmen karşısında ecel terleri döküyordum.

 

 

 

 

Ben Yağız Karahanlı herkesin toy diye nitelendirdiği ama asıl güçlerinin kimsenin farkında olmadığı, çoğu insana ecel terleri döktürmüş ve canlarını okumuş bir mafya olarak bir kadının karşısında ecel terleri döküyordum. Her ne yaparsam yapayım bu kadına karşı dilim tutuluyor, ona söz geçiremiyordum. Bu duruma ne zaman gelmiş, neden engel olamamıştım, bunu bilmiyorum ama bildiğim tek şey şu an bu kadına söz geçiremeyeceğim ve ona boyun eğmem gerektiğiydi.

 

 

 

 

O sıradan bir kadın değildi. O benim yansımamdı ve ben bu yüzden ona karşı koyamıyordum.

 

 

 

 

Geri çekilip ellerimi iki yana açtığımda "tamam, ne istersen yap ama en azından yanında sessizce koşmama izin ver"

 

 

 

 

"Merak etme burada kimseye zarar vermem, sadece koşacağım" dediğinde buruk bir şekilde gülümsedim.

 

 

 

 

Asıl sebebin bu olmadığını söylemek istedim ama alacağım cevaptan korktuğum için sustum. O da bir şey demedi zaten, sessizce yanında koşmama izin verdi.

 

 

 

 

Ben bu hallere düşecek insan mıydım, bundan şikayetçi değildim ama sorgulamadan da edemiyordum. Hayatım boyunca hiç, birisi yanında durmama izin versin diye ona muhtaç olmamıştım. Garipsediğim ve sorguladığım şey buydu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

☘️

 

 

 

 

Kaç tur olmuştu, üç,dört?

 

 

 

 

Miray durmak nedir bilmiyor gibi sürekli koşuyordu. Onun yüzünden ben de koşmak zorunda kalıyordum. Her seferinde acaba bu son mu diye düşünüyordum ama her seferinde yeni bir tura başlıyorduk.

 

 

 

 

O kulaklıklarını çıkarmadığı için de sohbet edemiyorduk ve bu benim daha da sıkılmama sebep oluyordu. Tüm ciddiyetiyle önüne baktığında bir an olsun bir ümit bana bakacağını, simsiyah gözlerine bakacağımı düşündüm ama bu olmadı. O bakışlarını yoldan hiç ayırmadı.

 

 

 

 

Bana baktığındaysa biz altıncı turumuzu tamamlamıştık. Bir insan hiç mi yorulmazdı?

 

 

 

 

Bana bakıp alayla güldüğünde ellerim dizlerimde hızlı hızlı nefesler alıp veriyordum.

 

 

 

 

"Benimle koşmaman gerektiğini söylemiştim. Belli ki çok yoruldun, dinlen istersen" dedi ve gözlerini devirerek kısık bir sesle devam etti.

 

 

 

 

"Kim dedi ki sana benimle koşmak için bu kadar diret diye?"

 

 

 

 

Önüne dönüp tekrardan koşmaya başladığında doğruldum ve ona yetişmek için hareketleneceğim sırada arkamda Arda'nın sesini işittim.

 

 

 

 

"Patron suları getirdim"

 

 

 

 

Arkamı dönüp Arda'yı gördüğümde olabildiğince derin bir nefes verdim. Başımı salladığımda Arda yanıma doğru geldi ve suları bana doğru uzattı.

 

 

 

 

"Nerede kaldın be oğlum, seni arayalı neredeyse bir saat oluyor. Öldüm yorgunluktan" derken bir yandan da uzattığı suları alıyordum.

 

 

 

 

Arda dayanamayarak "patron iyi misin, ambulans çağıralım mı?" Sorusuyla zar zor bakışlarımı ona doğrulttum ve dik durmaya özen göstererek

 

 

 

 

"İyiyim be oğlum ne abarttın, alt tarafı altı tur koştuk" dediğimde başımla gitmesini işaret ettim.

 

 

 

 

Arda başını salladıktan sonra geldiği yoldan geri gitti.

 

 

 

 

Arkamı döndüğümde Miray'ın koşmayı bırakıp beni izlediğini gördüm. Zorda olsa gülümsediğimde yanına doğru ilerledim. Gülümsememe hiçbir tepki vermeden ifadesiz bir şekilde bana bakarken ağır adımlarla yanından geçtim ve en köşedeki banka doğru ilerledim.

 

 

 

 

Banka oturduğumdaysa Miray pür dikkat beni izliyordu. Banka oturur oturmaz yorgunluğumun biraz olsun azaldığını hissettim. Koskoca ormanın etrafını altı kez koşmuştuk. İnanılır gibi değildi.

 

 

 

 

Başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda tekrardan derinden bir nefes alarak Miray'a baktım. Hala daha olduğu yerde duruyor ve bana bakıyordu. Bir şey düşünüyor gibi duruyordu.

 

 

 

 

"Gel de su molası ver, sonrasında tekrardan koşarsın" kulaklıkları olduğu için beni duyup duymadığını anlayamadım. Bu yüzden de elimde yanımı göstererek oturmasını işaret ettim.

 

 

 

 

Kısa bir süre düşünüp oturmak için yanıma geldiğinde kulaklıklarını çıkardı ve belindeki ceketin cebine koydu. Kucağımdaki sulardan birini ona uzattığımda bu sefer hiç tereddüt etmeden suyu aldı ve kısa bir an şişeye baktı sonrasında kapağını açıp içti.

 

 

 

 

Onunla beraber ben de içtiğimde içimdeki kurak toprakların suya kavuşmasıyla kendimi daha da rahatlamış hissettim.

 

 

 

 

Şişenin ağzını kapattığım sırada Miray uzun soluklu sessizliğini bozarak

 

 

 

 

 

"Sana bir şey soracağım" dediğinde hiç beklemeden gülerek

 

 

 

 

"Sor" dedim.

 

 

 

 

O da aynı benim gibi hiç beklemeden sorusunu sordu.

 

 

 

 

"Az önce fark ettim de neden bütün adamlarının ceketlerinin cebinde siyah mendil var.Bir anlamı olmalı" dediğinde meraklı bakışları beni bulmuştu.

 

 

 

 

İçten olmasına özen gösterdiğim bir şekilde gülümsediğimde merak ettiği cevabı ona verdim.

 

 

 

 

"Siyah matemdir. Ölümü hatırlatır. Ben de istiyorum ki onlar ölümü unutmasınlar ve onu her aynaya baktıklarında hatırlasınlar, ben bir mafyayım, çok insan tarafından tehdit edilen ve öldürülmeye çalışılan bir mafya, onlardan beni korumalarını isterken ayrıca onlardan canlarını da istiyorum"

 

 

 

 

Derin bir nefes aldığında şaşkındı. Sanırım bunun altından böyle bir cevabın çıkacağını beklemiyordu.

 

 

 

 

"Peki senin mendilin..."

 

 

 

 

Buna hazır değildiğim, hem onun duymasına hem kendimin bunu söylemesine, işte bunu onun bilmesinin zamanı vardı.

 

 

 

 

"O ben de kalsın, belki sonra açıklarım" cümlemin üstüne başını salladıktan sonra dudağını kemirmeye başladığında yüzümdeki gülümsemeye engel olamıyordum.

 

 

 

 

Önüne gelen saçını kulağınınn arkasına sıkıştırdıktan sonra şişeyi aramıza koydu ve başkası için karanlık olan ama benim aydınlığım olan o simsiyah gözlerini bana doğrulttu.

 

 

 

 

"Bir soru daha" dediğinde gülümseyerek başımı salladım. Dudağında küçük bir gülümseme belirirken dudağının kenarında da küçük bir kıvrım belirmişti.

 

 

 

 

"Ben sana açık açık düşman olduğumu söyledim. Sen de karşılık vereceğini söyledin. Bu konuda da oldukça ısrarlıydın. Ne oldu da bana bu kadar iyi davranmaya başladın. Neden sinirin geçti ve neden düşman olmaktan vazgeçtin?"

 

 

 

 

Dirseklerimi bankın sırtına yaslayıp geriden ona baktığımda bunu bu kadar çabuk anlayacağını düşünmemiştim. Yine beni hazırlıksız yakalamıştı ama bunu ondan saklamayacaktım.

 

 

 

 

"Öncelikle ben sana bu konu için hiçbir zaman sinirlenmedim. O günkü sinirim kendimeydi. Yani seninle bir alakası yoktu. Asıl konumuza gelecek olursak, ben sana düşman olmaktan vazgeçmedim.Çünkü ben sana hiçbir zaman düşman olmadım. Sırf sen istedin diye denedim ama olmadı. Vazgeçmemin asıl sebebine gelecek olursam gözlerinde o isteği göremememdi. Sen bunu isteyerek yapmadın. Sana sordum emin misin, dedim. Sen eminim dedin ama bunu söylerken bile tereddüt ettin. Eğer-" sözümü kestiğinde bakışlarında tutmaya çalıştığı kararlılık beni doğrular nitelikteydi.

 

 

 

 

"Bakışlarım vazgeçirdi seni öyle mi, seni kale almıyorum desene sen şuna, yaptığım yeterli gelmedi o zaman, daha iyisini bulmalıyım" dediğinde hızla yaslandığım yerden doğrularak kolunu tuttum.

