@f.kubrat
|
⚔️
4 saat öncesi
Masa duran telefonumun çalmasıyla bilgisayardaki oyunu bırakıp telefonuma yöneldim. Ekranda yazan ismi görmemle yüzüme alaylı bir gülümseme oturdu. Oturduğum koltukta geriye doğru yaslandım ve rahat bir pozisyona geçerek isme tekrardan baktım.
Arayan Drake Boris'ti. Diğer adıyla Okan Ateş. Abim demekten hoşlanmıyorum ama maalesef abim. Onu daha fazla bekletmeyip çağrıyı yanıtladım ve kulağıma götürdüm.
''Maalesef ki hala hayatta olan kardeşinizle konuşuyorsunuz. Sizi dinliyorum Drake Boris'' yüzümde alaylı bir gülümseme olsa da sesim çok ciddiydi. O beni her aradığında ona bu cümleyi kuruyordum. O da her seferinde aynı tepkiyi veriyordu.
''Sana kaç kere söyleyeceğim bana Drake Boris deme diye, ben senin abinim kızım'' her seferinde sinirden kükreyerek kurduğu bu cümle beni yine güldürmüştü.
Koltukta doğruldum ve dirseğimi masaya koyarak
''Benim bir abim yok, siz beni başka biriyle karıştırıyorsunuz'' dediğim anda Drake hiç beklemeden aynı sinirle
''Bana soy ağacını çıkarttırma şimdi'' dedi ve öfkeyle nefesini verdi.
Biliyordum, onu sinir etmeyi ve onu bu hale getirmeyi en iyi ben biliyordum ve bundan en çok da ben zevk alıyordum.
Telefona gülümsediğimde o bunu görmedi ve bunu hiçbir zaman bilemedi. Sesim sertti çünkü, yüzümü göremiyordu.
''Benim bir abim vardı ve o öldü'' dediğimde yine beklemedi ve bağırarak
''Deli misin kızım sen, buradayım ya ben, bak ölmedim işte'' bu sefer benim de cevabım hazırdı. Onun bana bağırdığı gibi ben de ona bağırdım.
''İnsanlar sadece mezara girdikleri zaman ölmezler Drake Boris, insanlar bazen hayattayken de ölürler, insanlar bazen bazı insanları içlerinde de öldürebilirler ve benim için sen de o ölen insanlardansın''
Biliyordum ağır bir cümleydi ama hak edene her şey kabulümdü ve Drake Boris bunları sonuna kadar hak ediyordu.
O telefonun diğer ucunda kalakaldı, hiçbir şey söyleyemedi. Çünkü haklı olduğumu biliyordu.
Onun konuşmayacağını anladığımda boğazımı temizledim ve normal bir ses tonuyla ''ne istiyorsun?'' Diye sordum.
O başta sessiz kaldı. Bir süre sonra konuşmaya başladığında sesinde bir utanç var gibiydi.
''Seni esir almışlar'' dediği anda ne söylediğini anlamamla kahkaha atmam bir oldu.
''Ne yani sen bunu daha yeni mi öğrendin, nasıl mafyasın sen?'' Kahkaham odanın içini doldururken Drake Boris'in telefonun ucunda delirdiğini anlayabiliyordum.
Soruma cevap veremediğinde tekrardan güldüm ve
''Bana abilik taslayacağına ilk önce git de abilik nasıl yapılıyormuş bir öğren'' dediğimde Drake Boris yine sessiz kaldı.
Uzun süreli sessizliğin ardından ''seni Yağız Karahanlı kaçırtmış'' dedi ve devam etti. Öfkeden kudurduğunu sesinden anlayabiliyordum.
''Ne oldu da kaçırdı seni ve sen onun elinden nasıl kurtuldun?'' Sorusuna cevap vermek içimden gelmiyordu ama onu utancıyla baş başa bırakmanın da en kolay yolu buydu.
'' Onun kuyruğuna bastım hepsi bu, nasıl kurtulduğuma gelirsek ben Miray Ateş'im benim elinden kurtulamadığım bir mafya henüz var olmadı'' dediğimde tuhaf bir şekilde gülümsediğini hissetmiştim. Söylediği cümleyse beni şaşkına uğratmıştı.
''İşte benim kızım''
Çok kısa bir süre gülümsedim ama yine de kendimden ödün vermedim.
''Ne yani bunu mutlulukla mı karşılık vermem gerekiyordu. Bunlar bana işlemiyor Drake Boris, unuttun mu, ben kalpsiz bir kadınım'' sesim sertti, aynı ifadem gibi.
Sustu. En iyi bildiği şeyi yaptı, yine ve yeniden sustu.
Derin bir nefes alarak ''eğer beni gerçekten merak ediyorsan söyleyeyim. Oradan kurtuldum ve Yağız Karahanlı'nın şirketinde işe başladım ve en kötüsü de yaşıyorum ve seni duyabiliyorum''
Onun için en acı cümle buydu. Benim ölmeyi düşünmemden hep nefret ederdi ve bana bu yüzden hep kızardı.
''Sana kaç kere söyleyeceğim şu cümleyi kurma diye?!'' Bana öyle bir bağırmıştı ki telefonu kendimden uzaklaştırmak durumunda kalmıştım.
