Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm: Gelecekten bir an (3)

@fatmadogu

10. Bölüm: Gelecekten bir an (3)

Mustafa yeryüzünde basitliğin kudretine inanan insanlardan biriydi. Basit düşünüyor ve basit yaşıyordu. Eğer bunun bir felsefesi varsa bu konuda incelenmesi gereken kişilerden biri de oydu. Bir şeyleri karmaşıklaştırmanın insan için işleri zorlaştırdığına İnanıyordu.

Basitliğin yanında onu mutlu eden diğer şeyler ise rutinleri ve bu rutinlerden aldığı zevkti. Hayatında olmazsa olmaz üç şey vardı; Yemek, uyku ve seks. Bunları yaparken büyük bir zevk duyuyordu. Bunlar rutinlerini oluşturan üç Ana etmendi.

Rutinler çoğu insana mutlu ve huzurlu hissettiren güvenli limanlardır. Bu yüzden onları kolay kolay terk etmeyiz. Tüm avantajlarına rağmen her şeyde olduğu gibi onların da dezavantajları var. Bu dezavantajları görmezden gelemeyiz. Öncelikle istediğiniz kişilere ulaşmak için istikrarlı yollar oluşturuyorlardı. Misal birini öldürmek istiyorsanız rutinler sizin için önemli ve sağlam köprülerdi.Yapacağınız şey iyi bir planla bu köprülerden geçip avınızı yakalamak!

Mustafa akşam yemeği için her zaman uğradığı restorana gelmişti. Birçok deneme ve arayışın sonunda buranın yemeklerini beğenmiş ve kısa süre içinde de müdavini olmuştu. Yemeğine ara verdi. Tuvalete gitmek için ayaklandı. Adamları da peşinden giderek tuvaletin önünde durup onu beklediler. İşini bitirip lavaboya yöneldi. Kafasına doğrultulan silahla ellerini yavaşça havaya kaldırdı. Ensesinde hissettiği çeliğin varlığı onda korkudan çok öfke hissi uyandırmıştı. Biz zevki bölen bir sinekten daha mide bulandırıcı bir şey varsa o da o zevki bir daha tadamayacak olma ihtimalinin zihninizi işgal etmesidir. Bu ihtimal kısa bir süre de olsa zihnini işgal etmiş fakat orada erkenden boşalıp dibe çökmüş Mustafa bu şekilde heyecan ve korkusunu kaybedip soğukkanlı kalabilmişti. Erken boşalmak bazen iyiydi.

Bu alemde herkes için beklenmedik bir sonra karşılaşmak olasılığı daima varlığını korur. Ölüm bu olası sonlardan en önemlisi! Kimsenin başına gelmesini istemediği şey! O anın gelip çattığını anladıklarında çoğu rafa kaldırdıkları tanrı inancını hatırlar gizli dualar ederek bu olası durumun ertelenmesini dilerler. Zira insan yaşamak ister. Daha çok yaşamak. Dahasını ölçemediğimiz bir çokluk bu!

Mustafa için ölmek ihtimali an itibariyle vücut bulmuştu. Sona gelmiş olabileceği fikrini isteksiz bir şekilde de olsa kabullendi. Yine de şansını deneyecek ve kurtulmaya çalışacaktı. Harekete geçmek üzereydi. Araz ondan önce davranıp saklandığı yerden çıkarak hızla adamın arka tarafına geçti. Adam arkasındaki varlığı fark edip elindeki silahını ona doğrulttu. Araz adamın elini kavrayıp yukarı doğru kaldırdı. Onu kıskıvrak yakalayıp duvara yapıştırdı. Elini art arda duvara vurarak silahı düşürmesini sağladı. Daha sonra yüzüne kafa attı. Adamın burnu kanıyor acı içinde kıvranıyordu. Böylelikle işin sonrası onun için daha da kolaylaşmıştı.

Mustafa ellerini ceplerine koyup ayaklarının dibine düşen adama tiksinti ile karışık sinirle baktı. Sonra gözlerini Araz’ a çevirerek tebessüm etti. Araz abisinin yüzüne tuttuğu tebessümü tekrar ona yansıtarak:

“ Daha dikkatli olmalısın!”

