Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm. Kanlı gözyaşına müphem bir bakış

@fatmadogu

11. Bölüm: Kanlı gözyaşına müphem bir bakış

 

‘Zaman geçiyor, sanki ben içinde değilim

Sürekli hatırlıyormuşum gibi dışarıda

Çarşıya çıkmışım da eve dönememişim

Eğer ben çarşıdaysam kim duruyor evin ortasında?

 

Günler akıp geçiyor. Yaşıyor muyum, yoksa ölü müyüm? Bilmiyorum.

Ayakta durmaya çalışıyor ve nefretimi diri tutuyorum. Çünkü şu an tek İhtiyacım olan şey bu! Normalde, de normal olmadığımı biliyorum. Eğer benim yerimde başka biri olsaydı. Olmasın! Böyle bir düşüncenin varsayımına bile gerek yok!

O günden sonra başlayan iştahsızlık ve uykusuzluk canıma okuyor. Meğer huzur içinde uyumak ve kaygısızca bir şeyler yiyip içmek ne büyük bir nimetmiş! Bir şeylerin kıymetini neden kaybedince anlıyoruz, kaybetmeden anlamak nimetine neden erişemiyoruz? Düşüncelerimin bir sonu yok. Canıma okuyor kötü duygular. Müzmin mide bulantısı ve yersiz temizlik takıntısı da cabası! İçime dolan huzursuzlukla baş etmek dikenli bir yolda çıplak ayakla yürümekten farksız. Belki de sadece böyle zamanlarda hayat yürümek zorunda olduğunuz tatsız bir yol. Kronik depresifler için ise ilelebet. Ve benim de onlara karışmam an meselesi!

Tüm bunların üzerine bir de okula her gün gidip o iğrenç yüzü her gün görmek bana inanılmaz bir acı veriyor. İnsan dayanabilen bir varlıkmış. Bunu dayanabildiğimi fark ettiğimde anladım. O yüzü gördükçe içimdeki canavarın boynuna taktığım zincir genişliyor. Ben ise o zinciri tutup kendime doğru çekiyor sıkılaştırıyor ve onu kontrol altında tutuyorum.

Neden bilmiyorum ama Önder o günden sonra rahatsız edici bakışları dışında yanıma hiç uğramadı. Belki de ne yapacağımı kestiremediği için temkinli davranıyor. Ya da artık merakını kaybettiği bir objeyim. Zamanla neden böyle davrandığına ayan olacağımı biliyorum. Bu yüzden sabırlı olmalıyım.

Herkese bir lafım var ama serhan'la konuşurken zorlanıyorum. Mümkün mertebe yanımdan ayrılmıyor iyi olman için elinden gelen herşeyi yapıyor. Ben ise içinde bulunduğum durumu ona yansıtmamaya çalışıyorum. Her erkek Önder değil ve onun bir suçu yok! Ne onun ne babamın ne de başka bir erkeğin!

Bir şeyler saklayamadığım tek kişi Özge. Ona asla diğerlerine söylediğim şeyleri söylemiyorum. Ne varlığını benliğimden ne de gözlerini üzerimden bir an olsun ayırmıyor. Ona bir şey anlatmama gerek yok. Çünkü o zaten anlamak için beni ve çevremle olan ilişkimi didik didik ediyor. Herkesi kandırabilirim ama onu kandıramam.

Neredeyse bir ay oldu. Zehir gibi geçen bir ay. Yaşadığım günlerin zehrini diğerleriyle de paylaşıyorum. Paylaşmak iyidir. Neyi paylaştığının bir önemi yok. En azından şimdilik!

Teneffüs zilinin çalması ile bahçeye çıktım. Gidip her zamanki yerime oturdum. Şu herkesi ve her şeyi görebildiğim hakimi banka. İliklerime kadar hissettiğim şeyin farkındayım. Beni ele geçirdiğini sanan bir ahmağın yanılgısının verdiği heyecan ve zevk sarhoş olmama yetecek kadar. Fakat olamıyorum. Çünkü benliğimdeki ayıklık kolay kolay kaybolmayacak bir uyanıklığa sahip. İtiraf etmeliyim ki bir şeylere nüfuz etmek onları kontrol edebilmek insana dehşet ve eşsiz bir zevk veriyor. Tanrıdan gelen fakat doruğuyla ona has olan bu özelliğin azı bile insanı baştan çıkarmaya yetiyor. Eğer haddimizi bilmezsek bu süreçte kayboluyoruz. Bu konuda sınırı aşmak insanı Tanrı ile aşık atacak bir ahmaklığa sürüklüyor. Ve bunun farkındayım. Bir yerde aciziz. Beni tüm bu gerçeklere karşı ayık tutan yegane şey!