Onun bana bağırmasının üstüne dişlerimi sıktım ve aynı ses tonuyla ona karşılık verdim.
''Kendine gel Drake Boris, ikide bir bana bağırıp durma canımı sıkıyorsun. Yerini ve haddini bil'' dediğim anda o daha fazla sinirlendi ve sesini hiç alçaltmadan devam etti.
''Sen de bana ikide bir Drake Boris deme, sen benim kardeşimsin ben de senin abinim. Sen bana ister abi de ister deme ama abin olduğumu kabul etmek zorundasın, yerini ve haddini bilmesi gereken de sensin''
İşte öfkemin fitilini ateşleye o kelime 'zorundasın'. Sanırım bu kelimeyi sevmeme konusunda çok haklıydım. Benim bu kelimeyi sevmediğimi Drake Boris henüz bilmiyordu ama öğrenecekti.
''Çok ileri gidiyorsun Drake Boris, bana had öğretecek en son kişisin ve eğer bana bir kez daha bağırırsan sana istemeyeceğin şeyler yaşatırım. Kan bağı var demem. Gözüm dönerse seni bile tanıma-'' dememe kalmadan tekrardan bana bağırmaya başladı.
''Sen neyden bahsediyorsun be, sanki şimdiye kadar tanımış gibi'' cümlesi gülmeme sebep olsa da bu gülümseme olumlu anlamda değildi.
''Sana bana bağırmaman gerektiğini söylemiştim Drake Boris bundan sonrasına ben karışmıyorum'' dedim ve hiç beklemeden sert bir sesle devam ettim.
''İninden çıkmaya hazır ol çünkü bu sefer sana asla acımayacağım''
Telefonu kapatıp sertçe masaya koyduktan sonra elimi alnıma götürdüm ve yavaşça ovdum.
''Sanırım artık kendimi göstermemin zamanı geldi, hem de herkese''
Oturduğum yerde doğrulup hızla masada duran telefonu aldım ve rehberime girip aradığım ismin üstüne tıklayıp telefonu kulağıma götürdüm. Telefon bir iki çalışın ardından açıldığında karşıdaki kişi uykulu bir sesle ''efendim'' dedi ve benim konuşmamı bekledi.
Onun uykulu sesini duymamla gülümsedim ve
''Yeni uyanmış olamazsın Egemen'' Egemen sesimdeki alayı anlayamayacak kadar uykulu olduğu için buna cevap verme gereği duydu.
''Evet yeni uyandım Miray ne var bunda, ayrıca senin yüzünden uyandım. Bana bir günümü borçlusun bu yüzden bir gün izin alıyorum. Hatta o günü de bugün ilan ediyorum. Hadi görüşürüz'' dediğinde telefonu birden yüzüme kapattı.
Ben oturduğum yerde telefon kulağımda öylece kalırken ne olduğunu anlamakta güçlük çekmiştim. Uzun ve hızlı konuşup bir anda telefonu suratıma kapatmıştı.
Ay biz şok, bunu nasıl yaparsın Egemen?
Kendime gelip telefonu kulağımdan uzaklaştırdım ve tekrardan Egemen'i aradım. Telefon uzun uzun çaldı ama açan olmadı. Belli ki Egemen tatil yapma konusunda ısrarcıydı ama unuttuğu bir şey vardı, o da benim inadım.
O telefonu açmazken bense peş peşe onu arıyordum. Dördüncü arayışımın üstüne telefonu açtı ve öfkeli bir sesle
''Tamam uykumu kaçırdın ne söyleyeceksen söyle hadi'' dediğinde bir zafer kazanmışçasına gülümsedim ve heyecanla ''yaşasın'' diyerek hiç vakit kaybetmeden konuya girdim.
Ciddi bir ifadeyle ''hazırlan Drake Boris'i kaçırıyoruz'' dediğim anda Egemen telefonun diğer ucundan
''Oha'' diye bağırdı ve benim devam etmeme fırsat vermeden
''Kızım sen delirdin mi, dur bu yanlış bir soru oldu. Zaten delisin'' dedi ve bir süre ne söylemesi gerektiğini düşündü, bense arkadaşımın beni bu kadar iyi tanımasına gülüyordum. Egemen konuşmasına devam ettiğinde gülümsemem son buldu ve pür dikkat onu dinlemeye koyuldum.
''Drake seni aramış anlaşılan, belli ki ayarlarınla da oynamış, sana ne söyledi de sen onu kaçırmaya karar verdin?'' İşte aradığım soru buydu ve işte aradığım kişi de buydu. Bana kendimi anlattırmayacak birisi, en doğru kişinin o olduğunu her zaman biliyordum.
Gülümsediğimde gerçekten bu duygunun bana huzur verdiğine emindim. Anlaşılma duygusu beni bu dünyada mutlu eden tek şeydi. İşte Drake Boris bunu başaramamıştı.
Tam cevap vereceğim sırada Egemen aklına bir şey gelmiş gibi beni susturdu ve
'' Dur bir dakika, Drake sana ilk ne söyledi ya da ne sordu?'' Egemen'in bu sorusunun nedenini anlayamazken merakıma engel olmadım ve sorumu sordum.
''Bunu neden merak ediyorsun?'' Sorumun üstüne Egemen hiç beklemeden cevap verdi.