“ Açıkçası sen varken buna pek gerek duymuyorum.”

“Hem bana güvenmiyor hem de canını emanet ediyorsun.”

“ Ben olsam öyle demezdim.”

“öyle mi?”

“ Evet. Canımı koruyacağını biliyorum. Ölümüm işine yaramaz. Ve beni koruyorsun çünkü babam öyle istiyor. ”

Murat’ın içeri girmesi ile konuşmaları bölündü. Ardından giren adamlar yerdeki adamı bir eşya taşır gibi kaldırıp ordan çıkardılar. Onlar ise boş gözlerle adamların yaptığı işi izledi. Daha sonra restorandan çıkıp arabaya doğru ilerlediler. Mustafa Araz’ dönerek:

“ Nasıl öğrendin?”

“ Gölgelerimden biri haber verdi. Malum çoğu zaman burada yemek yiyorsun. Birinin sana ulaşması için ideal bir yer. Vazgeçemediğimiz rutinler bazen ayağımıza dolanır ve başımıza bela açar. Gölge bana restaurant çalışanlarında bir değişiklik olduğunu söyledi. Ben de araştırdım. Sağlam aracılarla işe girmiş. Buraya kadar şüphelenecek bir şey yoktu. Emin olmak için daha köklü bir araştırma yaptım ve Pars’la olan bağlantısını buldum.”

Aslında adamın Zihnine girmiş ve gerçeği bu şekilde öğrenmişti.

“Aileler arası husumet kolay kolay bitmiyor.”

“Evet, öyle.”

“Babamın bu durumdan haberi olmasın. Ben ona gereken cevabı veririm.”

“Ne yapmayı düşünüyorsun?”

“Adamlarından birinin canıyla ona bir uyarıda bulanacağım!”

“Hangisinin?”

“En yakın ikinci adamının. Sen bunları düşünme. Hayatımı kurtardın. Eyvallah!” Araz tebessüm edip:

“Eyvallah.” dedi.

“Akşamki toplantıda görüşmek üzere.”

“Görüşürüz.” deyip el sıkıştılar.

 

Araz Otel'de yapılan toplantının ardından kendine ayrılan odaya doğru ağır adımlarla yürüdü. Dakikalar oltaya takılmış gibi akmak bilmiyordu. Oldukça sıkıcı bir gün diye düşündü. İşini bitirir bitirmez gece restoranına gidecekti. Oraya gitmek istemesinin birden çok sebebi vardı. Evvela iş yoğunluğundan dolayı gün boyu doğru düzgün bir şey yememişti. Ayrıca oradaki insanların sohbetlerini dinlemek ve şefin güzel yemekleri ona iyi geliyordu. Ve orada olmak ona tanımlayamadığı bir huzur veriyordu.

Samet her zaman olduğu gibi adımlarla patronunun yanına geldi. Onun yanına her vardığında sanki bir çağlayan durgun bir suyla buluşuyormuş gibi hissediyordu. Yan yana iki zıtlık bir şekilde var olmayı başarıyordu. Ve işin iyi yanı beraberken hiç sırıtmıyor, birbirlerini tamamlıyorlardı.

“ İlyas abi! yeni kızı 10 dakika içinde getireceklermiş.”

“ Tamam, dışarı çıkıp karşılayalım.” İlyas'ın aksine oldukça konuşkan biri olan Samet:

“ Anlayamıyorum. Ona götürülen kızları neden ortadan kaldırıyor ki? Birlikte olduktan sonra bırakabilir. Sonuçta kimse onu suçlayamaz. Deliler desen ortadan kolaylıkla kaldırılıyor. İlk olma fantezisi de gerçekleşiyor. Kızların daha sonra kiminle beraber olduğunun ne önemi var?”

“İlk olmalarını mantıklı buluyorsun da son olmalarını mı mantıksız buluyorsun?” Samet beklemediği bu soru karşısında afallayıp anlamsız bir şekilde İlyas'a baktı. Aslında doğru söylüyordu. İçinde neden böyle düşündüğüne dair bir iç sorgulama başladı.