Ben dalıp gittiğim yerlerden limanıma geri dönerken bana doğru gelen kişiye baktım. Sıla’ydı. Elinde iki bardak çayla bana doğru yürüyordu. Selam verdi ve yanıma oturdu. Çaylardan birini bana doğru uzattı. Tebessüm ederek aldım.

“Nasılsın?”

“ İyiyim.”

“Hiç Öyle görünmüyorsun ama.”

“ Nasıl görünüyorum?”

“ Bir derdin varmış gibi.” Varmaya çalıştığı yeri merakla bekliyordum.

“ Gözünden de hiçbir şey kaçmıyor. Derya'nın ölümünden sonra bir türlü toparlanamadım.” sevgi ile bana bakarak:

“ Anlıyorum. Ben de çok sarsıldım. Onu çok özlüyorum. Sen, ben, Özge, Derya, Yağmur yan yana çok iyiydik.”

“ Evet, öyle.”

“ Seni böyle görmek beni üzüyor Asuman! Toparlanmalısın.”

“ Toparlanacağım. Merak etme!””

“ Bunu yapabileceğini biliyorum. Sana inanıyorum.”

“ Sağ ol.” Bana bir haber verecekti. Bunu anlayabiliyordum. Sıkıntılı yüz ifadesinden ise vereceği haberin iyi bir haber olmadığını görüyordum. Kıvranarak:

“ Sana bir şey söylemem gerek.”

“ Seni dinliyorum.”

“ Yağmur, biliyorsun okulu bırakmıştı.”

“ Evet.”

“ Bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Tam olarak ne olmuş ne bitmiş ondan da haberim yok. Fakat öğrendiğim kadarıyla amcasını vurmuş sonra da intihar etmiş!”

“ Ne!” Beynimden vuruldum.

“ Ben de duyunca inanamadım ama doğru. Nalan'dan teyit ettim.”

“Ölmüş mü?”

“ Evet, dün ölmüş.”

Bir kurşun daha. Kulaklarımda bir uğultu. Bahçedeki seslerin birden kesilmesi. Bedenimde gezen ürperti. Soğuk bir morg havası. Etrafta rüzgarın sürüklediği yaprakların hışırtısı. İçimde eriyip giden şeyler. Ne oldukları muamma! Yapraklar! Tıpkı onun gibi kırmızı turuncu karışımı renkte yapraklar. Onun solup gitmesini yeryüzünden ayrılmasını ve toprağa karışmasını simgeleyen yapraklar. Sanki rüzgar yerde yaprakları değil de Yağmur'un ölmüş bedenini sürüklüyor. Kanım yavaş fakat istikrarlı bir şekilde donuyor. Acı içinde kıvranıyorum. Karanlığın içindeki aydınlığı arıyorum. Şu an ona çok ihtiyacım var.

Boğazımda kuru bir yumru ile tüm gücümü kullanarak öne doğruldum. Gözlerim doldu. Nefes alamıyorum. Bağrıma hafifçe iki kere vurdum. Gözümde biriken yaşlar son vuruşla yere doğru döküldü. Gittikçe artan öfke ve üzüntüm içimi yakıyordu. Yanımda duran suya sarıldım. Ondan medet umuyordum. Kapağını açtım ve başımdan aşağı döktüm. Sıla hayretle beni izliyordu. Havanın soğukluğundan mıdır nedir su bana sıcak gelmişti.

Bu art arda gelen ölüm haberleri hayra alamet değil! Yeryüzünde çok fazla ruhi isyan var. Fakat bu isyanların sonunda hep gitmek var. Neden? Halbuki kalanın yani seni buna zorlayanın gitmesi gerekmez mi? Yeryüzünü terk etmesi gereken asıl kişi o değil mi?

