Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm: Kırık Camlar

@f.kubrat

 

 

 

⚔️

İnsan hep değişirdi. Bazen iyi anlamda bazense kötü ama ne olursa olsun yine de değişirdi. Aslında mesele insan değildi, mesele zamandı. Zamanın insanı değiştirmesiydi. Hep denilir ya insan acizdir diye, işte insan zaman karşısında da öyle acizdir ki bazen birkaç kum tanesine bakacak kadar.

 

Ama insanın öyle bir huyu da vardır ki, o da hiç yıkılmayışı, hiçbir şey olmamış gibi yapmasıydı. Aslında öyle değişirdi ki insan, sadece ve sadece karşıdakinin bu değişikliği fark etmesini beklerdi. Acıdır bu bekleyiş. Çünkü bu bekleyiş umutsuz bir bekleyiştir. Kimse ondaki o değişikliği fark etmez. Kimse bilmez onun sırf karşıdaki için değiştiğini, o ise amansız bir bekleyişe sürüklenir, belki bendeki değişikliği bir gün fark eder ümidiyle ömrünü tüketir.

 

Aslında bu bekleyişi sonlandırmakta insanın elindedir. İnsan hayatın ne kadar merkezinde dursa da aslında bir o kadar uzağındadır. Bunu fark etmesi de epey bir zaman alır. Velhasıl kelam insan ne kadar kendini hayatın merkezinde sansa da hayatın merkezi zamandır.

 

Zamandan nefret eden, hatta zamana düşman olan o kişinin şimdi tek çaresi zamandı.

 

 

 

 

☘️

 

Acıdır duruşu değiştiren, omuzlarına yük yükleyendir acı, öyle zordur ki taşıması, tek çaresi onunla yaşamayı öğrenmektir. Katlanabilmektir. Onun bu duruşu hem benim hem de onun hayatını değiştirecekti.

 

Sert duruşunun ardındaki hayal kırıklığı bana ne getirecekti, gerçekleri mi, yoksa sadece acıları mı?

 

Yağız Karahanlı'nın arkasından onun duruşuna bakıyordum. Onun duruşunu ilk defa bu kadar dik görüyordum. O gün yani beni esir aldıktan sonra onunla ilk karşılaştığım gün omuzlarının düştüğünü orada görmüştüm. Şimdi ise o adamdan eser kalmadığını görüyordum. Duruşu öyle bir değişmişti ki sanki benim o gün orada konuştuğum adam bu değildi.

 

İşte acı, ihanet ve en kötüsü de güven insanı bu hale getiriyordu. O bana güvenmeyi seçmişti ve hayatının hatasını yapmıştı. Bana bir daha güvenmemesi gerektiğini ona çok acı bir şekilde öğretmiştim ve o adamda bambaşka birisi olmayı seçmişti.

 

''Orada daha ne kadar bekleyeceksin?'' Sadece duruşu değil sesi bile değişmişti. Öyle düz bir sesle kurmuştu ki bu cümleyi ürpermemek içten bile değildi.

 

Arkasını dönmedi, yüzüme bakmaya tenezzül bile etmedi. Gerçekten değişimi beklemediğim kadar hızlı gerçekleşmişti.

 

Onu incelemeyi bir kenara bırakıp yere sert basan adımlarımla ona yürüdüm ve tam yanında durdum. Onun bana yaptığı gibi ben de onun yüzüne bakmadım. Aynı onun gibi buz gibi bir sesle

 

''Benden ne istiyorsun?'' Diye sordum. Bakışlarımı karşıdaki ağaca dikmiş onun bana cevap vermesini bekliyordum.

 

Aniden bana döndüğünde hiçbir tepki vermedim. Ona bakmak istedim ama yapamadım. En sonunda onun cevap vermek için benim ona bakmamı beklediğini anladığımda yavaşça ona doğru döndüm ve zar zor gözlerini içine baktım. Bakışlarım bir an üstündeki kıyafetlere kaymıştı. Onun üstünde de aynı benim gibi rahat kıyafetler vardı. Bir eşofman ve siyah bir tişört giymişti ve saçları da olabildiğince dağılmıştı. Bakışlarımı tekrardan gözlerine doğrulttum.

 

Gözleri, onun buzdan krallığı artık surlarla çevriliydi. Geçilmesi mümkün olmayan o surlarla, onun gözlerine bakınca daraldığımı hissettim ama bu çok kısa sürdü. Çünkü ben asla ve asla yanlış bir şey yapmamıştım. Benim yaptığım tek şey ona gerçekleri göstermekti.

 

İfademi sert tutmak için verdiğim çaba takdire şayandın, bakışlarımı oturttuğum ifadesizlikten bahsetmiyorum bile.

 

Yağız uzun uzun baktı gözlerime, neyi teyit etmek istiyordu bilmiyordum ama istediğini alamamış gibiydi.

 

Ellerini arkasında birleştirdi ve duruşunu sanki mümkünmüş gibi daha fazla dikleştirdi.

 

''Sana'' dedi ve bana doğru eğilerek gözlerimin içine baktı.

 

''Son kez soracağım ve sen de gözlerimin içine bakarak cevap vereceksin'' dediğinde sertçe yutkundum ve onun bunu görmemiş, hatta duymamış olmasını diledim.

 

Başımı yavaşça salladım ve sorusunu sormasını bekledim. Ne soracağı hakkında en ufak bir fikrim yoktu ve ne cevap vereceğimi de bilmiyordum.

 

Benim baş hareketimin ardından derin bir nefes aldı. Bunu yapmak onun içinde zor görünüyordu.

 

''Benim'' dediğinde gözlerini hiç gözlerimden ayırmadan devam etti.

 

''Düşmanım olma konusunda kararlı mısın, emin misin Miray benimle düşman olmak istediğine?'' Soru netti aynı cevabı gibi,

 

''Ben'' dediğimde yüzüne biraz daha yaklaştım ve onun istediği gibi gözlerinin içine baktım ve

 

''Hayatım boyunca hiçbir şeyden bu kadar emin olmamıştım Yağız Karahanlı'' cümlemi bitirir bitirmez ondan uzaklaştım ve bir tepki vermesini bekledim.

 

Gözlerinde sadece bir yıkım gördüm, büyük surların arkasında kırılan bir buz parçası, işte yıkım şimdi gerçekleşmişti.

 

Ben ondan uzaklaştıktan kısa bir süre sonra o da uzaklaştı ve kısık bir sesle ''peki'' dedi ve bir andan ellerini havaya kaldırıp yumruk yaptı ve bir bacağını yarım adım öne çıkarıp diğerini de aynı şekilde açıp dizlerini hafif kırarak bana baktı.

 

''O zaman benimle savaş, pozisyonunu al'' ondan bunu beklemediğim için afalladım ve

 

''Ne?'' Diye bir soru yönelttim.

 

O ise hiç beklemeden ''ben bana düşman olan kişiyi merak ederim, benimle dövüşebilecek mi, beni alt edebilecek mi diye, hadi, bakalım bana düşman olmaya gücün yetiyor mu?'' Onun bana yaptığı açıklama kahkaha atmama sebep oldu.

 

Alayla güldüm ve aynı onun yaptığı gibi bacaklarımı araladım ve ellerimi göğüs hizamda yumruk haline getirdim.

 

''Sana beni hafife almaman gerektiğini söylemiştim. Bunu bir dövüşle öğrenmeni istemezdim ama bunu sen istedin. Bazen uyarmak yetmiyor demek ki göstermek lazım'' dedim ve ondan bir adımın gelmesini bekledim.

