Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm: Savaş Çanları

@f.kubrat

 

Bu kitapta geçen kişi isimleri(kişiler) ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür. Her şey bir kurgudan ibarettir.

 

 

⚔️

 

O teklifi kabul etmekle hayatımdaki en doğru kararı vermiştim. Yani en azından şu an böyle düşünüyordum. Teklifi kabul ettiğim an esaretim son bulmuştu ama yeni bir esaretin kapıları bana ardına kadar açılmıştı.

 

Yağız Karahanlı ne yapmaya çalışıyordu, tam bilmiyordum ama sanırım benim bu bildiklerim karşısında onu ifşalamamam için beni gözünün önünde tutmaya çalışıyordu.

 

O hiç açılmayan kapı ilk açıldığında benim esaretim son bulmuştu. Peki ya o kolyeye bağlı olan esaretimden nasıl kurtulacaktım? Bu da bir esaretti ama bundan kurtulmak istemiyordum. Çünkü bazı esaretler insana huzur verir, aynı benim kolyem gibi...

 

Ben teklifi kabul ettikten sonra Yağız telefonla birisini aramıştı ve onunla konuştuktan sonra gitmek için hareketlendiğinde beni de yanında götüreceğini o an düşünmemiştim. Eliyle önden gitmem gerektiğini işaret ettiğinde ise bunun farkına varmıştım.

 

Nereden gideceğimizi bilmediğim için ilk önce afallamıştım ama o benim arkamdan sağ, sol diyerek bana komut vermişti ve sonunda da çıkışı bulmuştum. Kapıdan dışarı çıktığım an temiz hava yüzüme çarptı ve bu benim gülümsememe sebep oldu ama bunu yaparken de yüzümdeki yaralar yüzünden acı çekmiştim.

 

Yağız'ın arkamda ne yaptığını bilmiyordum ama açıkçası bu da beni çok ilgilendirmemişti. Benim ilgilendiğim tek şey karşımdaki ormandı. Kahverenginin ve yeşilin boyandığı o yer, ormanlar, benim asıl evim, tek huzur kaynağım ormanlardı. Çünkü her zaman onlara bu yaşamdaki en büyük kaynağımız nefesimizi sağladıkları için onlara karşı kendimi borçlu hissediyordum. Ve bunu da gülümsememle ödediğimi düşünüyordum.

 

Bu muazzam görüntüyü bozan şey tam önümde duran siyah bir minibüstü. O koca ormana bakmayı bırakıp önümdeki siyah minibüse baktım. Tam filmlerdeki insan kaçırmak için kullanılan araçlara benziyordu. Ama bence benim için bu araç biraz geç kalmıştı. Çünkü ben artık esaretimden kurtuluyordum.

 

Arabanın kapısı üniformalı bir şoför tarafından açıldığında Yağız ilk olarak benim binmemi bekledi. Buna gözlerimi devirdikten sonra arabaya bindim ve gidiş yönüne ters bir şekilde oturdum.

 

Yağız'da arkamdan bindiğinde tam karşıma oturdu ve şaşkın bir şekilde bana bakıyordu. Neye şaşırdığını anlamamıştım. Halbuki henüz bir şey yapmamıştım. Ama henüz...

 

Şoför kapıyı kapattıktan bir süre sonra ön kapı açıldı ve şoför yerine oturup arabayı çalıştırdı.

 

Ben pencereden dışarıya bakarken Yağız'ın beni incelediğinin farkındaydım ama umursamıyormuş gibi yaptım. O ise beklemediğim bir anda konuşmaya başladı.

 

''Açıkçası'' dediğinde dışarıya bakmayı bırakıp ona baktım.

 

''Senin gibi birinin bir kolyeye yenileceğine imkan vermiyordum'' dediğinde hiçbir tepki vermedim. Benim hiçbir tepki vermeme güldü ve devam etti.

 

''Söylesene neden bu kolyeye bu kadar bağlısın?'' Diye sorduğunda bakışları boynumdaki kolyeye kaydı.

 

Oturduğum yerde hareketlendiğim ve ellerimi önde birleştirip biraz öne doğru eğildiğimde alttan alttan ona bakıyordum.