Acaba amcasını neden vurmuş? Eminim mantıklı bir sebebi vardır. Deli Kız! böyle bir şey yapmasına şaşırmadım. Gözü kara bir yanı hep vardı. Ve bu onu tahmin edilemez kılıyordu. Beni şaşırtan şey intihar etmesi. Hele de ölmesi. Sonsuz sükut!

Yüzündeki hüzne rağmen parlak içten bir gülüşü vardı Yağmur'un. Güldüğünde tok gülüyordu. O gülüşün her bir zerresinin hakkını veriyordu. Ve ben böyle zamanlarda onu izlemeyi seviyordum. Yeryüzüne yağmur düştü. Bedeni de parçalanana ruhu gibi parçalara ayrılmış bir şekilde.

Sana ne kadar ulaşmaya çalışsam da olmadı. Sen benden de diğer herkesten de kaçtın. Neden böyle yaptığını hiçbir zaman anlayamadım. Kendinle ilgili gerçekleri hiçbir zaman anlatmadın. İnsanın acıları boyunu aştığında dilsizleşirmiş. Belki de sen de o insanlardan biriydin. Zihnine de giremedim Karanlıktın. Biliyorum bu senin gibi aydınlık bir insanı koruyan bir karanlıktı. Üzgünüm ziyadesiyle üzgün.

Okulun bahçesinde ağaçların dibinde oturduğumuz günü hatırladım. Toprağa avuçlayıp elini havaya doğru kaldırdın ve gözlerimin içine baktın:

‘Yok olmanın vahşi taarruzu altında

Var olmayı başaramadım ben

Hoşça kalma yeryüzü

Hücrelerimi eritirken

Benimle birlikte sen de sancı’

Demiş gözlerini gözlerimden alıp toprağa çevirmiştin.

Hatırladığım bu anı ile bağrıma bir şeyler saplandı. Yaklaşık 10 dakika hiçbir şey söylemeden bekledim. Her şey ne kadar da anlamsız geliyordu. Şu gökyüzü mesela, hala neden altında aşağılık insanları barındırıyordu? Oysa üstümüzden çekilmeliydi. Gözümüzün yaşına bile bakmadan çekip gitmeli, bizi terk etmeliydi. Derya'nın gidişine de çok üzülmüştüm. Ama yağmur benim için bambaşkaydı. Sessizliğime Sıla da ayak uydurmuştu. Anlayışlı ve merhametli biriydi. İnsanlara nasıl destek olacağını iyi biliyordu. Saatime baktım. Ona dönerek:

“Bugün konferans vardı değil mi?”

“ Evet, birazdan başlar.”

“ İyi gidelim o vakit geç kalmayalım.”

“ Tamam.”

Tüm öğrenciler salondaki yerlerini almıştı. Öğretmenlerin gerekli gördüğü bu toplantılar öğrenciler açısından oldukça sıkıcı geçiyordu. Konferans başlamıştı. Konu uyuşturucunun zararlarıydı. İlçe uyuşturucu ticareti ile meşhurdu. Tabiki ticaret sadece dışarıya yapılmıyordu. İçerdekiler de pekala satıcı ve alıcıydılar. Buna öğrencilerde dahil. Seçilen konu yerindeydi. Fakat öğrenciler için yeterli miydi?

Konuşmadan sonra herkes oynatılacak olan videoya kitlendi. Birkaç saniye sonra var olan sessizlik yerini şaşkın bakışlar ve meraklı fısıltılara bıraktı. İzlediğimiz görüntülerin anlatılanlarla hiçbir ilgisi yoktu. Sıla ve Sefa'nın seks görüntüleri izliyorduk. Meraklı sesler gittikçe yükseliyordu. Ve gözler onları arıyordu. Sefa'nın bugün okulda olmadığını biliyordum. Her şey planladığım gibi gidiyor. Arkamı döndüm ve görüntüleri dehşet içinde izleyen Sıla'ya baktım. Ne yapacağını bilemez bir halde etrafına bakıyordu. Yüzündeki o ifadeyi asla unutmayacağım. Sonunda beklediğim an gelmişti. Onunla göz göze geldik. Dünyevi bir cehennemin kapısında onu bekliyordum ve içeri girmekten başka bir şansı yoktu. Tebessümle ona baktım. Bu halimi görünce bir kez daha sarsıldı. Gözleri dolmuş, titriyordu. Anlamaya başlamıştı. Fakat bunun bir anlamı yoktu. Dehşete kapılarak önüne döndü ve salondan ayrılmaya çalıştı. Kendisine takılarak yürüyordu. Artık onu görmenin keyif vermeyeceği bir mesafeyi kat ettiğinde sağ tarafıma döndüm. Özge beni izliyordu. Salondan ayrılıp bahçeye geçtim. Tenha bir yere oturdum. Özge de arkamdaydı. Hiçbir şey söylemeden yanıma geldi ve sol tarafıma oturdu.