 

Başımla onu işaret ettim o ise buz gibi bir gülümsemeyle ''önden hanımlar'' dedi.

 

Başımı hay hay der gibi salladım ve ''lütfen yumuşak davranma adil bir dövüş olsun istiyorum'' dedim ve alayla gülerek ilk adımı ben attım.

 

Onun gücünü ve hareket yeteneklerini belirleyebilmek için ilk önce ağırdan aldım ve hafif bir yumrukla başladım ama o bu hareketimin hafif bir hareket olduğunu bilmiyordu, yani şimdilik.

 

Yüzüne isabet etmemesine özen gösterdiğim hafif bir yumruk attım ve o bundan kurtularak sağa kaydı ve aynı yumruğu bana geri gönderdi. Hareket yeteneği iyiydi, bacaklarını ve kollarını çevik hareketlerle tekmelerimden ve yumruklarımdan kurtarabiliyordu. Benim bu düşüncemi sanırım o da düşünmüştü çünkü bir an yüzünde bir gülümseme oluştuğunu gördüm.

 

Kazandığını düşünmek üzereydi ve bu bir savaşta yapılabilecek en büyük hataydı. Ona kazandığını düşünmesi için kendimi yakalatmam gerekiyordu. Bunu yapabilmek için de onun bildiğini düşündüğüm birkaç klasik hareket yaptım.

 

Ayağına tekme atacağımı sanması için ayağımı tekme savurur gibi yaptım ve onun geri çekilmesini sağladım. Bunun üstüne olduğum yerde hızla döndüm ve ona yumruk atacağım sırada beni kolumdan tuttu ve beni çevirip sırtımın göğsüne çarpmasını sağladı ve diğer koluyla da boynumun önünden kolunu geçirdi ve omzunu tuttuğunda boynumu kolunun iç kısmına sıkıştırmıştı.

 

Hızlı hızlı nefes aldığımda onun da yorulduğunu hem sırtımın yaslı olduğu göğsünün inip kalkmasından hem de kulağımın dibindeki nefes seslerinden anlayabiliyordum.

 

Kurtulmak için hiçbir çaba sarf etmedim ve onun bir şey söylemesini bekledim. Nefes alışlarını düzene soktuktan sonra kulağıma doğru eğildi ve ürkütücü bir sesle

 

''Kaybettin küçük hanım, eski bir polise göre çok yıpranmışsın, bu sana acı vermiş olmalı çünkü bana karşı yenildin. Keşke bana düşman olmadan önce kendini geliştirseydin'' dediğinde onun görmeyeceğini bile bile güldüm ve

 

''Asıl yenilgi savaş bitmeden kazandığını zannedenlerindir. Yaz bunu bir kenara severim ben bu sözü'' dedim ve dirseğimi karnına geçirip boynuma doladığı kolundan basit bir hareketle kurtulduktan sonra onun karnındaki acıyı fırsat bilip arkasına geçtim ve onun iki büklüm kalmasını umursamayıp arkadan bacağına sert bir tekme attım.

 

Attığım tekmenin etkisiyle bir dizi yerle buluşurken diğer bacağı hala daha bana direniyordu. Kalkmak için yeltendiğinde bacağına ayağımla bastırdım ve bir kolunu arkadan sertçe tutup kıvırarak sırtına dayadım ve bacağına basarak onu öne doğru ittim. Yüzü de yerle buluştuğunda kolunu daha sıkı tuttum ve daha fazla sırtına dayadım.

 

Acıyla inlediğinde dizimi koluna bastırdım ve kulağına doğru eğilerek ''bir şey mi diyordun?'' Diye sorduğumda hareket etmek için debelendi ama ben kolunu daha fazla bastırdığım için hareket edemedi.

 

Başını yerden kaldırıp yandan bana baktığında ona alayla güldüm ve ''demek ki eski bir polis bile seni alt edebiliyormuş. Demek ki neymiş, karşındakini hiçbir zaman küçümsemeyecekmişsin. Hele bu kişi bir polisse'' dediğimde sinirle elini yumruk yaptı.

 

Bu siniri kendineydi. Bu kadar büyük konuşup da bana yenilişineydi. Şimdi bana yenilmişti ve bunu kabullenmekten başka bir çaresi yoktu.

 

Bacağına daha fazla bastırarak '' bana söylemek istediğin bir şey var mı, mesela pes ettiğini ve bu savaşı benim kazandığımı söylemen gibi'' dediğimde tekrardan debelendi ve hareket edemediğini anladığında

 

''Allah kahretsin'' dediğini duydum.

 

Bunu duymamla kahkaha atmam bir oldu ve bahçede benim kahkaha sesim yankılandı.

 

Dişlerinin arasından sinirle ''pes ediyorum'' dedi ve aynı sinirle ekledi ''şimdilik''

 

Onun pes ettiğini söylemesi üzerine üstünden kalktım ve onu kolundan tutup yavaşça çevirdim ve bu sefer de sırtının yerle buluşmasını sağladım.

 

Gözlerindeki ateşle beraber başını yere yaslayıp gökyüzünü izlediğinde derin derin nefesler alıp verdi.

 

Beni yanlış anlamasını istemediğim için yüzümdeki alaylı gülümsemeyi silip yerine ciddi bir ifade getirip ona doğru eğildim ve elimi uzatarak tutmasını bekledim.

 

Yattığı yerden şaşkınlıkla bir elime bir de bana baktığında bir süre düşündü ve hemen sonra elimi tutarak ilk önce yattığı yerde doğru hemen sonra da ayağa kalktı.

 

Elimi bıraktığında karşımda durup bana baktı ve hafif eğilerek

 

''Bilerek yaptın'' dediğinde neyden bahsettiğini anlamıştım ama anlamamazlıktan gelmiştim.

 

''Neyi?'' Sorumun üstüne alayla gülerek ellerine eşofmanının cebine soktu.

 

''İlk önce senin gücünü tartacağımı bildiğin için hafif başladın ve ben asıl gücümü gösterince pençelerini çıkardın'' dediğinde bu tespiti yapabildiği için gülümsedim ve başımı kaldırıp

 

''Ben sana dedim. Beni hafife alma dedim ama sen beni dinlemedin'' tepkisine bakmak için yüzüne daha iyi baktım.

 

Önüne gelen saçını eliyle arkaya ittikten sonra başını yavaşça salladı ve

 

''Haklısın artık seni hafife almayacağım'' dedi ve küçük bir adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattı ve kulağıma doğru eğilip

 

''Ama sen de şunu unutma burada hafife alınmaması gereken tek kişi sen değilsin. Karşındaki kişiyi iyi öğren çünkü onun da senden kalır yanı yok'' dediğinde gülerek ona baktım ve başımı salladım.

 

''Tavsiyeni dinleyeceğim. Ben sana nazaran tavsiyeleri dinleyen birisiyim, yoksa'' dedim ve onu işaret ederek baştan aşağı süzüp

 

''Sonum senin gibi olurdu'' işte bu cümlemin üstüne Yağız'ın çenesi tekrardan kasıldı.

 

Onu bugün çok fazla zorlamıştım. Bence başlangıç için bu kadar yeterliydi. Bir adım geriye gittim ve ona bakarak elimi uzatarak

 

''Tebrikler'' dedim hiç beklemeden devam ettim. O ise şaşkınlıkla ona doğru uzattığım elime bakıyordu.

