Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Kaçış~1

@fantasty_yazariniz

 

Herkese merhaba, bu ilk bölümümüz çok heyecanlıyım. Tanıtım bölümünde pek spoi vermemeye çalıştım. (Tabi tabi) Çok heyecanlıyım o zaman şimdi başlasın.

buraya bölüm bitince düşünceleriniz yazın.

Yazardan

Tanrıça Drala beyaz karesini üzerinden dünyayı inceliyordu. Etraftaki loş ışığa rağmen içindeki güç yüzünden parlıyordu. Beyaz, gür ve düz saçları önüne doğru düştü. İçinde kavrulan ateş parmaklarına geçmişti. Beyaz kürenin üzerinde beyaz tenli elleri gezindi.

Odanın İçine sızan rüzgar saçlarını havalandırırken ateşten kavrulan yeşil gözleri odada gezindi. Küreyi bir hışımla yere atarken bağırdı. "Sizi lanet insan oğlu! Size neler verdim hala doyumsuz, açsınız."

Gözlerindeki ateş vücuduna yansarken beyaz teni kırmızıya döndü. Odanın içindeki rüzgar dahada alevlendi. Saçları darmadağan olmultu.Gözlerini kapatıp açtığında tekrar konuştu.

"Cezalandırılacaksınız, hemde en ağırından."

Yere düşen küreyi hızla kaldırdı. Üzerindeki beyaz korseli elbisenin bazı düğmeleri kendiliğinden açılmıştı. Küreyi kaldırıp masasına yerleştirdi. Ağzındaki sihirli sözcükler dökülürken odadaki eşyalar havalanmaya başlamıştı.

"Dünya iki diyara bölünsün. İnsan oğlunun biri geceye biri gündüze hapsolsun. İnsan oğlu sonunda tanrıya iman ettiğinde ve doğru yolu bulduğunda Gece ve Gündüz birleşsin. Bu durumdan kaçmaya çalışanlar ruhlar aleminin en alt katında işkenceye maruz kalsınlar..."

Sözünü tamamladığında odadaki eşyalar gürültü ile yere geri indi. Rüzgar durmuş tanrıçanın saçları beyaz bir ışıkla hemen dağınıklığı bırakıp tekrar düzleşmişti. Tanrıça yavaşça başını dikti önündeki beyaz duvara bakarken tekrar bir şeyler fısıldadı.

"İnsan oğlu bedelini ödeyecek."

Beyaz kürenin yüzeyinde canlanan görüntü onu yeterince tatmin etmişti. Diyarlar ikiye bölünerek gecedeki kişiler aydınlığı, gündüzdekiler geceyi gördüğünde düzensizliği zaten anlamışlardı. Tek bilmedikleri bunun sonsuza dek süreceğiydi...

Ellie'den

"Deh!" Dedim tekrar beyaz atımın üzerinde yol alırken. Birkez daha gökyüzüne baktım. Zifiri karanlık sürüyordu. Yıldızlar ve ay asırlardır yoktu. Sadece sanki dünyanın üzerine siyah bir perde inmiş gibiydi. Buna rağmen küçükte olsa evren onlara ışık yayabiliyorudu.

Gökyüzüne bakmayı kesip görüş alanıma giren nehir ile gülümsedim. Tekrar ağzımdan dökülen "Deh!" Sözcüğü ile at dahada hızlanmaya başladı.

Yıllardır uğraştığım bir şey vardı. Ailemin soyunu yerine getirip tüm bu geceyi başlatan gündüz diyarına olan kinimdi. Evet kimse inanmasa bile ailemin duvarlarına resmedilen o diyar vardı.

Oraya gidebilmek için neler vermezdim. Gerçi her şeyi vermiştim zaten. Sonunda nehire geldiğimde atımdan indim. Atı bir ağaca bağlarken nehire doğru adımladım. Elimi nehire değdirdiğimde oluşan ışıltı sırıtmamı sağlamıştı.

Evet şuan gece diyarının en uç noktasındaydım. Şimdiye kadar bir çok nehir gezmiştim ama hiç biri istediğim nehir değildi. Asıl sihirli nehiri simdi bulmuştum. Yavaşça nehirin akıntısını takip ederek yürüdüm.

Önüme gelen kızıl saçlarımı arkaya atarken sonunda nehirin sonuna geldiğimde yüzümde tekrar bir sırıtış oluştu. Önümde duran bir kayaya bağlı sihirli kapı tüm iştihamı ile önümde duruyordu.

Onu çerçeveleyen beyaz bir mermer içinde ise bol ışık ile gözlerimi kamaştıran bir yapıttı. Yavaşça olduğu kayaya doğru zıpladım. Kapının dibine geldiğimde içine girmem ile beni alıp götüren akıntı, gözlerimdeki ağırlığa meydan okuyamadan çarptığım büyük kaya ile bayılmıştım. Tiz çığlığım ormanı inletmişti.

Gözlerimi araladığımda beyaz bir odadaydım. Yumuşak bir şeyin üzerinde yatıyordum. Bunun ne olduğunu bilmiyorum. Bulutmu? Yani şu annemin anlattıklarından. Yumuşak beyaz yünler. Ağzımın içinden küçük bir kıkırdama çıktı. Kıkırdamamı kesen şey büyük gür bir kadın sesiydi.

"Sen? Nasıl bunu başardın?" Gür ses olduğum yeri sallarken korkuyla etrafıma bakındım.

"Kimsin sen?" Sorduğum soruya karşılık beklerken yavaşça ayağa kalktım. Olduğum Yumuşak şey ayakta durduğum için biraz aşağı inmişti. Etraftaki ışık gözlerimi yakarken ellerimi gözlerime siper ettim. Tekrar gür kadın sesi bağırdı.

