@f.kubrat
|
Herkese selam. Bildiğiniz üzere artık uygulamamızı kullanamıyoruz. Bu nedenle ben de bu uygulamaya geçiş yaptım. Oradaki bölüm sayısına ulaşana dek aynı bölümleri paylaşacağım. Oradaki bölümleri okumuş olanların okumasına gerek yok. Bir terslik çıkmazsa bundan sonra buradan devam edeceğim. Umarım yeni uygulamamız bana yeni bir kapı açar ve hedeflerime ulaşabilirim. Bir aksilik olmazsa bütün bölümleri bu hafta içinde buraya geçireceğim. Gelişmelerden hepinizi haberdar edeceğim. Şimdilik görüşmek üzere... Bu kitapta geçen kişi isimleri(kişiler) ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür. Her şey bir kurgudan ibarettir.
⚔️
3 ay sonrası... Karanlığın içinden süzülen ışık gözlerimi alıyordu. Başımı kaldırmakta güçlük çekiyordum, en son ne olduğunu tam hatırlamıyordum. Başımı zar zor kaldırıp gözlerimi kısarak etrafa bakınıyordum.
Beni kocaman kapkaranlık bir odaya hapsetmişlerdi. Odayı aydınlatan bir pencere vardı ama ona ulaşmak mümkün değildi. Tecrübe ettiğim için söylüyorum. Oraya ulaşmak için çok uğraşmıştım ama hiçbir şekilde ulaşamamıştım. Zaten ulaşsam şu an bu odanın içinde bir sandalyede elleri ve ayakları bağlı bir şekilde oturmazdım.
Odanın tam ortasında duran tahta sandalyeye ilk gün beni zorla oturtmuşlardı. Sonraysa bu sandalyeyle bir bütün olmuştuk.
Tam karşımda kırmızı deri bir koltuk vardı. Onun yanında ise tahta bir masa vardı. Oda bunlardan ibaretti. Ha bir de hiç açılmayan bir kapı vardı.
Kaçmak için elimden ne geldiyse yapmıştım ama hiçbirisi fayda etmemişti. Yine o tahta sandalyeye eli kolu bağlı bir şekilde oturtulmuştum.
Doğrulmak için hareketlendiğimde bileğimdeki iplerin artık acı vermeye başladığını fark ettim. Beni buraya kapatalı neredeyse bir ay oluyordu. Oturduğum yerde, pencereden gördüğüm kadarıyla, bir ay olduğunu hesaplamıştım.
Beni buraya bağlayan kişi çok beceriksizdi. Bir aydır beni konuşturamamıştı. Eminim hayatımda bu kadar beceriksiz birisini görmemiştim.
Esnemeye başladığımda dudağımda bir acı hissetmemle esnemem yarım kaldı. Kaşlarımı çattığımda kaşımda da acı hissetmiştim. Bana ne olmuştu, gerçekten hatırlamı-, hayır hatırlıyordum.
O beceriksiz yanındaki diğer beceriksize beni dövdürmüştü ve beni döven kişi ise bir kadındı. Halbuki her yerde kadınlar birbirlerine destek çıkmalı deniliyordu. Her neyse zaten bu herkes için geçerli değildi. Konuşmam için birçok kez bana vurmuştu ama hiçbirinde de ağzımı açıp tek kelime etmemiştim. Sanırım daha sonra da bayılmıştım.
O ikisine tek söylediğim şey buradan kurtulunca o ikisini öldüreceğim olmuştu ama o ikisi kahkaha atmaktan başka bir şey yapmamıştı. Hatta birisi, ki ben ona sarı çiyan demeyi daha doğru buluyorum. Çünkü kendisi tam bir çiyandı.
''Sen buradan kurtulacağına gerçekten inanıyor musun, yazık gerçekten çok yazık'' demiş ve diğeri de ona katılarak devam etmişti.
''Bırak umut etsin, hem ne demişler, umut fakirin ekmeğidir. Bari umutla yaşasın garip'' dediğinde onlara olan kinim ikiye katlanmıştı.