 

''Düşman da olsak ben savaştığım kişiye hep saygı duyarım'' dedim elimi sıkması için bekledim.

 

O an onun bir saniyeliğine gülümsediğini gördüm. İçten bir şekilde

 

Uzanıp elimi sıktığında başını kaldırıp

 

''Tebrikler '' dedi ve gözlerimin için bakarak

 

''Bırak seninle savaşmayı, sana yenilmek bile benim için bir gururdur'' dediği anda neye uğradığıma şaşırarak elimi hızla elinden çektim ve hiçbir şey söylemeden yanından geçip gittim.

 

Hisler köreltir. Önünü göremez insan, aklın varsa dön bu yoldan. Susmaksa tek çare ben ezelden beri bu yoldayım. Tek bulduğum çare kaçmaktı aslında. Yine oyun oynuyordu. Yaktığım canının intikamı olarak aklımı karıştırmaya çalışıyordu. Hisler insanı gerçekten köreltirdi.

 

Merdivenleri, üçerli beşerli çıkarken neyden kaçtığımı tam anlamıyla bilmiyordum ama neyden korktuğumu biliyordum. Ben birisinin oyununa gelmekten ve hislerimden korkuyordum. Beni bu dünyada mahvedecek iki şey buydu. Benim için ikisi de bir yenilgiydi ama birisi diğerine göre daha büyük bir felaketti.

 

Odanın önüne geldiğimde nefes nefese kalmıştım. Kapının önünde durduğumda hareket edemedim. İstedim ama bunu yapamadım. Çünkü beni şu an anlayabilecek yer burası değildi. O siyah kapılı oda beni anlıyordu. Hislerimi, beni ve benim bile yapamadığım gerçekteki beni bulup onu anlıyordu. Kitaplar ve onların kokuları beni anlıyordu. Şaşılası bir şeydi bu, tüm dünyanın yapamadığı şeyi birkaç sayfanın yapması...

 

Hareketlendiğimde artık nereye gideceğimi biliyordum. Nefes alabildiğim tek yere, siyah kapılı o odaya.

 

Hızlıca oraya doğru yürüdüm ve hiç beklemeden kapıyı açıp içeriye girdim. Sırtım kapıyla buluştuğunda derin bir nefes aldım ve odadaki kitap kokusunu içime çektim. İşte huzur buydu, huzurun ta kendisi.

 

Kapıya yaslı bir şekilde yere oturduğumda dizlerimi kollarımın arasına aldım ve çenemi dizlerime yasladım. Raflardaki her bir kitabı incelemeye başladığımda içime tekrardan bir huzur doldu. Her bir rafta birbirinden değerli kitaplar vardı. Suç ve Ceza, Hamlet, Yeraltından notlar ve bunun gibi birçok kitap, en ücra köşede ise benim dün okumak için kenara koyduğum Veronika ölmek istiyor duruyordu.

 

Hayattan bıkmış bir genç kızın başarısız bir intiharla süslediği yaşamını anlatıyordu bu kitap, beni bu kitapta cezbedense intiharı bu kadar çok isteyen birisinin yaşama aşık olmasıydı. Kitabı henüz bitirmemiştim ama bu kadarını okumak bile içimde bir şeylerin kopmasına neden olmuştu.

 

Kaybedilen yaşama duygusunu canlandıran insanların olması ise beni mutlu eden asıl şeydi. Deli de olsa bir insanın başka bir insanı mutlu etmesi bence olağanüstü bir şeydi.

 

Oturduğum yerden kalktım ve kitabın hemen yanındaki berjere oturup raftan kitabı aldım.

 

Rastgele bir sayfayı açtığımda gözüm ilk olarak sayfanın yedinci satırında tırnak içinde yazılan iki kelimeye kaydı. ''İmkansız Aşk''. Hafif gibi duran bu cümlenin tesiri ise çok büyüktü.

 

''Saçma sapan evren yasaları, bazen çok sinir bozucu oluyorlar. İnsanlar neden bunlara inanıyorlar ki?'' Küçük çaplı serzenişimin ardından hiç beklemediğim bir anda soruma birisi cevap verdi.

 

''Abim hep der ki...'' dediğinde kapının aralık olduğunu bile daha yeni fark ediyordum. Sesin geldiği yöne doğru baktığımda kimseyi göremedim. Kapıdaki ses abim dediği için hiç düşünmeden ''Eymen?'' Dediğimde hızla itiraz etti ve hemen sonra kapı tamamen aralandı.

 

''Hayır, onun ikizi Ela'' dediğinde kapı açıldı ve hemen hemen Eymen'le aynı boyda, pembe pijamalı, hafif sarıya çalan saçları ve yüzünde yer yer çilleri olan tatlı bir kız çocuğu belirdi.

 

Bir kardeş daha, Miray boş bir zamanda Yağız'a kaç kardeş olduklarını sor da hep böyle şaşırmayalım.

 

Ben şaşkınlıkla küçük kıza bakarken o ise bana çok saf ve temiz bir şekilde gülümsüyordu. Minik adımlarıyla ilerleyip tam karşımda durduğunda işaret parmağını kaldırıp bana doğru sallayarak

 

''Abim hep der ki; insanlar bazen yanılabilirler, önemli olansa bu yanılgıları fark edebilmeleridir'' dediğinde şaşkınlıkla, karşımda duran küçük kız çocuğuna bakıyordum.

 

''S-sen Yağız'ın kardeşi misin?'' Şaşkınlıkla sorduğum sorunun saçmalığını kavrayamazken hala da kocaman gözlerle küçük kıza bakıyordum.

 

Kız Yağız'ın adını duyduğu anda göğsünü kabartarak ''evet'' dedi ve bana daha fazla yaklaşarak ''sen de şu neydi adın, heh Miran olmalısın'' dediğinde şaşkınlığımın üstüne bir de kaşlarımın çatılması eklenmişti.

 

Kaşlarımı çattığımda o bu hareketimden korkmasın diye hemen gülümsedim ve tatlı olmasına özen gösterdiğim bir sesle

 

''Miran değil Miray'' dediğimde bu sefer onun kaşları çatılmıştı. Kendini tutamayıp

 

''İsminin anlamı ne?'' Diye sorduğunda gülümseyerek ''ay gibi parlak, ışık saçan'' dediğim anda Ela beni baştan aşağıya süzdü ve gülümseyerek

 

''İsmini taşıyorsun, ışık saçtığın doğru'' dedi ve hayranlıkla bana baktı. Söylediği cümleye gülümsediğimde o da aynı benim gibi gülümsedi.

 

Ela tam arkasını dönüp gideceği sırada onu durdurdum.

 

''Neden gelmiştin Ela?'' Sorumla beraber Ela hızla bana döndü ve saçıyla oynayarak

 

''Aslında ben abimi arıyordum bana masal anlatmasını isteyecektim. Koridora çıktığımda kütüphanenin kapısı kapanınca da buraya geldim sonra senin sesini duydum'' derken ayağıyla yerde küçük küçük daireler çiziyordu.

 

Oturduğum yerde öne doğru eğilerek ''istersen ben sana bir tane masal anlatabilirim, ne dersin?'' Sorumla beraber Ela hızla ellerini birbirine çarptı ve olduğu yerde zıplayarak ''olur'' dedi ve benim bir şey söylememi beklemeden hızla koşarak yanıma geldi. Beklemediğim bir anda hoplayıp kucağıma oturduğunda şaşkınlıkla ona baktım.

