Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm: Kabulleniş

@f.kubrat

 

 

⚔️

 

 

 

Miray Ateş

 

Başımın neden bu kadar çok döndüğünü bilmiyordum. Adımlarımdaki düzensizlik artık sinirlerimi bozmaya başlamıştı ama adımlarımı da kontrol edemiyordum. Aynı kalbimin atış hızı gibi,

 

Üstümden bir tren geçmiş gibi hissediyordum. Böyle olmaması gerekiyordu. Bu, bu kadar ağır olmamalıydı.

 

Yağız'ın şirketine geldiğimde önümü bile doğru düzgün göremiyordum. Her yer bulanıktı. En son güvenliğin benim için turnikeyi açtığını hatırlıyordum ve daha sonra asansöre ilerleyişimi, asansöre binince Yağız'ın yaptığı gibi sekizinci kata bastığımı ondan sonra da asansörün içindeki kollara tutunarak ayakta kalmaya çalıştığımı hatırlıyordum. Tüm bunları hatırlıyordum ama her şey silik silikti.

 

Tam hatırladığım tek şey Yağız'ın adımı seslenişi olmuştu.

 

Şimdi neredeydim, bilmiyordum. Gözlerimi açamıyordum, kendimde o gücü bulamıyordum. Ne yani ben şimdi güçsüz müydüm, hayır bu olamazdı. Ben Miray Ateştim ve ben güçsüz kalamazdım. Özellikle de Yağız Karahanlı'nın karşısında...

 

Her yer karanlıktı. Hiçbir şey göremiyordum. Başım önüme eğikti ama kaldırmaya mecalim yoktu. Ben gerçekten güçsüz birisine dönüşmüştüm. Peki ya benim gücümü kim çalmıştı?

 

Başımı kaldırdığımda gözlerimi zar zor aralayabilmiştim. Görüntü netlendiğin de görebildiğim tek şey odaya sızan ışıktı. Yine aynı odadaydım. Her şeyin başladığı, Yağız'ın beni hapsettiği o odaya geri gelmiştim. Peki ama neden?

 

En son şirkette bayılmıştım, buraya nasıl ve neden gelmiştim. Adım sesleri ve bir kahkaha sesi odayı doldurduğunda başımı çevirmek istedim ama olmadı. Oraya bakamadım, dönemedim.

 

Yine bir sandalyedeydim, ellerim yine bağlıydı ama bu sefer boynumda da bir ip vardı. Bunun anlamı ya ölecektim, ya ölecektim.

 

Birisi karşıma dikildiğinde kahkaha sesleri kesildi. Onun yerine çığlık sesleri gelmeye başladı. Kim, neden bu kadar çok bağırıyordu?

 

Bakışlarımı karşımda duran kişiye çevirmeye çalıştığımda başımı kaldırmakta zorlanmıştım. Boynumdaki ip ona bakmamı engelliyordu, her hareketimde...

 

Boynumdaki ipe rağmen başımı kaldırdığımda onunla karşılaştım. Yağız Karahanlı'yla...

 

Buzdan gözleri karanlıkta bana yol göstermek istiyor gibiydi. Üstünde yine siyah takımı vardı ama bu sefer kırmızı mendili yoktu. Bakışları öyle yumuşak öyle merhamet doluydu ki onun gerçek Yağız olup olmadığını anlamam bile uzun sürmüştü. Oydu, bu karşımda gördüğüm kişi Yağız Karahanlı'ydı. En saf haliyle...

 

''Neden...'' dediğinde gülümseyerek ona bakıyordum. Boynumdaki ipe rağmen,

 

''Neden kendine bunu yaptın?'' Diye sorduğunda gülümsemem yüzümde asılı kalmıştı.

 

Kaşlarımı çatarak ''ne yapmışım ki?'' Sorusuna soruyla cevap vermem onu güldürürken ben hala daha neden bahsettiğini anlamaya çalışıyordum.

 

Gülümsedi, aynı şirketteki gibi, sadece bana gülümsediği gibi...

 

''Neden kendine acımıyorsun?'' Sorusu afallamama sebep olmuştu ama bu kısa sürmüştü.

 

Alayla güldüğümde ''benim bu dünyada acımayacağım tek insan aynadaki yansımam'' dediğimde kaşları havalanmıştı.

 

Dudaklarını büzerek bana baktığında onun bir şey demesini beklemeden

 

''Beni neden bağladın?'' Bugün her şey soru üzerindendi. Nedenini ise bilmiyordum.

 

Bakışlarına şaşkınlık oturduğunda bana doğru yaklaştı ve bakışlarımızı birbirine sabitledi.

 

''Miray'' dediğinde sesi bana acıyor gibiydi. Başımı yavaşça salladığımda eliyle çenemi kavradı ve

 

''Sen, şu an bağlı değilsin'' dediğinde bu sefer şaşırma sırası bendeydi. Çenemi elinden kurtararak ellerime ve ayaklarıma baktım. Bağlıydım, yanlış görmüyordum. Ellerim ve ayaklarım bağlıydı.

 

Başımı kaldırıp bakışlarımı Yağız'a diktiğimde ''Yağız ben bağlıyım, görmüyor musun, ellerim kollarım bağlı benim, çöz beni'' dediğimde Yağız hiç beklemediğim bir cevap verdi.

 

''O ipleri sen bağladın Miray, onlar senin ruhundaki ipler onları ben çözemem, onları yalnızca sen çözebilirsin'' dedi ve bakışlarını bakışlarımdan hiç ayırmadan

 

''Ben sadece senin kalbindeki ipleri çözebilirim ama o zaman da ben var olamam, aramızdaki tek bağı da yok edemem'' dediğinde son kez yüzüme baktı ve arkasına hiç bakmadan gitti. O giderken onunla beraber çığlık sesleri de gitmişti.

 

Benim ise tek yaptığım şey onun arkasından bağırmak oldu.

 

''Yağız, geri gel, bırakma beni burada, çöz şu ipleri, Yağız'' haykırışlarımın ardından tek hatırladığım elimde hissettiğim baskıydı.

 

 

 

 

☘️

 

Bir ses vardı, yağmur sesi gibi ama tam da yağmur değildi. Bir şeyin damlama sesi, bir şey doluyordu. Kolumda bir acı vardı, anlamlandıramadığım. Bir ağırlık vardı üstümde, hiç bilmediğim türden, sanırım bazı şeyler ağır gelmişti bana,

 

Gözlerimi zar zor açtığımda ilk gördüğüm şey beyaz bir tavan olmuştu. Daha sonra görüş açıma bir hemşire girmişti. Beyaz önlüklü bir hemşire, hemşirenin yüzünü tam net göremiyordum, bulanıktı. Yüzünü göremesem de ne yaptığını görebiliyordum. Sağ yanımda duran serumumu kontrol ediyordu.

 

Bakışlarımı hemşireden ayırıp dışarıya baktığımda gecenin karanlığıyla karşılaştım. Hava ne ara kararmıştı, bence asıl soru benim ne zamandır burada oluşumdu ve tabii en önemlisi Yağız'ın nerede olduğuydu.