Bazen çok konuştuğumu söyleyerek ağzımı bantlıyorlardı. Bu anlattıklarım sadece bir günde yaşadıklarımdı.
Ayak seslerinin geldiğini işittiğimde bakışlarımı kapıya doğrulttum. Geliyor bizim dingiller çetesi
Kapı sertçe açıldığında içeriye ilk sarı çiyan girdi. Beyaz tenli, 1,80 boyunda yüzünde çilleri olan meymenetsiz birisiydi. Sapsarı saçlarını özenle taramış, üstüne siyah takımları çekmişti ama yine de tüm bunlar onun meymenetsizliğinin önüne geçememişti. Beni görünce gülümsemişti ama onun gülümsemesi benim ona iğrenir gibi bakmama sebep olmuştu.
Çiyan1 olduğu yerde durdu ve arkasına baktı. Çiyan2'nin gelmesini bekledi. Topuklu ayakkabının sesini duyulduğunda çiyan2 odaya giriş yaptı. Onu da baştan aşağı süzdüğümde birbirlerine uyumlu bir şekilde giyindiklerini fark ettim. Çiyan2 sarı saçlarına ve beyaz tenine zıt olarak simsiyah yere kadar uzanan askılı bir elbise giymişti. Elbisede dizine kadar uzanan bir yırtmaç vardı. Sarı saçlarını sıkı bir topuz yapmıştı. Sarı saçına ve siyah elbisesine ek olarak kırmızı bir ruj sürmüştü. O da çiyan1'in yanına geçti ve bana bakarak gülümsedi.
Acaba bugün önemli bir şey mi vardı, bunlar neden bu kadar çok özenli giyinmişlerdi. Şaşkınlıkla onlara bakarken ağzım açık kalmıştı. Çiyan2 yanıma geldi ve bana doğru eğilerek ''ağzını kapat tatlım sinek girecek'' dedi ve güldü.
Ona hiçbir cevap vermediğimde çiyan1 bana doğru geldi ve anlamadığım bir şekilde şaşkın şaşkın bana bakmaya başladı. Eliyle çenemi tutarak yüzümü sağa sola hareket ettirdi ve şaşkınlıkla ''senin yüzüne ne oldu, kim yaptı bunu?'' Diye sordu.
Sorusuyla bende ona şaşkınlıkla baktım. Basbayağı benimle alay ediyordu. Çiyan2 gülerek ''ben yaptım. Ellerime sağlık'' dedi ve daha çok güldü. Çiyan1'de ona eşlik ederken sert sesimle onların gülüşünü bastırdım.
''İntikam ateşi'' dedim ve ikisinin de gözünün içine bakarak devam ettim.
''Sizi de yakacak, yeter ki bekleyin'' gülümsediğimde çiyan2 hemen lafa atıldı.
''Biz zaten hep buradayız tatlım, yerimiz belli yurdumuz belli, buyursun gelsin'' dedi ve daha sonra düşünür gibi yaptı ve hemen ardından tekrar konuşmaya başladı.
''Ayy dur, az kalsın unutuyordum biz artık gidiyoruz. Yani kurtuluyoruz birbirimizden'' dedi ve yapay bir şekilde dudaklarını büzdü ve devam etti.
''Seni bizden daha kötü birisine bırakıyoruz. Eminim bizi mumla arayacaksın. Biz seni konuşturamamış olabiliriz ama eminim ve teminatını da verebilirim. O seni konuşturacak'' dedi ve tekrardan güldü. Onu bir şeyden bu kadar emin olduğunu görmem açıkçası şaşırmama sebep olmuştu.
Çiyan1 tekrardan lafa atıldı ve ''buraya da sana veda etmeye geldik, bundan sonra seninle patron ilgilenecek'' dedi ve o da güldü. Patronun kim olduğunu tam bilmiyordum ama çiyan1'in ondan çok korktuğunu biliyordum. Bunu patronuyla telefonda konuştuğu bir gün öğrenmiştim. Beni buraya kapattıranın o olduğunu ve asıl ona hesap sormam gerektiğini biliyordum. Şaşkınlıkla onlara bakarken onlar tekrar gülümsediler.