 

O ise bunu görmezden gelerek elimdeki kitaba baktı ve eliyle kitabı işaret ederek ''sen bu kitabı mı okuyorsun?'' Diye sordu.

 

Hızla başımı salladığımda gülümsedi ve bana bakarak ''o zaman bana bu kitabı oku, merak ettim'' dediğinde gözlerimi kocaman açarak ona baktım.

 

Miray bunu sakın yapma, çocuk henüz küçük, şu yaşında intihar düşüncesi sokma aklına

 

Ona hiçbir şey söylemeyip sessizce düşündüğüm sırada elimi çekiştirerek ''lütfen'' dedi.

 

Ah şu veletler bazen çok sinir bozucu oluyorlar.

 

Ela'ya bakıp gülümsediğimde o an imdadıma Zedka yetişti ve dün sayfaları karıştırırken okuduğum ve benim de çok ilgimi çeken o bölümü okumaya karar verdim. Bölümün sayfasını hatırlamadığım için bir süre sayfaların arasında dolaştım ve en sonunda istediğim bölümü bulduğumda Ela'ya bakıp gülümseyerek bölümü okumaya başladım.

 

''Çok eski zamanlarda çok güçlü bir büyücü bütün ülkeyi yok etmek ister. O ülke halkından herkesin...'' tam bu kısımda Ela kollarını bana doladı ve başını da göğsüme dayayıp beni dinlemeye koyuldu. Onun bu hareketine şaşırdığım için hikayeyi yarıda kesmiştim. Ben dikkatlice ona bakarken o ise gözlerini kapatmış benim devam etmemi bekliyordu.

 

Gülümsediğimde elimi yavaşça kaldırdım ve hafif bir şekilde başına koyarak saçlarında gezdirdim. Elimi bir süre saçlarında gezdirdikten sonra düşmemesi için kolumu sırtına koydum ve kaldığım yerden devam ettim.

 

'' Su çektiği bir kuyuya sihirli bir madde atar. Bu iksirli suyu içen her kimse delirecektir. Ertesi sabah herkes kuyudan su çekip içer ve delirir. Herkes delirir delirmesine ama bu iksirli suyu sadece kral ve ailesi içmez''

 

''Neden?'' Ela'nın büyük bir merakla sorduğu bu soru beni güldürmüştü.

 

''Çünkü'' diye devam ettiğimde bakışlarını benden hiç ayırmadan devam etmemi bekledi.

 

''Kral ve ailesinin özel bir kuyusu vardır ve sihirbazda bu kuyuyu zehirleyemediği için delirmezler. Tabii kral halkının bu davranışlarında dolayı çok endişelenir ve askerlerine bu durumu düzeltmeleri için emirler verir ama onlar da bu sudan içtikleri için kralın emirlerini saçma bulurlar ve onu dinlemezler. Ülkede yaşayanlar kralın bu emirlerini duyduklarında onun çıldırdığını düşünürler ve toplanıp kralın sarayının önüne giderler. Onun bu emirlerine karşılık onlar da kraldan tacını ve tahtını bırakmasını isterler''

 

''Ne yani onu tek suçu delirmemiş olması mıydı?'' Ela'nın sorusu yüzümde buruk bir gülümseme oluşturdu.

 

Sertçe yutkunarak ''evet canım, tek suçu onlar gibi delirmemiş olmasıydı'' dedim ve olayın büyüsünü dağıtmamak adına devam ettim.

 

''Kral onların bu hareketine karşılık çaresizlikle tacını ve tahtını bırakmaya karar verir. Tam o sırada kraliçe gelir ve ''gel biz de o kuyunun suyundan içelim, o zaman biz de onlar gibi oluruz'' der, kraliçenin bu tavsiyesinin ardında kral hemen harekete geçer ve o kuyunun suyunu bulup içerler. Bir süre sonra onlar da delirirler. Kralın da delirdiğini gören halk ona bu yaptıklarından dolayı pişman olur. Artık kralı alt etmelerine gerek yoktur. Çünkü artık o da onlardan birisiydi''

 

Çünkü artık o da onlardan birisiydi.

 

''Bunun ardından ülke eski haline döner ve ülkede barış ve huzur tekrardan hüküm sürer. Bu halk komşularından epeyce farklı bir hayat tarzı benimsemiştir ama kral ölümüne dek ülkesini yönetebilmiştir''

 

Kitabın kapağını kapatıp kenara koyduğumda Ela'da başını göğsümden kaldırıp yüzüme baktı ve kaşlarını çatarak

 

''Miray abla benim bu hikayeden ne çıkarmam gerekiyor, ben onu anlamadım'' gülerek Ela'ya baktığımda önüne gelen saçlarını kenara iterek

 

'' İnsanlar kendilerinden farklı olan insanları hep yadırgarlar. Bundan kurtulmanın yoluysa onları yönetebilmektir. Onları yönetebilmek için de onlara onun gibi olduğunu ispatlaman gerekir tatlım'' dediğimde kapı açıldı ve Yağız içeriye girdi. Gözlerimin içine bakarak az önce kurduğum cümleye bir ekleme yaptı.

 

''Ya da bazı şeyleri yürütebilmek için'' dediğinde kollarını göğsünde birleştirerek kapıya yaslandı ve bana bakmaya devam etti.

 

Ela kucağımda doğrularak ''abi, bak biz Miray ablayla tanıştık'' dediğinde Yağız bir an gülümseyerek Ela'ya baktı ve hemen sonrasında bana baktı. O gülümseme bana uğramadı. Bana bakan adamın yüzünde sadece nefret vardı.

 

''Aferin abicim'' dediğinde istifini hiç bozmadan durgun gözlerle bana baktı ve Ela'ya bakarak

 

''Şimdi senin oradan kalkman gerekiyor çünkü Miray ablan ve benim şirkete gitmemiz gerekiyor'' dediğinde Ela'nın yüzü anında düştü ve dudaklarını büzerek bana baktı.

 

Onun bu bakışına karşı ben de kaşlarımı kaldırdım ve Yağız'ı işaret ederek

 

''Patron o maalesef benim yapabileceğim bir şey yok'' dedim ve Ela'yı yavaşça kucağımdan indirerek ayağa kalktım.

 

Ela suratını asarak abisinin yanına giderken ben de elimdeki kitabı rafa koydum. Ela kollarını birbirine bağlamaya çalışarak küstüğünü belli ederken Yağız ise gülümseyerek Ela'ya bakıyordu.

 

Yağız Ela'ya üstten üstten bakarak "tamam prenses küsme bana, akşam söz getireceğim sana Miray ablanı'' dediği anda Ela hızla Yağız'a baktı ve olduğu yerde zıplayarak ''yaşasın, o zaman hemen gidip hemen gelin'' dedi ve bana bakıp öpücük gönderdikten sonra koşarak odadan çıktı.

 

Gülümseyerek Ela'nın arkasından baktığımda kenarda Yağız'ın hareketlendiğin fark ettim ve yüzümdeki gülümsemeyi dondurarak ona baktım.

 

O da aynı ifadeyle bana baktığında aramızda geçen tek duygu nefretti. Birbirine düşman olan iki kişi nasılsa biz de şu an öyleydik.

 

Olabildiğince soğuk bir sesle ''hazırlanman için yirmi dakikan var. Kapıda seni bekliyor olacağım. Benden istediğin bir şey var mı?'' Sorusunun üstüne alayla güldüm ve buzdan gözlerine bakıp ''ölmen'' dediğimde şaşkınlıkla kalakaldı.

