@fatimaay
|
“Güneş, buraya gel üşüteceksiniz!” Annemin uyarısına rağmen babamla piknik için geldiğimiz ormanda deli danalar gibi koşturuyorduk. Ben eğer babamdan kaçabilirsem o da bu sabah annemi bana pekmez yedirmemesi için ikna edebilirmiş. Tabii ki de kabul ettim. Ne yani pekmez yemeyi öylece kabul mü edecektim? “Geliyoz annesi.” Babam ileri doğru uzattığı kocaman kollarıyla beni kavradı. “Yakaladım seni cimcimem.” dedi babam yüzünde ki galibiyet gülüşüyle. “Ama baba ya. Hayır kabul etmiyom bida bida!” Bu zaten 3. oynayaşımız değilmiş gibi ısrarla 4.’yü oynamak istiyordum. Ne yüzsüzlük ama! “Zaten 3.’ydü bu cimcime, hadi yencek o pekmez.” Bilerek yapıyordu! Beni koşturup koşturup en sonunda pekmez yemem için yakalıyordu. “Haksızlık saymıyorum!” Babamın gülüşü büyüdü. “Neresi haksızlıkmış bakim?” “Bilerek yap-” Bir kadının bağırma sesiyle lafım kesildi. “Gel buraya eşolueşek! Gelde o kemiklerini bir bir kırayım senin... Kaçma!” Küçük bir çocuk ağlayarak kaçıyordu altında basma çiçekli eteği, üzerinde ise mor dar taşlı bir badisi, koyu siyah saçları toplu olan bir kadın, elinde sopayla çocuğun arkasından koşuyordu. “Yapma ana bida yapmıcam valla.” diyen çocuk burnunda ki sümüğü koluna silerek annesine döndü. Kadın ise çocuğu yakasından tuttuğu gibi sürükleyerek oturdukları yere götürdü. “Sen duur, seni öyle bir dövcem ki arkadaşlarının yanına gidemiycen!” Çocuk dudaklarını büzüp ağlamamak için çok zor dayanıyor gibi duruyordu. Annem derin bir iç çekip gözlerini kapattı. O da üzülmüştü o küçük simsiyah gözleri dolu dolu çocuğa. Annesi çocuğu elinde ki sopayla döverken gözlerim doldu. Gözümden bir damla yaş düştü. Bu halimi gören annem yanağımı ellerinin arasına alıp gözümden yaşları sildi. “Annesi onu sevmiyor mu anne?” dediğimde annemin yüzünde buruk bir tebessüm belirdi. “Her anne çocuklarını sever Güneşim.” “Sende beni seviyorsun ama bana böyle davranmıyon?” “Herkes farklı sever anneciğim.” dudaklarımı büzüp gözlerimi çocuğa çevirdim. Çocuk gözlerinin yaşını ve burnundan akan sümüğü koluna silerek parkın kaldırıma ilerledi. Kaldıma oturup parkta güle oynaya oynayan çocukları izledi. “Anne parka gidebilir miyim?” Annem onaylarcasına kafasını salladı. Ayağa kalkıp koşarak parka gittim. Çocuğun yanına oturdum. Islak dolu dolu gözleri bana değdiğinde ona gülümsedim. “Merhaba, ben Güneş. Senin adın ne?” ellerimi sıkması için uzattım. Gözlerinde ki yaşı minik elleriyle silip elimi sıktı gülümseyerek. “Ben de Bulut memnun oldum.” “Ben de memnun oldum Bulut.” Gözleri çok güzeldi. Hafif çekikti gözleri. Kirpikleri ise gür ve uzundu. Kaşları çok diyemeyeceğimiz kadar kalındı. “Şey Bulut, o kadın annen miydi?” mutlu bakışlarına tekrar hüzün çöktü. Bunu dediğime pişmen oldum. “Üvey annemdi.” Dediğinde alt dudağı titredi. “Ben anlamıştım. Gerçek anneler çocuklarına öyle davranmazlar.” dediğimde yine pişman oldum. Gözünden yaş düştü. “Evet benim annem bana hiç öyle davranmazdı.” dediğinde merakım büyüdü. “N’oldu ki annene?” “Öldü.” ikimizde sustuk. Bu sessizliği ben bozdum. “Üzülme Bulut bişey olmaz. Benim annem ikimizin de annesi olur.” “Olur mu gerçekten.” dediğinde güldüm kocaman. “Olur tabii. Hem her sabah sanada pekmez yedirir ama olsun.” ikimizde neşeli güldük. Etrafıma baktığımda oturduğumuz kaldırımın arkasında ki çimenlikte