 

 

 

 

"Estağfurullah ne haddime asla öyle bir şey düşünmedim, düşünmemde, dediğim gibi bunun sebebi senin bana isteyerek düşman olmadığını bilmem, bunu bilmem ve senin bunu isteyerek değil, affına sığınarak söylüyorum 'zorunda' olarak yaptığını hissetmem. Eğer bunun için bir çaba harcarsan bil isterim fikrim değişmeyecek, yani boşu boşuna kendini yorma. Ha ilerde bunu gerçekten istediğini görürsem olabiliriz ama şu an ve bu zamanda bu olay söz konusu bile olamaz."

 

 

 

 

Ağzı açık bir şekilde bana baktığında elim hala kolundaydı. Bırakmamı istememesi benim bazı şeyleri aştığımı gösteriyordu. Benim isteğimde buydu zaten.

 

 

 

 

Omzumun üstündeki boşluğa daldırdığı gözlerini bana doğrulttuğunda bir anda ayağa kalktı. Kolunu tutan elim kucağıma düşerken o ise bana üstten bakıyordu.

 

 

 

 

"Doğru mu anladım, sen şu an benim düşmalığımı kabul mü etmiyorsun, bu ileride olabilir ama şimdi olamaz ha, bir de ne yaparsam yapayım" kaşları havalanmış bir şekilde bana bakarken oturduğum yerden kalktım ve karşısına dikildim.

 

 

 

 

"Doğru anlamışsın, aksi düşünülmezdi zaten zeki kadınsın sen hemen anlarsın"

 

 

 

 

Ona düşman olmadığım gerçeği onu üzse de bunun kısa süreceğinin bilincindeydim. Çünkü o bunu o kadar da takmazdı.

 

 

 

 

Gözlerimin içine bakarak "peki öyle olsun, zamanını bekleyelim" işte zafer benimdi. Ondan yana hep rahattım ve bundan sonra da rahat olacaktım.

 

 

 

 

Gülerek ona baktığımda "bence bugünlük bu kadar koşu yeter, hem senin de bana sinirin geçmiştir artık" kaşları çatıldığında anlamaz gibi bana baktı.

 

 

 

 

"Ne siniri?" Sorusuna kahkaha attığımda kaşları daha fazla çatılmıştı.

 

 

 

 

"Uykunun başkası tarafından bölünmesinden oluşan sinirini, sırf seni güzellik uykundan uyandırdığım ve özür dilememe rağmen sabahtan bu yana beni öldürecek gibi bakman, kapının önünde Arif'e 'günaydın Arif' deyip bana gözlerini devirmen, seninle koşmayacağım demen, bunların hepsi sabah yüksek sesimden dolayı uyanmanın verdiği sinirden"

 

 

 

 

"Peki sen benim uykumdan uyandırıldığımda sinirli olduğumu nereden biliyorsun" kollarını göğsünde birleştirip gözlerini kısarak attığı bakışların üzerine bakışlarımı kaçırdım ve sertçe yutkundum.

 

 

 

 

Sanırım bildiğim şeyler üzerinden fazla ileriye gitmiş ve söylememem gereken şeyler söylemiştim. Karşımda durup boğazını temizlediğinde gülümsemeye çalışarak

 

 

 

 

"Nereden bileceğim canım bu özellik her insanda var, sen de insan olduğuna göre" havadan tuttuğum yalanlardan birine tutunurken onun attığı şüpheci bakışları görmezden gelmeye çalıştım. Ta ki cebimdeki telefon titreyene dek.

 

 

 

 

Yardımıma koşan bir el olan telefonumu cebimden çıkarıp arayan kişiye baktığımda bakışlarımı Miray'a hiç dokundurmuyordum.

 

 

 

 

Arayan Arda'ydı. Bu bugün beni ikinci kez kurtarışıydı.

 

 

 

 

Unutmadan maaşına artırma yapalım.

 

 

 

 

Çağrıyı yanıtlayıp telefonu kulağıma götürdüğümde Arda'nın ne endişeli ne de sakin olan o ses tonu kulağımı doldurdu.

 

 

 

 

"İyi misin patron?" Sorusuna gülsemde yorgunluktan bayılmadığıma şükrediyordum.

 

 

 

 

"İyiyim aslanım iyiyim, bir sorun mu var?" Bakışlarımı zar zor Miray'a çevirdiğimde onun yine bir şey yapmış olacağından şüphelendim ama sandığım gibi çıkmadı.

 

 

 

 

"Bir sorun yok abi, sen cenaze için haber et demiştin ya onun için aradım ben, otopsi sonucu çıkmış" Arda'nın son söylediğinin üzerine pür dikkat onu dinledim.

 

 

 

 

"Haklılarmış, kadın Erdem'i bıçaklamadan önce boğmaya çalışmış, başaramamış tabii, sonrasında nolduysa olmuş kadın saplamış bıçağı kalbine Erdem orada gitmiş. Şimdi abi ben bir araştırdım. Kadını gören eden yok, ne hikmetse kameralara da yakalanmamış. Bu Erdem'i de biliyoruz abi girmediği delik, tehdit etmediği adam yok. Yani abi bu kadın her kimse Erdem onu ya tehdit etti ya da kuyruğuna bastı"

 

 

 

 

Arda'nın devam etmesini beklemeden Miray'a arkamı dönerek biraz uzaklaştıktan sonra Arda'ya yapması gerekeni söyledim.

 

 

 

 

"Bu kadın her kimse bana onu bul, Erdem Çanlı'yı öldürdüyse sıra bizde demektir"

 

 

 

 

Telefonu kapatıp cebime geri koyduktan sonra Miray'a dönerek "bence bugünlük bu kadar yeter, cenazeye gitmem gerekiyor. Ha bu arada cenazeye gelmeye ne dersin eğlenceli olur"

 

 

 

 

Bana ters ters bakarak gözlerini devirdiğinde "Karahanlı sen iyi misin, koşmaktan kafa gitti galiba senin, ben bir zamanlar polistim ya hani, insanlar polisle iş tuttuğunu düşünürler. Sonrasında benim başımı da belaya sokarsın mafya lakabımı zedelersin" banka koyduğu şişesini alarak eve doğru yürüdüğünde onun yaptığının aynısını yaparak peşinden gittim. Tabii bu sürede de onunla uğraşıyordum.

 

 

 

 

"Eski bir polisim diyecektin herhalde" dediğim anda durdu ve öfkeyle bana dönerek ters bir bakış attı. Onun bu bakışına gülerken onun durmasını önemsemeyerek büyük birkaç adım atarak tekrardan karşısında durdum.

 

 

 

 

"Ayrıca insanların ne düşündüğü de umurumda değil, hatırlarsan bunu sana o gün hastanede seni kucağıma aldığımda da söylemiştim"

 

 

 

 

Bana beni kınar gibi baktıktan sonra elindeki şişeyi sıkarak "tamam geleceğim, yeterki kapa çeneni" gitmek için hareketlendiğinde aklıma gelen şeyle kolundan tutarak onu durdurdum. Bana bir de kolundaki elime bakarken bir kaşını havalandırarak bana bakıyordu.

 

 

 

 

"Bir şey soracağım" dediğimde ifadesi düzeldi ve her zamanki gibi sadece gözlerini devirdi. Sıkıldığını belli edercesine derin bir nefes verdiğinde

 

 

 

 

"Sen bu aralar bana çok soru soruyorsun"dedi.

 

 

 

 

Kendimi tutamayıp kahkaha attığımda kahkaha sesim ormanın en içinde yankılandı.

 

 

 

 

"Bunu az önce beni soru yağmuruna tutan kadın mı söylüyor?" Alaylı bir tınıyla sorduğum soruya ters bir ifadeyle bakarken daha fazla dayanamayıp

 

 

 

 

"Sor" dedi.

 

 

 

 

"Sen benim telefonumun şifresini nereden biliyorsun?"

 

 

 

 

O gün telefonu cebimden çıkarıp polisi aradığını unutmamıştım. Hatta ona bunu sormak içinde aklımın bir köşesine de not düşmüştüm. Az önce Arda'yla konuştuktan sonra ekrana şifrenizi girin yazısıyla da bunu hatırlamıştım.

 

 

 

 

Bu sefer bakışlarını kaçırma sırası ondaydı ama bu benimki kadar uzun sürmedi.

 

 

 

 

"Eski bir polislik alışkanlığı diyelim. Yanımdayken girdiğin gün görmüştüm" dediğinde alayla güldüm ve cevabımı hiç gecikmeden verdim.

 

 

 

 

"Yalan söylüyorsun" dediğimde bunu beklemiyor olacak ki şaşkınlıkla bana baktı.

 

 

 

 

"O da nereden çıktı" Kekeleyerek sorduğu soruya yine gülümseyerek cevap verdim.

 

 

 

 

"Ben senin yanındayken hiçbir zaman telefonumla ilgilenmedim" gözlerini kocaman açarak baktığında anında kaşlarını çattı.

 

 

 

 

"Az önce yaptığın neydi peki?"

 

 

 

 

Gülerek kapkara gözlerine baktığımda yine cevabım gecikmedi.

 

 

 

 

"Çalan telefona bakmıyorum demedim. O kadarı da olsun" gözlerini devirdiğinde yüzümdeki gülümseme büyüdü.