''Bunca zaman sonra sana ilk ne söylediğini merak ediyorum. Nereden baksan görüşmeyeli iki buçuk ay oluyor''
O kadar olmuş muydu, iki buçuk ay, altmış bir gün vay be...
''Miray orada mısın?'' Egemen'in sesini duymamla ağır düşüncemim altından kalktım ve ona cevap verdim.
''Buradayım'' dedim ve Egemen'in beklediği cevabı verdim.
''Ona Drake Boris dediğim için beni azarladı'' dediğimde Egemen hiç beklemeden
''Her zamanki gibi'' dedi ve devam etmemi bekledi. Güldüğümde hiçbir şey söylemeden devam ettim.
''Sonrasında şey sordu'' dedim ve Egemen'in biraz meraklanmasını bekleyerek devam etmedim.
O ise tabii ki yerinde duramayıp merakla ''ne sordu, söylesene kızım çatlatma adamı'' Egemen'in bu tavrına karşı gülerek
''Tamam tamam söylüyorum'' dedim ve sırf onu sinirlendirmek için sessiz kaldım. Ta ki o
''Miray!'' Diye bağırana dek
Adımı duymamla kahkaha atmam bir oldu. Egemen'in ise diğer taraftan güldüğünü duyabiliyordum.
Gülmemin ardından ciddi bir ifadeyle ''seni esir almışlar dedi. Sonra seni Yağız Karahanlı kaçırtmış dedi. Sorduğu ilk soru da ne yaptın da seni kaçırdı oldu'' Göremesem de Egemen'in telefonun diğer ucunda şekilden şekle girdiğini biliyordum.
''Şuna bak şuna, sonra gelip abilik taslar bir de, yürü kız kaçıralım şunu'' dediğinde yatakta hareketlendiği duydum. Ciddi ciddi kalkıyordu. Onu kaç kez aramama kalkmamıştı da Drake'in bu sözü için kalkıyordu.
''Ben adamlarımı toplayıp onun bulunduğu yerden alırım. Yerini biliyoruz zaten, peki sen ne yapacaksın?'' Sorusuyla beraber koltuktan kalktım ve küçük adımlarla pencerenin karşına geçip şirketin önündeki arabalara baktım.
''Sen Drake Boris'i kaçırmaya bak sonrasını ben hallederim. Sen sadece bana beni kaçıracak birkaç adam gönder yeter'' dediğimde Egemen dediğimi ikiletmeden ''tamam'' dedi ve gülerek ''kim bilir yine aklından ne geçiyor, ama ben sana güveniyorum. Ne yaparsan bilinçli yapıyorsundur'' dedi ve onunla bir süre daha konuştuktan sonra ona hazırlanması için fırsat verdim ve telefonu kapattım.
Egemen benim yakın arkadaşımdı. Beni tanıyan iyi bir arkadaş, Egemen'le üç aydır tanışıyorduk ama sanki daha da eskiden tanışıyor gibiydik. Onunla bir plan sonucu tanışmıştık. O bir mafyaydı. Evet doğru, Egemen bir mafyaydı ve o zamanında benim diğer mafyaları tutuklamama yardım etmişti.
Ben de onu o çatışmadan sağ çıkarmıştım ve Egemen o gün o çatışmadan sağ çıkacağına hiç mi hiç inanmıyordu. Ta ki ben onu oradan sağ çıkarana dek.
Onu o çatışmadan öyle bir sağ çıkarmıştım ki o bir süre yaşadığından bile şüphe etmişti. Hatta onu oradan çıkarırken benim Eda'yla tanışmama vesile olan o kurşunu da orada yemiştim. Bir kurşun ve bir savaş bana iki yeni arkadaş kazandırmıştı.
Egemen mafyaydı, Eda ise bir hemşire, birisi bir yaranın açılmasına, diğeriyse o yaranın kapanmasını sağlıyordu. Aynı benim gibi...
Gelelim planımıza, planımın işlemesi için benim ilk önce bu şirketten çıkmam gerekiyordu. Bu plan hem Drake Boris'e gününü gösterecek hem de Yağız Karahanlı'nın beni, gerçekteki beni tanımasını sağlayacaktı.
Belki de her şey bir planla son bulacak ya da bir planla her şey ortaya çıkacaktı.
☘️
İdil'in Yağız'la konuşmamızı bölmesinin üstüne verdiği haber benim işime gelmişti. Aradığım çözüm yolu ayağıma gelmişti. İşte biz buna iyi olacak hastanın doktor ayağına gelir diyoruz.
İnşaata varmadan önce bulunduğum konumu Egemen'in benim için hazırladığı adamlardan birine gönderdim. Plan basitti. İdil inşaata girecekti, ben de daraldığımı söyleyip dışarıda kalacaktım ama ben kaçırılırken İdil'in de bu sahneyi görmesi gerekiyordu ki Yağız'a kaçırıldığım haberini iletebilsin.
Plan bu kadardı ve benim bu planın işleyip işlememe konusunda en ufak bir şüphem bile yoktu. Çünkü benim yaptığım planlar asla ama asla bozulmazdı.
Dediğim gibi de oldu ben İdil'in gözü önünde kaçırıldım. Adamlar beni apar topar arabaya aldılar ve inandırıcılığı olsun diye boynuma iğne saplayarak benim bayıltıldığım düşüncesini verdiler.