 

Sorduğu soruyu görmezden gelerek ''beni esir almanın altında sadece o partinin olmadığını biliyorum'' dediğimde şaşırmış gibi yaptı. Onu umursamadan devam ettim.

 

''Ve elimdeki dosyaları da ben sana söylemeden önce bildiğini biliyorum. O kadını öldürmek istemem falan hikaye, senin asıl amacın o dosyalar'' dediğimde yine hiçbir şey söylemedi. Çünkü bunların hepsinin doğru olduğunu biliyordu.

 

''Ve Yağız Karahanlı, o dosyalara hiçbir zaman ulaşamayacaksın'' çok emin konuşmuştum ama asla pişman değildim. Çünkü bu kesin bir gerçekti.

 

Sert bakışlarımı buz rengi gözlerine doğrulttuğumda son bir kez daha söyledim.

 

''Sana beni hafife almamanı söylemiştim'' dediğimde ağzının içinde bir şeyler geveledi ama anlamadım.

 

En sonunda bana cevap vermeye karar verdiğinde doğruldum ve onun ağzından çıkacakları bekledim.

 

''Hala söylemedin?'' Diye sorduğunda kaşlarımı çatarak ''neyi?'' Diye sordum. Sorum onu gülümsetmişti. Çünkü uzun zaman sonra ilk defa karşılıklı konuşuyorduk.

 

''Kolyenin sırrını'' cevabını duyduğum an ona bir kez daha gözlerimi devirdim.

 

''Bunu sana söylemeyeceğim'' dedim ve tekrar dışarıya baktım.

 

Derin bir nefes aldı ve ''merakımı mazur gör ama senin de beni anlaman gerekiyor. Bir kolyeye yenik düşmen beni şaşırtıyor, yani ne bileyim. Ya aile yadigarı ya da...'' dedi ve sustu.

 

Bakışlarımı dışarında çekip bir kez daha ona doğrulttuğumda ''ya da ne?'' Diye sorduğumda yutkunmak zorunda kalmıştı.

 

''Ya da sevgilindendir. Gerçi ben senin yanında kimseyi görmedim ama...'' dediğinde ağzımın içinden ''merak etme onu henüz bende görmedim'' dediğimde söylediğim şeyi anlamaya çalışıyordu.

 

Sert bir ses tonuyla ''bu seni ilgilendirmez, konuyu kapat'' dedim ve ne tepki vereceğini umursamadan yola bakmaya devam ettim. Tüm bunlar olurken de kolyemi sımsıkı tuttuğumu da yeni fark ediyordum.

 

Şoför bizim susmamızı bekliyormuş olacak ki konuşmamız biter bitmez ''patron nereye gidiyoruz?'' Diye sordu.

 

Şoför patron dediği anda gülmemek için büyük bir çaba sarf ettim ve o anda ağzımdan tuhaf bir ses çıktı ve bu Yağız'ın gözünden kaçmadı.

 

''Eve gidelim'' dedi ve daha sonrasında bana dönüp açıklama yapmaya başladı.

 

"Merak etme en kısa zamanda eşyalarını benim evime taşıtacağım" daha fazla konuşmasına fırsat vermeyerek elimi kaldırıp onu susturdum.

 

"Hayır, böyle bir şey olmayacak, senin evine falan taşınmayacağım" dedim ve bir şey söylemesine kalmadan

"Evimin adresini size veririm ama seninle aynı evde falan kalmam" dediğimde kaşları havalandı. Gözlerinin içine bakarak sert bir sesle ''unut bunu'' dedim ve şoföre dönerek ''benim evime gidiyoruz'' dedim ve evimin adresini verdim.

 

Ben şoföre adresi verirken Yağız bir anda ''hayır, benim evime gidiyoruz'' dediğinde sertçe ona baktım ve "hayır benim evime sür'' dedim ve onun konuşmasına fırsat vermeden devam ettim.

 

''Sana senin evine gitmek istemediğimi söyledim. Farkında mısın, bilmiyorum ama ben senin kölen değilim. Senin her istediğini yapamam. Ayrıca karşında da bir polisin olduğunu unutma'' sert sözlerimin ardındaki sinirimin farkına varmıştı ama buna çok takmamıştı.

