Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. Bölüm

@fantastikokur

 

“iyisin değil mi? Gelemedim bir türlü gelemedim yanına. Salmadı annem.” Dedi Nergis. İyi miydim? Olanları gözden geçirdikleri iyiden çok uzak olduğumu düşünüyordum. İyi olmayı unutmuştum.

Bunca sene yağmurda sığınak arayan insanları garip demiştim. Şimdi anlıyordum. O kadar takat sızdı ki bu insanlar birde yağmurun mahvedeceği kıyafetlere, onun getirdiği soğuğa ve insanların kınayan, garip şey en bakışlarıyla birlikte küçümseyici sözlerine tahammülleri yoktu.

Oysa onlarda severdi yağmuru. Bir kez korkmadan çıksalar dışarı, bir kez kırsalar bütün zincirleri onlarda severdi. Eğer onlar bir şeyleri sevebilseydi bu kadar canı acır mıydı bu takatsiz insanların?

Mesela birileri izleyip dedikodusunu yapmak yerine elini uzatsa, ölüler daha cenazelerinde unutulmasa, ağlamak gülmek kınanacak bir şey olarak görülmese, kadın erkek fark etmeksizin adalet yerini bulsa tüm bu takatsiz insanlar şimdiki gibi mi olurdu?

Kaybettiğimiz her şey kalbimizden alınan bir parçayken, ben nasıl iyi olabilirdim? Bu kadar yorgunken mesela yürümeye devam edebilir miydim? Bunca yıl hayalim olan bir çok şeyden vazgeçmişken bir de ileride hayatımı birleştireceğine kişiyi de seçemeyecektim. İstediğim gibi olmamıştı hayatım. Okuyacağım demiştim, olmadı. Annem yaşasın istedim, olmadı, babam bizi seçsin istedim, olmadı, üç kardeş hep mutlu olalım istedim olmadı, Güney ve beni kalan hayatımızda rahat bıraksınlar istedim olmadı, istediğim kişiyle istediğim zaman evleneceğim demiştim, o da olmayacaktı.

Ve ölüm sadece bedenin ruhla ayrılmasıyla olmazdı. Ruhun bedenini hapishane gibi gördüğü an ölürdün aslında. Korkuyordum. Kendimi kaybediyor ve bundan çok korkuyordum.

Iraz'la olacak evliliğini düşünüyordum çoğu zaman. Benim sevebileceğim bir insan mıydı? Iraz Fazlıoğlu hayatım boyunca hep gördüğüm ama hiç tanımadığım biriydi. O fotoğraf karesinin bir ucunda hep vardı ama asla fotoğrafın ortasına olmamıştı. Bende onu hiç yanıma çağırmamıştım. Şimdi bir anda her şeyi alt üst etmişti. Tüm dengemi sarsmıştı. Belki bundan yirmi yıl sonra yanımda olmayacak ama benim aklımda her daim kalıcı bir yeri olacaktı.

“Değilim sanırım.” Nergis hüzün ve anlayışla bakan gözlerimi üzerime dikti. “Iraz'la gerçekten evlenecek misin?” Salondaki kanepeye oturmuştuk. Soba zaten etrafı ısıtıyordu.

Mutfaktan yanımıza gelen Güney “Abla ben dışarıdayım.” Dedi. Ona tamam anlamında başımı salladım sadece. Güney çıktıktan sonra Nergis elini yanağıma koydu. “acıyor mu?”

“Onunla evlenmekten başka çarem yok.” İlk sorusuna cevap verdim ama ikincisini eş geçtim. Çünkü acıyordu. Yanağım, beynim, kalbim ve ruhum çok acıyordu. Kimsesizliğimi derinlemesine hissediyordum. Nergis beni kendine çekti ve sıkı sıkı sarıldı. “keşke elimden bir şey gelse.” “kimsenin elinden bir şey gelmez.”

“Belki mutlu olursunuz.” Ufak bir çocuğun umut dolu gözleriyle bakıyordu bana.

“Ya olamazsak?” dedim

“en azından mutlu olmayı denemiş olursunuz.” Elini tuttum.

“onu bir evliliğe zorluyor muşum gibi hissediyorum. Sanki istemediği biriyle bir ömür geçirmeye mahkum ediyor gibi.”

“hiçbir şey için kendini suçlu hissetme. İsteseydi ortaya atlamazdı bile. Kimsede onu suçlamazdı. Unutma herkes namussuzluk yapabilir ama namus sadece kadına sorulur. Herkesin kalbi taş kalabilir ama onlar erkektir.” Bunları bir kadından duymak ne acıydı. Bunların gerçek olması tüm bu yaşananlar...