açan papatyalar mümkünmüş gibi gülüşümü daha da çoğalttı. Bir tane koparıp güzel gözlü çocuğa verdim. “Al bu papatya senin olsun.” dediğimde kaşları havaya kalktı şaşkınca. “Benim mi, neden ki?” “Annem dedi ki papatya ‘umut’ demekmiş. Sende umudunu kesme olur mu? Ben seni hep çok sevicem, umutla bekle beni.” diyip yanağına küçük bir öpücük kondurup gülümsedim. “Teşekkür ederim Güneş. Ama bei annem dışında kimse sonsuza kadar sevmez ki, sen nasıl sevceksin ?” dedi kafasını sağa yatırıp dudak büzerek. “Hmm... Gözlerin çok güzel mesela Bulut. Böyle... Zeytin gibi. Zeytin sevmem ama gözlerini yiyesim geldi.” dediğimde güldü. “Tamam o zaman bende seni hep seveceğim olur mu?” “Oluuur.” dediğimde daha büyük gülümsedim ve ona sıkı sıkı sarıldım. “Bulut gel gidiyoruz.” diye aynı kadının bağırma sesi geldiğide bakışlarımız ona döndü. Bulut derin bir nefes alıp ayağa kalktığında bende ayağa kalktım. “Seni bir daha görücem mi Güneş.” “Söz veriyorum sana Bulut beni bir daha görüceksin. Beraber çok mutu olcaz. Hem belki evleniriz. Olmaz mı?” “Oluur. Hem ben seni bal rengi gözlerinden tanırım hemen.” güldüm ama şakayla karışıp kaşlarımı çattım. “Hayır bir kere benim gözlerim kehribar rengiymiş annem dedi.” “Hadi Buluut kime diyom?!” “Papatyaya baktıkça seni hatırlıycam, söz Güneş. Görüşürüz.” “Görüşürüz güzel gözlü çocuk.” Bana son bir defa gülümseyip koşarak üvey annesinin ve onun ailesinin yanına gitti. Bende annemlerin yanına gittim. Annemin karşısına oturdum. “Anne o üvey annesiymiş biliyon mu?” “Nolmuş annesine kuzum?” “Ölmüş.” uzun bir süre hepimiz sustuk. “Anne?” “Efendim Güneşim.” “Siz de beni bırakıp gitcek misiniz bir gün?” “Bizde bir gün öleceğiz güzel kızım.” “Öldüğünüzde yanımda olacak mısınız anne?” Minik ellerimi alıp kalbimin üzerine koydu. “Burada olcağız canım.”
__________________________________________
Yoğun kan ve toz kokusuyla gözlerimi açtım. Gözlerim aşırı derecede ağrıyordu. Hareket alanım çok kısıtlıydı. Kafamı kaldırmaya çalıştığımda alnımı betona vurdum. Hayatta kalmamım sebebi üzerime düşen beton kaymış kenarımda ki dik iki beton çatı gibi olmuştu. Çok çok karanlıktı. Karanlığa alışmış gözlerim az az seçiyordum. Kahretsin ya! Midem de bulanmaya başlamıştı iyice. Toza alerjisi olan biri için hiç iyi bir mekan da değildim şu an. Telefonun Güneş Telefonum! Hızla vücudumu yokladığımda sütyenimin altına sıkıştırdığım telefonumla bir nebze olsun rahatladım. Flaşını yaktığımda etrafıma net bir şekilde baktım. Uzun süredir ışıksız gözlerim kamaştı. Derin bir iç çekip etrafıma baktım. Solum sadece betonken, sağımda bir açıklık bir delik vardı. Kendimi aşağıya doğru ittirdiğimde açıklığı biraz daha net görebilme imkanını yakaladım. Flaşı açıklığa tuttuğumda, gördüğüm manzara karşısında uzun soluksuz bir çığlık attım ve bağırarak ağlamaya başladım. Anne o güzel saçlarını bu sefer boyayla değil de kanla mı boyadın kırmızıya? Neden bana şefkatle bakan gözlerin bu sefer yerinde yok? Baba, bana hep hayatımın en güzel tavsiyelerini veren dudakların neden kana bulanmış? Anne, korkma ben yanındayım desene. Niye susuyorsun? Annemle babamın kafasına yata biçimde düşmüş beton kafalarının yarısına girmişti. “A-anne. B-BABAAA!” Geriye çekildim flaşı kapatıp ağlamaya devam ettim. Bağıra bağıra. Sonrası ise yine derin bir karanlık.