“ Bunu neden yaptın?”

“O senin tanıdığın kişi değil.”

“ Bir konuda netleşelim. Buraya onun için değil senin için geldim.” Ondan beklediğim şeyleri söylüyordu. Yine de duymak hoşuma gitmişti. Tebessüm ettim. Bana karşılık vererek konuşmasına devam etti.

“Derya öldüğü gün yüzünde haddinden fazla fondöten vardı. Yaralarını kapatmak için mantıklı bir davranış. Fakat gel gör ki kolun seni ele verdi. Sonrasında okula gelmediğin günler var tabi. O günlerden önce önemli bir şey olmuş olmalı. Büyük bir şey! Çünkü ondan sonra sen asla eski sen olmadın. Tıpkı Derya'nın ölümünden sonra benim eski ben olmadığım gibi. Önder'le aranızda nedenini anlayamadığım sükuneti de sayarsam. Ki beni oldukça tedirgin ediyor. Sıla'yı cezalandırmanı da kattığımda ortaya bayağı karışık bir tablo çıkıyor. Şimdi söyle bana Asuman neler oluyor?”

Kraliçe hemen hemen her şeyi sıralamıştı. Fakat ona bir şey söyleyemezdim. Bunun ne bana ne de ona bir yararı olmazdı. Yüzüne dikkatlice bakıp:

“ Bazı şeyleri kurcalamamak ikimiz içinde en hayırlısı.” Söylediğim şeyi umursamaz bir tavırla geriye doğru yaslandı. Üzerinde ne istediğini bilmenin verdiği bir eminlik vardı. Önüne bakarak konuşmaya devam etti.

“Derya'nın ölümünden üç gün sonra nedendir bilmem hatıra defterini hatırladım. Belki de içten içe defterde bir şeyler bulabileceğimi umdum. Yerini benden başka kimse bilmiyordu. Evlerine gittim ve defteri sakladığı yerde buldum. Doğru tahmin etmiştim. Bana bir mektup bırakmış ve o mektupta her şeyi anlatmıştı. Önder ile birlikte olduğunu ve onun bunu videoya çektiğini, onu başka insanlarla yatması için çektiği görüntülerle tehdit ettiğini, her şeyi yazmış. Orada kaç saat kaldığımı ve mektubu kaç kere okuduğumu bilmiyorum. Fakat kendime geldiğimde mektubu da alıp oradan sessizce ayrıldım.”

“ Mektup sende mi yani?”

“Evet”

“ Ne yapacaksın peki?”

“ Şimdilik hiçbir şey.”

“ Polise vermeyecek misin?”

“ Bunu kurcalamamak ikimiz için de en hayırlısı.” güldüm

“ Beni benim sözlerimle vurma!”

“ O zaman ikimiz de bu sözleri bir kenara bırakalım.” Gözlerime baktı bakışlarındaki ciddiyeti bakışlarıma doldurdu. Beni söyleyeceklerinden emin kılmak istiyordu.

“ Polis olmaz. Onu tanıyorum bundan kolaylıkla sıyırır.”

“Ne yapmayı düşünüyorsun peki?”

“Onu kendi elimle cezalandıracağım.”

“ Nasıl bir ceza?”

“ Onu öldüreceğim!” Gözlerinde gördüğüm şeyden neredeyse emindim.

“Ciddisin.”

“ Biliyorsun ki ben ölümle ilgili şaka yapmam.”

“ Biliyorum. Fakat bunu sana bırakabileceğimi sanmıyorum.” Gözleri hafif kısıldı.

“Bu da ne demek?”