“Gereksiz sorular sormayı bırak, işimize bakalım!”

“ Haklısın abi!”

 

Sonunda tüm işleri bitmişti. Kendisine ayrılan odadaydı. Büyük ve şık bir oda. Pencerenin karşısına geçip tekli koltuklardan birine oturdu. Dışarıya doğru baktı. 16. kattaydı.

Zihni yükseklik sözcüğünden yükselme sözcüğüne geçti. İnsanların daima ve en çok istediği şeye. Nerede olurlarsa olsunlar ne iş yaparlarsa yapsınlar insanlar yükselmek istiyordu. Fakat her yükseliş doğru bir yolla gerçekleşmiyordu. Yükseliş doğru bir yolla gerçekleştiğinde insana derin bir tevazu, saygınlık ve asalet getiriyordu. Çoğu zaman yaşanan şey ise bunun tersiydi. Yanlış yollar ve alçalmalar! İnsanların çoğu onu sadece elde etmek istiyordu. Bunun nasıl olduğunun veya niteliğinin onlar için bir önemi yoktu. Lisedeyken kimliği belirsiz bir öğrenci tarafından sınıfın duvarına yazılan bir yazıyı anımsadı.

“Ey yükselen nesil!

İn ulan aşağı!” Yüzünde dolaşan küçük tebessümle dışarıyı izlemeye devam etti. Demek ki yazıyı yazan o yaşta anlamış bazı gerçekleri diye düşündü. Mesela insanların çoğunun yükseldikçe alçaldıklarını ve o alçaklıklarıyla o yüksekliğe yakışmadıklarını. Bu yüzden inmelerini istiyordu. Çünkü orayı hak etmediklerini düşünüyordu. Acaba yazdığı şeyin sebepleri üzerine de düşünmüş müdür diye düşündü. Kim bilir, belki de!

 

Kapı çaldı ve Mustafa'nın en yakın iki adamından biri olan İlyas içeri girdi. Yanında bir kız vardı. Kızı baştan aşağı süzdü 16,17 yaşlarında olmalıydı. Yüzündeki belirgin makyaj bile çöküntüsünü gizleyemiyordu. Üzerinde yaşından büyük kırmızı bir elbise vardı. Bu ona annesini hatırlattı. Kırmızıyı severdi. Kız şaşkın bakışlarla ona ve etrafına bakıyordu. Sudan çıkmış bir balık gibiydi. Gözlerinin önünde uzanan tablo bir insanın bir mekanda hissettiği yabancılığın müthiş bir tezahürüydü. Ve bir de çaresizliğinin. İlyas Araz’a dönüp:

“ Abinizden.” bunun üzerine alaycı bir tebessümle geriye doğru yaslanarak:

“ Teşekkürlerimi iletirsin.”

“ Peki efendim.” deyip odadan dışarı çıktı. Araz karşısındaki koltuğu göstererek:

“ Buraya gel lütfen. Otur şöyle.” Dediğini yaptı.

 

Babam bunca sene bana bakmış ve beni büyütmüştü. Bunu nasıl yaptığının onun için bir önemi yoktu. Ona borçluydum ve tek istediği şey borcunu ödememdi. O yüzden bekaretimi satışa çıkarmıştı. İradesiz bir borçlanma en kötüsüdür! Ne kadar ezik bir hayat yaşamıştım böyle! Hiçbir anında var olamadığım başkalarının iradesine tabi olduğum tuhaf bir köleydim. Satılmıştım. Yeryüzünde kölelik sadece ismen kaldırıldı. Ben bunu yaşayarak öğrenenlerdenim. Fakirler güçsüzler ve de yönetilebilen beyinsizler bir çeşit köledir. Sahiplerinin kendilerinden istediği tek şey ise onu memnun etmeleridir. babamın istediği şey de bu.

Neden doğduğumu hala çözebilmiş değilim. ‘İmtihan dünyası’ desem de işin içinden çıkamıyorum. Aslında bana sorulsaydı doğmamayı isterdim. Çünkü bu benim için yaşamaktan çok daha iyi bir seçenek! Hayat benim için şairin dediği gibi:

“ neresinden bakarsan bak, Hüseyin ve Kerbela.”