Planın bu kısmı bu kadardı ama asıl her şey bundan sonra başlıyordu. Şimdi sıra Drake Boris'i ve Yağız Karahanlı'yı karşı karşıya getirmekteydi. İki ezeli düşman, aralarında ne vardı bilmiyordum, zaten Drake Boris ve Yağız Karahanlı'nın içinde bulunduğu bir konu benim ilgimi çekmiyordu. Bu konu hakkında tek bildiğim birbirlerinden nefret ettikleriydi.
''Patron''
İşte bu benim buradaki adımdı. Yağız Karahanlı'ya söylendiğinde gülmeme sebep olan o kelime bana söylendiğinde sanki bambaşka bir şeymiş gibi geliyor. Çünkü bu bence acımasızlık barındırıyordu ve bu Yağız Karahanlı'da değil ben de vardı.
''Planın nedir?'' Adamlardan birisinin bana sorduğu bu soruyla aklımdaki bütün planı ona anlattım.
Sonrasında ne mi oldu, ben Drake'in tutulduğu o yere gittim ve Egemen'le buluştum. Egemen'in bana anlattığına göre onlar Drake'i kaçırmaya gittiklerinde Drake eşyalarını topluyormuş. Demek ki benim küçük çaplı tehdidimi ciddiye almıştı.
İyi bari bizi söylediklerimizi yapabilecek kadar tanımış.
Egemen'le konuştuktan sonra Yağız onu görmesin diye onu önden yolladım ve o gittikten hemen sonra üstümü değiştirdim. Üstüme deri ceket deri pantolon giyip altına da siyah deri topuklu bir çizme giydim ve saçlarımı iki yana açıp asıl olan Miray Ateş'e dönüştüm.
İşte gerçek Miray buydu. Yağız Karahanlı'nın tanışması gereken Miray, onun masum sandığı Miray Ateş aslında hiçte masum değildi. Asıl Miray Ateş kandan beslenen birisiydi. Bu Miray Ateş'in onun tanıdığı Miray olmadığını şimdi görecekti.
Kapının çalınmasıyla dışarıdaki kişiye gelmesi için komut verdim ve içeriye girmesini bekledim.
''Patron geldiler''
İşte bu cümleden sonra bütün taşlar yerinden oynayacaktı.
☘️
Şimdi
O iki ezeli mafyanın arasında duruyordum. Bir yanımda Drake Boris, diğer yanımdaysa Yağız Karahanlı
Hangisinden daha çok nefret ettiğime karar veremiyordum. Yağız Karahanlı mı, Drake Boris mi? Sanırım hemen hemen aynılardı. Tek bir fark vardı. O da Yağız Karahanlı'da olan ama Drake Boris'te zerre bulunmayana o şey, merhamet...
Yağız'ın merhameti, Drake'in acımasızlığı tüm bunlar birleşince de ikisinin de kıyameti yani ben ortaya çıkıyordum.
Drake'i yok sayarak Yağız'ın tam karşısında durdum ve sağ elimi öne doğru uzatarak ''tanışalım, ben Miray Ateş, senin o tanıdığın kişiden çok farklı olan o kişiyim'' dediğimde Yağız bir bana bir de ona doğru uzattığım elime baktı.
O sessizliğini bozmazken Drake sırf Yağız duysun diye arkamdan ''ayrıca benim de kardeşim olur'' dediği anda kahkaha atarak ona doğru döndüm ve alayla yüzüne baktım.
Drake bana içten bir şekilde gülümserken ben ona küçümser ve alaycı bir ifadeyle gülümsüyordum.
Ellerimi arkamda birleştirip Drake Boris'in etrafına dolandığımda odanın içinde sadece ayağımdaki topukluların sesi duyuluyordu.
''Aramızdaki tek bağlantının kan bağımız olduğunu bilecek kadar iyi, buna inanacak kadar aptalsın Drake Boris'' bu cümleyi söylerken Drake Boris kısmını söylerken bu kısım tamda Drake'in yüzüne denk getirmiştim.
Onun tam karşısında durduğumda işaret parmağımı ona doğru sallayarak ''bana bir kez daha kardeşim dersen seni kaçırmakla kalmam haberin olsun'' dediğimde alayla güldüm ve dikkatlice Drake baktım.
Sarı saçları ilk defa dağınıktı. Ve uzun zaman sonra saçlarını ilk defa sarıya boyamıştı. Drake aslında kumraldı ama saç rengini değiştirmeyi severdi ve en çok sevdiği renkte kırmızıydı. Hem adının anlamı hem de boynunun kenarındaki ve sol kolundaki ejderha dövmesinden dolayıydı. Drake'in anlamı ejderhaydı. Boris ise savaşçıydı. Bu ismi kendine bulmak için çok uğraşmıştı. Karanlık dünyadaki adı da buydu. Savaşçı Ejderha.
Yüzündeki yara izi hala aynıydı, sol yanağını ortalayan bir kesikti bu, ne kadar karizmatik dursa da bir o kadar da derindi.
Drake de simsiyah giyinmişti. Aynı Yağız ve ben gibi, siyah gömlek siyah pantolon. Yapılı vücuduyla her zamanki gibi sert bir duruş sergiliyordu ama bakışlarındaki yumuşaklık bunu engelliyordu.
