Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4.Bölüm: Yeni Hayat

@f.kubrat

Bu kitapta geçen kişi isimleri (kişiler) ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür. Her şey bir kurgudan ibarettir.

 

 

 

⚔️

 

O soğuk odada üç kişi vardı. İkisi dizlerinin üzerine çökmüş ayaktaki adamın kendileri için biçtiği sonu bekliyorlardı.

 

Odadan sızan ışık sadece ve sadece o adamın yüzünü aydınlatmıyordu. O adam Yağız Karahanlı'ydı. Güneşin bile üzerinde durmaya korktuğu o adam.

 

Yağız'ın gözlerindeki ateş bir savaşın ve bir barışın habercisiydi. Bu iki zıtlık bile onun hayatındaki en normal şeydi.

Miray'ın ilk görüşünde gördüğü zıtlıklar bile bunun yanında hiçbir şey olacaktı.

 

Yağız Karahanlı gücünü ilk defa o gün gösterecekti.

Ya kanla ya da canla...

 

''Size'' dedi sert bir şekilde ''son kez soruyorum'' ikisinin de gözlerinin içine baktı ve ''onu,o hale hanginiz getirdi?'' Sesi normalden daha sertti. Çünkü o emirlerine karşı gelinmesinden nefret ederdi ve o ikisi onun emirlerine karşı gelmişti.

 

Yağız dişlerinin arasından ''ben'' dedi ve başını yerden kaldırıp ''size onun kılına bile zarar gelmeyecek dedim, siz hangi hakla onu bu hale getirdiniz?'' Diye sorduğunda her bir kelimeye vurgu yapıyor ve her kelimeden sonra sesinin tonunu biraz daha yükseltiyordu.

 

O artık acımasız bir adama dönüşüyordu. Bunun farkındaydı ama elinden bir şey gelmiyordu. O ilk defa bu kadar çaresiz, ilk defa bu kadar hissizdi. Ne olduğunu ,ne olacağını bilmiyordu. Ve korkuyordu. Dönüşeceği kişiden...

 

Arzu ve Emir'in gözlerinde öyle bir korku vardı ki, her an Yağız'ın ayaklarına kapanıp af dileyecek cinstendi. İkisi de yaşamları boyunca hiçbir şeyden bu kadar çok korkmamıştı. Korku öyle bir şeydi ki hem insanın kölesi olur, hem de insanı kölesi yapardı. İşte o ikisi şimdi korkunun kölesiydi.

 

Yağız'ın her bir adımı korkularının daha fazla artmasına neden oluyordu.

 

Yağız'ın adımları ne kadar sağlam dursa da aklının karışıklığını tam olarak gizleyemiyordu. O tüm bunların yanında bir şeyi öyle çok merak ediyordu ki, sürekli onu düşünüyor ve asla ama alsa işin içinden çıkamıyordu.

 

Adımları Arzu ve Emir'in tam arkasında durdurduğunda derin bir nefes aldı ve ''peki, siz konuşmayacaksınız galiba, o zaman benden günah gitti'' dedi ve hiç beklemeden Emir'in sırtına sert bir tekme attı. Emir tekmenin etkisiyle yere kapaklanırken Arzu dayanamayıp onun yanına doğru hareket etti ve korka korka onun kolundan tutup hafifçe kaldırdı.

 

Yağız, Arzu'ya bir şey yapamazdı, çünkü o bir kadındı ve kadına el kalkmazdı. Bu bir kuraldı ve bu kuralı onun yanında bulunan herkes çok iyi bilirdi. Emir bile...

 

Emir konuşmazdı ama Arzu da, Emir'e yapılanlara karşı susmazdı. Yağız bunu çok iyi bildiği için şu an Emir'in üstüne oynuyordu.