"Ben tanrıça Drala sen kimsin? Geçidi nasıl buldun?"

Etraftaki büyük kahkağam somut bir şey gibi odayı doldurdu. Karnımı tutarak gülerken konuştum.

"Tanrıça sen? Güldürme beni bir tanrıça ile konuşulmaz." Odanın şiddetle sallanması ile tekrar yumuşak yere düştüm. Gür ses şimdi gerçekten bağırıyordu.

"Ne istiyorsun onu söyle." Yavaşça ayağa kalkmaya çalışsamda sallanan ortamda pek mümkün olmadı. Derin bir nefes alıp konuştum.

"Gündüze gitmek, gündüz diyarına gitmek istiyorum." Bu sefer gür ses gülmüştü.

"Eğer gündüze gidersen ve ruh eşini bulamazsan ruhlar aleminde sonsuza dek işkence görürsün."

Bu soru biraz düşünmemiştim sağlamıştı. Ani bir kararla derin bir nefes aldım.

"Tamam kabul. Son kararım." Yavaş bir gülme sesi gelmişti gür ses hüç bir şey dememişti. Etrafa bir ışık yayılmıştı. Gözlerimi kamaştırması ile ellerimi gözlerime siper etmiştim.

Işığın gücü ile yere düşmüştüm. Gelen su sesleri ile gözlerimi açamadan ürerime yığılan tonlarca su ile bir göle düştüm. Belkide bir dere? Ya da deniz...

Gözlerimi açtığımda hızla olduğum yerden çıktım. Sırılsıklam bir şekilde suyun yüzeyine çıktığımda beni karşılayan mavilikti. Mavilik? Güneş nerede ya da bulutlar sadece mavilik mi?

Hayal kırıklığı ile gökyüzüne bakmayı kesip etrafıma baktım. Şelalesi olan bir göletteydim. Etrafımda ağaçlar vardı. İlk defa ağaçların bu canlı renklerini görebiliyordum. Suyun canlı rengini görüyordum. Evet güneş yoktu ama sanki yinede bir şey sonsuz ışık veriyordu.

Gelen yüksek at sesleri ile arkama baktım. Bir grup at geliyordu üstünde piyade. Yok hayır şövalye evet evet şövalye. Atlar gecedeki gibi sönük değil canlı duruyordu. Atların koşması yüzünden topraktan çıkan toz bile görülüyordu.

Bir an aklıma dank etmesi ile buraya geldiklerini anladım. Siktir ne yapacaktım. Bana eminim sen kimsin diye sorarlardı. Ne cevap verecektim. Civarda çalışan bir kız yok nereden bileceğim belkide orada savaş var. Gündüz diyarı hakkında hiç bir şey bilmiyorum ki...

Hafızamı kaybettim gibi yapsam yani bence olur. Ne bilelim belki asıl amacım olan saray himayesine alırlar. Evet aynen kızım böyle.

Atın sürüsünün önünde duran heybetli adama baktım. Daha yeni kesilmiş sakalsız bir yüz derin ve kibirli bakışlar. Ah işte tam bir gündüz diyarlı. Kahverengi gözlerini benden çekmeden atını durdurdu. Zırhını üzerindeki rütbeden her şey anlaşılıyordu. Genç Kral evet bu civardaki bir krallığın kralı olmalıydı.

Sanki nefes nefese kalır gibi rol yapmaya başladım. Evet şimdi üstün rol yeteneğimi göreceksiniz. Hızla yüzerek göletten çıktım.

"Yardım edin hiç bir şey hatırlamıyorum ama civardaki bir grup kaçakcının bozguna uğradım. Kafamı sert bir şeye vurdum ve göle düştüm." Biraz soluklanıp tekrar konuştum. Gözlerimden dökülen yaşlarımı elimin tersi ile sildim.

"Lütfen kral olduğunuzu omzunuzdaki rütbeden anladım. Yardım edin."

Kendimi kumların içine attığımda yeterince bitkin görünüyordum. Kral yavaşça atından indi bir eli ile çenemde tutup başımı kaldırdı. Duygusuz bakışları beni bulmuştu. Mavi gözlerimdeki yaşlar yine sürülmüştü adam arkasına dönüp gür sesi ile emir verdi.

"Onu alın!" İki şövalye kollarımdan kaldırırken bitkin yüz ifademi yüzüme takındım. Çiçekli elbisem yere yattığım için çamura bulanmıştı ama artık bunun bir önemi yoktu iki adam beni yavaşça kaldırıp bir ata bindirdi. Önüme başka bir adam binmişti.

Atlar yavaşça ilerledi. Görkemli Krallığa geldiğimizde sur kapıları gürültü ile açıldı. Atlar içeri girerken kapının önünde bekleyen sarışın kıza takıldı gözlerim. Pembe, korseli bir elbise giymişti. Yavaşça atların önüne geldiğinde krala baktı.

"Abicim sonunda hani sadece bir geziydi?" Kral yavaşça atından indi. Kardeşi olduğunu anladığım kıza baktı. "Tantana yapma Gleris." Askerlere bakıp sonra bana baktı. "Kızı içeri taşıyın."

heloo yine ben bence çok güzel bir bölüm oldu destek yorum ve votelerinizi(★) bekliyorum. Lütfen bölüm hakkında düşünce ve tahminlerinizi yazın ki bende tecrübe sahibi olayım. Yanlış kelime ve noktalama yanlışları varsa kusuruma bakmayın. Diğer bölümlerde görüşmek üzere.💌💣

 

 

Loading...
0%