 

Bana doğru eğilerek ''eski polis diyecektin sanır-'' dediğinde kendimi tutamayıp

 

''Başlatma eski polisine, kelepçeyi takınca görürüsün eski miyim, yeni miyim, diye'' sinirle art arda kurduğum cümlelere Yağız'ın verdiği tek tepki gülmek oldu.

 

Şeytan diyor geçir bir tane suratının üstüne.

 

Şoföre bakarak ''tamam bakalım, Miray Hanımın dediği gibi olsun'' dediğinde hala daha gülüyordu. Onun gülüşünü görmemek için tekrardan dışarıya baktım.

 

Araç bildiğim yollardan geçerken biraz daha rahatlamıştım. Evimin önünde durduğunda ise daha çok rahatlamıştım. Ta ki kapıda komşumu görene kadar, Selda abla tamda kapımın önünde duruyordu. Belli ki yine beni merak etmişti.

 

Şoför arabadan inmek için hareketlendiğinde ''bekle'' dedim. Bu onun bir anda duraksamasında neden olsa da hiçbir şey söylemedi.

 

''Bir sorun mu var?'' Yağız'ın sorusuyla ona baktım ve

 

''Nasıl görünüyorum bilmiyorum ama'' dedim ve bakışlarımla penceren dışarıya işaret ederek ''komşum beni böyle görmese iyi olur'' dediğimde Yağız suçlu gibi başını önüne eğmişti.

 

Yağız bir şeyler düşündü ardından başını kaldırıp ''Arda git ve şu kadını uzaklaştır'' dediğinde şoför şaşkınlıkla kalakaldı.

 

Arda arkamdan hiçbir şey söylemese bile Yağız'ın ''evet sen'' cevabından bunun kendisinin mi yapacağını sorduğunu anladım.

 

Hemen sonra kapı kapandığında Arda evimin kapısına doğru ilerledi ve o an Selda abla onu gördü. İlk gördüğü anda gözlerindeki korkuyu gördüm. Yabancı birisini görmüştü ve bu kişi siyahlara bürünmüş birisiydi. Bence korkması gayet de normaldi.

 

Selda abla adımlarını köşede duran saksıya doğru yönelttiğinde Arda için kaçınılmaz son yaklaşıyor gibiydi. Çünkü o saksının köşesine sıkıştırılmış bir bıçak vardı ve Selda abla bunu biliyordu.

 

Hatta ona bunu direkt olarak ben söylemiştim. 'Eğer kapımda tanımadığın birisini görürsen ve en ufak bir tehlike sezersen bil ki korkmana gerek yok çünkü ben senin için oraya bir bıçak koydum. Yani kendini savunabilmen için' bu konuşmayı ona yapmıştım, çünkü daha önce buna benzer bir şeyle karşı karşıya gelmiştik. Ve umarım o şu an bunu planlamıyordur.

 

Yağız'ın bana bir şey uzattığını fark ettiğimde başımı ona çevirdim ve elindeki telefonumu gördüm. Ne demek istediğini anladığımda vakit kaybetmeden telefonu elinden aldım ve ekrandaki 30 cevapsız arama yazısını görmezden gelerek hızla şifremi girdim ardından aramalara girip ve oradan da Selda ablayı bulup onu aradım.

 

Telefon kulağıma yaslı ,bakışlarım onun üstündeydi. Telefonu hemen cebinden çıkardı ve bir elindeki telefona bir de Arda'ya bakıyordu. Telefonu ikinci çalışında açtığında gülümsemeye çalıştı ve

 

''Alo Miray, neredesin kızım, seni çok merak ettim'' dediğinde içerden ona bakarak ''iyiyim Selda abla, sadece bir işim çıktı, sana da haber veremedim. Kusura bakma'' dediğimde bakışlarını Arda'dan ayırmıyordu. Her an eğilip saksıdaki bıçağı alacak gibi duruyordu.