 

Odanın içine baktığımda onu görememiştim. Odanın içinde tek görebildiğim birkaç koltuk ve bir pencereydi. Bir de şu hemşire, hemşireye tekrar dönüp baktığımda onun da bana baktığını gördüm ve onun kim olduğunu anlamamla şaşırmam bir oldu.

 

Şaşırarak ''Eda'' dediğimde sesim çatallı çıkmıştı. Eda gülümseyerek ''Miray'' dedi ve yatağımın kenarına oturup bana baktı.

 

Eda benim polis olduğum zamanlarda tanıştığım bir arkadaşımdı. Tanışma hadisemiz ne kadar çetrefilli olsa da arkadaşlığımız güzel ilerliyordu.

 

Onunla bir çatışmada şarapnel parçasının omzuma isabet etmesinin ardından hastaneye gitmemle tanışmıştık. Parçayı çıkarmak ve yarayı kapatmak için elinden ne geliyorsa, hatta daha fazlasını yapmıştı. Daha sonrasında ise ben ona bir minnet karşılığında hediye ve çiçek göndermiştim. İşte her şey böyle başlamıştı.

 

Anılar gözümün önünden geçerken bir yandan da şaşkınlıkla ona bakıyordum. En sonunda şaşkınlığımı gizlemeden ''senin burada ne işin var?'' Diye sorduğumda duraksadı ve

 

''Bence bu soruyu benim sana sormam lazım" dediğinde yatakta duran elimi aldı ve sıkı sıkıya tuttu.

 

"Ben sana ded-" bana yine bildiğim şeyleri söyleyeceğini bildiğim için onun sözünü kestim ve

 

"Eda ben buraya nasıl geldim?" Diye bir soru yönelttiğimde Eda bir anda afalladı ve donuk gözlerle bana bakmaya başladı.

 

Derinden bir of çektiğinde ağzının içinde bir şeyler geveledi.

 

Sustu ve benim konuyu çevirmeme tepki olarak beni öldürecekmiş gibi baktı.

 

Onun bakışlarını es geçtiğimde onu umursamadığımı anlayıp tekrardan bir of çekti. İsyan eder gibi "ne yapacağım ben seninle, inan bilmiyorum" dediğinde gülerek pencereden dışarıya baktım.

 

"Seni buraya bir adam getirdi" dediğinde bakışlarımı hızla ona çevirdim ve devam etmesini bekledim.

 

"Neydi adı, Y ile başlıyordu" dediğinde düşünceli bakışlarını bana diktiğinde hiç beklemeden yüksek sesle

"Yağız" dediğimde devamını da iç sesim getirmişti. Karahanlı, beni buraya o getirmişti. Sırf iki saate geleceğim dediğim için bir harap şirkete gitmiştim. Onu o an tam net görememiştim ama sesini duymuştum. Adımı kısıkta olsa söyleyişini de...

 

Eda yüzüme şaşkınlıkla bakarken bense onun konuşmasını, bir şeyler söylemesini bekliyordum.

 

Eda sonunda şaşkınlığını üstünden attığında konuşmaya başladı.

 

''Bu adam kim bilmiyorum ama...'' dedi ve benim bir şey söylememi bekledi. Ona hiçbir şey söylemedim, tek yaptığım şey gözlerimi kaçırmak oldu. Devam edeceğini anladığımda ise bakışlarımı tekrardan ona çevirdim.

 

''Sen buraya geldiğinden bu yana burada seni bekledi'' dediğinde yutkundum ve yine hiçbir şey söylemeden onun devam etmesini bekledim.

 

''Senin durumun hakkında bilgi almaya çalıştı'' dediğinde hiç beklemeden

 

''Peki ona ne söyledin, yani durumum hakkında'' dediğimde Eda gözlerini devirdi ve

 

''Tabii ki de gerçeği söylemedim. Tiplerine bakınca bir güven alamadım, bir de seni tehlikeye atmak istemedim. Ben de onu geçiştirmek için tansiyonu düşmüş dedim ama bence o buna pek inanmadı'' dediğinde gülerek

 

''Ne sandın karşındaki Yağız Karahanlı'' dediğimde o bunu anlayamadı. Çünkü o gerçekten Yağız Karahanlı'nın kim olduğunu bilmiyordu. O bir hemşireydi ve onun bu tarz insanlarla pek fazla işi olmuyordu. Yani ben dışında...

 

Eda ne dediğimi anlama zahmetinde bile bulunmadı. Çünkü biliyordu beni anlamak hep güçtü. Zaten ben de kendimi pek anlatmazdım.

 

Eda bir anda elini elimin üstünden çektiğinde ona baktım ve ellerini koyacak bir yer bulamadığını fark ettim. Onun bu halini biliyordum. Şu an beni azarlamamak için kendini zor tutuyordu.

 

Derinden bir of çektim ve dayanamayarak ''tamam azarla beni'' dediğimde zafer kazanmış gibi güldü ve hemen sonrasında da sert bir ifadeye geçerek

 

''Ben sana dedim bu yaptığımız şey senin bünye-'' dediği anda sözünü kestim ve sert bir ifadeyle

 

''Bu benim görevim, benim bunu yapmam gerekiyor. İster bünyem kaldırsın ister kaldırmasın umurumda değil ama ben bu görevi yapacağım'' dediğimde Eda neye uğradığını şaşırmıştı.

 

Tam bir şey söylemek için dudağını aralamıştı ki onu susturarak ''bu kadar yeter'' dedim ve öfkeli bakışlarımı pencereden dışarıya çevirdim.

 

Eda benim sinirlenmemi önemsemeden ''son bir şey daha'' dediğinde oflayarak ona döndüm ve tepkisiz bir şekilde ona baktım.

 

''Bu adam kim?'' Sorusuna karşılık olarak ne söyleyebilirdim, bilmiyordum. Ya beni kaçıran manyak ve ruh hastası birisi, ya da sadece ve sadece patronum diyecektim. İkincisini söylemek içimden gelmiyordu ama diğerini söylemeye de dilim varmıyordu.

 

Boğazımı temizledim ve ''patronum'' demekle yetindim.

 

Eda güldüğünde ise şaşkınlıkla ona baktım. Merak sırası bendeydi, eminim ki bunun altında bomboş bir şey çıkacaktı. Eda kesinlikle beni merak ettirmek için böyle yapmıştı. Kesin.

 

''Neden güldün?'' dediğimde yüzündeki gülümsemeyi silmeden bana cevap verdi.

 

''Yani ne bileyim komik geldi'' dediğinde ise gözlerimi devirdim ve sesime hakim olmadan

 

''Ben de nedenini soruyorum ya Eda!'' Eda benim bu sinirime karşılık daha fazla güldü.

 

Bu nasıl hemşire ya, insanları iyileştireceğine verem ediyor, ben şu an kesin verem oldum mesela...

 

Eda sonunda gülmesini durdurduğunda ''yani benim patronlarım ben hasta olunca beni hiç akşama kadar beklemedi. Ha bir de ben uyurken hiçbir patronumun adını sayıklamadım ve hiçbir patronum ben uyurken elimi tutmadı'' dediğinde şaşkınlıkla ona bakakaldım.