Uzatmanın alemi yoktu. En başından başlayarak Önder ile aramızda geçen her şeyi anlatmaya başladım. Beni dikkatle dinliyordu. Gözlerinde beliren öfkeye rağmen kendisini tutuyor soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Daha sonra öğrendiğim diğer gerçekleri de kısa ve öz bir şekilde anlatıp son cümlelerimi sarf ettim. Ona amacımı ve planımı da anlattım. Dinlerken gözleri irileşse de çabuk toparlandı. İkimiz de ne istediğimizi gayet iyi biliyorduk ve istediğimiz şeyleri yapacağımızı da. Bu yüzden birbirimizi ikna etmeye çalışmadık…

“Yani anlayacağın piramidin başında Gani var. Gani'den sonra gelen ve onunla irtibatı olan tek kişi Önder. Önder işi Arda Tolga ve Taylan ile yapıyor. onların gani'den haberi yok. Sıla ve Sefa onlara kızları bulan aracılar. Geriye kalan işi onlar hallediyor.” Özge iç çekerek gözlerini kapadı. Sonra bana dönerek:

“ Sıla’dan bu yüzden mi intikam aldın?”

“ Bu da bir etken. Ama işin aslı şu ki: Önder'in beni tuzağa düşürdüğü gün orada 3 kişi vardı. Önder, Sefa ve başıma arkadan vuran kişi. Eğer o kokuyu duymasaydım şüpheleneceğim kişi kesinlikle Yeşim olurdu. O koku Sıla'nın dayısının Almanya'dan getirdiği bize öve öve bitiremediği parfümünün kokusuydu. Yine de emin olmak için Sefa'nın Zihnine girdim ve anılarını yokladım. Anılarından arkamda olan kişinin Sıla olduğunu gördüm.” Özge anlamaya çalışır bir ifadesiyle bana baktı.

“ Nasıl yani, Zihnine mi girdin?”

“Birden böyle söyleyince kulağa çok saçma geldiğinin farkındayım. Fakat bunu normal bir şekilde anlatmanın bir yolu yok. Ben insanların zihnine girip anılarını görebiliyorum Özge. En iyisi bunu nasıl yaptığımı sana göstermek.” dedim de elini tuttum.

“ Bana inanmıyormuş gibi bakmayı bırak ve görmemi istediğin bir anı seç.” Güldü. Ama yine de dediğimi yaptı.

“Yüzümü tırmalayan kedi.” İnsanların inandıkları kişilere sorgusuz itaati onlara verdikleri değerden ve inançtan geliyor. Ama o inanmasa da bana verdiği değerden dolayı itaat etmişti.

“ Gri renkte bir kedi ve sen 13 yaşındaydın. Önder kediyi yakalayıp suratına attı. Sen de kediyi tuttun ve ‘bunun senden daha akıllı olduğunu eminim.’ diyerek onun kucağına attın.” Söylediklerime inanmakla inanmamak arasında gidip geliyordu sonra aydınlanmış bir ifadeyle bana baktı.

“Bunu sana Derya anlatmış olabilir. Sonuçta o da oradaydı.”

“Peki, haklısın, olabilir, O zaman başka bir şey olsun.” Parlak gözlerle ona baktım ve:

“ En büyük sırrını görmemi ister misin?” Gözleri irileşti. Birkaç saniye düşündükten sonra:

“ Tamam.” dedi. Elini tuttum ve zihnine girdim. Ahmet'in başına gelenleri gördükten sonra bir daha bir şeye şaşırmam sanıyordum. Ama öyle olmadı. Onun anılarını gördükçe şaşkınlıktan donmuş bir şekilde ona bakıyordum.

“Bu nasıl olur, baban bunu nasıl yapar?” Telaşla:

“Dur!” dedi. Söylediklerimi duymaya hazır değil gibiydi.

“ Bana o gün babamın üzerindeki kazağın rengini söyle.”

“Lacivert.” Gözyaşları ile parlaklaşan bakışlarında derin bir acı vardı.

“ Havuz dolu muydu yoksa boş mu?”

“ Doluydu ve siz Derya ile sabah havuza girmiştiniz. Sen olay yaşanırken fazla eşyaların olduğu odunluktaydın ve tahta bebeği geri almak için dönmüştün…”

“Tamam bu kadar yeterli! Her şey ama her şey doğru. Bunları birinden duymuş olman imkansız!”