Çiyan2 doğruldu ve gülümseyerek elini salladı. ''Görüşürüz, sanırım seni özleyeceğim'' dedi ve ne söylediğinin farkına varıp yüzünü buruşturarak ''sanırım dedim'' dedi. Ona gözlerimi devirdiğimde çiyan1 dikkatle bana bakıyordu.
''Bence ben sana çok iyi davrandım. Yani sen onu görünce böyle düşüneceksin'' dedi ve o da güldü.
İkisi de son kez bana baktıktan sonra geldikleri gibi gittiler. Onların bu hallerinden sanki yıllardır arkadaşmışız da ayrılıyormuşuz gibi hissettim. Alt tarafı bir aydır tanışıyorduk. Hatta buna tanışma bile denmezdi de neyse, ben az önce ne yaşadım, şimdi bu manyaklar beni kimin eline bırakmışlardı?
Tekrar adım sesleri duyduğumda sanırım kendi kendime sorduğum sorunun cevabını almak üzereydim.
Kimsenin duymayacağını bile bile ağzımın ucuyla ''bakalım kimmiş bu patron?'' işim gereği birçok kişiyle tanışmıştım ve bunların büyük bir kısmı da kötüydü. O yüzden her şeye hazırlıklıydım.
Adım sesleri yaklaştıkça merakım da artıyordu. Uzun zaman sonra farklı birisini görecektim. Adım sesleri durduğunda kapıya doğru baktım ama kimseyi göremedim. Sadece ve sadece bir nefes sesi duydum. Nefes o kadar derinden verilmişti ki ben bile duymuştum. Kötü adam olduğunu düşünmesem beni göreceği için heyecanlandı diyeceğim.
Adım seslerini tekrar duyduğumda ve bu sefer daha yakından geldiğinde duruşumu dikleştirdim ve yüzüme sert ifademi takındım.
Kapıda birisinin durduğunu hissettiğimde başımı çevirip oraya baktım. Maalesef odadaki pencere kapıda dikilen adamın yüzünü aydınlatmıyordu ve ben sadece adamın bacaklarını görebiliyordum. Buradan anladığım kadarıyla boyu 1.80'in üstündeydi. Aydınlık tarafa çıkmasını bekledim ama o oradan çıkmadı.
Beni inceliyor olmalıydı. Onun kapıda sessizce durması ve karanlıktan çıkmayışı beni daha çok meraklandırmıştı. Başımı karşımdaki duvara diktikten sonra düz bir sesle
''Buraya orada dikilmek için gelmedin değil mi?'' dediğimde güldüğünü hissettim.
Hareketlendiğinde ve odanın içinde adımlarının sesi yankılandığında karşıma geçene dek ona bakmadım. Tam karşımda durduğunda bakışlarımı duvardan çekip ona baktım.
Yirmi beş, otuz yaşlarındaydı ve tahminimde yanılmamıştım boyu 1.80'in üstündeydi. Hatta ve hatta 1.90'nın üstünde bile olabilirdi. Onda da, aynı çiyan1'de olduğu gibi siyah bir takım elbisesi vardı ama onun ceketinin cebinde kırmızı bir mendil vardı. Herhalde patron olduğunu bu şekilde belli etmeye çalışmıştı. Bakışlarım yukarıya tırmandı ve gözüme ilk çarpan şey özenle taranmış saçları olmuştu. Kahverengiye çalan ama bir o kadar da kararsız olup siyaha çalmaya meyilli olan saçlarına baktım. Onun ardından teninin beyazlığı şaşkına uğramama sebep olmuştu. Yüzüne hiç kan uğramamış gibiydi. Bir diğer deyişle ölü gibiydi.
Bakışlarım bu sefer gözlerine kaydığında gözleri çakır gibiydi. Yok hayır çakır değil, buz gibi bir renk vardı. Griye çalan tuhaf bir renkti. Buna sadece çakır ve buz diyebilirdim. Aynı teni gibi gözleri de tuhaftı.