 

Aşkta bir çeşit zaaftır ve bu zaafı yenemezsiniz. Arzu ve Emir'in zaafları birbirlerine duydukları aşktı. İkisi de en çok bundan vuruluyordu. Ama Miray'ın da dediği gibi ''zaaflar dünyadaki en kötü şeydi. Ne vazgeçilirdi, ne de kabullenilirdi''

 

Herkesin bir zaafı vardır ama bazıları zaaflarını bilmeyebilir, Yağız Karahanlı da olduğu gibi..

 

Arzu, Emir'i yerden kaldırdığı sırada Yağız arkadan gelip Emir'in yakasını sertçe tuttu ve Arzu'nun elinden kurtardı. Sertçe bir yumruk attıktan sonra Emir tekrar yere düştü. Küçük bir ses çıktı Emir'in ağzından, Miray'ın dayak yerken çıkaramadığı o ses, Arzu öyle dövmüştü ki onu acısını seslendirmeye bile hali kalmamıştı.

 

Her şey aynıydı aslında, değişen tek şey kişilerdi. Soğuk bir odada dövülmüştü Miray, başında iki kişi vardı. Birisi onu öldüresiye döverken diğeri sessizce bir kenarda duruyordu. Şimdi ise yine o soğuk oda ve yine o iki kişi ama bu sefer dayak yiyen kısımda,

 

Biraz önce odanın içinde kahkaha atan iki kişi şimdi ne haldeydi. Dünyanın kanunu buydu. Ne çok güleceksin, ne de çok ağlayacaksın.

 

Yağız son kez Emir'i yerden kaldırıp bir yumruk attı ve bu sefer o yumrukla beraber Arzu'nun yakarışı da duyuldu.

''Yalvarırım yapma'' Yağız'a baktığında bir acıma bekler gibi bakıyordu. O an Yağız'ın içinde en ufak bir merhamet bile oluşmadı. Çünkü henüz istediğini alamamıştı. Yağız Emir'e öyle sert yumruklar atıyordu ki sanki öldürmek istiyordu. Yumruklarının hedefinde ise Emir'in kaşı ve dudağı vardı.

 

Sanki Miray'in yüzündeki izleri böyle kapatacağını düşünüyor gibi art arda Emir'in yüzüne yumruklarını indiriyordu.

 

Arzu Yağız'ın durmayacağını anladığında bağırarak suçunu itiraf etti.

 

''Ben yaptım, onu o hale ben getirdim'' dediğinde Yağız'ın eli havada kaldı. Elini yavaşça indirdiğinde ise hiçbir tepki vermeden eğildiği yerden doğruldu ve ceketini düzelttikten sonra kapıya doğru seslendi.

 

''Arda'' Yağız'ın seslenişinin ardından kısa bir süre sonra Arda kapıda göründü.

 

Arda kapıdan girdiği anda bakışları ilk önce yerde ağzı yüzü kanlar içinde kalmış Emir'e daha sonra da onun hemen yanında gözleri ağlamaktan kızaran Arzu'ya kaydı.

 

Arda konunun ne olduğunu biliyordu ama Yağız'ın neden bu kadar sinirlendiğini bilmiyordu.

 

Arda'nın bir şey söylemesine kalmadan Yağız onun yanına doğru ilerledi ve tam kapının önünde durup ona kısa bir bakış attı.

 

''İki sandalye getirin, ellerini ayaklarını bağlayın, sıkı olsun'' dedi ve gözlerindeki ateşle beraber hiç acımadan " onlar bu odadan dışarıya çıkmayacak" dedi ve bir iki adım attıktan sonra omzunun üstünden arkasına bakarak '' bir ay boyunca'' diye de ekledi ve bir daha dönmemek üzere o odadan ayrıldı.

 

 

 

 

☘️

 

 

 

 

Miray Ateş

Acının ve acımasızlığın kadını, işte o bendim. Yani bir zamanlar beni böyle nitelendirmişlerdi. Tek yaptığım birini öldüresiye dövüp ölmediği için de onu bir binanın içinde üç gün aç ve susuz bırakmamdı. Bunun üstüne de ölmeyince onu silahla öldürmek zorunda kalmıştım. Alnının tam ortasından tek bir kurşunla...