 

Dudaklarımın arasından ''ne?'' Diye bir soru yöneldiğinde Eda tekrardan gülmeye başladı.

 

Ne, Miray bunlar doğru mu, tüm bunlar olurken ben neredeydim? Aşk olsun insan bir haber verir.

 

Ben Eda'nın söylediklerini idrak etmeye çalışırken bir yandan da iç sesimle uğraşıyordum. İç sesin mi var derdin var...

 

Bunlar yaşanırken ben bile ortada yoktum ki...

 

Eda bir şey söylemeden önce oturduğu yerden kalktı ve serumumu son kez kontrol ettikten sonra benim şaşkın halime bakarak

 

''Herkese böyle koca, ay pardon dilim sürçtü patron lazım'' dediğinde ters ters ona baktım. O ise bakışlarımı umursamadan kahkaha atmaya başladı.

 

Dişlerimi sıkarak uyarıcı bir tonda ''Eda'' dediğimde Eda daha fazla güldü.

 

Eda gülmesinin arasından ''düğün ne zaman?'' Diye sorduğunda yattığım yerde doğruldum. Bunu yapmam onun adımlarının kapıya doğru yönelmesine sebep oldu.

 

En sonunda zorlanarak arkamdaki yastığı aldığımda Eda'nın eli kapının kolunu buldu. Kapıyı açmadan önce ''neyse ben düğün için elbise seçmeye gideyim bari'' dediğinde kapıyı açtı ve o tam çıkacakken ben var gücümle yastığı ona doğru fırlattım ama o bundan kıl payı kurtuldu.

 

Kapı yastıktan dolayı aralık kaldığında Eda'nın yüksek sesini duyabiliyordum. Kapıda her kim varsa ona ''hastamız gayet iyi, kendine geldi. Hatta ve hatta yastık fırlatmaya bile başladı. Dikkat edin derim'' dediğinde güldüğünü duyabiliyordum.

 

Ona oturduğum yerden güldüm ve ne söyleyeceğini duyabilmek için sessiz kaldım.

 

''Onu görebilirsiniz. Serumu bittikten sonra da gidebilirsiniz. Geçmiş olsun'' Eda'nın onu görebilirsiniz demesinin ardından arkamda kalan yastığa yaslandım ve içeriye birisinin gelmesini bekledim.

 

Kapı aralandığında Yağız kapının aralığından kafasını çıkardı ve gülümseyerek bana baktı.

 

Onu ilk defa öyle gördüm. Saçları dağılmış, bakışları yorgundu ama o tüm bunlara rağmen bana hala gülümseyebiliyordu.

 

Yağız kapıyı araladığında tam bir adım atacaktı ki yerde hemen önünde duran yastığı görünce durdu. Yerdeki yastığa bakıp tekrardan gülümsedi ve eğilip yerden yastığı aldı ve doğruldu.

 

''Hemşireye yastık fırlatabildiğine göre kendine gelmiş olmalısın'' dediğinde güldü ve bir elinde yastıkla beraber yanıma geldi ve tepemde dikilmeye başladı.

 

Onu tam görebilmek için doğrulacağım sırada Yağız hemen elini sırtıma koydu ve beni destekleyerek doğrultu. Aynı hızla elindeki yastığı da arkama koyduktan sonra biraz önceki gibi tepemde dikilmeye devam etti.

 

''Hadi bizimkileri geçtim de hemşirelerden ne istiyorsun?'' Dediğinde saçlarını eliyle düzeltti ve benim bir tepki vermemi bekledi.

 

Ona hiçbir tepki vermediğimde tekrardan gülümsedi ve konuşmasına devam etti.

 

''Nasılsın peki, canın çok yanıyor mu?'' Bakışlarıyla kolumu işaret ettiğinde koluma bakmak yerine onun dağınık saçlarına bakıyordum. Aynı benim aklım gibi dağınıktı saçları, aynı benim hayatım gibi karma karışıktı buzdan gözleri. Zıtlıklar vardı yüzünde, aynı benim gibi soğuktu teni, aynı benim gibi...

 

Yağız Karahanlı aynı benim gibiydi ama aramızda bir fark vardı. Amacımız. Bizi bu uğurda ayıran tek şey amacımızdı.

 

Sessizliğimin fazla uzun sürdüğünü fark ettim ve oturduğum yerde doğrularak

 

''Ben hep iyiyim Yağız Karahanlı, düşmanlarımı güldürmeyi pek sevmem, yani demem o ki bu gülüşlerin çok uzun sürmeyecek'' bu cümlem bir tehdit değildi sadece ve sadece küçük bir uyarıydı. Beni hafife almaması için bir uyarı.

Güçsüz kaldığımı düşünmemesi için küçük bir hatırlatma da diyebiliriz.

 

Yüzündeki gülümseme büyüdüğünde kollarını göğsünde birleştirdi ve

 

''Sen gerçekten iyisin, baya kendine gelmişsin'' dediğinde yatağın hemen yanındaki koltuğa oturdu ve beni izlemeye başladı.

 

Başımı yavaşça ona doğru çevirdiğimde bakışlarımız kesiştiğinde gözlerim onun buzdan gözlerinde asılı kaldı. Sanki soğuk bir rüzgar esti, oturduğum yerde ürperdim ama bunu ona belli etmedim.

 

O bakışlarını benden ayırmazken ona doğru bakarak ''neden öyle bakıyorsun?'' Diye sordum. Çenesini eline yasladı ve kollarını bir çocuk gibi kaldırıp indirdi.

 

Bir iç çekti ve ''öylesine'' dedi.

 

Güldüğümde bakışlarımı ondan ayırdım ve karşımdaki duvara diktim. Bunu yaparak onun beni izlemesine izin vermiştim. Beni izlemesine ve bu yüzü asla unutmamasını sağlıyordum. Duvardaki bakışlarım derinleştiğinde ve odanın içi sessizliğe hakim olduğunda Yağız oturduğu yerden kalktı.

 

Bakışlarımı duvardan ayırmadım. Ta ki yatağa yanıma oturana kadar, yanıma oturduğunda bakışlarımı ona çevirmek zorunda kaldım.

 

Kaşlarımı çatarak ona baktığımda anlamsız bir şekilde gülümsedi, onun gülmesi benim kaşlarımı daha fazla çatmama sebep olmuştu.

 

Onu azarlamak için dudaklarımı araladığımda bunu görmezden gelerek gözlerimizi birbirine kenetledi ve ''Miray'' dedi.

 

İlk defa soyadımı söylemedi ve ilk defa yanına hanım eklemedi. Sadece ve sadece Miray dedi.

 

Yağız'ın adımı söylemesinin üstünden bir süre geçtikten sonra boğazımdan ''hı'' diye bir ses çıktı.

 

Yağız yine güldü. Neden bu kadar çok gülüyordu, bilmiyordum ama bence bunun altından da bir şey çıkacaktı.

 

Başını önüne eğdi ve bir süre kenarda duran elimi inceledi. Birden hareketlendiğinde hızla elimi çektim ve karnımın üstüne koydum.