''Beni incelemeyi bitirdiysen artık konuşabilir miyim?'' Sesi de bir tuhaftı. Ne inceydi, ne de kalın,
Ben bu adamı bir yerden tanıyor gibiydim ama nereden, aldığım darbelerden olmalı hatırlayamıyordum.
Bana sorduğu sorunun farkına daha yeni varıyordum ve o soruyu anladığımda gözlerim kocaman açılmıştı. Kocaman açılan gözlerimle ona baktım ve o da bana baktı.
''Ne!'' Diye bağırdığımda güldü ve bakışlarını yüzümde gezdirdi. İlk önce dudağımın kenarına baktı ve derin bir nefes aldı. Ardından bakışları yavaş yavaş kaşıma kaydı ve o an oraya bakamadığını fark ettim. Bu kadar mı kötüydü, bir kötü adamın bakamayacağı kadar mı?
Ağzının içinde bir şeyler gevelediğinde ona aldırış etmedim ve ''seni bekliyorum'' dedim. Sesim buz gibiydi. Ben bile sesimdeki bu soğukluğa alışkın değildim.
Benden böylesine bir tepki beklemiyor olacak ki afalladı. Başını hafifçe iki yana salladı ve bana doğru birkaç adım attı. Sertçe yutkunduğumda çıkan sesi onun duymamasını diledim.
Bir adım daha attıktan sonra arkama geçti ve arkamda bekledi. Onun ne yaptığına bakmak için omzumun üstünden ona baktığımda bir dizini yere koymuştu ve o an benim bileklerimdeki ipi çözmek için çaba sarf ettiğini gördüm.
Bu ne yapıyordu böyle, sanki beni buraya kapattıran o değilmiş gibi, bu kötü adamları da anlamak güçtü.
Ona baktığımı fark edince başını kaldırıp bana baktı. Onun bu hareketiyle beraber önüme döndüm ve ona bakmayı bıraktım. Ardından aklıma takılan soruyu sormadan edemedim.
''Neden şu an ipleri çözüyorsun, ya sen bütün ipleri çözdükten sonra bir anda üstüne atılıp seni öldürmeye kalkarsam, bunu hiç mi düşünmüyorsun?'' Diye sorduğumda güldüğünü duydum.
''Bunu yapamazsın'' dedi kendinden emin bir şekilde hiç beklemeden ''neden?'' diye sordum.
''Yapamazsın işte'' dediğinde bunu inada bindirebilirdim ama yapmadım. Nedeni ise dikkatimi dağıtmasıydı.
Arkamdan ''ah'' dediğinde tekrar ona baktım. O ise hala ipi çözmeye çalışıyordu. Beklemediğim bir anda ''acıdı mı?'' Diye sordu. Bense sanki bu soruyu duymamışım gibi tekrar önüme döndüm.
Bileklerime doğru bir havanın geldiğini hissettiğimde ise arkama bile bakma gereği duymadım. Çünkü ne yaptığını tahmin edebiliyordum. Bileğimdeki yaralara üflüyordu. Acıttığını düşündüğü için
Kendimi tutamayarak ''siz kötü adamlar ne değişiksiniz, hem esir alıyorsunuz hem de yardım ediyorsunuz. Hem yaraların açılmasına neden oluyorsunuz, hem de o yaraları üflüyorsunuz'' dediğimde sessiz kalmayı seçti.
Bileğimdeki ipleri çözmeyi başardığında bileklerimi yavaşça hareket ettirdim ve korkarak bileklerime baktım. Gerçekten bileklerim kötü bir haldeydi. İplerden kurtulayım derken az kalsın bileklerimden oluyormuşum. Bir elimle diğer bileğimi ovarken sıra ayağımdaki iplere gelmişti. Doğrulup yanıma geldi ve önümde diz çökerek ipleri çözmeye çalıştı.