 

''Kızım burada bir tane siyah giyimli tuhaf birisi var da, bana senin gönderdiğini söylüyor'' dediğinde onu daha fazla tedirgin etmek istemedim ve ''evet abla onu ben gönderdim. Birkaç parça eşyaya ihtiyacım oldu. O benim arkadaşım Arda, merak etme iyi birisidir'' dediğimde görmeyeceğini bilmeme rağmen gülümsüyordum.

 

''Tamam kızım sen nasıl diyorsan öyle olsun'' dedi ve adımlarını saksıdan uzaklaştırdı.

 

Arda'yı da rahat ettirmek için ''abla sen eve git, gerisini Arda halleder'' dedim ve Arda'yı da bu zulümden kurtardım.

 

Selda ablayla son konuşmalarımı yaptıktan sonra telefonu kapattım ve kenara koydum. Selda abla, Arda'ya bir şeyler söyledikten sonra evine doğru yürüdü ve kapıdan içeriye girdi.

 

Arda bunu fırsat bilip hızla yanımıza geldi ve bulunduğumuz yerin kapısını açtı. Kapıyı açar açmaz bana bakarak ''Allah sana sabır versin'' dediğinde kısacık bir yerden gelmesine rağmen nefes nefese kalmıştı. Hiç durmadan devam ettiğinde tepkisiz bir ifadeyle onu dinliyordum.

 

''Bu kadın nasıl biri böyle, sürekli soru soruyor, o nerede, şu nerede, yanında kim var? O benden değil de ben ondan korktum'' dediğinde bir an Yağız'ın da burada olduğunu unutmuştu. Bakışları ona kaydığında ''pardon patron'' dedi ve bir anda sustu.

 

Sessizliğin üstüne arabadan inmeye yeltendiğimde Arda kenara kaydı ve geçmem için beni bekledi. Arabadan indiğimde temiz hava yüzüme çarptığında küçük bir esinti beni karşıladı.

 

Gözlerimi kapatıp havanın yüzüme çarpışını hissettim. Bir an boşluğuma geldi ve yapmamam gereken bir şeyi yaptım. Gülümsedim. Bir düşmanımın yanında yaptığım en büyük hata, gülümsemekti. Biliyordum bu diğer gülümsemelerimden farklıydı. Diğerleri alaylıydı. Bu ise içinde sadece ve sadece samimiyet barındırıyordu.

 

Ne yaptığımın farkına vardığımda gözlerimi bir anda açtım ve hızla etrafıma baktım. Yağız arabanın içinden Arda ise yanımdan meraklı gözlerle bana bakıyordu. Sanırım kötü bir şey olduğunu düşünüyorlardı.

 

Hiçbir şey olmamış gibi onlara bakarken Yağız bir anda oturduğu yerden kalktı ve arabadan indiğinde tam karşımda durduğunda kaşlarımı çatarak ona baktım.

 

''Hayırdır, sen nereye?'' Sorumla beraber Yağız'ın bakışları yüzümde gezindi ve gözlerimde durduğunda başıyla ''evine'' dediğinde alayla ona bakarak ''ben sizi evime davet etmedim'' dediğimde tepkime karşı olarak kaşları havalanmıştı.

 

Başını aşağı yukarı salladığında ''peki tamam'' dedi ve buz rengine hakim gözlerini benden ayırmadan ceketinin cebinden küçük siyah bez bir çanta çıkardı ve bana uzattı.

 

Kaşlarımı çatarak ona baktığımda konuşmayacağımı anladı ve kendince açıklama yapmaya başladı.

 

''Seni kaçırdıklarında üstünde bulunan eşyaların'' dediğinde bakışlarım tekrardan elindeki bez çantaya kaydığında hiçbir tepki vermedim.

 

''Ne bekliyorsun alsana, evine nasıl gireceğini düşünmedin herhalde'' sözlerinin üstüne bakışlarım tekrar buz rengi gözlerine kaydı ve

 

''Yedek anahtarım var'' dedim ve elindeki bez çantayı alıp arkama döndüm ve eve doğru ilerledim. Bir aydır orada olduğum için çantanın içinde ne olduğunu bile hatırlamıyordum. Sanırım gerçekten aldığım darbelerden dolayı bir hafıza kaybı yaşıyordum. Doktora gitmem gerekiyordu.