Drake Boris bakışlarına engel olamıyordu. Oradaki kardeş sevgisini bastıramıyordu ama ben yine de ona acımayacaktım. Çünkü ben de o duyguya yer yoktu.
Drake bana doğru eğilerek dişlerinin arasından ''ben senin abinim ve bu hiçbir zaman değişmeyecek'' dediğinde biraz önceki alaylı gülüşümü yüzüme takındım ve
''Ben de öyle sanıyordum'' dedim ve onu inceleyip konuşmama devam ettim.
''Ta ki sen beni o odada yalnız bırakana ve beni ihbar edene kadar'' dediğimde kalbimin acıdığını hissettim. Sağda solda kalan acılarım bana yine kendisini gösteriyordu.
Aynı benim gözlerim gibi simsiyah olan gözlerine baktığımda gülümsedim ama bu sefer alayla değil acıyla. Yağız'ın burada olduğunu önemsemeden.
''O gün sen beni orada öylece bırakıp giderken bu cümleyi tekrar tekrar kurdum kendime abim bana bunu yapmaz, çünkü o benim abim dedim ama öyle olmadı'' dediğimde ona yaklaştım ve sağ elimin işaret parmağını göğsüne bastırarak
''Ta ki o ihbar gerçekleşene ve polisler içeriye girene dek, o an anladım. Herkes her şeyi yapabilirmiş, bu kişi abin de olsa''
Ben cümlemi bitirirken Drake'in bakışları Yağız'a kaydı. Belli ki onun bunları duyması onu rahatsız etmişti. Hala daha yaptıklarını değil de insanların ne düşündüğünü önemsiyordu.
Drake, Yağız'a bakarken ''merak etme Karahanlı zaten her şeyi biliyor, ona her şeyi ben anlattım'' dediğim anda Drake donakaldı. İşte ondan beklediğim tepki.
Elbette tüm bu olanlardan Yağız'ın haberi yoktu ama Drake'in bunu bilmesine gerek yoktu.
Drake'in yüzündeki ifadeye daha uzun bakmak isterdim ama Yağız'a söylemem gerekenler vardı. Çünkü sıra ondaydı.
Drake'i yüzündeki ifadeyle baş başa bıraktım ve arkamı dönerek Yağız'a baktım. Onun da yüzünde aynı Drake'te olduğu gibi bir şaşkınlık hakimdi. O neye bu kadar çok şaşırmıştı bilmiyorum ama bundan sonra söyleyeceklerim onu daha fazla şaşırtacaktı buna emindim.
Bir iki adım attıktan sonra ellerimi arkamda bağladım ve Yağız'ın karşısında dimdik durdum. Boyu benden uzun olduğu için başımı kaldırmak zorunda kalmıştım. O Drake'ten de uzundu.
''Evet, sıra geldi sana'' dedim ve gülümsemeyerek ona baktım.
''Sana'' dedim ve sesimi alçaltarak devam ettim.
''Beni hafife almaman gerektiğini söylemiştim ve sen de bana sınırlarını merak ediyorum demiştin'' dediğimde buzdan gözlerine ifadesiz bir şekilde bakmaya devam ettim.
''Benim sınırlarım çok geniştir Yağız Karahanlı bunu en iyi bilenlerden birisi şu an arkamda duruyor'' dediğimde Yağız'ın bakışları Drake'e kaydı ama ben Drake'e bakma zahmetine bile girişmedim.
Yağız'ın bana bakmasını sağlamak için boğazımı temizledim ve bana bakmasını bekledim.
''Aslında sınırları karşıdaki insanlar belirler. Mesela senin sınırın güvendi. Ben de senin sınırlarını aşmayı seçtim'' dedim ve ellerimi kaldırıp etrafı göstererek
''Bak bu yüzden buradayız'' dedim ve tepkisini ölçmek için bekledim.
Duygularını okuyamıyordum. Bu sefer gizlemeyi başarmıştı ama yalnızca bu sefer. Anlaşılan Yağız Karahanlı bazı şeyleri hızlı kabullenebiliyordu.
''Güven'' dedim derin bir nefes alarak devam ettim.
''Senin en büyük direncin, benimse en büyük yaram ama ne var biliyor musun, ben yaramı silaha dönüştürmeyi severim'' dediğimde konunun neye varacağını merak ediyor gibiydi. Onu daha fazla merakta bırakmayarak devam ettim.
Bakışlarımı Yağız'ın gözlerinden ayırmadan üstümdeki ceketin fermuarını aralayıp boynumdaki kolyenin ortaya çıkmasını sağladım. Yağız hiçbir şey söylemeden sadece ve sadece beni izliyordu.
Ceketin aralık kısmında kolyenin yonca kısmından tuttum ve Yağız'a doğru tutarak
''O gün ben sana güvenseydim ve kolyemi direkt boynuma taksaydım. Bütün planlarım alt üst olurdu ve bu benim en sevmediğim şey'' dedim ve dilimi damağıma vurup
''Ama ben ne yaptım, evime girer girmez kolyemi odamdaki özel bölüme koydum ve takip cihazını buldum. O gün benim en büyük şansım bana birisine güvenmemem gerektiğini öğreten abim Drake Boris'ti. Bunu bana en acı bir şekilde öğretti. Bu eğitimin sonunda ben abimi kaybettim'' dedim ve titrek bir nefes verdikten sonra devam ettim.