Bileklerimi ovmayı bırakıp ''o ipleri ben çözerim'' dediğimde beni hiç tınlamadan ipleri çözmeye çalıştı. Bu seferkileri, diğerlerine nazaran daha hızlı çözmüştü.
Doğrulup bana baktığında ''şu ana kadar, ne kadar kötü adamlar tanıdın bilmiyorum ama onlarla benim aynı olduğumu düşünmüyorum'' dediğinde kahkaha attım ve oturduğum yerden doğrularak karşısında dikildim.
''Al işte bir kötü adam repliği'' dediğimde konuşmak için yeltendi. Onu susturarak devam ettim.
''Siz kötü adamlar hiç değişmeyeceksiniz'' dedim ve karşısında dimdik durdum. Genelde kimseden lafımı eksik etmez ağzıma ne gelirse söylerdim. Karşımdaki dünyanın en kötü insanı olsa bile
Verdiğim cevaplar onu şaşırtsa da şaşırmamış gibi yapıyor ve bana olabildiğince iyi davranmaya çalışıyordu. Şimdilik
''Kim acaba bu kötü adamlar, ben hiç böyle birilerini tanımıyorum'' dedi ve gözlerini kısarak bana baktıktan sonra devam etti.
''Ah keşke kim olduklarını bilsem, en azından onlarla tanışıp bir kötü adamlar derneği kurup repliklerimize yenilikler getirebilirdim. Keşke tanışsaydık'' dedi ve gülmeye başladı.
Beni alaya aldığı için sinirlerimi bozulmuştu. Sinirlendiğimi anladığında bir iki adım geriledi ve ''off çok kötü bakıyorsun, eğer bana öyle bakmaya devam edersen kötü adamlar derneğimi arayacağım'' dedi ve tekrar gülmeye başladı.
Ona, gülüşüne daha dikkatli baktığımda kim olduğunu hatırlamaya başlamıştım. Olaylar gözümün önünden geçiyordu ve işte o an onun kim olduğunu hatırladım. Kendimi tutamayarak
''Sen'' dedim ve işaret parmağımı ona doğru tutarak
''Sen şu çok bilinen ama kim olduğu bilinmeyen şu mafya babasısın'' dedim ve şaşırarak ona baktım.
Parmaklarımı şıklatarak ''Yağız Karahanlı'' dediğimde şaşkınlıkla ona bakıyordum. Adını duyunca gülümsedi ve ellerini kaldırdı. Beni alkışlamaya başladı.
''Zeki kızsın aferin'' dediğinde gururlanır gibi bana baktı. Bense hala şaşkınlıkla ona bakıyordum.
Beni alkışlamayı bitirdikten sonra ''evet sıra bende'' dedi ve ellerini arkasında birleştirerek bana baktı.
''Sen de şu '' dediği anda biraz önce benim yaptığım gibi parmağını bana doğru tuttu ve cümlesine kaldığı yerden devam etti.
''Cesur ama iş arkadaşları tarafından her olayda çıkıntılık yapan birisi olarak görülen ve onların bütün planlarını suya düşüren şu polissin'' dediğinde elbette ki bunları bilmesine şaşırmamıştım. Çünkü bunları neredeyse herkes biliyordu. Ayıptır söylemesi bir ara haber bültenlerinde boy boy fotoğraflarım vardı da...
''Pardon, eski polis diyecektim. Dilim sürçtü'' dediğinde kollarımı göğsümde birleştirerek ona bakmaya devam ettiğimde, benim biraz önce yaptığım hareketleri yapıyordu. Düşünüyormuş gibi yaptıktan sonra, aynı benim gibi parmaklarını şıklattı ve ''Miray Ateş'' dedi. İsmim kulağa ne kadar hoş gelse de karakterim genelde insanlara ters gelirdi.
Ona hiçbir tepki vermediğim de ise ''hadi ama beni alkışlasana, ben seni alkışladım ama'' dedi ve yalandan üzülüyormuş gibi yaptı.
Onu umursamadım ve oflayarak ''bu şey çok uzun sürdü. Sıkılmaya başladım. Hadi ne diyeceksen de de beni bi bırak'' dediğimde bir adım gerisindeki koltuğa doğru ilerledi ve oturdu.