 

 

 

 

Uzun süre ne söyleyeceğini düşündüğünde gözlerini bir an olsun gözlerimden ayırmadı.Yalan söyleyeceğini bile bile ondan o cevabı bekledim. Onun söylediği yalana inanmak bile benim için ayrı bir şeydi ve anlamsız bir şekilde beni mutlu ediyordu.

 

 

 

 

Konuşmaya başladığında pür dikkat onu izliyordum. Öyle ki ayakta durmaktan ağrıyan bacaklarımı bile umursamadan onu izliyordum.

 

 

 

 

"Peki doğruyu söyleyeceğim. Buraya gelmeden, seninle tanışmadan önce seni araştırdım. Bu öyle kapsamlı bir araştırma oldu ki şifren dahil her şeyini öğrendim. Oldu mu rahatladın mı?"

 

 

 

 

Sinirli ifadesine karşı ben ona gülümseyerek bakıyordum ve ben buna engel olamıyordum.

 

 

 

 

"Bunu öğrendiğim iyi oldu. Bundan sonra kendim hakkında unuttuğum bilgileri sana sorarım. Nasılsa sen benim her şeyimi biliyorsun" tekrardan gözlerini devirdiğinde dayanamadı ve eve doğru yürümeye devam etti.

 

 

 

 

Arkasından ben de ilerlediğim yine onu rahat bırakmıyordum.

 

 

 

 

"Bak işte ben tam da bundan bahsediyorum. Sinirlisin bana"

 

 

 

 

Arkasından ilerlediğimde hiç duraksamadan

 

 

 

 

"Sinirli değilim. Sus artık"

 

 

 

 

Şansımı fazla zorlamadan sustuğumda tıpış tıpış arkasından ilerliyordum. Eve yaklaştığımızda ayakta durmaya mecalim kalmamıştı. Bunun üstüne bir de cenazeye gitmem gerekiyordu. Ne vardı da altı tur koşmuştum sanki?

 

 

 

 

Kapıya geldiğimizde kapıda sadece Arif vardı. Gözlerim Ceyhun'u aradığında Arif bunu fark etti ve hemen açıklama yapmaya koyuldu.

 

 

 

 

"Patron Ceyhun arkadaki adamları kontrol etmeye gitti" dediğinde gözlerimi devirdim ve

 

 

 

 

"Sorduk mu?" Diye sordum.

 

 

 

 

Arif başını önüne eğdiğinde Miray dirseğiyle kolumu dürttüğünde hızla başımı salladım. Miray beni görmezden gelerek Arif'le konuşmaya başladı.

 

 

 

 

"Sen bakma ona yorulduğu için ne dediğini bilmiyor"

 

 

 

 

Miray'ın ne söylediğini fark etmememle şaşkınlıkla ona baktım. Şaka yapıyordu herhalde, sanırım tüm bunları Arif'i kovmam için yapıyordu. Çünkü bunun başka bir açıklaması olamazdı.

 

 

 

 

Miray'ın arkasından omuzlarından tutarak kapıya doğru ilerlettiğimde Miray bana ters bir bakış atmıştı. Bunu önemsemeyip kapıyı açarak onu içeriye soktuğumda Arif'in bir şey demesine fırsat vermeden kapıyı kapattım.

 

 

 

 

İçeriye girdiğimizdeyse bizi bambaşka bir vaka karşılamıştı. Demir vakası...

 

 

 

 

Merdivenin son basamağında dikilmiş bize bakan bir çift göz ve benim içinde bulunduğum durum. Onu gördüğüm anda ellerimi hızla Miray'ın omuzlarından çektim ve ellerimi arkamda birleştirdim.

 

 

 

 

Kinayeli bir ses tonuyla "hayırdır, siz yine koşudan mı?" Diye sorduğunda bakışları benim üstümdeydi. Hem de bariz bir imayla...

 

 

 

 

Miray onun sorusunu es geçerek bana baktığında Demir'e bakmayı bırakıp Miray'ın kapkara gözlerine baktım.

 

 

 

 

"Bu yaptığının hesabını soracağım sana" dediğinde yanımızda Demir'in olmasından dolayı ona gülümseyemedim. Sadece kısık bir sesle

 

 

 

 

"Tamam sonra sorarsın, şimdi git de hazırlan, kıyafetin yoksa söyle, ben Nihal Abla'ya söylerim bize birer sandviç yapar " demekle yetindim.

 

 

 

 

Demir'in gülerek bizi izlediğinin farkındaydım ama ona bakmamaya çalışıyordum. Ne de olsa onu az çok tanıyordum ve ne yapıp yapmayacağından da haberdardım.

 

 

 

 

Miray gözlerini devirerek merdivenlere yöneldiğinde Demir'le hiç muhattap olmamıştı. Demir'i pek sevmediğinin farkındaydım. Bunun sebebini tam bilmiyor ama tahmin ediyordum. Demir ciddiyetten yoksun biriydi ve Miray'ın da bir insanda en nefret ettiği özellik ciddiyetsiz oluşuydu. Yani eskiden tanıdığım kadın böyleydi.

 

 

 

 

Miray basamakları teker teker çıktıktan sonra odasına girdiğinde bakışlarım ondan bana doğru gelen Demir'e kaydı.

 

 

 

 

"Kardeşim sen bitmişsin ya" yüzünü düşürerek yanıma geldiğinde neyden bahsettiğini anlamamıştı. Durmayıp devam ettiğindeyse her şeyi net bir şekilde anlamıştım.

 

 

 

 

"Kalbinin sesi ta bana kadar geliyor. Yapma gözünü seveyim"

 

 

 

 

Ona gözlerimi devirdiğimde alayla güldü.

 

 

 

 

"Abartma istersen"

 

 

 

 

Demir kendini tutamayıp bir anda yükseldiğinde neye uğradığımı şaşırmıştım.

 

 

 

 

"Ben mi abartıyorum, şu haline bak sırf kız için sabahın köründe koşuya gidiyorsun, terden sırılsıklam olmuşşun"

 

 

 

 

Demir'in yüksek sesine karşı çenem kasılırken ona bir adım yaklaştım ve aramızdaki mesafeyi kapatarak kısık bir sesle

 

 

 

 

"Sesinin tonuna dikkat etsen iyi olur. Eğer bu söylediklerini Miray duymuşsa senin dilini keserim Demir, anladın mı kardeşim?"

 

 

 

 

Güldüğüm sırada Demir'de güldü ve alayla "tabi canım tabi tabi, Hacı Halil İbrahim mermer taşı seni" dedi. Gülerek kolumu boynuna doladığımda

 

 

 

 

"Biz Miray'la birazdan çıkacağız, işimiz var. Erdem Çanlı ölmüş onu defnetmeye gideceğiz" Demir kaşlarını çatarak bana baktı.

 

 

 

 

"Nasıl yani, bizim bildiğimiz Erdem Çanlı mı?"

 

 

 

 

Şaşkın bakışlarına karşı gülerek başımı salladığımda bakışlarıyla beni süzdüğünde onun konuşmasına fırsat vermeden

 

 

 

 

"Valla bu sefer ben bir şey yapmadım. Onun ölümü bu dünyada hep küçümsediği kadınlar tarafından oldu. Bir kadın öldürmüş onu"

 

 

 

 

Demir kocaman gözlerle bana baktığında gülerek başımı salladım.

 

 

 

 

Vaktin geçtiğini fark edip omzuna yavaşça iki tane vurarak "zaman geçiyor, daha hazırlanacağım. Görüşürüz kardeşim, ha bu arada Nihal Ablaya söylesene bize iki tane sandviç hazırlasın"

 

 

 

 

Demir gülerek başını salladığında merdivenlere yöneldim ve basamakları bir bir çıktım. Duş almak için odama doğru ilerlediğim sırada o an Miray'ın da duş alacağı aklıma gelmişti. Duşa girmediğini umarak kapıyı çaldığımda bir süre ses gelmesini bekledim. Ses gelmeyince arkamı döndüm ve bıraktığım yerde duran Demir'e bakarak

 

 

 

 

"Senin odandaki duşu kullanabilir miyim?"Soruma Demir gülerek baktığında dudaklarını büzerek

 

 

 

 

"Kardeşim benim duşum bozulmuş, ben de onun için gelmiştim aslında, tamirci çağıralım diye, yani sen yine dön o kapıya Miray'ı bekle"

 

 

 

 

Gözlerimi devirdiğimde dediğini yaptım ve kapıyı tekrardan çaldım. Yine bir ses yoktu. Büyük ihtimal duşa girmişti. Bu saatten sonra yapabileceğim tek şey oturup erken çıkması için dua etmekti. Umarım ona her zaman söylediğim acele et lafını şu anda aklına getirirdi.

 

 

 

 

Beş dakikanın sonunda ayakta duramayıp yere oturduğumda bir kulağımda kapıdaydı. İçeriden gelebilecek her sese kulağım açıktı ama gözlerim değildi. Kapanmak için ısrar ediyorlardı ama ben buna karşı geliyordum.

 

 

 

 

Yirmi beş dakikanın sonunda içeriden kapı kapanma sesi geldiğinde olduğum yerden kalktım ve kapıyı çalarak Miray dedim.