 

Onları arkamda bıraktıktan üç adım sonrasında Yağız arkamdan seslendi. Olduğum yerde durdum ama dönüp ona bakmadım.

 

''Yarın şirkete gelmeyi unutma, saat 10.00'da seni bekliyor olacağım'' dediğinde ona aldırış etmeden adımlarımı sürdürdüm.

 

Beni neden sekreter pozisyonunda seçtiğini az çok tahmin edebiliyordum. Bana geçmişimi bildiğini ima ediyordu ama bu yine beni korkutamamıştı. Çünkü ben artık korkmamayı öğrenmiştim.

 

İlk baş kaldırışım değildi ama ilk defa böyle bir mafya babasına baş kaldırıyordum. Ölebilme ihtimalime rağmen, sanırım beni artık ölüm bile korkutmuyordu. Hele son olanlardan sonra...

 

Çantanın içinden anahtarımı çıkarıp yuvasına soktuktan sonra kapıyı açtım ve hiç tereddüt etmeden içeriye girdim. Kapıyı arkamdan kapattığımda sırtımı kapıya yasladım ve dayanamayıp yere çöktüm.

 

Kısık bir sesle, sanki kendime bir şey hatırlatıyormuşum gibi '' henüz bitmedi. Bittiğinde dinleneceksin ve hayat daha güzel olacak'' dedim ve başımı ellerimin arasına alarak ''sen çok güçlüsün, sen çok güçlüsün ve yine sen çok güçlüsün''

 

Bu cümleleri başkasından duyamayacağınızı anladığınız anda işte bu hale geliyorsunuz. Ne denir buna, sanırım son nokta.

 

Zorlukla doğrulduğumda karşımda duran merdivene doğru ilerledim ve zorlukla basamakları çıktım. Adımlarım odama yöneldiğinde bitkin bir şekilde kapıyı araladığımda odamda beni karşılayan ilk şey yatağımın üstünde çalan telefonumdu.

 

O gün diğer telefonumu yanıma alıp bunu burada bırakmıştım. Ki iyi ki de böyle yapmıştım. Çünkü asıl bilgilerim bu telefonumdaydı.

 

Çağrı sonlanmadan yetiştiğimde yatağa oturdum ve ekranda yazan isme baktım. Duruşumu dikleştirip, sesimi kontrol ettikten sonra çağrıyı yanıtladım.

 

''Efendim...''

(....)

''Tamam hemen geliyorum. Yirmi dakikaya oradayım''

 

...

 

''Arda'' Yağız Karahanlı'nın sesi ilk defa bu kadar gür ve sinirliydi. Onu sinirlendiren şeyse belliydi. O emirlerinin dışına çıkılmasından nefret ederdi ve birileri bunu maalesef ki yapmıştı.

 

Arda koşar adımlarla Yağız'ın yanına geldiğinde korkuyla Yağız'a baktı. O da onu ilk defa böyle görüyordu. Gözü dönmüş bir şekilde...

 

Yağız oturduğu kırmızı deri koltuktan kalktı ve Arda'nın tam karşısında durdu. Ellerini arkasında birleştirmişti. İşte bu hareketinden bile onun bir hesap soracağını ve bu hesap sormanın bir fırtınaya kadar gidebileceğini anlayabilirdi. Arda onu o kadar iyi tanımıştı ki her mimiğinin, her hareketinin anlamını anlayabiliyordu ama bu denli öfkesinin nedenini bilmiyordu.

 

Arda korkuyla Yağız'ın gözlerinin içine baktığında Yağız burnundan soluyordu.

 

''Seni dinliyorum patron'' dediğinde korkudan bakışlarını kaçırmıştı.

 

Hiç beklemeden ''bana'' dedi Yağız ve hiç beklemeden devam etti.

 

''Arzu ve Emir'i bul'' dediğinde sesi sertti. Arda'nın bakışları yerden kalktı ve korka korka Yağız'ın gözlerinin içine baktı.