''Çok sabırsızsın, daha sohbet ediyorduk'' dedi ve bacak bacak üstüne atarak oturdu. Sandalyeyi göstererek oturmamı işaret ettiğinde ''sana bir kaç sorum olacak'' dedi.
Sanki ne soracağını bilmiyorduk, buradan bir an evvel kurtulmak istiyordum. Dediğini yaparak sandalyeye oturduğumda yaslandığı yerde doğruldu ve
''Ben şimdi sana bir soru soracağım ve sen de bana bir cevap vereceksin'' dediğinde cevap vereceğime bu kadar emin olması beni şaşırtmıştı.
Devam etmesini beklemeden ''seni soruna cevap vereceğime inandıran şey nedir?'' Diye sorduğumda keyifle gülümsedi ve ceketinin iç cebinden küçük kırmızı bir pense çıkardı.
Penseyi görünce şaşırmıştım ama bunu ona belli etmedim. Hareketlerini takip ederken elini kırmızı mendilin bulunduğunu cebine götürdü ve oradan bir şey çıkardı.
Oradan her ne çıkardıysa onu avcunun içine aldı ve sıkı sıkıya tuttu.
''Sen'' dedi gözlerimin içine bakarak ''soruma cevap verecek misin, vermeyecek misin?'' Diye sorduğunda kendimden emin bir şekilde
''Büyük ihtimal vermeyeceğim'' dediğimde güldü.
''Senin yerinde olsam bu kadar emin konuşmazdım'' dedi ve elini havaya kaldırıp avcunun içindekini serbest bıraktı.
Gözüm parmağında takılı kalmış zincirin ucundaki dört yapraklı yoncaya kaydığında içimde bir şeyin koptuğunu hissettim. Elim direkt olarak boynuma gitti.
Benim uğurum, şansım, her şeyim o kolyeydi ve şu an olmaması gereken bir yerdeydi. O kolyeyi bana alan kişi sırf üstündeki nazar boncuğu için almıştı. O küçük, minik nazar boncuğu bendim. Dört yapraklı yonca da benim şansımdı. En azından o böyle söylemişti.
Kolyemi onun elinde gördüğüm anda ayaklandım ama o buna izin vermedi.
''Şş, lütfen oturun'' dediğinde oturmak zorunda kalmıştım. O ise gözümdeki korkuyu gördüğü anda duraksadı ve kaşları havalandı.
''Eğer sen soruma cevap verirsen, kolyene bir şey olmayacak'' dediğinde kolyemi tekrardan avcunun içine aldı ve penseyi diğer eline alıp, nazar boncuğunu pensenin ağzına koydu. Tekbir cevabım kolyemin kırılması demekti. Bu ise onu sonsuza dek kaybetmek demekti.
Ellerimi dizlerimin üstünde yumruk yaparak sıktım ve gözlerimi kapatarak ''ne soracaksan sor'' dediğimde şaşırdığına emindim.
''Vay be, bütün herkese karşı çıkan Miray Ateş, bir kolye karşısında mı yeniliyor, inanılır gibi değil'' dediğinde gözlerimi hiç açmadan
''Uzatma ne soracaksan sor'' dedim.
Elbette ne soracağını biliyordum ama benim bütün çabam o sorunun sorulmaması için değildi de cevabının alınmaması içindi. O soru sorulduğunda ise bir kez daha çıkmaz sokağa girmiştim. Çünkü bu sefer bu soruya cevap vermezsem her şeyimi kaybedecektim.
''O gün, o partide ne işin vardı?''
O ikisinin bir aydır yapamadığı şeyi Yağız Karahanlı yarım saatte yapmıştı. Zaaflar dünyadaki en kötü şeydi. Ne vazgeçilirdi, ne de kabullenilirdi.
⚔️
Başlangıcı böyle yapmış olalım. Devamını getirmek dileğiyle, kendinize iyi bakın görüşmek dileğiyle... |
0% |