Nergis'le sohbetimizden sonra çok geç olmadan eve gitti.

Bir kaç saat sonrada Güney geldi. Zaten beş dakika sonra sokağa çıkma yasağı başlayacaktı. Eğer yasak sırasında dışarıda olursan kadın erkek genç yaşlı çocuk demeden alırlardı içeri.

Abim ne haldeydi?

 

 

 

Yazardan

Günler su gibi akıp geçiyordu. Ama bu zindanlara Güneş hiç doğmuyordu. Bir kez kan kokusu sinmişti bu izbe yere. Ne kadar temizlersen temizle çıkmazdı. Melodisi, işkence gören kimi masum kimi suçlu, kimi sadece kendi görüşüne sahip olduğu için burada olan insanların çığlığıydı. Ahlar vardı burada. Evladını bekleyen anaların, eşini bekleyen kadın ve erkeklerin, kardeşini bekleyen kardeşlerin, ve ölmeyi dileyecek hale getirdikleri bu insanların ahları vardı.

Ölümler sarmıştı burayı. Acımadan idam ettikleri insanların ölümleri. Ayırt etme yoktu. Torpil yoktu. Bir sağdan bir soldan asıyorlardı insanları. Ucuzdu çünkü canları. Önemi yoktu kimsenin gözünde. Yaşam kadar ölümde ucuzdu.

İlk düştüğünde bu çukura yatar çıkarım diyordun. Sonra işkenceler başlıyordu. Olsun dayanırım diye kendini kandırmaya başlıyordun. Gittikçe artıyordu işkence. Karşılık veremiyorsun. Hırsları bitmiyordu bu aşağılıkların. Her yeni gün daha sert iniyordu darbeler sırtına. Sebepsiz, sınırsız, sonsuz...

Diğerlerinin çığlıkları gelirdi bazen. Kendi yerinde oturur dinlerdin. Kimseden haberinde olmazdı. Aynı zindanda bazen aç susuz... En yakınındaki olurdu idamı çıkan. Elinden bir şey gelmezdi. Bir hücrenin içinde tanışıp yoldaş olduğun adamı ölüme yollardın. Bazen bilerek yaparlardı. Sağcılarla dolu hücreye solcunun birini gönderirler diye. Solcularla dolu hücreye sağcının birini gönderirlerdi. Öyle nefretle dolmuştu ki bu insanların kalbi o halde bile ortadan kaldırmak isterlerdi o tek kalanı.

Gürkan Eldem bu cehennemin içerisindeydi işte. Üstü başı yırtık, kır pas içinde. En son iki gün önce yoğurt çorbası içmişti. Duvara yaslanmıştı. Bugünün şanslı kişileri arasına henüz yerleşememişti. Her an işkence için çağırılabilirdi. Kolları sırtı bacakları yara içerisindeydi. Saçları kısacık kesilmişti.

Onlardan ne istediklerini ve ne zaman çıkacaklarını bilmiyorlardı. Çıkabilecekler mi o da muammaydı.

Yanında Abbas vardı. Abbas bir çok eyleme katılmış bir sağcıydı. Dava uğruna girdim derdi. Onun davası, sağcı solcu fark etmez, bir hiçti. Ölüm davasıydı. Şiirler mırıldanırdı arada Abbas. Çok konuşmazdı. Okan vardı birde. Solcuydu. Gürkan'ı buraya getiren dava siyaset değildi. Bu yüzden herkesle anlaşırdı. Solcu Okan, Ahmet, Veli... Sağcı Abbas, Yasin Mert... Taraf seç derlerdi bazen. Sonra kimsenin bunu hatırlamaya gücü kalmazdı. Öylece yiyip giderlerdi her biri. İdamı ya da çıkışı beklerdi.

Bir sevgilinin yüzünü tekrar görmek, gözü yaşlı annenin ellerini öpmek, yavaş yavaş hafızalardan silinen sokaklarda tekrar gezmek...

Gürkan'da istiyordu. Ayşe’yi tekrar görmek. Gülşah’a Güney'e sarılmak. Ayşe'nin yasaklı kitabının suçunu üstüne alırken ikinci kez düşünmemişti. Pişman da değildi. Ayşe dayanamazdı tüm bunlara. Gülşah zaten Güney’i alıp babalarının yanına dönmüştür diye düşünüyordu. Memnune buradan daha iyi bir seçenekti o an için. Bilseydi Gülşah'ın halini pişman olur muydu?