 

Tüm bunları yaptığım için bir süre ülkenin gündeminden düşmemiştim. Tam tutuklanacakken de bunu benim yapmadığımı düşünüp beni serbest bırakmışlardı. Tabii ki böyle düşünülmesinde benim de bir katkım vardı ama çok küçük, her neyse ülkenin avukatları, savcıları ve birçok mertebesi yüksek kişiler bu olaydan benim suçlu çıkmam için ellerinden geleni yapmışlardı ama nafileydi.

 

Tüm bunların karşısında kapı gibi duran ben, bir kolyeye karşı gelememiştim ve bunun sonucunu da şimdi misliyle ödeyecektim.

 

Ben Miray Ateş, bir diğer adıyla acımasız kadın, verdiği sözleri yapmak için elinden ne geliyorsa yapan o kadın, bu sefer çok yanlış bir yerde o sözün kurbanı olmuştum.

 

Kocaman, gösterişli bir binanın tam önünde duruyordum. Savaşımın başlayacağı o noktada YK şirketinin önünde Yağız Karahanlı yine egoistliğini bir şekilde göstermeyi becermişti. Şirketinin ismi kendi isminin baş harflerinden oluşuyordu, Y ve K 'den, bir kolye uğruna kabul ettiğim küçük gibi görünen ama hayatıma mal olabilecek bir anlaşma.

 

Zorla geldiğim bu yere belki ileride isteyerek girecektim ama dediğim gibi belki...

 

Küçük esintiler saçlarımın birbirine karışmasına sebep oluyordu. 'Artık diyordu' rüzgar, 'dur ve bekle, dinlen, zamanı var' doğa insanlara hep bir mesaj verir. Bazen rüzgarıyla fısıldar, bazense fırtınasıyla susturur. Benim doğaya olan bağlılığım da işte bu yüzden, bana sürekli doğruyu gösterdiği için. Tüm bunlar belki benim iç sesimin bana bir oyunuydu ama ben bunu düşünmeyi değil, diğerine inanmayı seçiyordum.

 

Şimdi ise dinlenmemi ve sakin kalmamı söylüyordu ve bende öyle yapacaktım. Çünkü ona inanıyordum.

 

Adımlarım ilk kez titrekti ve ilk kez yere sağlam basmıyordu. İçimde hala o sert kadın vardı ama nedendir bilinmez o kadın içimde sessiz kalmayı seçiyordu. İlk defa...

 

Burada durmanın artık bana bir faydası yoktu. Çünkü ben bir kez kabul etmiştim artık, bir daha da dönüşü yoktu. İlk işim değildi ama sanki ilk gibiydi. Kaç kişi birkaç gün önce kendisini esir tutan adamın yanında işe başlıyordu ki?

 

Birkaç adım atarak otomatik kapıdan geçtim ve dönüp etrafıma baktığımda çoğu insanın bir koşuşturma içinde olduğunu fark ettim. Hepsinin amacı da birisine yaranmaktı. Patronlarına, yani Yağız Karahanlı'ya, benim meydan okuduğum o adama

 

Bana buraya 10.00'da gelmemi söylemişti ve özellikle sıfırların üzerinde durmuştu. Sanki ben çok dakiğim dermiş gibi, bilmiyordu ki karşısındaki kadın dakikliğin kitabını yazmıştı. Kolumdaki saate baktığımda saat 9.59 geçiyordu. İşte dakiklik tam olarak buydu.

 

''Merhaba'' kulağımın dibinden gelen ses ve hemen sonra gelen nefes sesinin ardından arkamdaki kişiden bir adım uzaklaşıp arkama döndüğümde tam karşımda onu gördüm. Yağız Karahanlı'yı yine siyahlar içindeydi ve yine o kırmızı mendili cebindeydi. Değişen tek şey yüzündeki gülümsemeydi.