''Anlayacağın Karahanlı güven bu dünyadaki en büyük aptallıktır'' dedim ve omzumun üstünden Drake baktım.
''Öyle değil mi Drake, sen daha iyi bilirsin'' dediğimde ona tamamen döndüm ve o an onun dolmuş olan gözleriyle karşı karşıya geldim. Neydi bu pişmanlık mı yoksa susmayan vicdanı mı?
Drake soruma hiçbir cevap vermediğinde gülerek ''haklı olduğumu biliyordum zaten'' dedim ve Drake'in az önce bağlı olduğu sandalyeyi çekip ikisini de görebileceğim bir şekilde oturdum ve bir bacağımı diğerinin üstüne atarak alttan alta Yağız ve Drake baktım.
''Gelelim asıl meselemize, sizi buraya yeni düşmanınızla tanışmanız için getirdim'' dediğim anda Yağız ve Drake etrafa bakmaya başladı. Ne zordu insanların beklemedikleri birisi tarafından tuzağa düşmek, ne zordu bunu kabullenmek...
Drake'e doğru bakarak ''etrafta aramayın beyler, yeni düşmanınız benim'' o ikisi benim onlara düşman olacağıma o kadar inanmıyorlardı ki düşmanlarının ben olduğumu bile anlayamayacak hale gelmişlerdi.
İkisinin de bakışları bana döndüğünde ben sadece Yağız'a bakıyordum, vereceği tepkiyi, ağzından çıkacak bir cümleyi bekliyordum ama hiçbir tepki yoktu. Belli ki gerçekler onun yüzüne bir tokat gibi çarpmıştı. Aynı bana çarptığı gibi...
Yağız bu durumu yaşayan ilk kişi değildi ve son da olmayacaktı.
Drake zar zor konuşmaya başladığında ''bu ne demek oluyor Miray?'' Onun bu sorusu daha çok gülmeme sebep olmuştu.
''Ne sanıyordun, bana yaptıklarınızı sizin yanınıza bırakacağımı falan mı, o devir çoktan geçti Drake Boris, giden tren geriye dönmüyor, dönse bile artık eskisi gibi olmaz, tanınmaz bir halde olur''
Artık içimde en ufak bir acıma dahi yoktu. Kalpsiz kadın gerçekten kalpsiz kalmıştı.
''Siz birbirinize düşmanken ben ikinize de düşman oldum. Bundan sonra bir şey yaparken bir kişinin değil iki kişinin düşmeniz için sizi beklediğinizi unutmayın derim. Ben Miray Ateş, eğer ki ayağınızı denk almazsanız adımdaki ateşle sizi de yakarım haberiniz olsun'' dedim ve elimle kapıyı işaret ederek
''Çıkabilirsiniz'' dedim ve Yağız'a bakarak ''adamların kapının önünde seni bekliyor'' dedim.
O ise söylediğim her şeyi yeni idrak ediyor olacak ki bakışlarını daldığı yerden çekip ''gerçekten tüm bunları yaptın mı?'' Diye sordu.
Drake bu soruyu sorduğunda alayla gülmüştüm ama aynı şeyi Yağız söylediğinde aynı tepkiyi veremiyordum. Ona söyleyebildiğim tek şey ''evet'' demek oldu.
Sertçe yutkunduğumda oturduğum yerde doğruldum. Bu hareketi yapmamın üstüne tekrardan soru sordu.
''Bana düşman olmak istediğine emin misin peki?'' Sesi netti aynı bakışları gibi, bir kez daha yutkunduğumda oturduğum yerden kalktım ve emin adımlarla yürüyüp onun tam karşısında durdum. Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım ve ciddi bir ifadeyle
''Hiç bu kadar emin olmamıştım'' dediğimde bakışlarına karanlık bir bulut çöktü. Ben o an anladım artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ne Yağız bana güvenecekti, ne de eskisi gibi bakabilecekti.
Gözlerini gözlerimden ayırmadan tekrardan kapıyı işaret ettim ve ''gidebilirsiniz'' dedim.
Yağız gülümsedi ve başını yavaşça salladıktan sonra ben de ona gülümseyerek baktım.
''Eşyalarımı toplamaya ne zaman geleyim?'' Sorum onu güldürmüştü. Kaşlarını kaldırıp bana baktığında cevabı kısa ve netti.
''Hiçbir zaman'' dediğinde yüzümdeki gülümseme büyümüştü. Ben benden nefret ettiğini düşünürken onun cümlesine devam etmesi bütün dengeleri değiştirmişti.
''Henüz bir yere gitmiyorsun. Daha yedi günün var'' dedi ve hızla yanımdan geçtiğinde Drake'in de hareketlendiğini duydum. Beni ters köşe etmişti. Belli ki beni elinde tutmakta ısrarcıydı.
Bilmediği bir şey vardı ki, gülü elinde ne kadar sıkı tutarsa dikeninin de ona o kadar batacağıydı. O eline kan bulaşacağından habersiz bir şekilde o gülü elinde tutuyordu.