 

O ise neden böyle yaptığımı anlamaya çalışır gibi bana baktı.

 

Ne kadar aptalsın, adam sadece oturduğu yerde doğrulmak istedi. Sen de hemen elini tutacak sandın. Aptal, t ile...

 

Yağız bu yaptığımı önemsemeden konuşmasına devam etti.

 

''Miray'' dedi tekrardan ve ona bakmamı bekledi.

 

Bakışlarımı elimden kaldırıp Yağız'a çevirdiğimde Yağız derin bir nefes aldı ve

 

''Sana bir şey soraca-'' demesine kalmadan kapı açıldı ve içeriye neşeli bir sesle İdil girdi.

 

''Selam, bizim küçük hastamız uyanmış mı, aman da aman'' İdil'in bir anda odaya girmesiyle Yağız'ın oflayarak yerinden kalkması bir oldu.

 

İdil hızla yanıma geldi ve beklemediğim bir anda beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Bunu ondan beklemediğim için iki dudağımın arasından acıyla karışık bir inilti çıktı.

 

Ben ne olduğunu anlamadan bir güç tarafından İdil'den ayrıldım. İdil "n-ne oluyor?" Derken Yağız birden İdil'i azarlamaya başladı.

 

''Sen ne yaptığını sanıyorsun, kızın canını acıttın'' Yağız'ın yüksek çıkan sesine karşılık İdil ve ben de şaşkınlıkla ona bakıyorduk.

 

İdil bakışlarını bir bana bir de Yağız'a çevirdiğinde kendini tutamayarak ''sakin ol Yağız, bak Miray'ın bir şeyi yok'' dediğinde beni işaret ediyordu.

 

Yağız başını iki yana salladı ve sinirle dişlerinin arasından ''Miray değil, Miray Hanım'' dediğinde İdil tam bir şey söyleyecekti ki onlara burada olduğumu hatırlatarak

 

''Ona bana böyle hitap etmesini ben söyledim'' dediğimde Yağız şaşkınlıkla bana baktı ve altta kalmayıp

 

''Ama...'' dediğinde sesimi keskin tutmaya çalışarak onu tekrardan susturdum.

 

''Burada Miray ben olduğuma göre'' dediğim anda Yağız mağlubiyetini kabul edip gözlerimin içine baktı ve ''peki tamam sen nasıl istersen'' dedi ve geriye benim sağ tarafımdaki koltuğa doğru ilerleyip oturdu.

 

İdil, Yağız'ın arkasından şaşkınlıkla bakarken sanki Yağız burada değilmiş gibi güldüm ve yüksek sesle ''İdil'' dedim ve kollarımı açarak bana sarılmasını bekledim.

 

İdil bir bana bir de Yağız'a bakarken, Yağız ona değil bana bakıyordu.

 

Sesimi tatlı çıkarmaya çalışarak

"İdil" dedim tekrardan ve onun bana bakmasını bekledim.

 

İdil bakışlarını zar zor bana çevirdiğinde şaşkınlıkla bana baktı ve hemen ardından yüzündeki ifadeyi değiştirip gülümsedi ve hareketlenip kollarını tekrardan bana doladı.

 

Bu geçiş onu zorlamıştı ama o yine de buna ayak uydurabilmişti. Ama Yine de İdil'in içinde bir yerlerde bir şaşkınlığın kaldığına emindim.

 

İdil'e sıkı sıkıya sarıldığımda kolumun acısını umursamadım. İdil'le ayrıldığımızda direkt olarak Yağız'a baktım ama o bana değil pencereden dışarıya bakıyordu.

 

Bir an İdil'e baktığımda onun düşünceli bakışlarıyla karşılaştım. Bakışları bana değil Yağız'aydı. Ben de İdil gibi bakışlarımı Yağız'a doğrulttum ve onu bir kez daha ve bir kez daha inceledim.

 

Aynıydı aslında, siyah takımı ve o hiç çıkarmadığı kırmızı mendili, tek farkı dağınık saçlarıydı ama bu dağınıklık bile onun yakışıklılığının önüne geçemiyordu. Gözlerini göremiyordum. Buzdan gözlerini...

 

Gözlerinde bir krallık var gibiydi. Buzdan bir krallık ve buzdan bir kralı olan uzak diyarlarda bulunan bir yer gibiydi. Şu an göremiyor olmamı şanssızlığıma bağlasam da görmekte bazen acı verebiliyordu.

 

Yağız her zamanki yakışıklılığını bir şekilde gösteriyordu. Koltuğun kolunda öyle bir oturuyordu ki sanki mankendi ve bir poz veriyor gibiydi. Bir insanın oturuşu bile... Her neyse

 

Yağız'ı baştan aşağıya süzdüğümde tek merak ettiğim ne hissettiği ve ne düşündüğüydü.

 

''İkiniz de bana bakmayı kesin artık'' Yağız'ın ufak tonlu uyarısının ardından İdil'le aynı anda birbirimize baktık.

 

Ben şaşkınlıkla İdil'e bakarken İdil'de aynı şaşkınlıkla bana bakıyordu.

 

Çocuğu gözünüzle yediniz.

 

Bakışlarımı İdil'den çekip Yağız'a çevirdiğim de gülerek bana baktığını gördüm. Bilerek yapmıştı. Sırf bizim bu halimizi görebilmek için

 

Yağız'ın gülüşünü görmemek için tekrardan İdil'e baktığımda İdil'in Yağız'a öldürür gibi baktığını gördüm. Onun bakışlarına güldüğüm sırada İdil sert bakışlarını bana doğrulttuğunda onun sert bakışlarına karşı gülmemi bir anda kestim.

 

İdil bakışlarını benden çekmezken masum görünmeye çalışarak ''ama ben masumum, ben sadece küçük bir hastayım'' dedim ve kolumdaki serumu işaret ettim.

 

İdil bunu yeni hatırlıyormuş gibi bana baktı ve bakışlarını yumuşatıp Yağız'ı görmezden gelerek yanıma oturdu ve

 

''Sen nasıl bir şeysin kız, ilk günden bir sürü olay yarattın" dediğinde güldü ve devam etti.

 

"Doktor ne dedi, neden bayılmışsın?" Sorusuyla beraber yüzüm tekrardan eski halini aldı. Sert ve ruhsuz...

 

Benim cevap vermeme kalmadan Yağız kinayeli bir sesle "tansiyonu düşmüş" dedi ve sustu.

 

Belli ki Eda'nın yalanına inanmamıştı.

 

İdil bakışlarını benden ayırmazken sesimi olabildiğince yumuşak tutmaya çalışarak "nazar, bunlar hep nazardan" dedim ve küçük bir kahkaha attım.

Kesin o kenafirin gözü değdi.

Kesin.

 

İdil istemese de gülmek zorunda kalmıştı. Yağız hala daha dışarıya bakıyordu ama kulağı da bizdeydi.