 

Onun bu halini önemsemedim ve hareketlenip yanından geçtiğim sırada ona doğru eğilerek kısık bir sesle ''ama benim elimden'' dedim ve arkama bile bakmadan odadan çıktım.

 

 

 

 

☘️

 

Yağız'ın dediği gibi yirmi dakikada hazırlandım. Olabildiğince hızlı hazırlandığım bu kısa zaman zarfında üstüme siyah mini, kolsuz boğazlı bir elbise giymiş üstüne de elbiseyle aynı boyda deri bir ceket giymiştim. Son olarak da siyah topuklu deri bir çizme giydikten sonra tedbir amaçlı çizmenin birinin içine bir çakı diğerinin içine ise küçük bir silah yerleştirdim. Saçlarımı salıp kırmızı rujumu da sürdükten sonra mini siyah bir çanta alıp içine iki telefonumu da yerleştirip odadan çıktım.

 

Yağız söylediği gibi beni kapının önünde bekliyordu. Simsiyah takım elbisesi ve ceketinin cebindeki kırmızı mendille her zamanki gibiydi.

 

Merdivenden inene hatta arabaya binene dek Yağız sürekli olarak bana bakmıştı. En sonunda arabaya bindiğimizde sağımdaki koltuğa oturduğunda da bana bakmaya devam ettiğinde pencereden bakmaya devam ederek ''ne istiyorsun Karahanlı?'' Diye sordum.

 

Başımı yavaşça ona çevirdiğimde sertçe yutkundu ve bir süre ne diyeceğini düşündü. Onun konuşmayacağını anladığımda ona bir soru sorarak onu konuşmak zorunda bıraktım.

 

''Neden sürekli bana bakıp duruyorsun, ne söyleyeceksen söyle hadi'' dediğimde buzdan gözlerini kaçırdı ve derin bir nefes alarak zar zor konuştu.

 

''Mafya gibi giyinmişsin'' dediğinde yüzümde bir gülümseme oluştu ama o bunu görmeden hemen düzelttim ve sert ifademi takınarak

 

''Gibi mi, unuttun mu, ben zaten bir mafyayım'' dedim ve göz kırptım.

 

Bu cümlemin üstüne o da tarafındaki pencereden dışarıya bakarak bir şey söyledi ama tam anlayamadım. Çok üstünde de durmadım.

 

Araba bir süre sonra şirketin önünde durduğunda kapı açıldı ve ilk önce ben indim hemen ardımdan da Yağız indi. Bugün şirkete gelmemizin sebebi Yağız'ın ve benim imzalamam gereken evrakların olmasıydı. Buna ek olarak da ikimizin de içinde bulunduğu bir toplantı vardı. Yağız'a tekrardan bu toplantıya katılmak istemediğimi belirtmiştim. O ise ilk söyleyişimde bunu geri çevirmişti ama direttiğimde ise kabul etmek zorunda kalmıştı.

 

Diğer her şey bilindik bir şekilde gerçekleşti. Turnikelerden geçip asansöre bindik ve katımıza geldiğimizde ise Yağız'la yollarımızı ayırdık.

 

Odama girdiğimde beni masanın üstünde duran kırmızı bir kutu karşıladı. Kaşlarımı çatarak kutuya baktığımda ne olduğunu anlamak için bir süre bekledim. Daha sonra hareketlenip masanın etrafından dolandım ve sandalyeme oturarak kutuya baktım. O an düşmanlarımı gözümün önüne getirdim. Öykü, Yağız, Drake...

 

Bunu yapmaya sadece bu üçü cesaret edebilirdi. Eğer Öykü yaptıysa bunu misliyle alacaktı ama bunu Yağız ya da Drake yaptıysa mislinden de fazlasını alacaktı.

 

İçinden ne çıkacağı hakkında içimde ufacık bir korku bile yoktu. Çünkü ben yılandan daha kötü şeyler de görmüştüm. Kesilen bir parmak gibi...

 

Kutuyu hiç beklemeden açtığımda içinden sadece ters çevrilmiş bir fotoğraf ve bir tane de not çıktı. İlk önce notu aldığımda bozuk yazılar bana tanıdık gelmişti. Bu Drake'in yazısıydı.

 

Merhaba benim küçük sevgili kız kardeşim. Biliyorum artık eskisi kadar küçük değilsin, hatta ve hatta koskoca Yağız Karahanlı ve Drake Boris'i karşı karşıya getirecek ve onlara düşman olduğunu ilan edecek kadar da büyüdün. Sen ne ara bu kadar büyüdün ve ne ara böyle planlar yapar oldun bilmiyorum ama beni her durumda gururlandırmayı başarıyorsun.

 

Biliyorum bu cümlelerden sıkıldın hatta bu cümleleri okumaktan bile nefret ediyorsun ama sana kendimi anlatmamın tek yolu da bu cümleler. Ben Drake Boris kız kardeşinde yani senden, sen bunu ne kadar kabul etmesen de, bir şey isteyeceğim. Lütfen bu savaşta beni kardeşimle karşı karşıya getirme ve lütfen bu savaştan çekil. Çekil de ben bu sefer Karahanlı'yı alt edebileyim.

 

Sevgiler senin nefret ettiğin ama seni çok seven abin Drake Boris (Okan Ateş)

 

Kafamı elimdeki nottan kaldırdığımda karşımdaki duvara bir süre baktım. Uzun bir süre, hem bana bir sürü güzel şey söylüyor, hem de sanki ben onun oyuncağıymışım gibi beni kandırıp bana istediği şeyi yaptırmaya çalışıyordu.

 

''Aptalsın'' kağıdı elimde buruşturup masanın altındaki çöpe attım ve kutudaki fotoğrafı elime aldım ve yavaşça ters çevirdim.

 

Fotoğrafa şaşkınlıkla baktığımda gözlerimin dolmaması için gözlerimi tavana diktim ve derin derin nefesler alarak kendime geldim. Bir elimi yumruk yaparak gücümü topladım ve tekrardan fotoğrafa baktım.

 

Fotoğraf bir deniz kenarında çekilmişti. Fotoğrafta Drake ve ben vardım. Bu fotoğrafta ben 4, Drake ise 6 yaşındaydı. Benim üstümde pembe bir elbise, Drake'in ise siyah bir takım elbise vardı. Drake bir eli belinde diğer elini ise başıma koymuş bir şekilde gülerek bana bakıyordu. Bense kollarımı küstüğümü belli edercesine bağlamış ters ters ona bakıyordum.

 

Resme bakıp gülümsediğimde gözümden bir damla yaş yanağımdan süzülerek kucağıma düştü.

 

''Biz o halden bu hale nasıl geldik abi?'' Bir yaş daha süzüldü yanağımdan sonu diğerinden farksızdı.

 

İnsanlar acımasız diye nitelendirdikleri o kadının bu halini görselerdi acaba ne düşünürlerdi? Bir fotoğraf karesine yenildiğini ve bu denli ağladığını bilselerdi kim bilir ne söylerlerdi?

 

Fotoğrafın büyüsüne kapıldığım için çantamdaki telefonun çaldığını fark etmem uzun bir zamanımı aldı. Fark ettiğim de ise fotoğrafı kenara koyduktan sonra göz yaşlarımı sildim ve art arda derin nefesler aldım. Çantamı açıp sahte telefonumu içinden çıkardığımda ise arayan kişiyi görmemle elimi yumruk yapmam bir oldu. Telefonu hiç beklemeden açıp kulağıma dayadığımda ben bir şey söylemeden karşıdaki hemen lafa atıldı.

