Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8.Bölüm

@fantastikokur

Medya: kitaba özel hazırlanmış poster

Bazı günahların affı olmaz. Bazı hayatlar son bulmadan solar. Bazen yaz gelmez, ilkbaharın çiçekleri açmaz. Bazı insanların bedeni değil ruhu kanar. Bazen izler kalır bazen yaralar kapanmaz. Bazı bağlar ebediyen kopar, geri bağlanmaz. Bazı yokuşlar aşılmaz, bazı düz yollarda yürünmez. Bazı aydınlıklar gözü kör eder, bazı karanlıklar huzurludur. Bazı kayıplar kazanç, bazı kazançlar kayıptır. Bazı hataların geri dönüşü yoktur. Bazen asla eskisi gibi olamazsın. Ve ne kadar çabalarsan çabala vazgeçmek zorundasındır.

Birileri bir nefes daha fazla alabilmek için dualar eder. Birilerine aldığı nefes haram gelir. Zaman denen o şey öylece akıp gider. Sen onun akıntısında oradan oraya savrulurken boğulmamak için elinden geleni yaparsın. Boşunadır aslında her biri. Bir gün elbette boğulacaksan kendini akıntıya bırakıp onun seni götüreceği son noktayı görmek gerekir. Kaderimin benim için çizdiği son noktayı her daim merak etmiş aynı zamanda bu son noktadan her zaman kaçmışımdır. Şimdi anlıyordum. Aslında kaçış yoktu. Ölecek olan birinin son çırpınışları kadar anlamsızdı.

Bundan yıllar önce küçücük bir çocukken sokaklarda oynardım. Ağaçlara tırmanır, ağaçlardan düşerdim. Evcilik oynardım mesela. Annem hep anlamsız bulmuştu bu oyunu. Anlamdıramamıştım. Oysa çok barizdi. Evcilik ileride gerçeğini yaşayacağımız şeylerin bir oyunuydu. Çocukluğu böyle harcamamalıydık. Oysa tüm arkadaşları evcilik oynayan, o güzel bez bebekleriyle birbirlerine hava attıkları bir çocuğa bunu anlatmak ne mümkündür.

Kaybediyorduk işte bir şekilde. Her zaman. Bir yerlerde elimizden gelmiyordu. Geri döndüremiyorduk. Ben bu zamana kadar hep iyi yönden bakmaya çalışmıştım. Olabilirdi. Ağaçtan düşmüştüm ama bugün daha yükseğe tırmanmıştım. Annem beni azarlamıştı ama abim kendi çikolatasını vermişti. Daha bir çoğu. Hep bir ama bulmuştum kendime. Aydınlığıma sığınmıştım.

Şimdi o aydınlık gözlerimi acıtıyordu. Kendi köşeme çekilmek istiyordum. Analar olmadan kabullenmek, alışmak ve yeniden ayağa kalkacak gücü bulmak istiyordum. Deniyordum da. Abimle İstanbul’a gittiğimden beri her seferinde deniyordum. Bir şeyler oluyordu her seferinde. Bırakmıyorlardı.

Susmuyor, durmuyor, rahatsız ediyorlardı. Anlamıyorlar, üst elemeye devam ediyorlardı. Kolay bir yolu yoktu. Aması yoktu. Yeniden başlamak yoktu. Savaşacak gücünde yoktu.

Herkes gibi içimde taşıdığım bu aptal kalpte susmuyordu. Özledim diyordu. Geri istiyordu bazı şeyleri. Ağlayalım, vazgeçelim, olmaz, başaramadık, kaybettik, biri bana sarılsın diyordu sürekli. Yoktu işte anlamıyor muydu bu aptal kalp? Ağlama, vazgeçme, olmaz deme, başaramama, kaybetme lüksümüz yoktu. Bize sarılacak biri yoktu. Yapmak zorundaydık. Hayatta kalmak için denemek daha da ilerisi başarmak zorundaydık.

A acıyordu. Öyle çok acıyordu ki. Anlamıştım. Her şeye rağmen içimde küçük bir umut tanesi vardı. Kar tanesi kadar bir umut tanesi. Erimiş, şu oluş, en sonunda da buharlaşmıştı o küçük umut tanesi. Ben annemin öldüğünden beri her gün kendime babamın da öldüğünü hatırlatırdım. Bugün fark ediyordum ki aslında kalbimde hep bir istek vardı. İçten içe ona gidecek yollar aramıştım hep. Babam bir bir tüm yollarımı kapamıştı. Aramızda kilometreler yoktu belki ama birbirimize ulaşamayacağımız kadar uzaktık.