Onlar kapıdan çıkmadan önce arkalarından baktım ve yüksek sesle
''Şunu asla ama asla unutmayın'' sesimi duyar duymaz ikisinin de adımları bıçak gibi kesildi. Arkalarına dönmediler ama kulakları bendeydi.
''Bana bir konuda zorunda olduğumu söylerseniz. Sizi o duruma zorunlu tutarım'' dediğimde Yağız'ın gülümsediğini gördüm. Belki de son kez...
☘️
Nasıl yıkılan bir duvarın inşası zaman alıyorsa yıkılan bir güvenin de eski haline dönmesi zaman alırdı. Miray bunu bilerek yaptı, hem abisine hem de patronuna, çünkü onun canı nasıl yandıysa onlarınki de öyle yansın istedi ama bu istek ona bir şeyleri kaybettirdi. Başta sevgi olmak üzere...
Drake'in kardeş sevgisi her şeyden üstün olsa da karşıdaki kişinin kendi kardeşi olmadığını biliyordu. Çünkü Drake'in karşısındaki bu kişi Miray değil, Miray'ın içinde intikam ateşiyle yanıp tutuşan başka birisiydi. Drake bunu biliyordu da Yağız bunun nasıl farkına varacaktı?
Acı insanın duruşunu bile değiştirirdi. Bırakın tavırlarını kendini bile unuttururdu. Bu acı öyle bir şeydi ki ya var olup kendinden emin bir şekilde yürürdün ya da yok olup yürüdüğün toprağa gömülürdün.
☘️
Kendimi açık etmemin üstünden dört saat geçmişti. Hava kararmış ve yağmur yağmaya başlamıştı. Yağmur damlalarını cama vurmasıyla çıkan ses bulunduğum odayı sessizlikten kurtarıyordu.
Yağız ve Drake'e meydan okuduktan sonra Egemen'in evine gittim ve onunla kurduğumuz planların üstünden tekrar ve tekrar geçtik.
Şimdi ise Egemen'in taşındığı günden bu yana benim için hazırlattığı odamda oturuyordum. Ara ara kafa dinlemek için geldiğim o yere.
Gitmiyordu, lanet olası o an gözümün önünden gitmiyordu. Yağız'ın bana hayal kırıklığıyla baktığı o an gözümün önünden gitmiyordu.
Ben bu yola tüm bunları bilerek çıkmıştım ama onun o anki hali nedense gözümün önünden gitmiyordu.
Odamdaki yeşil koltuğa oturmuş pencereden dışarıyı izlerken kapıdan Egemen'in sesini duymamla irkildim.
''Yine ne oldu?'' Sorusuyla başımı ona çevirdiğimde kapıya yaslanmış beni izlediğini gördüm. kahverengi tonundaki saçlarından düşen damlalar ve üstündeki beyaz tişört ve lacivert eşofman duştan yeni çıktığını gösteriyordu.
Koltuktaki bacağımı indirip tamamen ona döndüğümde başımı iki yana sallayarak ''hiçbir şey'' dediğimde güldü ve yaslandığı yerden doğrulup benim yanıma geldi ve yaslandığım yere, koltuğun hemen koluna oturarak
''Şu an yalan söylüyorsun'' dediğinde nedensiz bir süre düşündüm. Oturduğum yerde yan döndüm ve oturduğum yerden ona baktım.
''Nereden anladın?'' Bu bir pes edişti. Çünkü karşımda beni benden daha iyi tanıyan birisi vardı. Egemen tekrardan güldüğünde
''Tırnaklarını yiyorsun'' o bunu söyleyene dek tırnaklarımı yediğimin farkında bile değildim. Onun böyle söylemesinin ardından hemen elimi ağzımdan çektim ve bacağıma koydum. Derin bir nefes verdiğimde Egemen'in yeşil gözlerine bakarak
''Bakışı gözümün önünden gitmiyor, onun bir daha eskisi gibi olmayacağını biliyorum ama o an...'' dediğimde yutkunmak zorunda kalmıştım.
Egemen elini yavaşça omzuma koyarak ''ne hissettiğini anlayabiliyorum ama emin ol o da geçecek, zaten ne geçmedi ki?'' Egemen'in verdiği derin nefesin ardından istemsizce bende derin bir nefes verdim ama yine de onun bakışları gözümün önünden gitmemişti.
Egemen'in yeşil gözlerine bakmaya devam ederek ''sence neden Yağız'a böyle merhametli davranırken Drake'e karşı bu merhametim yok oluyor?'' Ondan gelecek herhangi bir cevap benim onlara olan bakışımı, merhametimi değiştirecekti ve Egemen'de bunun bilinciyle cevabını verecekti.
Bunun bilinciyle uzun bir süre düşündü, pencereden dışarıyı izledi. Yere düşen her damlayı ve her şeyi, ne cevap vereceğini tam olarak o da bilmiyordu. Ben bakışlarımı uzun bir süre Egemen'den ayırmazken Egemen de bakışlarını camdan ayırmıyordu. En sonunda bakışlarını bana çevirdiğinde yutkundu ve
''Ya sen Drake'e olan sevgini tamamen yok etmeyi başardın'' dediğinde bu cümle bana biraz ağır gelmişti.