 

İdil'in konuşmasını beklerken Yağız birden ayağa kalktı ve İdil'e bakarak ''bizi arabada bekle'' dediğinde başımı şaşkınlıkla İdil'e çevirdim. O da aynı yüz ifadesiyle Yağız'a bakıyordu.

 

Bizim yalnız kalmamız demek Yağız'ın beni sorguya çekmesi demekti. Ondan korkmuyordum ama şu an ne yalan söyleyeceğimi de bilmiyordum.

 

Yağız ellerini arkasında birleştirdi ve İdil'e gitmesi için küçük, ufak ufak bakışlar attı. İdil istemeye istemeye oturduğu yerden kalktı ve bana kısa bir bakış atarak kısık bir sesle ''sonra görüşürüz'' dedi ve hemen sonra da odadan çıktı.

 

İdil kapıdan çıkar çıkmaz Yağız derin bir nefes verdi ve buzdan gözlerini bana değdirmeden yatağa oturdu.

 

Miray bakalım bundan nasıl kurtulacaksın, açıkçası bu seferki yalanını ben de çok merak ediyorum. Teşekkürler...

 

İnan onu ben de çok merak ediyorum iç ses.

 

Yağız yatağa oturduğu anda istemsizce gerildim ve yatakta tekrardan doğrulma ihtiyacı hissettim.

 

Ben doğrulurken Yağız'ın bıyık altından güldüğünü gördüm. Bayılıyordu beni böyle görmeye, ruh hastası.

 

Yağız'ın sessiz kalışının üstüne dayanamadım ve ''n-ne oldu?'' Diye sordum. Ne oluyordu böyle, sesim neden titriyordu, ben bir polistim ve benim bu durumlara alışık olmam gerekiyordu.

 

Yağız başını kaldırdı ve buzdan gözlerini görmemi sağladı. Göz göze geldiğimizde bakışları çok derindi. Sanki bakışlarımın arkasındaki o yere ulaşmak için büyük bir çaba sarf ediyor gibiydi. Ne bulmak istiyordu, bilmiyordum ama benim hedefim ona hiçbir şey buldurmamaktı.

 

Boğazını temizledi ve derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.

 

''Şimdi...'' dediğinde son harfi uzatmıştı.

 

Bakışlarımı ondan ayırmazken kalp atışlarıma engel olamıyordum. Olduğundan iki veya üç kat daha hızlı atıyordu.

 

''Sana iki seçenek sunacağım. Bunlardan birisini seçmen gerekiyor'' nefesimi titrek aldığımda kendime gelmek için çabaladım ve bu sefer vücudumu değil ruhumu doğrulttum.

 

Başımı kaldırdım ve ''seçenekleri alalım'' dediğimde tekrardan güldü ve dudağını ısırdı.

 

''Birinci seçenek, ya şu an bana neden ortadan kaybolduğunu ve nereye gittiğini açıklarsın'' dediğinde sertçe yutkundum ve kısık bir sesle ''ikinci seçenek?'' Sorumun üstüne Yağız tekrardan güldü ve

 

''Ya da sen şu an benim evime gelmeyi kabul edersin ve ben de senin nereye gittiğini bir daha sormam'' dediğinde aradığım seçeneği bulmuştum ama tek sıkıntı onun evine gitmemdi ama diğer seçeneği de gözden geçirince en mantıklısı bu oluyordu. Kimseyi durduk yere tehlikeye atamazdım.

 

Şu an burada normal yaşantıdaki Miray olsa bu iki seçeneği de reddederdi ama karşımdaki kişi Yağız Karahanlı olduğu ve bu işin peşini bırakmayacağını bildiğim için iki seçenekten birisini seçmem gerekiyordu.

 

Cevabım belliydi ama doğru mu yapıyordum? İşte bundan emin değildim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra hızla gözlerimi açtım ve Yağız'ın buzdan gözleriyle tekrardan karşılaştım.

 

Zorlukla yutkunduğumda ''seninle geleceğim'' dedim ve onun yüzüne bakmadan başımı önüme eğdim. Bu seçenek birincisinden daha kötü ama diğer yandan da herkes için daha iyiydi.

 

Peki senin iyiliğin Miray, onu ne yapacağız?

Onu boş ver iç ses, onu boş ver...

 

''Süper'' Yağız'ın neşeli sesini duymamla başımı eğdiğim yerden kaldırmam bir oldu. Kaşlarımı çatarak ona baktığımda yüzündeki gülümseme bir anda soldu ve düz bir ifadeyle bana bakmaya başladı.

 

Ona nasıl bakmıştım bilmiyordum ama yüz ifadesini değiştirecek kadar kötü baktığıma emindim.

 

Yağız birden ellerini bacaklarına koyup kalktığında ''serumumuz da bittiğine göre artık gidebiliriz'' cümlesinin üstüne başımı hemen sağımda duran seruma çevirdiğimde bittiğini fark ettim.

 

Kolumdaki bandı çıkarmak için hareketlendiğimde Yağız bir anda ''DUR'' diye bağırdı.

 

Gözlerimi kocaman açarak ona baktığımda ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

 

Ne bağırıyon be? Ödümüz koptu, manyak.

 

Yağız eliyle beklememi işaret etti ve yatağa oturarak yavaşça yatağın üstündeki kolumu alıp kucağına koydu.

 

Sol eli kolumu tutarken sağ elini kolumun üstünde ve bandın üstünde gezdiriyordu. Oda sıcaktı ama Yağız'ın elleri buz gibiydi. Acaba gerçekten güneş bile onun üstünde durmaya korkuyor olabilir miydi?

 

Ben hala şaşkın şaşkın Yağız'a bakarken o sanki çok ciddi bir iş yapıyormuş gibi kolumdaki bandı çıkarmaya çalışıyordu. Bir kez banda dokunup üç kez üflüyordu. Bana kalsa şimdi onu söküp atmıştım ama işte bana kalmıyordu.

 

En sonunda dayanamayıp ''sertçe çek işte şunu'' dedim ve bunu dememle Yağız'ın sert bakışlarına maruz kalmam bir oldu. Bana öyle ters bakıyordu ki sanki öldürecekmiş gibi, alt tarafı sert çek demiştim.

 

Bakışlarını benden çektiğinde ve bandı yavaşça çıkarmaya çalıştığında ''bu yüzden sana durmanı söyledim'' dedi ve tekrardan koluma yaklaşıp üfledi.

 

Maşallah Oflu Hoca gibi tuttu mu üfürmeden bırakmıyor.

 

''İnsan kendine acımaz'' dedi sanki ben bunu hiç bilmiyormuşum gibi...

Ona hiçbir cevap vermedim. Sadece kolumdaki eline baktım.

 

O dikkatini tekrardan kolumdaki banda çevirdiğinde bandı kolumdan yavaşça çıkardıktan sonra kazağın kolunu da aynı yavaşlıkta indirdi. Hiç beklemeden yanındaki koltukta bulunan ceketimi aldığında pür dikkat onu izliyordum.

 

Bakışlarımız kesiştiğinde elindeki ceketi göstererek giydirmek için bakışlarıyla benden izin istedi. Onu başımla onaylayarak izin verdikten sonra beni olabildiğince yavaş bir şekilde doğrultup ilk önce sağ kolumu dikkatli bir şekilde kaldırdı, sonra da sol kolumu kaldırdı ve ceketi giydirdi.