Neye uğradığımı şaşırmıştım. Atölyenin kapısını açmakla birlikte yüzüme inen tokatla nevrim dönmüştü. Babam hayatımda ilk defa bana vurmuştu. Benim suçum yoktu ki. Ben bir şey yapmamıştım. Dediği gibi birilerinin altına girmemiştim. Şerefini iki paralık etmemiş, başını öne eğmesi mi gerektirecek hiçbir şey yapmamıştım. Şerefsiz değildim. Onurumla yaşamıştım ben. Annemin öğrettiği gibi.

Beni yerlere savunurken ağlıyor, acı çekiyor, bunu gösteren bağırtılar ve iniltiler çıkarıyordum. Ama tek kelime edememiştim. Herkesin ortasında beni böyle küçük düşürürken dur diyememiş, tepki gösterememiş, kendini savunamamıştım. O anki acı muazzamdı. İçimden çok şey geçmiş, dışıma hiçbirini yansıtamamıştım.

Sonra Iraz gelmişti. Ben kendimi savunamamıştı ama o beni savunmuştu. Yapmadığımı söylemişti herkese. Babamın yüzüne gerçekleri haykırmıştı. Benimle evleneceğini söylemişti üstelik. Bu ne acizlikti Allah’ım. Ne acı, ne keder? Kendim için tek kelime edememek büyük ıstıraptı. Öylece beklemiş birilerinin beni kurtarması gerekmişti. Kendim karar verememiştim.

Evlenecektim. Kendim seçmediği bir adamla, kendim karar veremeyeceğim şekilde evlenecektim. Yüzüm gözüm yediğim dayağın etkisiyle dağılmıştı. Zihnim ondanda beterdi. Hissettiğim mahcubiyete diyecek yoktu. Belli ki Iraz'da bana mecbur kalmıştı. Ben kendimi savunamamış ona ihtiyaç duymuştum. Kendi azabıma onu da mahkum etmiştim.

Iraz beni ayağa kaldırıp evime kadar eşlik etmişti. Büyük umutlarla kurduğum ama beni bu hale düşüren evim.

Beni bu hale düşüren evim değil öz be öz babamdı. Annemin arkadaşları, büyürken her anıma şahit olan insanlardı.

Eve girdikten sonra odama çıktım. Evin içi buz gibiydi. Yerde kar vardı. Benim kabanımda atölyede kalmıştı. Sobayı yakmak istedim. İstemekle kaldı. Gidemedim. Yorgundum. Her yerim ağrıyordu. Dizlerim kanamıştı. Avuç içlerimde soyulmuştu. Gözlerimde ağrıyordu.

Odama çıktım. Merdivenlerden yavaş yavaş çıktım. Yorganın altına girmek çok zor geldi o an için. Öylece uzandım yatağın üstüne. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Yavaş yavaş kapanmaya başladı. Hayal meyal dış kapının açıldığını duydum. Sonra birileri merdivenlerden çıkmaya başladı. Gerisi yoktu.

...

O kadar soğuktu ki burası. Üstelik nerede olduğunu da bilmiyordum. Ayağımda ayakkabılarım yoktu. Üstümde ise annemin geçen yaz diktiği çiçekli bir elbise vardı. Bir binanı içindeydim. Okul gibi hastane gibi büyük bir bina. Terk edilmiş gibiydi. Çok karanlıktı. Kimseciklerde yoktu. Ne işim vardı benim burada? Nasıl gelmiştim peki? Ve nereye gidiyordum?

Bilinçsizce ilerliyorum karanlık koridorlarda. Huzur denen şeyi iyi bilirdim ve kesinlikle bu koridorların duvarlarından huzursuzluk akıyordu. Korkutucuydu. Bir sürü kapı olan bir başka koridora çıktım en sonunda. Karanlıkta soğukta yerli yerindeydi. Lakin içime anlamlandıramadığım bir hüzün doldu.

Duyduğum çığlıkla hızla arkamı döndüm. Bir kapının ardından geliyordu. Kapıya ilerledim ama kapı yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Yetişemedim. Kapının yerini sanki kapı hiç var olmamışçasına bir duvar aldı.

Gerisin geri dönmek istedim. Hangi koridordan gelmiştim? Geride yine sadece duvar vardı. Geri dönemedim. İleriye doğru ilerlemeye devam ettim. Arada çığlıklar gelmeye devam ediyordu. Çığlıkların geldiği kapıya döndüğümde ise kapı kayboluyor yerini duvar alıyordu.