 

 

 

 

Çok uzun sürmeden Miray kapının ardından "efendim" dediğinde onun duyabileceği bir tonda kapıya daha da yaklaşarak

 

 

 

 

"Duştan çıktın sanırım, benim de duşa girmem gerekiyor, gelebilir miyim?"

 

 

 

 

Sorumla beraber bir an duraksadığını hissettim. Kapının ardında kaşlarının çatıldığına emindim. Hemen olmasa da kısa bir sürede kapıyı açtı ve kapının arkasına geçerek içeriye girmemi bekledi.

 

 

 

 

"Sakın bana bakma, doğruca git" dediğinde dediğini yaptım ve ona bakmadan hızlıca banyoya doğru ilerledim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

☘️

 

 

 

 

Duşta toplam on beş ,yirmi dakika kalmıştım. Çıktığımdaysa odada kimse yoktu. Odada Miray'a ait bir tek koltuğun kenarına koyulmuş pembe bornoz vardı. Belli ki hazırlanıp aşağıya inmişti.

 

 

 

 

Bunu düşünerek onu çok bekletmemek adına hızla kurulandım ve dolabı açıp Miray'ın renk renk asılı elbiselerinin yanında duran siyah takımlarımdan birisini alıp giydim. Dolaptaki siyah ayakkabılarımı da giydikten sonra saçlarımı taramak için Miray'ın makyaj aynasının karşısına geçerek saçlarımı taradım. Her pantolonumun cebinde olan ve Miray'ın nedenini merak ettiği kırmızı mendilimi alarak özenle ceketimin cebine yerleştirdim.

 

 

 

 

Aynanın karşısına geçerek mendili düzelttiğim sırada kapıya üç kez kısa aralıklarla vuruldu. Gelenin kim olduğunu tahmin etmek zor değildi. Üç kez çalınmasından Miray'ın geldiği gayet açıktı. Onun odasına girerken itinayla üç kez vurarak girmiştim. O da bunu unutmamıştı ve her yanıma geleceğinde kapıyı böyle çalıyordu.

 

 

 

 

Yüzümdeki gülümsemeye hakim olamadan kapıya doğru bakarak "gelebilirsin" dediğimde kapı yavaşça açıldı ve içeriye siyah topuklularıyla Miray girdi. Kapıyı kapatıp tam karşımda durduğunda ister istemez onu süzmüştüm. İlk gözüme çarpan iki yana saldığı saçlarının arasında kendini belli eden ışıltılı tokasıydı. Dudağına sürdüğü kırmızı rujsa göze çarpan bir diğer şeydi. Üzerine giydiği bileklerine kadar uzanan uzun kollu, boğazlı,dizinin hemen üstünde biten yırtmaçlı elbisesi de elbette onda harika durmuştu. Yoncalı kolyesini de takmayı ihmal etmemişti.

 

 

 

 

Ben onu süzerken o da beni süzmüştü ve onun da ilk baktığı yer her zamanki gibi ceketimin cebindeki kırmızı mendilim olmuştu.

 

 

 

 

Gözleri beni süzmeyi bırakıp gözlerime takıldığında ben de onun simsiyah gözlerine bakıyordum. Karanlık uçsuz bucaksız bir mağara gibi, yeri geldiğinde de dar, dipsiz bir kuyudan farksız olan o gözlerine.

 

 

 

 

Duruşunu dikleştirip "siyah gömlek şimdi yerini bulmuş" alayla güldüğünde bir şey söylememi beklemeden devam etti.

 

 

 

 

"Hazırsan gidelim" dediğinde bir şey söyleyecek gibi oldu ve vazgeçti. Ne söyleyeceğinin daha doğrusu ne soracağının bilincindeydim. Ona istediğini vererek sormak istediği ama soramadığı sorunun cevabını verdim.

 

 

 

 

"Evet odamda duş yok, sadece ve sadece bir yatak var. Demir'e söyledim ama onun duşu arızalıymış. Bunun için buraya geldim"

 

 

 

 

Gözlerini kocaman açarak bana baktığında bu soruyu dışından sorup sormadığını düşünerek kendini sorgulamaya başladı.Onun içini rahatlatmak adına

 

 

 

 

"Sen dışından söylemedin, ben sadece tahmin ettim"

 

 

 

 

O şaşkın şaşkın bana bakarken bense sadece gülümsemekle yetiniyordum. Yüzümdeki gülümsemeyi bozan şey çalan telefonum oldu. Masadaki telefonu aldım ve arayan Arda oldu için hiç düşünmeden çağrıyı yanıtladım.

 

 

 

 

"Söyle Arda" bakışlarımı Miray'dan ayırmadan Arda'nın cevabını bekledim.

 

 

 

 

"Patron araba geldi, seni bekliyoruz"

 

 

 

 

Arda'nın görmeyeceğini bile bile başımı salladığımda onun bunu göremeyeceğini hatırlayarak cevap verdim.

 

 

 

 

"Tamam geliyoruz" telefonu kapatıp yapmam gereken son şeyi de yapmak için Miray'a doğru ilerlediğimde aramızdaki mesafeyi kapatarak üstten üstten ona baktım.

 

 

 

 

O ne yaptığımı anlamaya çalışırken hiçbir şey söylemeden ona bakıyordum. Saçlarından yayılan çiçeksi koku burnumu doldururken bir yandan da simsiyah gözlerine bakıyordum. Geriye bir adım atmak için hareketlendiğinde belinden tutarak onu durdurdum.

 

 

 

 

Kaşlarını çatarak bana baktığında tam bir şey söylemek üzereydi ki elimi belinden çekip saçlarına götürdüm. Ne yapacağımı anlamak için sessizce bekledi. Elim saçlarına dokunduğunda saçları yumuşak ve kuruydu. Kuru olması anlamasızca yüzümü güldürmüştü. Elim ışıltılı tokasına kaydığında Miray'ın sertçe yutkunduğunu duydum. Gülümsemem büyürken tokasını dikkatle saçından kurtardım ve saçlarını elimle düzeltip kenardaki tutamları geride toplayıp elimle tuttuktan sonra tokayı takıp saçlarını sabitledim. Yüzünün yarısı artık tam anlamıyla görünüyordu. Diğer yarısıysa gelen saçlardan dolayı tam aydınlık değildi.

 

 

 

 

Tokayı sabitledikten kısa bir süre sonra bir adım geriye attım ve ondan uzaklaştım. Sanırım bir süredir ona bu kadar yakından bakmamıştım.En son onunla bahçede savaştığımızda bu kadar yakındım.

 

 

 

 

Ondan ayrıldığımda kısa bir anlığına gözlerini kapatmıştı ama bu çok kısa bir andı. Gözlerini açtığındaysa yine eski haline döndü.

 

 

 

 

"Bana söyleseydin ben yapardım. Buna gerek yoktu" güldüğümde devam etmesine fırsat vermeden kapıya doğru yürüdüm ve kapıyı açarak bekledim. Önden onun çıkmasını işaret ettiğimde gözlerini devirdi ve topuklarını vura vura kapıdan çıktı.

 

 

 

 

Arkasından ben de çıktığımda merdivenleri bir bir indik ve o hiç arkasına bakmadan salona gitti. Arkasından öylece bakakaldığımda peşinden gideceğim sırada elinde çantasıyla salondan çıktı. İçten olmayan bir şekilde gülümsediğinde

 

 

 

 

"Artık gidebiliriz" dedi ve kapıya doğru ilerledi. Onu takip edip dışarıya çıktığımda onun yine Arif'e gülümsediğini gördüm.

 

 

 

 

Bizim bu çocuğu kovmamız şart oldu.

 

 

 

 

Miray Arif'le konuşurken Miray'ın yanından hızlıca geçtim ve kapıda beni bekleyen arabaya bindim. Şoför koltuğunda Arda vardı. Arda aynadan bana bakarak

 

 

 

 

"Patron Miray Hanım da mı bizimle geliyor?" Sorusunun üstüne ona ters bir bakış attığımda aynadan bakışlarını kaçırdı.

 

 

 

 

"Konuşmasını bitirirse gelecek hanımefendi, sen arabayı çalıştır o gelir"

 

 

 

 

Talimatım üzerine Arda arabayı çalıştırdığında Miray'ın bakışları ilk önce şoför koltuğuna daha sonra açık olan kapıdan bana kaydı. Arif'e gülümseyen yüzü bana gelince solmuştu. Elimle çabuk olmasını işaret ettiğimde gözlerini devirerek başını salladı.

 

 

 

 

Bu esnada ben de Arda'ya dönerek net bir sesle "Arif'i arkalara bir yere görevlendir. Ormanın içi bile olabilir. Kapı görevinden al onu"

 

 

 

 

Arda şaşkınlıkla bana dönerken ben de öfkeyle ona baktım. Gözlerimde her ne gördüyse korkuyla önüne döndü ve "anlaşıldı patron" dedi.

 

 

 

 

Sonunda Miray Arif'in yanından ayrıldığında oturduğum yerde dik bir poziyona geçerek arabaya binmesini bekledim. Arabaya binip tam karşıma oturduğunda ona bakmak yerine Arda'ya bakarak

 

 

 

 

"Gidebiliriz Ardacığım" dedim. Arda aynadan bakmak yerine pat diye arkasını döndüğünde şok olmuş gibiydi. Bu adam ne diyor der gibi attığı bakışların üstüne benim ona attığım sert bakışın ardından önüne dönerek devam etti.