Yezidlerler ile dolu olan bu dünya hiç çekilmiyor! Ki bu yezidler Yezide' rahmet okutan cinsten!

Bir haftadır babamın beni sattığı adamların elindeydim. Sadece ben değil benimle birlikte 10 kız daha vardı. Oraya getirilen kızlarla iki ortak yanımız var. Biri; değersizlik! Bu hayatta bizim gibilerin hiçbir değeri yoktur. Bizim değersizliğimiz bize verilmiş ailelerle başlıyor. Sahiplerimiz için değersiziz ve sadece satılarak değerleniyoruz. Bir diğer ortak yanımız ise ailelerimiz! Böyle ailelerde doğarak baştan kaybediyor ve hayata bir sıfır yenik başlıyoruz. Hele bir de aile çok gaddar ve cahil ise bu durumu bizim için daha da kötüleştiriyor.

 

Yaşadığım her saniyede yok olduğumu hissediyorum. Bu süreç ne zaman tamamlanacak bilmiyorum. Ama bitecek. Biliyorum. Okuduğum ve öğrendiğim şeyler işime yaramıyor. Si****min felsefesi bir çeşit yok oluşsal sancıları açıklamada çok yetersiz! Neden çoğunluk çoğunlukla var oluşsal sancılarla ilgileniyor? Neden yok oluşsal sancılar çoğu zaman kimsenin si***** olmuyor? Ölmeden bununla ilgili bir kitap yazacağım. adı:

“Yok oluş felsefesi VE Yok oluşsal sancılar” olacak.

Artık pes ettim. Pes! dediğim şeylerin hepsine de bir pes bu! Artık etrafımda yaşanan olaylardan etkilenemiyorum. En fazla öleceğimi biliyorum. Neye teslim olduğumu bilmeden teslim oldum ve savruluyorum.

Bugün sıra bana geldi. İsmimi söylediler. Ayağa kalktım. Beni önce bir yere götürdüler. Duş almak için banyoya girdim. Bir oda büyüklüğünde ve oldukça lükstü. Sanırım banyoda tuhaf duran tek şey bendim. Benim dışımdaki her şey birbiriyle uyumlu güzel ve en önemlisi oraya aitti. Garip bir banyoya bile ait olamayan ben bir hayata ait olabileceğimi sanmıştım. Banyodan sonra beni çeşitli cihazların bulunduğu bir odaya götürdüler. Hayatım boyunca tek bakım rutinim yüzüme sürdüğüm nemlendirici kremdi. O yüzden bana neler yaptıklarını anlamıyordum. Fakat bir şey çok iyi anlamıştım. Sunumu kusursuz yapmaya çalışıyorlardı. Demek ki sunulan ne kadar önemliyse sunum da o derece önemli oluyordu.

Sıra giyinip kuşanmaya gelmişti. Bana bombeli kolları, dizine kadar gelen etek boyu ile, kare boyun dekoltesi olan kırmızı bir elbise giydirdiler. Giydirdiler evet! Karşımda beni izleyen kadın işleme başıyla onay verince tüm bu tantanın sonunun geldiğini anladım. Tüm bu iğrençliklerin arasında aynaya baktığım zaman fark ettiğim şey ilginçti. Elbise çok güzeldi Ve ben hala bu güzelliği görebiliyordum. Hatta bana yakıştığını bile düşündüm. İnsan tuhaf bir varlık. Boktan bir anın içinde bile insani bir duygu hissedebiliyor.

Her şey bitince beni lüks bir arabaya bindirip Gold Rose adında bir otele götürdüler. Yanıma biri genç biri daha olgun takım elbiseli iki adam geldi. Olgun olan bana yol göstererek asansöre doğru ilerlememi istedi. Yolun bundan sonrasına onunla devam ettik. Birlikte asansöre bindik. Ciddi bir yüz ifadesi vardı. Ben onun için bir iştim ve bunu hal ve hareketleri ile o kadar iyi belli ediyordu ki! Gereksiz tek bir kelime dahi etmiyordu. Onun bu hali çok konuşan beni, kelimeleri israf edip etmediğime dair bir iç sorgulamaya sürükledi. Asansörden inince bana bazı hususları hatırlatıp bazı uyarılarda bulundu. Bir otel odasının önünde durduk kapıyı çaldı ve birlikte içeri girdik.