 

Bu sefer gülümsemesinin ardında alay yoktu, kibir yoktu. Sadece ve sadece saf bir mutluluk vardı. O gerçekten, içten bir şekilde gülümsüyordu. Tuhaftı.

 

Elleri ceplerinde keyifle bana bakıyordu. Bense iki elim havada yumruk yapmış ve her an tetikte bekliyordum. Burada bana bir şey yapamayacağını biliyordum ama yine de reflekslerime engel olamıyordum.

 

Ben ona sertçe bakarken bakışları bileklerime kaydı. Bileğimdeki izlere, onları kapatma fırsatım olmamıştı. Bakışlarını bileklerimden çekmesi için ellerimi yavaşça indirdim ve üstümdeki ceketi kenarlarından çekip düzelttim ve tepkisiz bir ifadeyle ona bakmaya devam ettim.

 

Bakışları daha sonra üstümdeki eşyalara kaydı. Simsiyah giyinmiştim aynı onun gibi, sanki cenazeye gider gibi, siyah bir ceket içinde siyah boğazlı kazak ve siyah bol kumaş pantolon ve tabii ki yoncalı kolyem tüm kombinim bundan ibaretti. Sadece siyahlık, bakışları bir süre kolyemde oyalandı ama üzerinde çok durmadı.

 

Beni baştan aşağı süzdükten sonra bakışları ilk önce dudağımın kenarına daha sonra da kaşıma kaydı. Hafif bir makyaj yaptığım için yaralarımı da fondötenle kapatmıştım.

 

Yağız beklemediğim bir anda iki elini yana açarak ''şirketime hoş geldin Miray Ateş'' dediğinde gülümsemesi büyüdü.

 

Etraftaki insanların çoğunun bize baktığının farkındaydım ama onlara aldırış etmeden ''hoşu beşi boş verelim ve gidelim nereye gidiyorsak'' dediğimde gülümsemesi büyüdü ve ellerini yavaşça indirirken bir elini indirmeden karnına koydu ve hafifçe eğilerek ''hay hay, siz nasıl isterseniz Miray Hanım'' diyerek bir nevi bana boyun eğdi. Ya da cehenneme gidişimi hızlandırmıştı.

 

Eliyle asansörü işaret ettiğinde başımla o tarafa baktım ve oraya gitmek için ilk önce turnikelerden geçmemiz gerektiğini fark ettim. Şunları her gördüğümde hep üstünden atlamak istemişimdir. Umarım bir gün yapma fırsatını bulabilirim.

 

''Hadi neden duruyorsun yoksa ilk günden vaz mı geçiyorsun?'' Ona gözlerimi devirip önden ilerlediğimde girişteki tek ses topuklu ayakkabılarımın sesi gibiydi. Herkes bir anda sessizleşmişti. Nedensiz, ya da bir nedeni vardı. Yağız Karahanlı'nın burada oluşu, diğer adıyla patronlarının.

 

Turnikelerin yanında durduğumuzda Yağız turnikenin yanında duran güvenlik görevlisine beni işaret ederek ''meslektaşına merhaba de'' dediğinde turnikenin yanındaki uzun boylu, üniformasının üstünde güvenlik görevlisi yazılı ve şapkalı adam gülümseyerek bana başını salladı.

 

Aynı gülümsemeyle ona başımı salladığımda yanağımın hemen yanında Yağız'ın işaret parmağını gördüm. Kaşlarımı çatarak bir parmağına bir de ona baktığımda o ise görevliye bakarak parmağını yüzümün etrafında bir yuvarlak oluşturarak hareket ettirdiğinde ''bu yüze iyi bak, artık unutmayacaksın, hanımefendi burada işe başlıyor ve ona bir kart çıkarman gerekecek'' dediğinde görevli bana daha dikkatli baktı.