 

 

 

 

Evden uzaklaşırken tam karşımda duran Miray'a bakmamaya çalışıyordum. Bakışlarım tamamen yoldaydı. O soru sormasada ona bakacağım yoktu.

 

 

 

 

"Öykü nasıl?" Alayla sorduğu sorunun üstüne bakışlarımı yoldan ayırıp simsiyah gözlerine çevirdim. Soğuk tutmaya çalıştığım ama hiç de soğuk olmayan sesimle

 

 

 

 

"Nasıl olduğuyla ilgilenmiyorum. Önemli olan hak ettiği yerde olması"

 

 

 

 

Cevabıma şaşırdığını belli eden bir ifade takındığında onu görmezden gelerek tekrardan pencereden dışarıya baktım. Hala daha ormandan çıkmamıştık. Güvenlik için seçtiğim bu yer dünyadan uzak bir yer gibiydi ama güvenliydi.

 

 

 

 

Bakışlarımın hedefi tekrardan Miray olduğunda dayanamayarak sorumu sordum.

 

 

 

 

"Arif'le bu kadar yakın olmanızın sebebi ne, pek bir yakın gördüm sizi"

 

 

 

 

Gülme sırası şimdi ondaydı. Bense gayet ciddi bir ifadeyle ona bakıyordum. Bu hikayedeki üçüncü kişi olan Arda'ysa bizi dinliyordu.,

 

 

 

 

Miray oturduğu yerde doğruldu ve bana doğru yaklaşarak

 

 

 

 

"Bunu neden bu kadar merak ediyorsun, konuşamaz mıyım, o da mı yasak?" Başımı hızla iki yana sallayarak

 

 

 

 

"Hayır yasak değil, sadece benim bir çalışanımla bu kadar yakın olman dikkatimi çekti. Neden bu kişi Arda değil de Arif"

 

 

 

 

Arda aynadan bana bakarak

 

 

 

 

"Abi gözünü seveyim beni bu işe karıştırma, durduk yere başıma bela açılacak"

 

 

 

 

Miray Arda'ya güldükten sonra hiç gecikmeden cevabını verdi.

 

 

 

 

"İlk geldiğimde bana iyi davrandı, yol gösterdi bu yüzden onunla iyi anlaştım. Arda'ya gelecek olursak Arda'yı da seviyorum, o daha çok seninle vakit geçiriyor. O yüzden onunla konuşmaya vaktim olmuyor"

 

 

 

 

Arda tekrardan konuşmamıza dahil olduğunda ona bakmak yerine Miray'ın karanlık gözlerine bakıyordum.

 

 

 

 

"Eyvallah Miray Hanım"

 

 

 

 

Arda'ya gözlerimi devirirken Miray'ın gülümesediğini gördüm.İlk defa içten bir şekilde...

 

 

 

 

Bu gülümsemeyi en son onu evine bıraktığım gün arabadan indiğinde gözlerini kapatıp huzurla gülümsediğinde görmüştüm. Benim için uzun bir zaman olmuştu.

 

 

 

 

Hazır cevaplığımı konuşturarak

 

 

 

 

"E benim de sana iyi davrandığım günler oldu, niye benimle hiç öyle gülerek sohbet etmedin" dediğimde şaşırarak bana baktı ve şirkette yaptığı konuşmanın aynısını yaptı.

 

 

 

 

"Buna bu kadar takmış olamazsın"

 

 

 

 

Hiç beklemedenn ciddi bir ifadeyle

 

 

 

 

"Taktım" dediğimde tekrardan güldü. Ben onu sinirlendirmeyi ne kadar seviyorsam o da beni sinirlendirmeye bayılıyordu.

 

 

 

 

Gözlerimin içine gülümseyerek baktığında ona yenilmeme ramak kalmıştı ki Arda yine araya girdi.

 

 

 

 

"Patron" dediğinde sinirlenerek ona baktım ve yüksek sesle

 

 

 

 

"NE, NE VAR?"Diye bağırdığımda Miray'ın yüzünde yine bir gülümseme oluşmuştu.

 

 

 

 

"Direkt cenaze evine gidiyoruz değil mi, yanlış olmasın" dediğinde derinden bir of çekerek

 

 

 

 

"Evet" dedim.

 

 

 

 

Nihal Ablanın bizim için hazırladığı sandviçlerden birisini alarak Miray'a uzattım. Miray şaşırtıcı bir şekilde tereddüt etmeden sandviçi aldı ve yemeye koyuldu. Ben de kendi sandviçimi aldım ve bir ısırık aldığım sırada Miray'ın sorusuyla dikkatimi yine ona verdim.

 

 

 

 

"Erdem Çanlı'yı kim öldürmüş, bildiğim kadarıyla çok iyi korunuyordu. Büyük bir mafya babasıydı. Kim cesaret etmiş buna?" ,

 

 

 

 

Gülerek başımı ona çevirdiğimde gülüşümü gördüğü anda gözlerini devirdi.

 

 

 

 

"Aman be tamam sormadık bir şey" kendi kendine bana triplenmesi beni daha çok güldürmüştü.

 

 

 

 

"Tek bildiğimiz bir kadın olduğu ve boğulmaya çalışılıp başarısız olunca kalbinden bıçaklanıldığı, kadını gören eden yok" cümlemi pür dikkatle dinlediğini biliyordum ama o yalandan dinlemiyormuş gibi yapıyordu.

 

 

 

 

Ağzının kenarıyla

 

 

 

 

"Peki kadını gören eden yok da kadın olduğunu nereden çıkardınız?"

 

 

 

 

İster istemez tekrardan gülümediğimde başımı yavaşça salladığımda tamamen bana baktı ve ağzımdan çıkacakları merakla bekledi.

 

 

 

 

"Sen ne kadar mafya olduğunu söylesen de polislik ruhunda var senin, yazık olmuş, bu soruları bir mafyadan değil de bir polisten duyuyorum"

 

 

 

 

Miray Ateş'in gözlerine baktığım o an bir kaya parçasının kırıldığını hissettim. Bir mağaradaydı ve ben o mağaranın girişindeki taşları bir bir kıracaktım. İlk adımı böyle atmıştım.

 

 

 

 

Söylediklerimin üstüne gözlerini benden kaçırdı ve tıpkı o günkü gibi pencereden dışarıya baktı. Yine geçmişin tozlu sayfasına daldı.

 

 

 

 

Biliyordum ilişkimiz çok tuhaftı. Fazla inişleri çıkışları olan bir ilişkimiz vardı. Bir dakikamız diğerine uymuyor ve her saniyede yüzümüzdeki ifade değişiyordu ama bu hikayedeki en net ve kesin olan bir şey vardı. O da ikimizin de geçmişini geride bırakamamasıydı. Zaman sadece geçmişin tozlu sayfalarını değil, bizi de sürüklüyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

☘️

 

 

 

 

Uzun süreli yolun sonunda Erdem Çanlı'nın evinin önüne geldiğimizde kapıda onlarca adam ve onlarca mafya vardı.Büyük beyaz evin yanında sıra sıra dizilmiş apartmanlarla burası daha çok bir mahalleyi andırıyordu ama gerçek bambaşkaydı. Bu beyaz evi çevreleyen apartmanların hepsi Erdem Çanlı'nın adamlarına aitti. Her bir kat...

 

 

 

 

Buradaki asıl gizemse o kadının buraya nasıl girdiği ve nasıl kimseye görünmeden çıktığıydı. Miray sorusunda haklıydı. Sorunun cevabı ise henüz meçhuldü. Benim buraya gelmemin sebebiyse bunu öğrenmekti. Kadını kimse görmemişse bunu yapanın kadın olduğunu söyleyen kimdi?

 

 

 

 

Arabadan inmeden önce son hazırlıklarımızı yaptık, benim yanımda küçük bir silah vardı. Arda'nın belinde de aynı silahtan vardı. Burada silahsız olan tek kişi Miray'dı. Yolun yarısında onu buraya getirdiğime pişman olmuştum. Onu böyle bir tehlikeye attığım için hala daha da kendime kızgındım. Ona göz kulak olmaktan başka çarem yoktu ama o bunu kabul etmezdi. Hep yanımda olmayı reddedecekti.

 

 

 

 

Belimdeki silahı düzelttikten sonra ona baktığımda ne demek istediğimi anladı ve oflayarak kazağının kolunu sıyırdı. O an koluna gizlediği küçük ince çakıyı gördüm. Gözlerim şaşkınlıktan kocaman açıldığında oturduğu yerde eğildi ve eteğini hafif kaldırdığında dizinin hemen altındaki küçük tabancayı görmemle bir şok daha yaşadım.

 

 

 

 

"Ben savaşa her daim hazırlıklıyım, bence sen şu an beni düşünmek yerine biraz da kendini düşün" bakışlarım şaşkınlıktan hayranlığa dönüştüğünde yüzümde yeniden bir gülümseme oluşmuştu.

 

 

 

 

Arda kapıyı açtığında inmek için hareketlendiğimde Miray bir anda beni durdurdu.

 

 

 

 

"Durun az kalsın unutuyordum" dediğinde başımı çevirip ona baktım.

