@fantastikokur
|
Giriş İnsanlar hayatları boyunca bir çok farklı zamanda farklı şekillerde ve farklı yaşlarda imtihan edilirdi. İsyan etme derlerdi. Sabırlı olmalıydık. İmtihanlarımızın sonu gül bahçelerine çıkardı. Hayat seni oradan oraya savrur sonrada ödül verirdi. Acı çekilmesini isterdi mutluluğu bulmadan önce. Verdiği acılara katlanamazsan imtihandan kalırdın. İmtihandan kalanların akıbeti ne olurdu? Ölürler miydi? Cehenneme mi gidiyorlardı? Ölmezler de yaşarlarsa ne olurdu? Ölüpte toprağa kavuşana kadar bir daha mutlu olamazlar mıydı? Bilmem. Benim imtihanım yeni başlamıştı. Ben bu hayatın sert rüzgarına karşı dik durmayı bilmiyordum. İsyan nasıl edilir bilmezdim. Bu zamana kadar kanatlarımı özgürce açmış istediğim yere uçmuştum. Üzüldüğüm kırıldığım kızdığım anlar elbette vardı. Ben hayatın tadını alamamaktan bahsediyordum. Kar yağdığında etrafa bakıp her yer ne kadar güzel olmuş demekten bahsediyordum. Soğuğa bakıp üzülmekten değil, ilk baharda yağmurdan şikayet etmekten değil, açan çiçeklere sevinmekten, son baharda kurumuş ve sararmış yaprakların üstüne basmanın verdiği zevkten bahsediyordum. Nefes almanın o güzelliğini bilmekten bahsediyordum. Ben tüm üzüntülerime kırgınlığıma ve kızgınlığıma rağmen hayatta olmanın verdiği o mutluluktan bahsediyorum. Saçım bozulacak diye şekilden şekle girmekten değil, esen rüzgarın keyfini çıkarmanın değerini biliyorum. Ben hayatın ağzımda bıraktığı o şekerli tadı seviyordum. Fakat bu hayatın acı tadı vardı. Ömrüm boyunca bundan korkmuştum. Bir gün bu huzurum kaybolacak, beni her yöne götüren kanatlarım kırılacak, soğuk bedenime vurup kalbimi donduracak, yağmur tüm kıyafetlerimi ıslatacak, saçlarım rüzgardan daha değerli olacak diye ödüm kopmuştu. Yapamam sanıyordum. Bildiğim sevdiğim düzen bozulduğunda düşerim kalkamam sanıyordum. Annemle babam bana bunları öğretmemişti çünkü. Düşebileceğimi, düştüğüm yerden kalkmayı, dünyada yalnız kalabileceğimi bilmiyordum. Mesela bir çocuğa nasıl bakılırdı? Para nasıl kazanılırdı? Bir ölüm nasıl kabullenilenilirdi? Giden geri gelir miydi? Bilmiyordum. Ben bu saatten sonra nasıl ayakta kalacağımı bilmiyordum. 12 yaşında olan kardeşim elimi biraz daha sıktığında gözlerimden düşmek için fırsat kollayan yaşları geri göndermeye çalıştım. Güçlü olma sırası bendeydi. Ben ne yapacağımı bilmesem de yapmak zorundaydım. Kardeşimin elini daha sıkı kavradım omuzlarımı dikleştirdim. Uzun zamandır Allah’tan başka ümidim yoktu. Yine ona sığındım çünkü şu andan itibaren bana ondan başka sahip çıkacak kimsede yoktu. Birkaç saat öncesinde evimde kahvaltı yapıyorduk. Sıfırdan başlıyorduk. Annemiz ölmüş babamız başka bir kadınla evlenmiş ve o kadın bizi istemediği için doğup büyüdüğümüz evimizden ayrılıp İstanbul’a gelmiştik. Abimizin yanına. Abim güçlüydü. Bu yaşına kadar en büyük kardeş olmanın getirilerini taşımıştı. Ailemiz toplumsal yapıları baz alarak onu bir ailenin sorumluluğunu alabilecek, her şart ve durumda ayakta durabilecek şekilde yetiştirmişti. Ama artık o da yoktu. Biz daha kahvaltı masasındayken askerler evimizi basmıştı. Kardeşim ve ben ne olduğunu anlamasak da o biliyordu. Üç gündür veda eder gibi konuşmasından ve özür diler bakışlarından bir şeyler olduğunu biliyordum. Bunu tahmin