 

Bana ağır bir hastaymışım gibi davranması ne kadar hoşuma gitmese de ona bunu söylemedim. Nedenini ise bilmiyordum.

 

''Susmakta bir seçenektir. En azından doğruları gösterir'' dedi ve üstümdeki ince örtüyü çekip kenara koydu.

 

Susmak istemiyordum ama doğrular karşısında verilecek en iyi cevap tabii ki susmaktı. Yağız'ı da haklı çıkarmak istemiyorum ama bu işin aslı böyleydi. İnsan gerçekten kendine acımazdı.

 

Gözümle ayakkabılarımı aradığım sırada Yağız birden eğildi ve bir kolunu bacaklarımın altından diğer kolunu da belime doladığında çok fazla güç uygulamadan beni havaya kaldırdı ve beni kendisine yasladı. Ben bir anda kendimi Yağız'ın kucağında bulmanın şokunu yaşarken Yağız bana gülümsüyordu.

 

Yağız'ın beni bir anda kucağına almasıyla bir anlık refleksle bir elimle Yağız'ın omzunu tuttum. Diğeri ise tutunacak bir yer bulmayınca Yağız'ın göğsünde asılı kaldı. Hem de tam kalbinin üstünde

 

Elimin altında bir can, bir kalp vardı. Yağız Karahanlı'nın kalbi, çok yakındı. Kalp atışlarını avcumun içinde hissediyordum. Yağız'ın bakışları bir an göğsündeki elime kaydı ama orada çok tutmak istemedi. Hemen sonra bakışlarımızı birleşirdi.

 

Yağız'a yaslı bir şekilde dururken şaşkınlıkla ona bakıyordum, o ise bana. Yüzüyle yüzüm arasında bir karışlık mesafe kalmışken ilk kez ona bu kadar yakından baktığımı fark ettim. Buzdan gözleri ilk defa bana böyle bakıyordu. Arkasındaki krallıkta bir sırrın olduğunu bana gösterir gibi.

 

Donuk bakışlarımla ona bakarken iki dudağımın arasından sadece ''ne yapıyorsun?'' Sorusu çıkmıştı. Ama bu soru öyle kısıktı ki söyleyip söylemediğimi bile anlayamadım. Ta ki o bana cevap verene dek

 

''Sana yardım ediyorum işte''

 

Hadi canım biz başka bir şey anlamıştık zaten...

 

''Ya sen yürürken yine bir anda bayılırsan ve bu sefer ben de yetişemezsem ve sen kafanı yere vurup hafıza kaybı geçirirsen. İşte o zaman ben gerçekten seninle uğraşmak zorunda kalırım'' o bu cümleyi kurarken benim ağzım şaşkınlıktan ikiye ayrılmıştı.

 

Kendi kendine bir senaryo yazıp kendisi oynamıştı. Ruh hastası.

 

Şaşkınlıktan ayrık olan ağzımı kapatıp kendime geldim ve Yağız'ın buzdan gözlerine bakarak

 

"İndir beni, o kadar da değil" dediğimde sesim yüksek çıkmıştı. Yağız gülerek bana bakarken bense onun beni bırakması için hamleler yapıyordum ama o hepsini boşa çıkarıyordu.

 

Gözlerimin içine bakarak ''kendini boşuna yorma benden kurtulamayacaksın'' dediğinde gözlerimi kocaman açarak ona baktım.

 

Ona daha fazla yaklaşarak ''sen bir manyaksın'' dedim ve ondan uzaklaşarak ''hemşire'' diye bağırdım. Bir ses çıkmayınca tekrardan bağırdım.

 

''Hemşire, alın şu adamı benim başımdan'' dediğimde Eda'nın gelmemesini umdum. Eğer o gelirse ve beni Yağız'ın kucağında bu halde görürse dilinden asla düşmezdim. Eda beni bu halde görürse düğünüme eşya almaya değil çocuğuma kıyafet seçmeye bile giderdi.

 

Benim böyle bağırmam Yağız'ın kahkaha atmasına sebep olmuştu. Kahkahasının arasından bana yaklaşarak

 

''Şu an seni ben istemeden kimse kucağımdan alamaz. Benden kaçışın yok'' dediğinde gözlerimi kıstım ve kınayarak ona baktım.

 

Sanırım şu an sana namusumsun demek istedi.

 

Abart.

 

''Tam bir küstahsın ayrıca çok da patavatsızsın'' dediğimde gülüşü daha da büyüdü.

 

Omzundaki elimi çektim ve işaret parmağımı ona doğrultarak ''beni hemen şu anda ind-'' dememe kalmadan Yağız beklemediğim bir anda olduğu yerde hareketlendi. Bunu yapması benim dengemin sarsılmasına ve benim ona daha çok yapışmama sebep oldu.

 

Bir elim tekrardan Yağız'ın omzuna tutunurken diğer elim bir milim bile kıpırdamamıştı, hala daha Yağız'ın kalbinin üstünde duruyordu. Yağız beni dinlemeyip adımlarını kapıya yönelttiğinde başım onun omzuna yaslıydı. Yüzünü göremiyordum, zaten görmekte istemiyordum.

 

Kapıyı açarken kısık bir sesle ''heh işte böyle uslu kız ol'' dediğini duydum.

 

Onun görmeyeceğini bile bile ona göz devirdikten sonra onun duyabileceği yükseklikte ''ben şuradan bir ineyim göstereceğim sana uslu kızı'' dediğimde Yağız'ın güldüğünü hissettim.

 

Başımı olduğu yerden kaldırmadan sessizce odadan daha sonra da hastaneden çıkmamızı bekledim.

 

Hastaneden çıkmadan önce tek düşündüğüm şey Eda'nın bizi görmemiş olmasıydı. Kapıdan çıktığımız anda yüzüme ve ayaklarıma temiz hava çarptı. Yağız ayakkabılarımı giymeme fırsat vermediği için ayaklarım çıplak kalmıştı. Hava soğuk değildi ama yine de nedensiz bir şekilde ürpermiştim.

 

Yağız hiç durmadan ilerlediğinde karanlığın ortasında arabanın farlarını yakmış sürücü koltuğunda bizi bekleyen Arda'yı gördüm.

 

Arda bizi görünce oturduğu yerde doğruldu ve şaşkın gözlerle bize doğru baktı. Arda'yı öyle görmemle gülmem bir oldu. Yağız'ı görebilmek için başımı kaldırdığımda Yağız tepkisiz bir şekilde arabaya bakıyordu.

 

Ona baktığımı fark ettiği anda adımları durdu ve başını yavaşça bana çevirip gülümsedi. Yüzüyle yüzüm arasındaki mesafe gerilmeme sebep olmuştu. Başımı biraz geriye çekip ona baktım ve o konuşmadan hemen önce ben konuşmaya başladım.

 

''Sana beni indirmen gerektiğini söylemiştim. Bak şimdi insanlar sana nasıl bakıyor. Adın çıkacak bak görürsün'' dedim ve alayla güldüm.