 

 

 

 

Çantasını açıp içinden siyah bir örtü çıkarıp ışıltılı tokasını kapatmayacağı şekilde özenle başına yerleştirdiğinde bana bakıp gülümsedi ve

 

 

 

 

"Şimdi gidebiliriz" dedi.

 

 

 

 

Gözlerimi ondan alamıyordum. Bir insan nasıl bu kadar muhteşem ve inanılmaz olabilirdi?

 

 

 

 

"E hadi ama ölü bekletilmeye gelmez" alayla güldüğünde ben de ona aynı ifadeyle güldüm.

 

 

 

 

Arabadan indiğimde onun da inmesini bekledim ve inerken de elimi uzatıp tutmasını bekledim. Dikkatlice inerken uzattığım elimi sıkıca tuttu ve yere bastığında çekmeye yeltendiğinde elini bırakmadım. Elini tutup koluma yerleştirdiğimde şaşkınlıkla bana baktı.

 

 

 

 

Arkamızdan gelen Arda'yı önemsemeden Miray'a doğru eğildim.

 

 

 

 

"Çakıyla silah ağırlık yapıyorsa seni kucağıma alabilirim " kınayan bakışlarını son sürat yolladığında son gülüşlerimi de ona gerçekleştiriyordum.

 

 

 

 

Ciddi bir ifade takınarak "beni küçük bir yılandan korkan zayıf ve narin olan Öykü'yle çok karıştırıyorsun, bu sinirimi bozuyor" şaşkınlıkla ona baktığımda kendimi tutamayıp

 

 

 

 

"Küçük bir yılan mı?"

 

 

 

 

O benim şaşkınlığımı önemsemeden normal bir şeyden bahsediyormuşum gibi gülümseyerek başını salladığında ne söyleyeceğimi bilememiştim.

 

 

 

 

Elini kolumdan çektiğinde öylece ona bakıyordum. Kolumu sertçe dürttüğünde önüme dönmek zorunda kalmıştım ama aklım hala daha ondaydı. Değişimindeydi.

 

 

 

 

Uzaktan kapıdaki korumaların bizi süzdüklerini görebiliyordum. Onlar da alışık değildi benim bu kadar az adamla gelmeme, yanımda tek Arda varmış gibi dursa da uzakta bizi izleyen sekiz kişi daha vardı. Hepsine verdiğim tek talimat beni değil Miray'ı koruyundu. Şu an benim korunmaya ihtiyacım yoktu. Bir hata yaparak onu tehlikenin göbeğine getirmiştim. Pişman olsam da bunu değiştirememiştim.

 

 

 

 

"Ne oldu, niye yürümüyorsun?"

 

 

 

 

Miray'ın sorusu beni daldığım denizden çıkarmaya yetmişti. Başımı çevirip ona baktığımda ne olduğunu anlamaz gibi bana baktı. Bir yandan kötü bir şey olduğunu düşünüyor, bir yandan da olmadığını düşünüyor gibiydi. Belki de bu tamamen benim uydurmamdı.

 

 

 

 

"Bir şey yok, hadi gidelim" dedim ve kendimi toparlayıp elimi Miray'ın beline koyarak bir adım attı. Belindeki elimi sorgulamadan o da benimle bir adım attı. Arkamızda Arda'yla kapıya kadar ilerlediğimizde kapıdaki güvenliklerin nefret dolu bakışlarını es geçtim. İçeriye girmeden kapıda gördüğüm birkaç mafya adamının bakışlarının Miray'a kaydığını gördüm. Onun kim olduğunu ve benim yanımda ne işi olduğunu sorguluyorlardı. Elbette bu bakışlar onu rahatsız etmezdi ama beni ediyordu. Böyle bir merasimde değilde farklı bir yerde olsaydık anında alınlarının ortasından vururdum onları ama burası bunu yapabilmem için uygun yer değildi. Tahmin ettiğim üzere üstümüzü aramadılar. Çünkü korunması gereken kişi zaten ölmüştü.

 

 

 

 

Miray tüm dik başlılığıyla içeriye girerken ayakkabılarının sesi koskocaman evi inletiyordu. Ona bakıp bıyık altından gülümsediğimde bu çok kısa sürdü. Buradaki herkes benim nasıl sert ve acımasız olduğumu bilirdi. Kimse beni gülerken görmemişti. Onlar için ben sadece Yağız Karahanlı'dan ibarettim. Sert ve ruhsuz olan o adamdan.

 

 

 

 

İçeriye girdiğimizde bizi aynı benim evimdeki gibi kocaman bir alan karşıladı. Burası hemen hemen boştu. Sadece elinde tepsilerle koşturan hizmetçiler vardı. Hizmetçilerden birisi yanımızda durup nereye gitmemiz gerektiği konusunda bizi bilgilendirdiğinde tarif ettiği yöne doğru ilerledik. Adımlarımı Miray'ın küçük ama kendinden emin adımlarına uydurmaya çalışıyordum. Adımlarımın büyük olmasının onun ilerlemesini zorlaştırdığının fakındaydım. İlerlediğimizde her bir yerden farklı farklı insanlar çıkıyordu. Bunların hepsi de ya mafyaydı ya da mafya olma yolunda ilerliyorlardı.

 

 

 

 

Her bir adımda yüzümdeki ifade daha da ciddileşiyordu. Artık Miray'ın tanıdığı o adam değil, herkesin tanıdığı o Yağız'a dönüşüyordum.

 

 

 

 

Kadının tarif ettiğinin üzerine salonu geçip bahçeye çıktığımızda insanlar öyle neşe doluydu ki, sanki cenazeye değil de bir partiye gelmiş gibiydik. Herkes siyah giyinmişti ama yüzlerindeki gülümsemeye perde çekmeyi unutmuşlardı. Bahçede havuzun etrafında birden fazla yere konumlanmış parti masaları vardı. Konsepte uygun olsun diye örtüsünü siyah seçmişlerdi.

 

 

 

 

Bahçeye uzanan merdivenin başında durduğumuzda bütün gözler bize döndü. Daha çok da Miray'a, ben de ona bakanlara baktım ve ufak çaplı bir liste yaparak aklıma bir yerlere not ettim.

 

 

 

 

Bahçenin sol kısmında Erdem Çanlı'nın eşi Zehra Çanlı vardı. Onun için mutluydum. Sanırım bu ailede sadece onun için mutluydum. Kocasından çektiği eziyetler artık son bulacaktı ama o aksini düşünüyor olacak ki ağlıyordu. Kadının yanında onu yalandan da olsa teselli eden siyahlar içinde, biri yirmi yedi biri yirmi sekiz yaşında iki tane oğlu vardı. Ne kadar siyah giyinmiş olsalarda içlerinden göbek attıklarına emindim. Bu ölüm en çok onların işine yaramıştı. O ikisinin bakışları da beni bulduğunda ikisi de nefret dolu bakışlarını bana attı ama benim için onlar tamamen önemsiz bir detaydan ibaretti.

 

 

 

 

"Sen bizim cenazeye geldiğimize emin misin, bu ölüm daha çok onların işine yaramış gibi duruyor" Miray'ın kısık sesle söylediğine gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Ona hafifçe eğilerek

 

 

 

 

"Öyle zaten, bakma sen cenaze töreni yaptıklarına içlerinden göbek atıyorlar"

 

 

 

 

Miray dümdüz ilerleyeceği sırada belindeki elimle ona baskı yaparak durdurdum ve yönünü bahçenin diğer ucuna, Erdem Çanlı'nın karısı ve iki oğlunun olduğu yere çevirdim.

 

 

 

 

Miray'ın adımları başta savsaklasada düzeltmeyi başarmıştı.O yöne doğru ilerlediğimizde Miray'a doğru eğilerek "bi başsağlığı dilemeyelim mi?"

 

 

 

 

Sorumun alaylı olduğunun Miray farkına varmıştı ki cevap verme gereği duymamıştı.

 

 

 

 

Zehra Çanlı'nın tam karşısında durduğumda oğulları hemen arkasına geçmiş, birisi sağına birisi soluna geçmişti. Arda da benim sağıma konumlandığında yüzümü üzgünmüş gibi yaparak Zehra Çanlı'ya baktım.

 

 

 

 

"Başınız sağ olsun Zehra Hanım, Erdem abiyi pek bir severdim. Ateşi bol olsun" dediğimde kadın yavaşça başını salladı. Onun sağında duran büyük oğlu konuşmaya başladığında bakışlarımı ona çevirdim. Uzun boylu sarışın ve kahverengi göz rengine sahip bu kişi Kıvanç Çanlı'ydı. Bir diğer deyişle mirasın sahibi.

 

 

 

 

"Bir gün sen de o ateşte yanacaksın Yağız Karahanlı"

 

 

 

 

O cümlesini bitirdiği anda dilimi damağıma vurarak

 

 

 

 

"Ben o ateşte yanalı çok oldu, hatta hala daha yanıyorum diyebilirim" dediğimde bakışlarım bir anlığına Miray'a kaydı. O ise bana bakmak yerine Kıvanç'ın kardeşine bakıyordu. Ona neden baktığını anlamak için başımı o tarafa çevirdiğimde Kıvanç'ın boyuna yakın ama ondan kısa olan ve onun tamamen zıddı esmer ve siyah göz rengine sahip Tolga'nın da ona baktığını gördüm. Gözlerini kısarak Miray'a baktığında bir şeyleri çözmeye çalışıyordu.