Bunu gerçekten başarabilmiş miydim, Drake'i gerçekten silebilmiş miydim, bir zamanlar abim dediğim o adam gerçekten yok muydu artık?
Egemen ''ya da'' dediğinde düşüncelerimi bir kenara bırakıp onu dinledim.
''Ya da ne?'' Merakıma yenik düşüp sorduğum soruya Egemen gülümseyerek cevap verdi.
''Yağız'a olan sevgin artmış olabilir'' dediğinde duyduklarım karşısında kendime engel olamayıp birden ayağa kalktım ve Egemen'e bakarak
''Saçmaladın şu an, beni esir alan bir adama 'sevgimi arttıracak' kadar delirmedim henüz, büyük ihtimal dediğin gibi Drake'ten nefret etmeyi başardım'' dediğimde odanın içinde birkaç adım attıktan sonra Egemen'e dönerek
''Şimdi ben biraz dinlenip Yağız'ın evine gideceğim, benden istediğin bir şey var mı?'' Sorumla Egemen oturduğu yerden kalktı ve bir iki adım attıktan sonra karşımda dikilerek
''Akıl fikir'' dedi ve gülerek arkasını döndü ve kapıya doğru ilerledi. Tam kapıdan çıkacakken durdu ve ''Allah rahatlık versin'' dedi ve gitti.
Arkasından ona göz devirirken yatağıma doğru ilerledim ve uzanıp bir süre tavanı izledim.
''Uyandığımda her şey daha iyi olacak, daha iyi bir Miray'' bu sözler beni bu yaşıma kadar sapasağlam getirmişti. Bundan sonra da öyle olacaktı.
☘️
Ertesi gün
Egemen'in adımı seslenmesi uykumu bölen en büyük etkendi. Sabahın köründe tepemde dikilmiş. ''Miray kalk, Miray, Miray, Miray'' diye diye beni uyandırmıştı. Dün onu uyandırmamın bedelini ödetiyordu.
Onun zoruyla kalktıktan sonra dolaptaki eşyalarımdan bir tişört ve bir pantolon seçip üstüme geçirdim ve kahvaltıya indim. Egemen'in yaptığı salçalı menemen, ki onun yapmayı, benim de yemeyi sevdiğim bir şey, menemeni yedikten sonra odama çıkıp üzerimi değiştirip telefonumu aldıktan sonra taksiyle Yağız'ın evine gitmek için yola koyuldum.
Şirkete gitmiyordum, çünkü saat henüz yedi ve benim mesaim 10.00'da başlıyordu. Buna ek olarak da şirket için giymem gereken kıyafetlerim de oradaydı.
Taksi evin önünde durduğunda taksiciye parayı verip arabadan indim ve beyaz villa diğer bir deyişle şatoya doğru yürüdüm. Kalbimin hızlı atışlarını önemsemeden kapının önünde durduğum sırada kapı birden açıldı ve karşımda Nihal ablayı görmemle kaşlarımı çatmam bir oldu. Ona bir şey söylemem kalmadan o benden önce davrandı ve
''Yağız Bey sizi bahçede bekliyor. Ondan önce de odanızda yatağın üstüne kıyafetler bırakmış onları giymenizi istedi'' dediğinde şaşkınlıkla ona başımı salladım ve içeriye girdim.
Arkama bakmadan odaya çıktığımda kapıyı açıp içeriye girdim. Odanın içine çok dokunulmamıştı. Sadece yatağın üstündeki elbiseler yoktu. Onlar da büyük ihtimal dolaba konulmuştu.
Yatağa doğru ilerleyip kenara katlanıp konulmuş olan eşyalara baktıktan hemen sonra gözüme yerde duran botlar takıldı. Simsiyah botlara baktıktan sonra sorgusuz sualsiz onları ve yatağın üstündekileri alıp hemen giyinme alanına geçip üzerimi değiştirdim ve botları da ayağıma geçirdikten sonra aynanın karşısına geçip üstümü başımı düzelttim.
Yağız'ın benim için seçtiği kıyafetler oldukça sportifti. Yağız benim için siyah şık bir eşofman takımı seçmişti. İki parçadan oluşan bu takımda bol bir eşofman ve üstünde ise uzun kollu, fermuarlı crop tarzı bir şey vardı.
''Yağız neden bunları giymem için bıraktı ki, her neyse aşağı inince öğreneceğiz'' İç sesimin suskunluğunu bastırmak için kendi kendime sorular soruyordum.
Aynaya son kez baktıktan sonra odadan çıktım ve merdivenlerden inerek bahçeye yöneldim. Sanırım evde kimse yoktu. Çünkü Eymen'in de Rüya'nın da sesi gelmiyordu.
Emin adımlarla bahçeye doğru yürürken büyük pencereden onu gördüm. Yağız Karahanlı'yı, ayakta arkası dönük bir şekilde etrafı inceliyordu. Bahçeye açılan kapıyı açıp dışarıya çıktığımda hiçbir tepki vermedi, dönüp bakmadı.
O an daha yakından gördüm duruşunu, acıdan değişmişti. İşte bu acının duruşuydu. Acı insanın duruşunu bile değiştiriyordu ve ne yazık ki onun duruşunu da değiştirmişti. Artık karşımda bambaşka birisi vardı.
⚔️
|
0% |