_________________________ Soğuk. Çok soğukla gözlerim yine aralandı. Derin bir iç çektim. Niye buradaydım ki. Öleceğim burda. Başka şansım yok. Ama yine de bir şans bağırmaya başladım. “YARDIM EDİN! KİMSE YOK MU? SESİMİ DUYAN VARMI?” Bir süre aynı kelimeleri kullanarak bağırmaya devam ettim. Ne kadar süredir burada olduğumu bilmiyorum. Telefonumdan saate baktığımda saat 19.47ydi. Baygınlıklarım uzun sürmüş olmalıydı. Deprem anında daha güneş doğmamıştı oysaki. Hat çekmiyordu. Ara sıra var gücümle çığlık atıyordum. Belki de arama kurtarma ekipleri bizim binadan ümidi kesip gitmişlerdi. Bir his daha beni bastırdı. Açlık. Daha ne kadar süre aç bir şekilde idare etmeye çalışacağı bilmiyorum ama annemin bana küçükken sık sık söylediği ninniyi kendi kendime söyleyip uyumaya çalıştım. “Annesi onu çok öpermiş, severmiş. Babası onu çok öpermiş, severmiş. Herkesler onu çok, İnsanlar onu çok Öpermiş, severmiş.” “Annecim elimi de tutar mısın?” Annem minik ellerimi ellerinin içine aldı. “Haydi uyu Güneşim.”
Yoğun bir mide bulantısıyla gözlerimi açtım. Kafamı yan tarafa çevirip öğürdüğüm de açlıktan midemden sadece beyaz bir sıvı çıktı. Burnumdan ve ağzımdan çıkan kusmuklar, mümkünmüş gibi daha da midemi bulandırıyordu. Yine ağlamaya başladım. Ağlamayıp da ne yapacaktım? Buradan alternatif bir çıkış yolum yok. Duyduğum kadarıyla yardım isteyen de kimde yok. Yani bu kadar duvar beton arkasında peki ses çıkmaz da... “KİMSE YOK MU, YARDIM EDİN!” Çaresizce derin bir nefes alıp, telefonumdan saate baktığımda saat. 05.09’du. Bir gün olmuş olmalıydı. Bir gündür, burada... Toz ve kan kokusunun yanına bir de ceset kokuyordu. Ailene ceset diye hitap etmek o kadar kötü ve acıydı... Bu zamana kadar ölümün tam olarak ne demek olduğunu bilmeyen ben, şimdi ailemin ölümünden bahsediyordum. Onlarsız bir hayat... Nasıl olurdu ki? Ben annemden ayrı bir gün bile kalamadım. İstanbul’a gitmek ayrıydı. Çünkü o zamanlar bir yerlerde nefes alıyorlardı. Ama şimdi... Az bir şekilde duyduğum sesle irkildim. “YAŞAYAN BİRİ VAR MI? KİMSE VAR MI?” Ses çok az geliyordu. Belki ölüyordum kafamdan uydurduğum bir sesti ama işi şansa bırakmamak adına bağırdım. “BURDAYIM! YARDIM EDİN!” konuştuğumda ağzımda ki kusmuğun kokusuyla yüzümü ekşittim. Elimden geldiğince gülmeye çalıştım ve bağırmaya devam ettim. “BURDAYIM! HEY! YARDIM EDİN, LÜTFEN!” Karşıdan bağırma sesleri geldi. “SİZE DEMİŞTİM, BURADA YAŞAYAN BİRİ VAR DİYE!” Bu söz beni biraz daha gülümsetti. Ölmeyecektim. Ama ailem ölmüştü ve benimde ölmem gerekirdi. Ailem yokken nasıl nefes alacaktım