 

''Telefonu geç açtığına göre hala hediyemin etkisinde olmalısın canım kardeşim'' sesindeki galibiyet her zamanki gibi kendinden çok ama çok emin olduğunu yani bu savaşı kazandığını zannettiğini gösteriyordu ama hayır Drake Boris bu savaşta kaybedenlerden olacaktı.

 

Ona hiçbir cevap vermediğimde kendinden emin bir şekilde konuşmasına devam etti.

 

''Ee kararın nedir kardeşim?'' Alayla sorduğu bu sorunun cevabından o kadar emindi ki bana acı çektirdiğini sanıyordu.

 

Beni görmeyeceğini bile bile alayla gülümsedim ve ona gereken cevabı verdim.

 

''Cevap veriyorum'' dedim ve kısık bir sesle devam ettim.

 

''Şunu bilmeni isterim ki Drake, ben senin ebediyen düşmanın olarak kalacağım. Aynı Yağız Karahanlı'da olacağı gibi'' dediğimde Drake'in telefonun diğer ucunda şoka girdiğine emindim.

 

Drake şaşkınlıkla ''ne, sen ne diyorsun?'' Dediğinde büyük bir kahkaha attım ve onun bu can çekişini dinlemenin keyfini yaşadım.

 

''Miray bak ben o notta sana her şeyi güzelce anlattım. Sen neyi anlamadın? Karahanlı'yı yenmem, ondan intikamımı almam için bu gerekli bil-'' dediği sırada kendimi tutamayarak ona bağırmaya başladım.

 

''Bunca zamandır alt edemedin de şimdi mi alt edeceksin?'' Dediğimde susmak zorunda kaldı. Çünkü biliyordu, bunlar doğrulardı.

 

''Bana bak Drake ya da Okan her neysen, ne biz o fotoğraftaki çocuklarız, ne de sen benim abimsin. O fotoğraftaki kız çocuğuyla bu kadın aynı kişi değil. Bunun farkına var artık''

 

Telefonu yüzüne kapattığımda telefonu sertçe masaya koydum ve kendimi sakinleştirmek için oturduğum yerden kalkıp pencerenin önüne gidip pencereyi açtım ve içeriye temiz havanın girmesini sağladım.

 

Temiz havanın yüzüme çarpışının hemen ardından kapı iki kez çalındı ve benim gel komutumun gelmesini bekledi. Aslında ona gelme demek istiyordum ama bunu yapmadım.

 

Pencereyi kapatıp masanın üstündeki eşyaları toplayıp görünmeyecek bir yere koyduktan sonra yüksek bir sesle gel dediğimde kapı yavaşça açıldı ve benim buradaki tek arkadaşım kendini gösterdi. İdil, yine her zamanki gibi renkli giyinmişti. Üstünde dizlerine kadar olan mor gösterişsiz bir elbise vardı. Ayakkabıları da aynı renkti ve saçlarını da topuz yapmıştı.

 

Kapıdan girer girmez gülümseyerek ''merhaba'' dedi ve beni baştan aşağı süzdüğünde dudaklarının arasından bir ıslık sesi yükseldi.

 

''Her zamanki gibi çok güzel olmuşsun Miray'' dedi ve gülümseyerek yanıma geldi.

 

Aynı gülümsemeyle ona baktım ve nazikçe ''teşekkür ederim'' dedim.

''Dün biziçok korkuttun, Yağız bu konuyu açmamamı istedi ama ben yine de dayanamadım. Kim neden yaptı ki bunu, senin ne zararın var ki, kendi halinde yaşıyorsun, yani-''

İdil'in çıkmaza gireceğini ve susmayacağını anladığımda ''İdil'' dedim ve onu susturdum.

''Lütfen bu konuyu açmasan, biliyorsun benim için de zordu'' dediğimde İdil başını salladı ve üzgün bir şekilde bana baktı.

 

Kısa bir an odaya sessizlik hakim olduğunda bakışlarım kapıdaydı. İdil beklemediğim bir anda koluma girdi ve beni zorla yürüterek ''hadi yürü gidiyoruz'' dedi.

 

Ona şaşkınlıkla baktığımda ''nereye gidiyoruz İdil?'' Sorumla İdil bir anda durdu ve boş boş bana baktı.

 

''Hı senin haberin yok. Şu az önceki saçma sapan toplantıda bir karar verildi'' dediğinde başımı ne dercesine salladım ve İdil'in devam etmesini bekledim.

 

''Şöyle ki Sen Yağız'ın asistanı olduğun için bundan böyle Yağız'ın tek muhatabı sen olacaksın. Yani bu saatten sonra biz yok gibi bir şeyiz. Sadece sen olacakmışsın'' dediğinde kaşlarımı çatarak İdil'e baktım ve

 

''Bu kararı Yağız mı verdi?'' Sorum İdil'i güldürse de İdil hemen toparladı ve soruma cevap verdi.

 

''Evet, neymiş sen bu şirkette boşuna durmayacakmışsın, diğer çalışanların da başka başka işleri olacakmış ve artık senin alışma dönemin de bitmiş'' İdil farkında olmadan bana bir sürü bilgi vermişti ve hepsi de işime yarayacak cinstendi.

 

Belli ki Yağız ona karşı olmamın karşılığında bana böyle yaparak vazgeçirebileceğini sanıyordu.

 

Başımı sallayarak ''anladım, peki şimdi ne yapmam gerekiyor?''

 

''İşte ben de tam şu an bunun için buradayım. Yağız dedi ki aşağıdaki dosya odasına gidip ona son sekiz yılın kâr ve zararlarını gösteren dosyaları getirmeni istiyor. He bir de giderken ona orta şekerli bir kahve yapacakmışsın'' dediğinde bunları dinlerken bile yorulduğumu fark ettim ama söz konusu düşmansa yorulmak yoktu.

 

Ellerimi birbirine vurarak ''hadi yapalım o zaman ama ilk önce senin beni dosya odasına hemen sonra da kahveyi yapacağım yere götürmen gerekiyor'' dedim ve rahat hareket edebilmek için üstümdeki ceketi çıkarıp koltuğun üstüne attım.

 

İdil hızla başını salladığında hızlı adımlarla ilerledi ve odadan çıktı. Aynı hızla odadan çıktığımda Öykü'yü görmem bir oldu. Sekreter masalarından birisine dayanmış nefretle bana bakıyordu.

 

Sanırım insanlar Yağız'ın bunu benim iyiliğim için yaptığını düşünüyorlardı ama onların düşüncesinin aksine Yağız bunu düşmanını alt etmek için yapmıştı. Yani beni.

 

Öykü'ye alayla baktıktan sonra İdil'in gittiği yoldan gittim. Yağız henüz bana şirketi gezdirmemişti. Belli ki bu saatten sonra da gezdirmeyecekti.

 

İdil beni ilk önce dosya odasına götürdü ve oradan gerekli sekiz dosyayı kucaklayıp kahve yapmaya gittik. Kahveyi olabildiğince hızlı bir şekilde yaptıktan sonra dosyaları ayrı ayrı iki kolumun arasına koyup zorla kahveyi elime aldım ve küçük küçük adımlarla Yağız'ın odasının yolunu tuttum. İdil ne kadar ben taşıyayım dese de onun bu isteğini geri çevirdim. Çünkü Yağız o halimi görüp benimle alay edemeyecekti.