İçerde 30-35 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim kumral bir adam vardı. Pencere kenarında oturmuş bize bakıyordu. Sunumum yapıldıktan sonra yanımdaki adam odadan ayrıldı. O ise bana dönerek beni yanına çağırdı. Ve karşısındaki koltuğa oturmama işaret etti. Dediğini yaptım. Bakışları etkileyiciydi. Boyu posu yerindeydi. Oldukça yakışıklıydı. Böyle bir adam istediği bir kızı zorlanmadan elde edebilirdi. Buna rağmen neden böyle bir yolu tercih ediyordu, neden bir insanın kötü olan hayatını daha da kötüleştiriyordu? Aklım almıyor. Bakışlarında rahatsız edici bir şey yoktu. Beni ister gibi bir hali de yoktu. Ne bileyim heyecanlı ve şehvetli gibi de gözükmüyordu. Belki de dışarıdan hiçbir şey belli etmeyen bir karaktere sahipti. Birazdan gerçek yüzü ortaya çıkacak ve zihnimdeki tüm soru işaretleri cevaplamış olacaktı.

Gerçekte bir kızın bakire olup olmadığını anlayamazsınız ona bu konuda sadece güvenebilirsiniz. İnsanlar bunu bilemeyecek kadar ap*** olabilir mi? Eğer biliyor olsalardı biz burada olmazdık. Öyle değil mi? Demek ki bilmiyorlar!

“ Adın ne?”

“Sinem.”

“ Gerçek adın ne?”

“ Bahar.”

“ Güzelmiş.” Sohbetimiz soru cevap şeklinde devam etti. O sordu ben cevapladım. Hakkımdaki temel bilgileri öğrendikten sonra buraya kim tarafından ve nasıl getirildiğimi sordu. Sohbet esnasında arada bir yüzüme bakıyor çoğunlukla ise pencereden dışarıyı izliyordu. Soracakları tükenince telefonu eline aldı ve adının Murat olduğunu öğrendiğim birini arayıp odaya çağırdı.

Murat, Araz’'ın araması üzerine kapıyı açıp içeri girdi. Kız başını çevirip ona baktı. Uzun boylu ve esmer tenli bir adamdı. Göz göze geldiler. Murat'ın bakışlarındaki acıma duygusuna bir anlam veremedi. Buradaki bir adam ona neden acıyarak baksın ki? Araz, Murat'ın gelişiyle oturduğu koltuktan doğrulup ayağa kalktı. Pencerenin önüne geçti.

“ Bunların ilkel benliklerinden de ilkel zevklerinden de bıktım artık!” Derin bir nefes aldıktan sonra konuşmasına devam ederek:

“Onları bir ormanda avlamak ister miydin?”

“Çok! Sen peki?”

“İzleyici olmayı tercih ederim.”

“ Onlara kızı istediğimi ilet. Ne istiyorlarsa ver. Kızla olan tüm bağlantılarını kes. Her şey bittiğinde onu Eylül'e teslim et.” Önündeki sehpadan bir peçete aldı ve kızın yanına gitti. Peçeteyi ona doğru uzattı. Kız ne yapmaya çalıştığını anlayamasa da elindeki peçeteyi aldı. Oysa onu rahatsız etmeden eline dokundu ve zihnine girdi. Söylediği her şeyi teyit ederek:

“Yüzündeki makyajı hafif bir şekilde sil. Hepsini silme! Sana bir takım sorular soracaklar. Onlara beraber olduğumuzu söyle ve öyle davran ki buna inansınlar. Buradan çıktığında ise unutmak istediğin her şeyden ders çıkararak onları geride bırak! Kendini yeni bir hayat kur.” Kız irileşen gözleriyle ona baktı. Bu adam neler söylüyordu. Burada neler oluyordu? Anlayamıyordu.

“Sol tarafımdaki odaya git. Kapıyı aç ve içeri gir. 35 dakika sonra buradan çıkacaksınız. Anlıyor musun?”