Ayşe'nin onu sevip sevmediğini bile bilmezken kalkışır mıydı böyle bir şeye. Gürkan Gülşah ve Ayşe arasında bir seçim yapmıştı aslında.

Gülşah'ı ne babası ne de abisi seçmişti.

Gürkan sırtını duvara yaslamış yerde oturuyordu. Soğuk biraz olsun iyi geliyordu. Belki dışarıda kar vardı. Bilemezdi. Gözlerini etrafta gezdirirken yanda Abbas yine şiir mırıldanıyordu. Necip Fazıl'ın “Beklenen” şiiri

“Ne hasta bekler sabahı

Ne taze ölüyü mezar

Ne de şeytan bir günahı

Seni beklediğim kadar.”

Gözleri doldu. Erkek adam ağlar mı diye büyütülmüştü o. Burada çok ağlamıştı. Bir o kadarda içine akıtmıştı göz yaşlarını. Çok beklemişti Ayşe'yi. O da gelmemişti. Şimdi yüzünü bile görmüyordu. Hukuk fakültesinde tanışmışlardı. Yakın arkadaş olmuşlardır. Ama Gürkan ilk andan beri aşkını yüreğinde hissederdi.

“Geçti istemem gelmeni

Yokluğunda buldum seni

Bırak vehmimde gölgeni

Gelme artık neye yarar?” dedi son kez Abbas.

O Ayşe'ye gelme diyebilir mıydı? Ayşe mi daha kötüydü yoksa yokluğu mu?

Sonra kapılar açıldı. İki saat önce götürülen Yunus’u getirmişlerdi. Zavallı daha 16 yaşındaydı. Acımasız küçümseyen bakışları etrafta gezindi gardiyanın. “Abbas” bir sonraki kurban seçilmişti. Abbas helal et der gibi baktı Gürkan'a çünkü en yakınında olan oydu. Bilemezlerdi. İşkenceye götürülen bir sonraki gün gelip de hala koğuşa geri getirilmesiyle öldü denirdi. İdamın ne zaman geleceğini yanlarındaki adamı bir sonraki gün olmadığını görene kadar bilemezlerdi.

 

 

Gülşah'tan

Ertesi sabah boğazım biraz daha iyiydi. Kahvaltıdan sonra Güney işe gitmişti. Naciye ablada bana iki günlük izin vermişti. Kendimi toparlayıp atölyeye geri dönecektir. O günkü rezalet herkesin dilindeydi. Evde olduğum bu zamanda e işleriyle ilgilenmiş ve ihtiyaçlarımızın listesini çıkarmıştım. Parayı düzgün kullanmalıydım.

Bir anda alacaklı gibi çalan kapıyla babamın gelmiş olmasından korktum. Ne trajikomikti. İnsan babasından korkar mıydı hiç.

“Aç kapıyı. Oğlunu kandırmak neymiş, çık dışarı hesap ver. Gülşah!” kültür abidesi Nazende hanımın sesini duymanın beni rahatlatacağını söyleselerdi kahkahalarla gülerdim. Gidip kapıyı açtım ve “kim senin oğlunu kandırmış be. Destursuz gelirsin evime.” Sessiz kalacak değildim.

“Bak birde cevap veriyor. Şırfıntı.” İçeri girmeye çalıştı ama engelledim. “senin bu yaptığını küçümsediğin, kenar mahalle gülü dediklerin yapmaz. Gelmiş burada ahkam kesiyor. Çık git evimden Nazende hanım. Benim derdim başımdan aşkın. Seninle mi uğraşacağım.”

İclal ve Itır abla onu götürmeye çalışırken bende kapıyı kapatacaktım ki aklıma gelenle yine araladım kapıyı. Bu sırada Nazende hanım arkasını dönmüş gidiyordu. Nikahta görüşürüz.” Diye bağırdım arkasından ve kapıyı suratına kapattı. Yemin ederim olayım bitmiyordu.

Mahalleli iki günde bir seyrimize çıkmazsa olmazdı zaten. Olaysız bir gün geçirsem kurban keseceğim diyeceğim hangi parayla. Bıktım artık bunların hepsinden. Şeytan diyor sal keçileri bayıra. Otur yolun ortasına ölmeyi bekle. Bıktım artık hepsinden.

Bir bardak su içtikten sonra kendi başıma masaj yapmaya başladım. İşin gücün yoksa şimdi birde kaynana derdi çek.

 

Loading...
0%