 

İdil'le yollarımızı ayırdıktan sonra Yağız'ın kapısının önünde durdum. Evet asıl sorun şimdi başlıyordu. Çünkü kapıyı çalabilmem ve açabilmem için boşta bir elim yoktu. Fincanı ve dosyaları da bir yere bırakma ihtimalim de yoktu. Çünkü İdil bile bunları bana zar zor vermişti. Tam ben son çare olarak etrafıma bakacaktım ki yanımda uzun boylu birisi belirdi.

 

''Galiba yardıma ihtiyacınız var'' dediğinde hızla ona baktım ve bunu yaparken de kahvenin dökülmemesine dikkat ettim.

 

Başımı kaldırıp ona baktığımda ilk gördüğüm şey yemyeşil bir çift göz ardından da açık kahverengi saç rengi oldu. Egemen'in gözleri de yeşildi ama onunkiler açık tondaydı. Bu tam anlamıyla yeşildi. Bakışlarım tenine kaydığında cildinde hiçbir pürüz yoktu. Çalışandan çok bir mankeni andırıyordu. Ben ona ağzım açık bir şekilde bakarken o ise bana gülümseyerek bakıyordu.

 

''Yardım etmemi ister misiniz?''

 

''Ne, şey evet olur, lütfen kapıyı çalıp açar mısınız, üç kez'' dediğimde şaşkınlığımı üstümden atmam zaman almıştı.

 

Üç kez dememin üstüne onun da bir an şaşkınlıkla baktığını gördüm ama hemen düzeltti.

 

Kapıyı üç kez tıklattıktan sonra içeriden bir sesin gelmesini bekledi ve ses gelir gelmez kapıyı açtı. İçeriye geçmemi beklediğinde gülümseyerek ona baktım ve

 

''Teşekkür ederim yeşil gözlü adam'' dedim ve bir adım atıp içeriye girdim. Bu adımı atmam bir saniyeliğine de olsa Yağız'la göz göze gelmeme sebep oldu ama ona bakmak yerine bana kapıyı açan kişiye baktım.

 

''Yeşil gözlü adam da iyiymiş ama adım Cenk ve ben tanıştığımıza memnun oldum Miray Hanım'' adımı bilmesine şaşırmadım, çünkü Yağız herkesin içinde adımı söylediği için duymayanın sağır olması gerekiyordu.

 

Cenk'e gülümsedim ve ''ben de'' dediğim sırada Yağız arkadan bana seslendi.

 

''Hadi Miray Hanım, ben de sizinle tanışmak istiyorum. Biraz acele edin lütfen'' Yağız'a bakmadan gözlerimi devirdiğimde Cenk kendini tutamayıp güldü ve bana el sallayarak kapıdan ayrıldı.

 

Cenk'in arkasından gülümsediğimde Yağız tekrardan bana kendini hatırlattı.

 

''Miray Hanım'' dediğinde hızla ona döndüm ve kapıyı ayağımla sertçe kapatarak ''geldim Yağız Bey geldim'' diyerek onun olduğu yere doğru ilerledim.

 

Buraya geldiğimden bu yana onun odasına ilk defa giriyordum. Aslında odasının benim odamdan pek bir farkı yoktu. Her şey aynıydı sadece bir fark vardı. O da camın önündeki kırmızı koltuk geriye kalan her şey aynıydı.

 

Bir iki adım attım ve koltuğunda yayılarak oturmuş olan Yağız'ın tam karşısında durup ilk önce kahveyi masaya koydum ardından da kollarımın altındaki sekiz dosyayı bir anda masaya bıraktım.

 

Yağız gülerek bana bana baktığında gülümsemesinin altında yatan alayın, küçümsemenin farkındaydım.

 

''Umarım kahvemi güzel yapabilmişsindir'' dediğinde masadaki fincana uzandı ve eline alıp bir iki yudum aldıktan sonra suratını ekşitip masaya geri koydu.

 

''Cık yapamamışsın, bu kahve orta şekerli değil sade olmuş'' oturduğu yerden ters ters bana baktığında onun bana biraz önce baktığı gibi ona bakarak ''ee Yağız Bey bir insan hep mutlu olamaz ya, bazen de ağzının tadı kaçması gerekir'' bu cümlem Yağız'ın kaşlarının havalanmasına sebep olmuştu.

 

Onun bu halini umursamayıp masanın önündeki koltuklardan birine oturdum ve dosyalardan birini alıp incelemeye başladım.

 

''Ee hadi başlayalım ki hemen bitsinler'' dediğimde Yağız hiçbir şey söylemedi sadece ve sadece güldü.

 

 

 

 

☘️

 

 

 

 

1 saat sonra...

 

1 saat boyunca sekiz dosyadaki bütün kâr zarar oranları incelemiştik. Hatta sadece incelemeyle kalmadık, neredeyse hepsini ezberledik.

 

Son dosyayı incelediğimiz sırada Yağız'ın telefonu çalmaya başladı. Arayan her kimse Yağız'ı keyiflendirecek bir haber vermişti. Bunu Yağız'ın ''aferin, işinizi bitirmeden sakın oradan çıkmayın'' dediğinden anlamıştım.

 

Belli ki yine birilerini yok etmek için planlar yapıyordu.

 

Bütün dosyaları bitirdikten sonra Yağız odama gitmem için bana izin verdi. Onun odasından çıktıktan sonra tekrardan dosya odasına indim ve dosyaları teker teker rafa dizdim. Şimdi ise merdivenlerden sallana sallana çıkıyordum.

 

Merdivenin son basamağını da atladıktan sonra odama doğru ilerledim ve kapıyı açıp içeriye girdim. Yağız'ın odasından sonra kendi odam bana cennet gibi gelmişti. Eşyalarımız ne kadar aynı olsa da onun enerjisi kasvetliydi.

 

Koltuklardan birine kendimi attığım anda sahte telefonum çalmaya başladı.

 

Nasıl zamanlama ama

 

''Of daha yeni oturdum ama'' sırf kimin aradığını merak ettiğim için oturduğum yerden kalktım ve masanın etrafında dolanıp çalan telefonumu karışık olan eşyaların arasından bulup çıkardım.

 

Ekranda yazan ismi görmemle hemen yüzümde bir gülümseme oluştu.

 

Arayan Egemen'di. Onu daha fazla bekletmeden çağrıyı yanıtladım ve kulağıma götürerek konuşmaya başladım.

 

''Öncelikle kıymetini bil çok yorgunum başkası arasaydı açmayacaktım'' dediğim anda telefonun diğer ucunda Egemen'in telaşlı sesini duymamla olduğum yerde kalakaldım.

 

''Ne yorgunluğundan bahsediyorsun Miray, olanlardan haberin yok mu?'' Egemen'in sorusuyla kalp atışlarım hızlandı ve yaşanabilecek bütün kötü senaryoları gözümün önüne getirdim.

 

''Ne oldu Egemen, yok hiçbir şeyden haberim, anlat ne oldu?'' Sorumla beraber Egemen hızlı hızlı nefes aldı ve

 

''Miray'' dedi. Hiçbir şey söylemeden onun devam etmesini bekledim.

 

''Yağız Karahanlı evine adam göndermiş, ben sen biliyorsun sanıyordum. İçeriye nasıl girdiler, kapıyı nasıl açtılar en ufak bir fikrim yok, ne arıyorlar onu da bilmiyorum ama evi didik didik ediyorlar. Oradan çıkacak gibi değiller, her ne arıyorlarsa...''

 

''Dosyalar'' dediğimde şaşkınlıkla ayakta dikiliyordum.