ki? Midem yine ağzıma geldiğinde kafamı yana çevirip öğürmeye devam ettim. Midem az biraz çıkan safra sıvısının acılığı yine yüzümü ekşitti. Genzime kaçan biraz kusmuk yüzünden uzun bir şekilde öksürdüm. Hadi ama zaten yeterince havasız şu ortamda kusmuğumda boğularak ölmeyi yeğlemezdim! Yok muydu şöyle daha vizyonlu bir ölme şekli? Hani böyle haberlere çıkmalı falan? ŞOK ŞOK ŞOK! Evlenme teklifi için etin içine sıkıştırılan yüzüğü yutan kadın, yüzüğün nefes borusuna kaçmasından ötürü boğularak can verdi. Fena değil. Dışarıdan makinelerin sesleri geliyordu bir süredir. Bir an makinelerin sesinin durmasıyla bir ses işittim. “ORADA KAÇ KİŞİ VAR?” “ANNEM BABAM VE BEN.” “HERHANGİ DERİN BİR YARA ALDIN MI?” “HAYIR SADECE ÜZERİME DÜŞEN BETON YÜZÜNDEN BACAĞIMA BİR ŞEYLER OLMUŞ OLABİLİR!” Hadi ama! Bu kadar TIP bilgisi bünyeye fazla değil mi sence de? “PEKİ AİLENİN DURUMU NASIL?” Ailemin durumu? Uzun ve derin bir nefes alıp cevapladım. “Öldüler sanırım...” Sesim güçlü çıkmamıştı. “ANLAMADIM TEKRAR SÖYLE!” Var gücümle cevapladım. “ÖLDÜLER DEDİM NESİNİ ANLAMIYORSUN!?” Tamam arama kurtarma kuvvetlerine sinirlenmek pek de iyi sonuçlar doğurmaya bilirdi. Şurada beni ölüme bile terk edip gidebilirlerdi. Karşı taraftan bir süre ses gelmediğinden tam ağzımı açıp seslenecektim ki karşıdan ses geldi. “PEKİ. ADIN NE SENİN.” Adım? Minik kızım? Kuzucum? Güneşim? Sahi, benim adım hangisiydi? “GÜNEŞ. GÜNEŞ ARSLAN.” “MEMNUN OLDUM GÜNEŞ BEN BULUT. SAKIN UYUMA, BİLİNCİNİN KAPANMASINA İZİN VERME. AZ KALDI ÇIKARTICAĞIZ SENİ ORADAN.” Bulut...Demek çıkacaktım buradan. Ne güzel... Cevap vermem gerektiğini düşündüm. “TAMAM.” “MESLEĞİN NE GÜNEŞ?” Ne saçma sorular diye düşünecektim -ki düşünmüş bulundum- böyle bir şey düşünmeye hakım olmadığını düşündüm. “MİMARLIK OKUYACAĞIM.” “NE GÜZEL. BURADAN ÇIKTIĞINDA BELKİ HOLDİNG DE DEVAM ETMEK İSTERSİN.” Tamam saçma diye düşünmeyeceğim. Derin derin nefes al ve üç’e kadar say. Bir. İki. Üç. Yav sormayayım sormayayım diyorum da, bir mimar holdingde ne yapabilir? “NEDEN OLMASIN? DA ŞEY... BEN BİRAZ UYUYACAĞIM.” Gözlerime çöken ağırlık bana hiçbir şekilde seçim hakkı sunmuyordu. “HAYIR SAKIN GÜNEŞ! SEN ÇOK GÜÇLÜSÜN SAKIN UYUMA TAMAM MI?” Beni övmeye bu denli devam edebilirdi ama uyuyacaktım. “GÜNEŞ HAYIR!” Gözlerim benden yetkisiz kapanmadan önce duyduğum son sözlerdi.
Eheheh:) Güzel gidiyor elimden geldiğince bölümleri uzun tutmaya çalışsamda şey... hjuygtfr ben kendi kitabı açsam şu satırlara bakmam öğk bu ne der okumazdım dediğimi yapın yaptığımı yapmayın bir deneyin bari okumayı!
|
0% |