 

O da aynı benim gibi güldü ve

 

''Çıkacaksa adım seninle çıksın'' dediği anda gülümsemem yüzümde asılı kaldı.

 

O ise aynı gülümsemeyle bana bakıyordu.

Hayır Miray, şu an ona yenilemezsin, kendine gel, bilerek yapıyor.

 

Haklısın bilerek yapıyor.

 

Yolun ortasında dikilmiş bir Yağız Karahanlı ve onun kucağında ona bakan bir ben, biliyordum benimle oyun oynuyordu. Çünkü o oyun oynamayı çok severdi. Hele de benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamayı daha çok severdi.

 

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra tekrardan açtım ve gözlerimi onun buzdan gözlerine diktim. Sanki ötesini görebilecekmişim gibi

 

Sesimi sert tutmaya çalışarak ''emin ol bunu hiç istemezsin, çünkü benimle adın ya bir kağıtta yan yana yazılıdır, ya da bir haber kanalında, kağıtta yazılıysa şanslısın ama bir haber kanalındaysa o zaman sen ölmüşsün demektir'' Yağız bu söylediklerime gülerken gözlerini gözlerimden hiç ayırmadan

 

''Ne yani bu bir cinayet itirafı mı?'' Diye sorduğunda konu klasik konuşmamıza gidiyordu. Bunu durduransa Arda olmuştu.

 

''Patron'' dediği anda Yağız'la aynı anda yanımızda duran Arda'ya baktık. Yüzünde hala o şaşkın ifade vardı. Onun buraya ne ara geldiğini anlayamasam da bunun üstüne çok düşünmedim.

 

Arda bir bana bir de Yağız'a bakarken Yağız tok bir sesle ''kapıyı aç'' dedi ve Arda'nın bir şey söylemesine kalmadan arabaya doğru ilerledi. Arda Yağız'ın arkasından koşarak geldi ve arabanın kapısını açtı.

 

Kapı açılır açılmaz içeride koltuklardan birine oturmuş olan İdil'le göz göze geldim. İdil de aynı şaşkın yüz ifadesiyle bize bakmaya başladı. Yağız onu görünce derinden bir of çekti ve onun şaşkın bakışlarını görmezden gelerek yavaşça arabanın içine doğru eğildi ve beni yavaşça koltuğa oturttu.

 

Kolumu onun omzundan çekerken göz göze geldik ve Yağız'ın o anlamsız bakışlarıyla karşılaştım. İlk defa onun böyle bir bakışına denk gelmiştim. Altında ne vardı bilmiyordum ama acıya ve üzüntüye dayalı bir şey gibiydi.

 

Yağız'ın bakışları çıplak ayaklarıma kaydığı anda ağzının içinde bir küfür yuvarladı ve çok geçmeden benden uzaklaştı. Yağız'ın beni oturttuğu yerde doğrulurken tam karşımda duran İdil'le tekrardan göz göze geldim. Bu sefer bakışlarında şaşkınlık yoktu. Bir ima vardı, aynı Eda'nın bakışlarındaki ima gibi...

 

Onun ima dolu bakışlarını görmezden gelerek tekrardan Yağız'a baktım. O ise Arda'ya bir şeyler söylüyordu. Ben sadece ''ayakkabıları odada unutmuşum, koş onları getir'' dediğini duydum ve kısa bir süre sonra da ''8 numaralı odada'' diye de ekledi.

 

Ne sekizmiş arkadaş?

 

Sanırım iç ses bu sekiz bizim peşimizi bırakmayacak,

 

Arda'nın koşar adımlarla hastaneye gitmesinin ardından Yağız arabanın kapısından bana baktı ve gülümser gibi yapıp arabaya bindi. Benim yanıma oturmadan önce de kapıyı kapatmayı ihmal etmedi. Yağız yanıma oturur oturmaz İdil'in ima dolu bakışlarından kurtulmak için işaret parmağımı solumda duran Yağız'a tutarak ''şu kankana söyle beni rahat bıraksın'' dediğimde arabanın içini İdil'in kahkahası doldurdu.

 

Yağızsa benim onu İdil'e şikayet etmeme şaşırmış gibiydi. İdil kahkahasının ardından derin bir nefes alarak

 

''Hasta, ay pardon tansiyonu düşmüş kişileri kucağında taşımak pek de huyu değildir ama ben yine de söylerim'' dediğinde İdil kahkaha atmaya devam ederken ben gözlerimi kocaman açarak İdil'e baktım.

 

Yağız'ınsa yanımda bir of çektiğini duydum. Yağız daha fazla dayanamadı ve

 

''İdil ya sen kendiliğinden susarsın ya da ben seni arabadan aşağıya atarım seç'' dediğinde İdil son bir kez kahkaha attı ve daha sonra da sustu.

 

Yağız'a bakmamaya çalışıyordum, hayır utandığım için değil sadece İdil fazla ileri gitmişti.

 

Arabanın kapısının aralanmasıyla görüş açıma ilk Arda daha sonra da Arda'nın elindeki siyah ayakkabılarım girdi. Arda ayakkabılarımı bana uzattığında onları hızlıca elinden aldım ve gülümseyerek ''teşekkür ederim'' dediğimde Arda gülümseyerek başını salladı.

 

Arda son kez Yağız'a baktı ve kapıyı yavaşça kapatıp arabanın etrafından dolanarak sürücü koltuğuna geçti ve arabayı çalıştırdı.

 

Öne doğru eğildiğimde ben tam ayakkabılarımı giyerken Yağız bana doğru eğildi ve ''istersen sana yoldan çorap alalım üşürsün'' dedi.

 

Yağız bunu der demez ona gözlerimi devirdim ve ayakkabılarımı giydikten hemen sonra geriye yaslandım. Ona bakmaya çalışarak

 

''Yağız Karahanlı dışarıda kar yağmıyor, abartma'' dediğimde Yağız güldü. Büyük ihtimal ona verdiğim tepkiye gülüyordu. Ona bakmayı kesip başımı koltuğun başlığına yaslayarak tavanı izlemeye başladım.

 

Arda arabayı çalıştırdıktan bir süre sonra yorgun olmamama rağmen gözlerim kapandı ve bir anda kendimi uykunun kollarında buldum.

 

Tek hatırladığım Yağız'ın Arda'ya ''sakın ani fren yapma'' deyişiydi. Bir de İdil'e ''Ağzını açayım deme kız uyuyor, sus bari uykusunda senden kurtulsun'' dediğiydi. Tüm bunlar uykumun en hafif noktalarında duyduğum şeylerdi. Sonrasında ise birisinin beni kucağında taşıdığını hissettim ama gözlerimi açamadım. Sanırım o kişi yine Yağız'dı. Hatırladıklarım bunlarla sınırlıydı sonrası ise büyük bir karanlıktı.