 

 

 

 

"Hayırdır Tolga babanın ölümüne üzülmek yerine farklı şeyler yaptığını görüyorum. Bence ailene bir acı daha yaşatma" Tolga'nın bakışları bana döndüğünde yayık bir şekilde güldü ve annesiyle aramıza girerek tam karşımda durdu.

 

 

 

 

"O acıyı sen yaşayacaksın ama farkında değilsin Karahanlı" bakışları Miray'ı işaret ettiğinde Miray'ın beni tehdit ettiğinde kullandığı kelimeleri söylemesini beklemiyordum.

 

 

 

 

"Bekle ve gör"

 

 

 

 

En son bunu duyduğumda başıma neler neler gelmişti. Aynı şeyler olmazdı elbet ama olanlardan aşağı şeylerde olmazdı. Bunların olmaması için tek bir şey gerekliydi. Zaafların gösterilmemesi.

 

 

 

 

Duruşumu dikleştirip aynı ifadeyle ona baktığımda

 

 

 

 

"Güzel duruş ama hatalı, acıyı yanlış yerde arıyorsun Tolgacığım, abinden sıra gelirse seninle de görüşürüz"

 

 

 

 

Tam yanlarından ayrılacağımız sırada Tolga'ya son kez dönüp baktım ve "tekrardan ateşiniz bol olsun" yanlarından ayrılıp en köşedeki boş masalardan birisine geçtik. Biz geçer geçmez Arda'ya içeriye gidip Erdem hakkında bilgi almasını söyledim. O gittikten hemen sonra masaya helvalar geldiğinde Miray'la aynı anda birbirimize baktık. Düşündüğümüz tek şey helvanın içine bir şeyin karıştırılmış olacağıydı.

 

 

 

 

Oflayarak elimi cebime götürdüğümde Miray kolumu tutarak

 

 

 

 

"Ne yapacaksın?" Diye sorduğunda ciddi olmasına özen gösterdiğim ama başaramadığımdan emin olduğum bir ifadeyle

 

 

 

 

"Arda'yı arayacağım bize helva alsın" dediğimde çantasını masaya koydu ve "gerek yok" diyerek çantasını açarak içinden küçük bir şişe çıkardı. Şişenin içinde bir sıvı vardı. Çantasını kapatıp şişeyi göz hizama getirdiğinde gülerek

 

 

 

 

"Bana güveniyor musun?" Diye sordu. Hiç beklemeden

 

 

 

 

"Hayır" dediğimde yüzünde küçük bir gülümseme belirdi.

 

 

 

 

"İyi ben de sana güvenmiyorum zaten" gülmemek için dudağımı kemirirken o kısık sesle

 

 

 

 

"Bu bir çeşit panzehir, helva yeriz diye getirdim. Helvayı yedikten sonra her ihtimale karşı bunu içeceğiz. Eğlenceli olacak"

 

 

 

 

Ağzım açık bir şekilde ona bakarken dayanamayıp

 

 

 

 

"Millet yanında ruj falan taşır sen panzehir taşıyorsun"

 

 

 

 

Gülerek başını salladığında şişeyi masaya koydu. Masadaki helva tabağını eline aldığında hiç düşünmeden bir kaşık yedi. Kaşığı ağzına götürdüğü anda gözlerini kapadı ve helvanın tadını çıkardı. Onu böyle izlemek çok keyifliydi.

 

 

 

 

Gözlerini açtığında eliyle tabağı işaret ederek "ben de cenazemde bundan istiyorum" dediğinde kaşlarım çatarak ona baktım.

 

 

 

 

Ciddi ifadem geri geldiğinde sertçe elinden tabağı aldım ve masaya koyarak

 

 

 

 

"Tamam bu kadar yeter, daha fazla yeme" dedim.

 

 

 

 

"Niye ya, ama ben çok beğendim" dediğinde tabağı almaya kalktı buna izin vermeyerek tabağı sıkıca tuttuğumda

 

 

 

 

"Yeme dedim Miray, işleri zorlaştırma" üzülür gibi baktığında bakışları bu sefer benim tabağıma kaydı.

 

 

 

 

"Sen neden yemiyorsun"

 

 

 

 

Tabağı önüme çekerek ben de bir kaşık aldım ve tabağı iteledim. Miray haklıydı helva güzel olmuştu ama sadece bu kadardı devamı değil.

 

 

 

 

Bana attığı ters bakışlarının farkındaydım. Bana şu an burada ağzımın payını vereceğinin ve istese bütün helvaları yiyebileceğinin ama sırf beni bozmamak için bunları yapmadığının da farkındaydım.

 

 

 

 

Daha fazla helva yiyemeyeceğini anladığında masadaki şişeyi aldı ve şişeyi açıp yarısına gelene dek içti. Şişeyi bana uzattığında

 

 

 

 

"Artık güveniyorsundur diye düşünüyorum" dediğinde uzanıp elindeki şişeyi aldım ve geriye kalanı da ben içtim.

 

 

 

 

Şişeyi masaya koyduğumda bakışlarım uzakta bir masada bizi izleyen Tolga'ya kaydı. Sert ve delici bakışlarıyla bizi süzüyordu. Miray şişeyi çantasına geri koyarken benim Tolga'yla olan bakışmamı görmüş olacak ki kendince küçük bir rahatlatmada bulundu.

 

 

 

 

"Eğer Tolga'nın bahsettiği acı bensem onu takma, beni henüz tanımıyor. Neler yapabileceğimin farkında değil. Benim üstümden sana acı çektirmeye kalkarsa kendisini acı çekerken bulur. Beni çok takma kafana, sen aileni düşün onlara bir şey yapma ihtimaline karşı önlemler al"

 

 

 

 

Yine kendini değil başkalarını önemsiyordu ve yine kendinden emindi. Bu kadın gerçekten bir başkaydı. Tehlikede olan kendisiydi ama başkalarını düşünüyordu. Ona hiçbir cevap vermeden Tolga'ya bakmaya devam ettiğimde Arda hızlı ve emin adımlarla yanımıza geldi.

 

 

 

 

Endişeli olmadığını göstermemeye çabalasa da endişeli olduğu her halinde belliydi. Olduğum yerde doğrulduğumda Arda bana doğru yaklaşarak Miray'ın da duyabileceği bir tonda

 

 

 

 

"Kadını görenin kim olduğunu buldum patron" tüm odağımı Arda'ya çevirdiğimde Miray da aynı benim gibi Arda'ya bakıyordu.

 

 

 

 

"Kadını gören " dediğinde başını çevirip Tolga'nın olduğu yeri işaret ederek

 

 

 

 

"Tolga'ymış, o sırada sarhoş olduğu için hiçbir şey yapamamış, sadece siyah giyinimli, uzun sarı saçları olan bir kadın görmüş. Kadının yüzünü görmemiş, anlattığına göre de hemen sonra sızmış. Şaşırtıcı olansa Erdem uzun zamandır kimseyle görüşmemiş, kimseyi tehdit etmemiş, bu kadının nereden çıktığını kimse bilmiyor"

 

 

 

 

Arda konuşmasını bitirdiği anda Miray lafa atıldı.

 

 

 

 

"Kadını sadece onun görmüş olması ilginç, burada bir sürü koruma varken ne hikmetse kadını sadece Tolga Çanlı görüyor. Üstüne üstlük Erdem de uzun zamandır kimseyle görüşmemiş, bunu kim neden yapsın ki, bu sizce de çok garip değil mi?"

 

 

 

 

Sorduğu soru haklı ve mantıklı bir soruydu ama bilmediği şeyler vardı.

 

 

 

 

"Garip ama senin kast ettiğin gibi bir durum olamaz. Tolga babasını öldürmez, öldürecek olsa abisini öldürürdü. Burada onun önündeki engel babası değil abisi, yani bu demek oluyor ki Tolga doğruyu söylüyor"

 

 

 

 

Miray'a yaptığım açıklamanın üstüne tekrardan Arda'ya döndüm.

 

 

 

 

"Peki kameralar neden bu kadını görmemiş ya da korumalar?"

 

 

 

 

Arda bu soruyu bekliyormuş gibi başını sallayarak

 

 

 

 

"Bana kalırsa bu da bir muamma ama anlatılanlara göre kameralarda sorun varmış, adamlara gelecek olursak Kıvanç bu sabah hepsini kovmuş, onlar hakkında öğrenebildiğim tek şey bir şekilde hepsinin de uyuyakaldığıydı. Nasıl olmuş, bir şey mi yemişler o kadarını bilmiyorum."

 

 

 

 

Erdem Çanlı ölümünün bu kadar şaibeli olacağını bilseydi eminim ölmemek için elinden geleni yapardı. Korumalar devre dışı, kameralar devre dışı, tek görgü tanığı oğlu Tolga, anlaşılan karşımızda dişli birisi vardı.

 

 

 

 

"Benim anlamadığım. Erdem Çanlı'nın bir tane kızı vardı. O neden burada değil, kilit nokta o da olabilir?"

 

 

 

 

Başımı çevirip simsiyah gözlerine baktığımda bilgilerinin eksik ve eski olduğunun farkında olmadığını gördüm. Bu soruyu ciddi ciddi soruyordu. Derin bir nefes alarak ona doğru eğildim.