etmiyordum. Bu kadarını beklemiyordum. Askerler abimi kelepçeleyip sert hareketlerle evden çıkarırken buna kesinlikle inanmak istemiyordum. Abim askerlere hiç itiraz etmiyordu. Askerler onu savunurken karşı çıkmıyor kendini savunuyordu. Askeri araca bindirdiklerinde aracın arkasından bakıyordu bana. Gözünden düşen yaşı gördüğümde bunun basit bir şey olmadığını idrak edebilmiştim. Çünkü abim ağlamazdı. Bu zamana kadar onu sadece annemin cenazesinde ağlarken görmüştüm. Henüz üzerinden bir bir buçuk ay geçen cenaze. Zaten ne olduysa bu zamanda olmuştu. Annem öldükten bir süre sonra Babam halamın bulduğu o kadınla evlenmişti. Memnune hanımla. Annemin ölümü bu kadar tazeyken bunu kaldıramamıştım pek tabii. Şiddetle karşı olduğum bu evlilik bir kaç gün sonra da babamı elimden almıştı. Babam yeni eşi Memnune hanımın isteği üzerine kardeşim ve beni İstanbul’a abimin yanına göndermişti. Abim bizi yanına aldığında yabancı bir kadını çocuklarına tercih ettiği için babamla iletişimi kesmişti. Şimdi abimde gidiyordu. Elimden bir şey gelmezken yanıma gelip açıklama yapma zahmetine giren genç askeri tam olarak dinleyememiştim. Aklım abimde ve üstüme yüklenen sorumluluklardaydı. Bana annemin emaneti olan kardeşime iyi bir hayat sunamayacak olmamdaydı. Askerde bir süreden sonra onu dinlemediğini fark etmiş yasaklı kitap falan bir şeyler zırvalayıp gitmişti. 8 gündür böyleydi tüm memleket. Kitabın yasaklısı olur muydu? Okumanın öğrenmenin 60 yıllık ömrün içinde bir sürü farklı hayat yaşamanın nesi kötüydü? Ne okumuştu da bu şekilde yaka paça evden çıkarılmıştı benim abim? Askeri araç abimin evinin bulunduğu sokaktan ayrılırken kardeşimle içeri girdik. İkimizde kanepeye oturduk. Kafamı kaldırdığımda bana bakıyordu. Yeşil gözlerinin içi kızarmış göz yaşları beyaz yanaklarından aşağı akıyordu. Siyah saçları dağınıktı. Beni üzmemek için sessiz olmaya çalışsa da ben yaşlı gözlerinden arada bir tutamadığı hıçkırığından anlıyordum. Turuncu ekoseli gömleğinin kollarını iyice çekmişti. Şu saatten sonra ne yapacaktık? O gün akşama kadar o şekilde oturduk. Aklımıza ne yemek yemek geldi ne uyumak. Kapı alacaklı gibi çalınmadan önce oturduğum yerden kalkmamıştım bile. Kardeşim korkuyla bana bakıyordu. Abimiz bu şekilde götürülmüştü ve benimde gitmeden korkuyordu. Yalnız kalmaktan tıpkı benim gibi korkuyordu. Ben kapıya doğru ilerlerken hızla yanımdan ilerledi ve benden önce kapıyı açtı. Karşısında asker görmeyince rahatlayıp gevşeyan omuzlarını gördüm. Tabii benim kapıda gördüğüm kişi beni rahatlatmamıştı. Ne geleceğini biliyordum. O ağzını açmadan söyleyeceklerini biliyordum. “Kızım abinin başına gelenleri duydum. Çok üzgünüm sizin adınıza ama bende kirayla geçiriyorum. Yarına kadar çıkmış olun evimden.” Adını bilmediğim fakat bir kaç kez yüzünü gördüğüm yaşlı kısa boylu tonton yanaklı ve koca göbekli bu adama sadece başımı sallaya bildim. Derdi geçim derdi değildi. Abime olanları duymuş ve kendisinin de askerlerle başı belaya girmesin diye bizi çıkarmak istemişti. Bekara belalıya ev verilmezdi. Ağzımı açmadım o da beklemedi. Karşı koyamazdım zaten. Abim sabahları okuluna gidip akşamları bir fabrikada çalışır kirayı çıkarırdı. Bende bir trikotaj atölyesine girer çalışır çıkarırdım parayı ama bu ayın