 

Miray'ın kendi içinde buz rengi diye nitelendirdiği o gözlerde bu sefer bir yangın vardı ve bu yangın önüne geleni yakmak için geliyordu.

 

Arda sertçe yutkunduğunda ''ama patron sen onlara gitmelerini söyledin'' dediğinde Yağız'ın öfkesi daha çok alevlenmişti. Arda'ya bir şey yapmamak için kendini zor tutuyordu.

 

Elini arkasında yumruk yaptığında öfkesini bastırmak istiyor gibiydi ama olmuyordu. İçindeki ateşin dineceği yoktu. O buzdan gözleri de o ateşi söndürmeye yetmiyordu. Hatta ve hatta o ateşin karşısında eriyordu.

 

''Şimdi de sana onları bulman gerektiğini söylüyorum'' dediğinde öfkesi bir an olsun dinmek bilmiyordu.

 

O görüntü gözlerinin önünden gitmiyordu. Kendini düşünmeyi bırakan ve başkalarının ona acımasını istemeyen o kadının yüzü hala daha gözlerinin önündeydi.

 

Arda, Yağız'dan aldığı emirle hızlıca o odadan çıktı ve her nereye gittiyse onları bulmadan gelmeyeceğinin bilincinde gitmişti.

 

Yağız o an kalktığı koltuğa oturmamıştı. O koltuğun tam karşısında duran tahta sandalyeye oturmayı seçmişti. Dakikalar önce Miray'ın oturduğu, dayak yediği ve işkence çektiği o sandalyeye oturdu.

 

Bileklerindeki ipleri çözerken bile o sert duruşundan asla vazgeçmemişti. Yalvarmamıştı bile, ki zaten o da kendisine yalvarılmasından da hoşlanmazdı. Onu ilk gördüğünde çok güçlü birisi demişti kendi kendine, o çok güçlü. Bunu onun duruşundan ve bakışlarından bile anlayabiliyordu.

 

Onun o duruşunun ardında büyük bir şey vardı. Onun çözemediği ama çözmek için can attığı bir şey, bakışlarında tutmak için zorladığı sertliğin bile bir amacı vardı ama Yağız henüz bunların nedenini bilmiyordu.

 

Belki bir gün öğrenirdi ama ya o gün her şey için geç olursa diye düşünmeden edemedi. O her zaman her şeyin tam vaktinde olması gerektiğini düşünenlerdendi ama bunun zamanının ne olduğunu bilmiyordu.

 

Bilinmezlikler artık onun canını sıkmaya başlamıştı. Zaten kapıların arkasındaki sırlardan da nefret ederdi.

 

Oturduğu yerden etrafına iyice baktı. Bir ay bir insan burada nasıl dururdu? Başını kaldırdı ve pencereden içeriye giren ışığa baktı. Sanki tüm bu karanlığa ters bir şekilde bir umut oluşturmak istiyormuş gibiydi.

 

Adım seslerini duymasıyla başını o yöne çevirdi. Acaba Miray'da kendisinin adım seslerini böyle duymuş muydu, ya o nefes sesini?

 

Yağız biliyordu. Miray tüm bunları duymuştu ama her zaman yaptığı gibi yine umursamamıştı. Bu Miray'ın vazgeçemediği tepkilerinden birisiydi. Umursamamak ya da umursamıyormuş gibi yapmak, Yağız'ın henüz Miray'ın bu tepkisinden haberi yoktu. Ama Miray'ın da dediği gibi, henüz

 

Arda kapıdan içeriye hızla girdiğinde Yağız'ın orada oturmasını beklemiyordu ve buna biraz olsun şaşırmıştı ama ortada vermesi gereken büyük bir haber vardı.

 

Yağız oturduğu sandalyeden kalktı ve Arda'ya baktı. Arda hiç beklemeden ''onları bulduk, buraya getiriyoruz'' dediği anda Yağız'ın yüzünde bir gülümseme oluştu ama bu öyle bir gülümsemeydi ki yanacak olan büyük ateşin kıvılcımı gibiydi.

 

Yağız Karahanlı, ilk defa Miray'ın dediği o kötü adamlara dönüşecekti.

 

 

⚔️

Loading...
0%