“Evet.”

“O zaman kalk ve dediğimi yap.” Bahar cılız bir sesle:

“Burada neler oluyor böyle?” dedi. Araz kıza yaklaşıp gözlerine dikkatli bir şekilde bakarak:

“Bak Bahar! Kafanın karıştığının farkındayım. Şimdi beni iyi dinle! Seni bir yere gönderiyorum. Orada seni karşılayacak olan insanlar yeni bir hayat kurman için sana her türlü yardımı yapacaklar. İsmin, soy ismin tüm bilgilerin değişecek. Yüzün de öyle! Ayaklarının üzerinde durabilecek hale gelene kadar sana yardım edecekler. Sonra da sana seçmen için içinde özgürlük olan seçenekler sunacaklar. Şimdilik bu kadarını bilmem kafi. Biliyorum. Şoktasın Söylediklerimi anlamakta güçlük çekiyorsun. Ama üzgünüm şu an için anlattıklarımı daha ayrıntılı anlatmak ya da seni bunların doğru olduğuna ikna etmek gibi bir çaba ikimiz içinde işe yaramayacaktır. Sen her türlü dediklerimi yapacak ve söylediklerimin doğruluğunu bizzat tecrübe edeceksin. Şimdi içeri git ve vakit gelene kadar dinlen.” Kız ağır hareketlerle dediğini yaptı. O an odanın bir kral dairesi olduğunu fark etti. Bunu yeni fark etmesi ona tuhaf gelmişti. Sanki düşünecek başka şeyleri yokmuş gibi bunu düşünerek ilerledi odanın kapısını açıp içeri girdi. Araz:

“ Sigaran var mı?”

Murat, cevap vermeden cebindeki sigara paketini ve çakmağı çıkarıp ona uzattı. Paketten aldığı bir dal sigarayı yaktı. pencere kenarına geçip oturdular.

“Sen sigara içmezsin hayırdır?”

“ İçesim gelmiş, olamaz mı?”

“ Olabilir tabii ki.”

“Şanslı kız.”

“ Neden?”

“ Sana denk geldiği için. Bir başkasına da götürülebilirdi. Mesela Cihan'a! Sabaha kadar kızın canını okur sonra da bir kenara atardı.” Yaktığı sigarasından bir yudum alıp:

“ Gerçi bazı insanlar seni de ondan farklı görmüyor. Bakire kızlarla birlikte olup daha sonra onları toprağa gömen bir manyak!” Alaycı bir tebessümle başını öne doğru eğdi. Başını tekrar yerden kaldırdığında Araz’ın donuk bakışlarıyla karşılaştı. Yüzündeki tebessüm bir anda kayboldu. Araz sigarasından yudum daha alarak geriye doğru yaslandı.

“Bakıyorum da hakkımdaki dedikodulardan bahsetmek hoşuna gidiyor. Beni karalamalarından aldığın zevkin sebebini çözemedim doğrusu.” Murat telaşla açıklama yapmaya çalışarak:

“Hiç alakası yok. Sadece komik buldum. Tepkimim sebebi bu.”

“ Daha fazla çırpınma bence!” Parlak gözlerle Murat'a bakıp:

“ Şu adamı öldürsem mi?”

“Hangi adamı?” Bir şiirden alıntı yaparak:

“Kızları fahiş fiyattan satan ruhunu satmış fahişe adamı!”

“ Suphi'yi mi diyorsun?”

“Evet.”

“Sana her kız getirdiklerinde onu öldürmek istiyorsun değil mi?”

“ Evet. Sonuçta kızları ayarlayan o. Onu ortadan kaldırırsam kızlar da gelmez.”

“Bir süreliğine!”

“Bir süreliğine bile olsa.”

“Ama bu çözüm değil. Her şeyi çözemez ve her şeye güç yetiremezsin. Çünkü sen tanrı değilsin?”

“Haklısın.”

“Kızı bıraktıktan sonra gece restoranına gideceğim.”

“ Yine mi?”

“Bir sakıncası mı var?”

“Hayır, yok!”

“Güzel ben de öyle düşünmüştüm.”

 

Loading...
0%