“Gülşah!” diye bir ses duydum. Bana sesleniyordu. Sesinde keder acı özlem vardı. En önemlisi bu sesi tanıyordum.

Abim.

Etrafımda dönüp nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Bulamadım en sonunda tekrar bağırdı. “Gülşah çıkar beni buradan. Lütfen kardeşim. Yardım et.” İçine dolan korkunun haddi hesabı yoktu.

“abi neredesin? Bulamıyorum seni. Yardım et bana.”

“Gülşah ben ölmek istemiyorum.” Kalbim acıdı. “abi ölmeyeceksin. Bana nerede olduğunu söyle. Gelip seni alırım.” “Gülşah seni seviyorum kardeşim. Hiç unutma bunu.” “Abi ses var neredesin?” ses yoktu. Tekrar bağırdım. Yoktu.

“Abi!” bu bir haykırıştı.

Zar zor gözlerimi açtım. “abla iyi misin?” odamın tavanıyla bakıştım. Rüyaydı. Ama hiç halim yoktu. Belki hala rüyadaydım. Bedenime ağırlık çökmüştü. Gözlerimi açamıyordum. Güney bir şeyler diyordu ama anlamadım da. Sonra yanağıma dokundu. İnmedim. Yapabildiğim tek şeydi. Acıyordu ama benim yerimden kalkacak halim yoktu. O sırada boğazımda da bir acı hissettim. Yutkunmak o kadar zordu ki.

“Abla merak etme. Iraz abi hekimi çağırdı ilaç verdi sana. İyi olacaksın. Korkma olur mu?” kardeşimin çaresiz sesi toparlanmam için en büyük sebepti. Ayağa kalkmaya çalıştıysam da boşaydı. Yeniden uykuya daldım.

Iraz Fazlıoğlu'ndan

Gülşah’ı evine bıraktıktan sonra dükkanıma gittim. Öyle öfkeliyim ki. Benim sevdiğim kadının gördüğü muamele bu olmamalıydı. Hiçbir kadın bunu hak etmezdi. Sokağın ortasında onuru, gururu öyle edilmişti ki. Öyle baba olmaz olsundu. Eğer Gülşah orada olmasaydı onu fena benzetirdiniz. Yatıp kalkıp Gülşah’a dua etmeliydi o bunak herif. Eğer olay olur olmaz orada olsaydım Gülşah’ın varlığı bile beni durduramazdı.

Ben böyle hayal etmemiştim ki. Gülşah'la evlendiğim bir çok hayal vardı ancak hiçbiri bu şekilde değildi. Gizli gizli pastanede buluşmayı hayal etmiştim mesela. Her köşe başında karşısına çıkmayı düşmemiştir. Bana aşkla, sevgiyle baktığını beni sevdiğini söylediğini hayal etmiştim.

Babasından işitti hakaretlerden ve dayaklardan onu kurtarmak için onunla evleneceğini bağırmak içler acısı bir durumdu. Belki beni zamanla severdi ya da hiç sevmezdi. Önemli olan bu da değildi benim için. Hayatı alt üst olmuştu ve tekrar gülümseyebileceği hale getirmek önceliğimdi. Bunun için Güney’de konuşmalıydım. Bir şeyleri olgun karşılamayı öğrenmişti ama o yine de ergenliğe girmek üzere olan erkek kardeşti. Gülşah’ın işi gerçekten zordu.

Dükkana girdiğimde iki çırağımın da işleri gayet düzgün şekilde yaptığını gördüm. “Güney gel yanıma. Konuşalım bir seninle.”

Ofisime geçtim. Güney'de peşinden gelmişti. Karşılıklı oturduk. “bir şey mi yaptım abi?” Aklımdan cümlelerimi toparlıyordum. “yok aslanım. Konuşmamız gereken şey biraz daha farklı.” Yerinde dikleşti. “Ne oldu abi?”

“Bak etrafta çıkan dedikoduları illaki duymuşsundur.” Kaşlarını çattı ama konuşmadı. Ben konuşmaya devam ettim. “Babanın da kulağına gitmiş. Pekte hoş karşılamayacağı ortada. Ablanı dövdü. Yetişemedim.” Yerinden ayaklanmaya kalkıştı ama tuttum. “ablanla evlenmek zorundayız. Merak etme. Ne sana ne ablana bir zararım dokunmaz. Ablan istemediği sürece de hiçbir şey olmayacak. Eğer zamanı geldiğinde benden ayrılmak isterse ya da gitmek isterse sıkıntı da çıkarmam. Aksine ikinize de destek olurum. Ama bil ki bu evlilik bir tercih değil. Mecburiyet.”

 

Loading...
0%