 

Yağız'dan bu kadarını yapmasını beklemiyordum. Benden habersiz, izinsiz evime girmesini.

 

''Onlar benim elimdeki dosyaların peşindeler, Yağız'a karşı kullandığım dosyalar. Yağız eğer onları ele geçirebilirse beni alt edeceğini sanıyor'' sol elimi yumruk yapıp kendimi sakinleştirmeye çalıştığım da olabildiğince derin nefesler almaya çalışıyordum.

 

''Peki ne yapacaksın Miray, izin ver de göstereyim artık kendimi'' Egemen'in sinir dolu sesine karşı sertçe yutkundum ve sakin bir ses tonuyla ona cevap verdim.

 

''Hayır şimdi değil, zamanı geldiğinde çıkacaksın. Şimdi bu işi ben halledeceğim''

 

''Ne yapacaksın?'' Egemen'in merakla sorduğu bu soruya gülümsedim ve

 

''İzle ve gör ama ben senden bir şey isteyeceğim. Senin evindeki odamda dolaptaki kasanın içinde siyah bir kutu olacak içinde de bir tane mermi var, onu al ve Drake'e gönder. Üstüne de; Bazı izler unutulmaz. Aynı iz bırakanların unutulmadığı gibi yaz o bunu anlar'' dedim ve Egemen'le kısa bir şey daha konuştuktan sonra telefonu kapattım.

 

Sırada Yağız Karahanlı vardı. Evime hadsizce girmenin hesabını verecekti ama ondan önce yapılması gereken bir şey vardı.

 

 

 

 

☘️

 

Odama geri geldiğimde alnımdaki terleri silerek masadaki dizüstü bilgisayarı açtım ve birkaç küçük dokunuşla evimin kamera sistemini bilgisayara bağladım. Ekran altıya bölündüğünde bütün odaları teker teker inceledim. Oturma odasında üç kişi, çalışma odamda beş kişi, yatak odamda iki kişi, mutfakta dört kişi, bahçede de dört kişi bekliyordu. Toplam on sekiz kişi gelmişti evime ama hiçbiri de gizli odayı bulamamıştı. Bu iyi haberdi ama yalnızca benim için.

 

Ekrandan gizli odaya ait olan görüntüyü kaldırdım ve ayaklanıp ceketimi giydikten sonra hamlemi yapmak için bilgisayarı kucağıma aldım ve bir hışımla odadan çıktım. Çalışanların bana bakmasını önemsemeden sert adımlarımla Yağız'ın kapısının önüne geldim ve hiç beklemeden kapıyı sertçe açtım. İçeriye girdiğimde aynı hızla kapıyı kapattım.

 

Yağız ne olduğunu anlamaz bir şekilde bana bakarken bense kendimden emin adımlarla ona doğru yürüdüm ve elimdeki bilgisayarı sertçe masaya bıraktım.

 

Yağız olayın ne olduğunu bilse de bilmezden gelip beni delirtmeye çalışıyordu.

 

''Hayırdır, ne bu şiddet bu celal?'' Kaşlarını çatıp bana baktığında kendime hakim olamadım ve elimi sertçe masaya vurarak ''sen'' dedim ve gözlerinin içine bakarak devam ettim.

 

''Ne yaptığını sanıyorsun, bu ne cüret?'' Bakışları bir bana bir de masada duran elime kaydığında elini kaldırıp ''ne yapmışım ya?'' Diye sordu ama sesindeki alayı gizleyemedi ya da gizlemek istemedi.

 

Elimi tekrardan sertçe masaya vurduğumda çenesinin kasıldığını fark ettim.

 

''Evime adamlarını sokmakta ne demek oluyor?'' Yüzündeki gülümseme büyüdüğünde yüzüne yumruk atmamak için kendimi zor tutuyordum.

 

''Gereken neyse onu yaptım'' dediğinde dişlerimi sıkarak başımı salladım ve ''ben de birazdan gerekeni yapacağım sen hiç merak etme'' dedim ve masada duran bilgisayarı açıp ona çevirdim ve masanın etrafında dolanıp yanına geçerek ekranı gösterdim.

 

Bahçeyi göstererek ''şurayı görüyor musun?'' Diye sordum. Başını salladığında keyifle gülümsedim ve bir alanı gösterip ekranda işaret parmağımla daire çizerek

 

''Sen şu an adamlarını oradan çıkarmazsan senin şu gördüğün yerde ve aynı konumda evin sağında, solunda ve arkasında toplam dört tane daha gömülü olan bombaları teker teker patlatacağım'' daha cümlemi bitirmeme kalmadan Yağız'ın yüzü bir anda düştü ve korkuyla bana bakmaya başladı.

 

''N-ne, nasıl yani, bu doğru mu?'' Şaşkınlıktan sorduğu sorular ve yüz ifadesi beni öyle mutlu etmişti ki, o yüz ifadesine karşı içimden işte sıra ben de diyebildim.

 

''İnanmıyorsan deneyelim'' dedim ve dudaklarımı büzerek ona alayla bakıp devam ettim.

 

''Hem senin yüzün neden düştü, az önce ne güzel gülüyordun'' Yağız sertçe yutkunduğunda yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü.

 

''S-sen şimdi yaşadığın evin bahçesine bomba mı yerleştirdin, sen nasıl bir manyaksın?'' Dediğinde beti benzi atmış bir şekilde bana bakıyordu.

 

Odanın içinde bir kahkaha attığımda Yağız şaşkın şaşkın bana bakmaya devam etti.

 

''Hala öğrenemedin mi bana oyun kuramayacağını, benimle savaşıyorsan bil ki bu oyunda senin tek işlevin oyuncu olmak, yani kurulan oyunda oynamak'' dedim ve hiç beklemeden devam ettim.

 

''Ve evet ben senin aklının almayacağı derecede bir manyağım ama şunu bil isterim. Sürprizim daha bitmedi. İki dakikaya burada olur. En iyisi sen adamlarını ara ve onlara oradan çıkması gerektiğini söyle yoksa bir bomba patlar, sonra bir bomba daha ve bir bomba daha, unutma Karahanlı benim kaybedecek hiçbir şeyim yok ama senin on sekiz adamın var. Süren başladı''

 

Cümlem biter bitmez Yağız telefonuna sarıldı ve adamlarını arayıp oradan çıkmaları gerektiğini söyledi tam telefonu kapattığı sırada kapı aceleyle tıklatıldığında Yağız'dan önce ben ''gel'' dedim ve içeriye birisinin gelmesini bekledim.

 

Yağız'a yandan bir bakış attığımda yüzümde hala bir gülümseme vardı. Kapı açılıp içeriye bir kadın girdiğinde Yağız ne olduğunu anlamadı. Ta ki kadın telaşla konuşana dek

 

''Yağız Bey'' kadın öyle çok korkmuştu ki sesi bile titriyordu. Yağız'da onun bu halinden oturduğu yerden kalktı ve bir bana bir kadına bakarak ''ne oldu, konuşsana'' diye bağırdığında kadın daha çok korktu ama bu haberi vermesi gerektiğinin de bilincinde olarak olanı biteni bir çırpıda anlattı.

 

''S-Seçil odasında ölü bulunmuş'' kadın bir anda ağlamaya başladığında ben hala daha gülümsüyordum. Yağız'sa bunu yapacağımı, birini öldürebileceğime imkan vermiyormuş gibi bana baktı bense Yağız'a doğru yaklaşarak ''bu da sana bugünlük son hediyem''

 

 

 

 

⚔️

Loading...
0%