 

 

 

 

"Bu adam kızını iki yıl önce kendi elleriyle boğarak öldürdü"

 

 

 

 

Duyduklarının üstüne Miray kaskatı kesildi. Donuk gözlerle bana baktığında ne dediğimi anlamaya çalışır gibiydi. Dudaklarının arasından sadece

 

 

 

 

"Bu yüzden..." dediğini duydum.

 

 

 

 

Onu toparlamak adına kulağına eğilerek "beni araştırmaktan vaktin kalmamış olabilir" dedim. O buna hiçbir tepki vermedi. Hala daha Erdem'in kızını öldürmesinin şokunu yaşıyordu. Erdem Çanlı kızını boğarak öldürmüş, kendisi de boğulmaya çalışılmıştı. Takdiri ilahi diye boşuna demiyorlardı.

 

 

 

 

Kendini toparlayıp alayla bana baktığında "seni araştırdığımda hiç böyle kan dondurucu bir sonuçla karşılaşmamıştım. Ben en tehlikelileri sensin sanıyordum"

 

 

 

 

Ona gözlerimi devirdiğimde benim ona yaptığımın aynısını yaparak alayla gülümsedi. Ona baktığım sırada bize doğru gelen Tolga'yı görmemle ciddi ve ruhsuz ifadem geri geldi.

 

 

 

 

Sanki babasının cenazesinde değilmişiz gibi gülerek "keyifler yerinde sanırım" dedi ve beni es geçerek Miray'ın yanına geçti.

 

 

 

 

"Merhaba hanımefendi, Yağız sizi benimle tanıştırmadı. Ben de gelip kendim tanışayım dedim" elini uzattığı sırada ağzımın içinden "iyi halt ettin dediğimde Miray'ın bakışları bana döndü ve dudaklarını hareket ettirerek sakin olmamı söyledi.

 

 

 

 

Dediğini yaparak kendimi tuttuğumda o Tolga'ya döndü.

 

 

 

 

"Ben Tolga Çanlı, Erdem Çanlı'nın oğluyum" dediğinde Miray'ın elini sıkmasını bekledi. Miray içten olmayan bir şekilde gülümseyerek ki bu gülümseme bana attıklarından bile soğuktu. Tolga'nın uzattığı elini sıkmadan

 

 

 

 

"Miray" dedi ve önüne döndü.

 

 

 

 

Tolga eli havada kalmış bir şekilde kudururken gülmemek için kendimi çok ama çok zor tutuyordum. Bugün beni en çok zorlayan an bile diyebilirdim.

 

 

 

 

Tolga "peki" diyerek elini masaya koyduğunda Miray'ın ona bakmamasına rağmen Tolga rahatsız edici bir şekilde Miray'a bakıyordu. Elimi kaldırıp boğazına yapışacağım sırada ben daha elimi kaldırmaya yeltenmişken Miray sertçe kolumdan tuttu. Tolga bu anı görmemişti. Çünkü başka bir şeyle ilgilenmekle meşguldü. Miray'ın saçıyla...

 

 

 

 

Elini kaldırıp Miray'ın başındaki örtüyü tutmaya kalktığında boşta kalan elimle onu kolundan tuttum.

 

 

 

 

"Bu kadarı da çok fazla" dediğimde elini ittim ve masaya düşmesine sebep oldum. Miray kolumu sıkarken ben Tolga'ya nefretle bakmakla meşguldüm.

 

 

 

 

"Sakin ol ya sadece bir şeye bakacaktım. Sarışınlık var mı, yok mu, ona emin olmaya çalışıyoruz, niye bu kadar abarttın ki yoksa bir şey mi gizliyorsun, mesela katili" dediğinde ne yapmaya çalıştığını anlamıştım.

 

 

 

 

Babasının yakın düşmanlarından birisi olduğum ve katilin kadın olmasının üstüne buraya yanımda bir kadınla geldiğim için benden daha doğrusu Miray'dan şüpheleniyordu. Aramızdaki masayı önemsemeden Tolga'ya yaklaştığımda artık gözlerimden nefretin değil öfkenin de çıktığından emindim.

 

 

 

 

"Benim böyle bir şeyi yapmayacağımı herkes bilir, ben düşmanımı başkasına öldürtmem, bizzat kendim öldürürüm"

 

 

 

 

Tolga'nın gülümsemesi yüzünde asılı kalırken sertçe yutkunduğunu gördüğümde ürkütücü bir şekilde gülümseyerek ona baktım.

 

 

 

 

Tolga'nın yanına adamlarından birisi geldiğinde aynı anda Arda'nın da telefonu çalmaya başlamıştı. Arda telefonu açıp kulağına götürürken Tolga'nın adamı da kulağına eğilmiş bir şeyler söylüyordu. Bakışlarım beni izleyen Miray'a kaydığında sorun olmadığını belli edercesine gözlerimi kırptım. O da aynı şeyi yaptığında o an onun hala daha kolumu tuttuğunun farkında değildim.

 

 

 

 

Adam her ne söylediyse Tolga'nın kaşları çatılmıştı. Hiçbir şey söylemeden yanımızdan ayrıldığındaysa etrafta birkaç kişinin daha içeriye girdiğini gördüm. Dönüp Arda'ya sormama fırsat kalmadan Arda telefonunu kapatıp

 

 

 

 

"Patron dışarıda görmemiz gereken bir şey varmış" dedi.

 

 

 

 

Anladığımı belli edercesine başımı salladım ve Miray'a baktım. Simsiyah gözlerinde derin bir merak vardı. Gideceğimizi anladığında boşta kalan eliyle başındaki örtüyü çekip çıkardı ve masaya koydu. Gitmek için bana baktığında kolunu tutan elini tuttum ve diğer elimin içine yerleştirip sıkıca tuttum. Şaşkınlıkla bana bakarken

 

 

 

 

"İtiraz etme burası çok kalabalık seni arkamda bırakamam, yanımda olman gerek" anladığını belli edercesine başını salladığında hiç düşünmeden iki büyük adım attım ve hemen sonra aklıma Miray'ın adımları geldi ve adımlarımı ona göre ayarladım. Kapılardan bir bir çıkarken bütün gözlerin üzerimizde olduğunun farkındaydım ama bunu bir an olsun umursamamıştım. Son olarak girişe geldiğimizde bizi karşı binadan sarkıtılmış beyaz bir pankart karşıladı. Yazıyı görür görmez adımlarım bir bıçak gibi kesildi ve kapıda öylece kalakaldım.

 

 

 

 

Pankartın üstünde;

 

 

 

 

ÖLMESİ GEREKENLER ORTAYA ÇIKTIĞINA GÖRE AZRAİLİN DE ORTAYA ÇIKMA VAKTİ GELMİŞ DEMEKTİR.

 

 

 

 

 

 

E.B 🗡

 

 

 

 

Ben pankartın sağ alt köşesine yazılmış iki harfin ne anlama geldiğini anlamaya çalışırken evin önünde iki tane siyah giyinimli ve siyah güneş gözlüklü adam belirdi. Adamların her ikisinin de elinde tuttuğu kocaman simsiyah çelenklerde herkesin aklındaki o soruyu cevaplandıracak yazı yazılıydı. Adamlardan birisi çelengi girişin sağına diğeriyse soluna koydu ve geldikleri gibi arkalarına bile bakmadan gittiklerinde tek yapabildiğim yanımdaki çelengin üstünde yazılı olan isme bakmaktı.

 

 

 

 

BAŞINIZ SAĞ OLSUN, NİCE ÖLÜMLERE...

 

 

 

ELİNA BO

 

 

 

 

 

Elina Bo geri dönmüştü. İşte bu hiç ama hiç iyi bir haber değildi. Belki de burada Elina'nın düşman olmadığı tek kişi Miray'dı. Elina'nın yüzünü şimdiye dek kimse görmemişti. Görenlerinse öldüğü duyulmuştu. Onun hakkındaki bilgiler kısıtlıydı. Herkes onun siyah giyimli, uzun sarı saçlı ve masmavi gözleri olduğunu bilirdi.Yüzünü kimse bilmezdi ama yüzündeki siyah maskesini herkes iyi bilirdi. Elina Bo tehlikenin diğer adıydı. Bir ay önce yurt dışına gittiğini duyurmuştu. O günden sonra da kimse ondan haber alamamıştı ama şimdi geri dönmüştü. Hem de olduğundan daha tehlikeli bir şekilde, bunu ünlü mafya babalarından birisini öldürerek belli etmişti.

 

 

 

 

Elina'nın gelmesine şaşırmamın yanında Miray'ın ağzından çıkanlar benim daha da şaşırmama sebep olmuştu.

 

 

 

 

"Elina geri dönmüş, benim baş düşmanım"

 

 

 

 

 

 

 

⚔️

 

 

 

 

 

İnişli çıkışlı bir bölüm oldu. Umarım beğenmişsinizdir. Yeni bölüm için arayı maalesef biraz açacağız ama elimden geldiğince bu arayı kısa tutmaya çalışacağım. Bölümün ne zaman geleceğini merak edenler için aşağıya instagram adresini bırakıyorum. Bölümü paylaşmadan ne zaman paylaşılacağı hakkında oradan haber alabilirsiniz.

 

 

 

 

Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. Görüşmek üzere kendiniz iyi bakın.

 

 

 

 

İnstagram: intikam_son_soz8

Loading...
0%