 

Görevlini bakışlarından kurtulmak için Yağız'a bakarak ''artık gidebilir miyiz?'' Dediğimde Yağız biraz önceki gibi ''hay hay'' dedi ve görevliye kolay gelsin dedikten sonra en köşedeki turnikeye yöneldi ve kartını cebinden çıkarıp mini ekrana okutup diğer tarafa geçti.

 

Arkasını dönüp gülümseyerek bana baktığında alayla benim nasıl geçeceğimi düşünüyormuş gibi yaptı. Ona gözlerimi devirdiğimde güldüğünde ''tamam hadi bugünlük bendensin'' diyerek kartını okutmaya kalktı. Ona izin vermeyerek ''istemez'' dedim ve çantamı koluma geçirip ayağımdaki topukluları umursamadan turnikenin üstünden atladım.

 

Yağız'ın, hatta etraftaki insanların bana şaşkınlıkla baktığının farkındaydım ama ben yine hep bildiğim şeyi yaptım ve onları umursamadım.

 

Üstümdeki ceketi tekrar düzelttikten sonra Yağız elindeki kartla öylece kalırken onun şaşkın bakışlarını görmezden gelerek ''neyi bekliyoruz, hadi gidelim'' dedim ve asansörlerin olduğu tarafa doğru ilerledim.

 

Arkamdan ağzı açık bir şekilde baktığını biliyordum ama durup da onun kendisine gelmesini bekleyemezdim. Bir zahmet kendine de kendi başına gelsin.

 

Asansörün karşısında durduğumda düğmeye bastım ve üstümü başımı tekrar düzelterek asansörü beklemeye başladım.

 

Yağız'ın olduğu tarafa bakmamaya çalışsam da bu benim için çok zor olmuştu. Uzun bir süre sesinin çıkmadığında ise tam ona bakmak için dönecektim ki onun yanıma geldiğini fark edip ona bakmaktan vazgeçtim.

 

Biraz öne olduğu gibi kulağıma doğru eğildi ve ''çok dik başlısın, dikkat et tacını düşürmesinler'' dediği anda yüzümde alaylı bir gülümsem oluştu ve yüzünü görmek için geriye bir adım giderek uzaktan ona baktım.

 

''Şu ana kadar düşürebilen çıkmadı. Yani düşürmeye çalışanlarında ya elleri gitti. Ya da kelleleri'' dediğimde Yağız kaşlarını kaldırdı ve ağzından vay be der gibi bir ıslık çıktı. Tam o sıra asansör geldi ve konuşmamız bölündü. Kapı açıldığında içinden birkaç kişi inerek Yağız'a selam verdi.

 

Ben Yağız'ı beklemeden asansöre bindiğimde Yağız da arkamdan asansöre bindi ve 8. tuşa basıp cevabını da vermeyi ihmal etmedi.

 

''Yoksa bu bir cinayet itirafı mı?'' diye sorduğunda anlamıştım o günkü beni taklit ediyordu. Benim sorduğum soruları verdiğim yanıtları taklit ediyordu. Onun kendince oynadığı bu oyuna bende dahil oluyordum. Hem de başrol olarak.

 

Asansörün kapısı kapandığında ve hareket etmeye başladığında alttan alttan ona bakarak ben de o günkü onu taklit ederek

 

''Değil ama sen nasıl anlamak istiyorsan öyle anla'' dedim ve dik bir konuma geçerek bakışlarımı kapıya sabitledim.

 

Gülümsediğini hissedebiliyordum ama dönüp ona bakamıyordum. Çünkü acımasızlığımın kaybolmasından korkuyordum.

 

Sessizliğimizi bölen asansörün 8. kata geldiğini bildirmesi olmuştu. Kapı açıldığında ise kapının hemen yanında bizi bekleyen benimle aynı boyda olan siyah saçlı, saçlarını sımsıkı tepeden bağlayıp topuz yapmış ve düz pembe elbiseli kadınla göz göze geldim.