parasını veremezdim. Abimse bu yaşlı adamın para göz olduğundan sıklıkla bahsederdi. Şimdi çıkmasak bile ay sonu çıkacaktık. Kapıyı yaşlı adamın yüzüne kapattım ve kardeşimle birlikte mutfağa gittik. Tencereye makarna suyu koyarken göz yaşlarıma hakim olmaya çalışıyordum. Yarım saatin sonunda makarnayı hazırladığımda, beni mutfak masasına oturmuş bekleyen kardeşime döndüm. Elindeki bir tabak makarnayı önüne bıraktım ve mutfaktan çıktım. Çıktığım anda göz yaşlarım gözlerimden usul usul kaydı. Çeneme kadar giden bir yol izlediler. Silmeye uğraşmadım. Kardeşim gibi siyah olan saçlarımı arkadan toplayan paket lastiğini çıkardım. Omuzlarıma dökülen ve uçları belime değen saçlarımı özgür bıraktım. Kendi odama girdim. Sırtımı kapıya yasladım ve gözlerimi kapattım bir süre bu şekilde kaldım. Her şey üst üste geliyordu. Ben severdim yaşamı çünkü bu yüzünü görmemiştim. Annesizliği bilmezdim. Babanız tarafından reddedilmek ne bilmezdim. Sağ sol derken darbeyle birlikte yaka paça hapishanelere götürülen – aslında nerede olduğunu bilmediğimiz – gençleri bilmezdim. Onlardan birinin abim olacağını hiç bilmezdim. Abim siyasete karışmazdı. Kanunlara uyardı. Ben bu durumlara düşeceğimi bilmezdim. Rüzgarda savrulmasını sevdiğim saçlarımın annemin yokluğuyla birlikte omuzlarıma yük olacağını bilmezdim. Babamın beni istemeyeceğini bilmediğim gibi doğup büyüdüğüm yerden ayrılırken ettiğim yemini bozacağımı da bilmezdim. Tek bir çaremiz vardı. Ankara’ya babamın yanına dönmek. Annemle birlikte kurduğu, onun ölümümün üstünden bir ay geçmeden evlendiği kadınla yaşadığı evine dönmek zorundaydık. Sırtımı yasladığım kapıdan ayrıldım ve dolabın üstüne yerleştirdiğimiz valizi almak için biraz debelendim. Valizi oraya abim koymuştu. Valizi yatağımın üstüne koyup dolabımı açtım. Yerleştireli çok olmadığı kıyafetlerimi teker teker çıkardım. Askıdaki bir kaç parça entarimi katlayıp valize koydum. Etek, kazak ve tişörtlerimi de valize yerleştirdikten sonra abimle kardeşimin birlikte kaldığı odaya girdim. Abimin ve kardeşimin valizlerini yine aynı zorlukta indirip onlarında kıyafetlerini yerleştirdim. Abim, suçsuz olduğu anlaşılıp bizim için geri döndüğünde giyerdi. Abimin daha önce gösterdiği birikiminin olduğu çekmeceye açtım. Burayı da şu son üç günde gösterdiği aklıma gelince askerlerin onun için geleceğini bildiğini tekrar fark ettim. Geri dönmesi için dualar ediyordum. Bir yazmanın içine yerleştirmişti paraları. Yazmayı açtım ve saymaya başladım. Kardeşimle beni buradan Ankara’ya gidene kadar idare ederdi. Hatta Ankara’da bu parayı bir süre kullanabilirdik. Parayı alıp odadan çıktım. Parayı kendi odama yerleştirdim ve evdeki özel eşyalarımızı topladım. Abim bu evi eşyalı olarak tutmuştu. Bu yüzden eşyalarla vakit ve para kaybetmeyecektim. Tüm her şeyi kendimin ve kardeşimin valizine doldurdum. Sokağa çıkma yasağından dolayı bu gece burada kalacak yarın erkenden evden ayrılacaktık. Kardeşimin oturma odasına geldiğini gördüğümde mutfağa gittim. Tezgahın üstüne koyduğu tabağı yıkadım. Kendi odama gittim. Son kez bu odada uykuya daldım. Ertesi sabah kardeşimle birlikte otogara gittik. Ne yaptığımızı biliyor istemiyordu. Başka çaremiz yoktu. Ankara’ya geri dönmek zorundaydık.
1250 kelime
Seviliyorsunuz |
0% |