 

 

 

☘️

 

Rüya yoktu, kabus yoktu, öylece uyumuştum. Kendimi ne kadar dinlenmiş hissetsem de gözlerimi açtığımda o yorgunluk üstüme tekrardan çökmüştü. Uykumun arasında birkaç kez uyanmıştım. O uyanışlarımdan birinde gözümü ilk açtığımda gözlerimi alan bir güneş vardı. Daha sonrasında da göz ucuyla nerede olduğuma bakmıştım.

 

Bir odadaydım. Baya lüks bir odada, kocaman yatağı olan koca koca dolaplı ve birkaç tane koltuğu olan bir odada, ilk uyandığımda burasının hastane odası olduğunu sanmıştım ama daha sonra burasının bir hastane olamayacağına karar vermiştim.

 

Etrafı inceledikten sonra yine uykuya dalmıştım. Sanırım Eda o serumun için başka bir şey koymuştu.

 

Eda bu yapar mı yapardı.

 

O uyanışımda odada yalnızca ben vardım. Şimdi ise odada ben gözlerimi açtığımda beni izleyen bir çift göz vardı.

 

Onu görmemle yattığım yerden hızla doğrulup yataktan aynı hızla inmem bir oldu. Yağız ne olduğunu anlayamaz bir şekilde ayağa kalktığında bana bakarken elini bana doğru uzatarak ''sakin ol benim Yağız'' dedi ve gülerek devam etti.

 

''Karahanlı'' dediğinde temkinli adımlarla bana doğru yaklaştı.

 

Elimi alnıma götürdüğümde uyku sersemi neler olduğunu hatırlamaya çalışıyordum. Evet ben hastanedeydim, Yağız beni evine getirmişti ve maalesef bu karşımdaki de Yağız'dı.

 

Yağız sakince beni kolumdan tutarken ben hala daha kendime gelmeye çalışıyordum.

 

Çok uyumak sana yaramadı Miray

 

Haklı olabilirsin.

 

Yağız kolumdan tuta tuta beni yatağa oturttuğunda hızla yanımda duran sehpadaki sürahiden bardağa su doldurdu ve bana vermek yerine kendisi bana içirdi.

 

Suyu içtikten sonra biraz da olsa kendime geldiğimde Yağız bir miktar suyu avcuna alıp oradan da benim yüzüme çarptı. Yüzümdeki su damlalarını eliyle silerken bense put gibi durmuş onun yaptıklarını izliyordum. Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar çok uyumuştum ve tabii bu da benim zaman kavramını yitirmeme sebep olmuştu.

 

Yağız önümde diz çökerek yüzüme doğru eğildi ve ''iyi misin?'' Diye sorduğunda yavaşça başımı salladım. Kendime gelmek için başımı iki yana salladıktan sonra ''ben çok fazla uyudum. Zaman kavramını yitirdim. Bir de seni bir anda karşımda görünce...'' dediğimde korktum dememek için sustum. O da sustu. Çünkü ben ona beni korkutamayacağını söylemiştim. Lafımı yiyemezdim.

 

Oturduğum yerden kalktım ve Yağız'ın bulunduğu yeri önemsemeden yatağın etrafında dolanıp pencerelere doğru ilerledim ve pencerelerden birini açıp karşısına geçtim ve tüm rüzgarın yüzüme çarpmasına izin verdim. Uzun bir süre öyle kaldım. Ta ki Yağız gelip camı örtene kadar

 

''Hasta olacaksın, bak yine başıma kalırsan bu sefer bakmam ona göre'' dediğinde güldüm. O benim kendime geldiğimi görünce aynı benim gibi güldü.

 

"Sen zaten alıştın başımda beklemeye bunu sorun edeceğini sanmam" dediğimde güldüm ve onu bir şey demesini bekledim ama o bunu duymamazlıktan geldi.

 

Hiçbir şey söylemeden beni baştan aşağı süzdüğünde iyi olduğumu görünce derinden bir oh çekti. O buzdan gözlerini benden ayırmazken ben onun gözlerine bakmamak için dışarıya bakıyordum. Beklemediğim bir anda ''özür dilerim'' dediğinde şaşkınlıkla ona döndüm ve kendimi tutamayarak ''NE!?'' Diye bağırdım.

 

Yağız benim bu bağırışıma daha çok güldü ve dağılmış saçlarını eliyle düzelterek ''seni kork- endişelendirdiğim için özür dilerim'' dedi. Kelimeyi yarıda kesmişti çünkü o da benim bu kelimeyi kullanmaktan kaçtığımı fark etmişti.

 

Ona bakarak gülümsediğimde ''sorun değil Yağız Karahanlı '' dedim ve gülümseyerek ona baktım. Belki de ilk defa ona bu kadar içten bir şekilde gülümsüyordum.

 

'' Benim şu'' dediğinde bakışlarımı tekrarda gözlerine çevirdim ve ne söyleyeceğini merakla bekledim.

 

''Benim şu soyadımı söylemeyi bıraksan da sadece adımı söylesen. Biliyorum soyadım çok güzel ama ben de senin ağzından sadece adımı duymak istiyorum, yani merak ediyorum'' dediğinden benden ne istediğini anlamam baya bir vaktimi almıştı. Anladığım da ise şaşkınlıktan olduğum yerde kalakalmıştım.

 

Sen ne dersin oğul, aşık diye yorumladım hocam.

 

Onun bu isteğine verecek bir cevap bulamadığım için hızla konuyu değiştirdim ve kendime zorda olsa gelerek işaret parmağımı ona doğrulttum ve

 

''Yüzüme çarptığın suyu unuttuğumu sanma bunu unutmayacağım, bunun intikamını alacağım'' dediğimde konuyu değiştirmeme bir şey demedi sadece ve sadece gülerek başını salladı ve devam etmeme izin verdi.

 

''Ve '' dediğimde parmağımı daha hızlı salladım.

 

''Bir kez daha beni kucağına almaya kalkma, bunu bir kez daha yaparsan sana acımam" dedim ve gülerek devam ettim.

 

"Aklını alırım senin haberin olsun'' dediğimde ondan hiç beklemediğim bir cevap aldım.

 

''Aldın zaten''

 

⚔️

 

İki ayrı hayat ve iki ayrı yaşam ama yine de bir yerde birleşen bir duygu, bunu henüz kimse dillendirmese de böyle bir şey var, ya gerçekte ya da kitaplarda...

 

O gün ilk defa Yağız ve Miray birbirlerine uzun uzun baktılar. İkisi de birbirlerine bakışlarının arkasındaki o perdeyi aralamak istermiş gibi baktı ama ikisi de o perdeyi aralayamadı.

 

Birbirlerinin sırlarını öğrenmek için ellerinden ne geliyorsa yaptılar ama olmadı. O noktaya ikisi de ulaşamadı. Belki bir gün ulaşırlardı...

 

O gün Yağız Karahanlı ilk defa birisinden özür diledi ama Miray bunun ilk olduğunu bilmiyordu. O gün o ikisi de birbirlerinin farkında olmadan kendi içlerinde bir şeyleri kabul ettiler ve bu kabulleniş belki de onların sonunu hazırlayacaktı.

 

O gün Yağız Karahanlı ve Miray Ateş birbirlerinden habersiz birbirlerine yenildiler...

Loading...
0%