 

O beni gördüğü anda biraz şaşırmıştı ama şaşkınlığını perdeleyen şeyse beni gördüğünden dolayı çok hoşnut olmayışıydı. Yani en azından bu benim fikrimdi.

 

Asansörden yine ilk ben çıktığımda kapıdaki kadının karşısında durdum ve Yağız'ın da asansörden inmesini bekledim. Yağız asansörden indikten sonra ikimizin de yanında yani tam ortamızda durup, kadına eliyle beni gösterdi ve ifadesiz bir şekilde

 

''Miray Ateş'' dedi ve kadının gözünün içine bakarak ''yeni sekreterim'' diye de ekledi ve bana dönüp gülümseyerek ''Öykü Cansel'' dedi ve onu işaret etti.

 

Bakışlarım ondan kayıp Öykü'ye döndüğünde elimi öne uzatarak ''memnun oldum'' dedim elimi tutmasını bekledim.

 

O ise elimi görmezden gelip direkt olarak bakışlarını Yağız'a çevirdi.

 

''Bu ne demek oluyor, senin zaten bir sekreterin var'' dediğinde Yağız onu hemen düzelterek ''vardı, artık yok'' dedi ve Öykü'nün şaşkın bakışları nedeniyle devam etmek zorunda kaldı.

 

''Hollanda'ya gideceğini ve işten ayrılmak istediğini söyledi. Ben de izin verdim'' dediğinde Öykü daha çok şaşırmıştı.

 

''Bunu bana söyleyebilirdin. Yoldan birini bulup bu benim sekreterim diye getirmene gerek yoktu'' dediğinde Öykü'nün sanki ben burada değilmişim gibi benim hakkımda konuşması beni sinirlendirmişti. Gözlerimi kısarak Öykü'ye baktım ve ben tam ona cevap vereceğim sırada Yağız sert bir sesle ''Öykü!'' Dediği anda Öykü'ye doğru bir adım atarak onu susturdum. Alayla ona bakarak

 

''Karşındakine dikkat et tatlım, ne söylediğine ve ağzından ne çıktığına dikkat et, yoksa o yoldan geçen kişi sen olursun'' dediğim anda Öykü'nün yüzündeki şaşkınlık benim yüzümdeki gülümsemenin artmasına sebep olmuştu. Öykü bu şaşkınlıktan hemen sıyrıldı ve aramızda kalan kısa mesafeyi de kapatıp kısık bir sesle

 

''Asıl sen dikkat et tatlım, karşındaki kişinin kim olduğunu tam olarak bilmiyorsun'' dediğinde kısa süreli bir kahkaha attım ve Öykü'nün simsiyah gözlerinin içine bakarak

 

''Emin ol sen de karşında kimin olduğunu bilmiyorsun'' dedim ve gülümseyerek ''henüz'' diye de ekledim.

 

Yağız'ın yanımızda olmasını umursamadan ''ben düşman edinmekten korkmam, aksine bundan keyif alırım. Çünkü gerçek yüzümü sadece ve sadece düşmanlarıma gösteririm'' dedikten sonra Öykü'nün bakışlarında tutmak için sarf ettiği korkusuz ifadeye bakıp tekrardan gülümsedim.

 

''Ve sana bir sır vereyim mi?'' Diye sordum ve cevap vermesini beklemeden kısık bir sesle

 

''Sanırım hepsi toprağın altında kaldı, canlı ya da cansız'' dediğimde Öykü artık bakışlarını kontrol edemiyordu. Çünkü artık korkusuzluğu değil korkunun ta kendisini taşıyordu.

 

Savaş çanları asıl şimdi çalıyordu ve bu savaş bir sürü kişinin canına mal olacak gibiydi.

 

 

 

 

 

⚔️

 

Loading...
0%