Bir süre daha bu konu hakkında konuştuk. Bana merak ettiği şeyleri sorup bir iki sınav daha yaptı. Kısa süren sessizliğinin ardından:

“İnsanların anılarını onlara dokunduğun an görebiliyor musun?”

“Eğer anılarını görmek istediğim kişinin zihnine girebilirsem anıları ilk olarak pasif görüntüler olarak görebiliyorum. Görmeye karar verdikten sonra ne göreceğimi belirlemem gerekiyor. Bunu d yaptıktan sonra anıları rahatlıkla görebiliyorum.” Bir süre sessizce önüne baktı. Sonra bana dönüp:

“Her ne yapacaksan beraber yapacağız Asuman!”

“Ucunda birilerini öldürmek olsa bile mi?”

“Ucunda birilerini öldürmek olsa bile.”

“Tek bir şartım var.”

“Ne?”

“ Önder'i bana bırakacaksın ben de sana ondan daha pislik birini vereceğim.”

“ Gani’yi mi?”

“Evet.” Kararsızlık içinde bir süre düşündü. Bunu anlayabiliyordum. Ama her ne olursa olsun bu değiş tokuş ikimiz içinde en doğru olanıydı.

“Tamam anlaştık. Fakat ölüsünü görmeme izin vereceksin.”

“Vereceğim.”

“Toparlayacak olursak elinde neler var?” Tebessümle geriye doğru yaslanarak:

“ Tahmininden çok daha fazlası.” Ayağa kalktım.

“ Yürüyelim mi?”

“ Elbette.”

“ Anlattığım gibi Önder’in zihnine giremedim. Ben de etrafındaki kişilerin zihnine girdim. Teker teker ve tekrar tekrar sonunda edindiğim bilgilerle tablonun tamamını görmeyi başardım. Uzun ve ayrıntılı bir plan yaptım. Geriye kalan tek şey uygulamak.” Önüme bakıp

“ Onu yaptığı her şey için pişman edeceğim.”

“ O pişman olmayacak Asuman sadece ölecek! Kendini kandırma.” Yürümeye devam ettik.

“Video işini nasıl yaptın?”

“ Para karşılığı Bilge'ye yaptırdım.”

“Bildiğim kadarıyla güvenilmez biri o. Bu da demek oluyor ki seni her an ele verebilir. Ağzını nasıl kapalı tutmayı düşünüyorsun?”

“Elimde uyuşturucu çektiği bir video var. Ailesinin görmesini istemediği bir video.” Özge tatmin olmuş bir tebessümle başını salladı.

“Kızların kimler olduğunu biliyor musun?”

“ Evet, Ayşe, Elif, Gülay, Çimen, Tuğba, Funda, Duygu, Fatma…” ben Derya demeden sözümü kesti.

“Hangi Fatma?”

“Eymen’in kardeşi.”

“Ne?”

“Evet.” Derin bir nefes aldı ve sabırsızlandığı belli eden bir ses tonuyla:

“Ne zaman ve kimden başlayacağız?”

“Tolga ve Önder’den. İkisi için zar atacağız.. Biri ölecek.”

“peki.”

“Onlardan önce senden istediğim bir şey var.”

“Nedir?”

“Gani'nin sana olan ilgisinin farkındasındır.” Başıyla onayladı.

“Sana yaklaşmasına izin vermeni istiyorum. Yapabilir misin?”

“ Ne kadar yaklaşmasını istemene bağlı.”

“Senin belirlediğin sınırları aşmayacak kadar.”

“O halde olur.”

“Tamam. O zaman başlayalım.”

Asuman okula doğru yürüyordu. Ağaçlı yola varmıştı. Sonbahar bir yere bu kadar mı yakışır diye düşündü. Yolun etrafını sarmış kadim ve ulu ağaçlar sararmaya başlamışlardı. Ağaçların sararan yaprakları usulca yerlere dökülüyordu. Düşen yapraklardan birini havadayken yakaladı. Avucunun içinde baş parmağı ile nazikçe okşadı.

“Birbirimize ne kadar da benziyoruz Öyle değil mi? Ama aramızda bir fark var. Siz güzellikle soluyorsunuz biz çirkinlikle. Bu yüzden siz bizden daima daha iyisiniz, daha harikasınız!” Yaprağı yavaşça yere bıraktı sonra çömelip ona son kez bakarak:

“ Bugün bir insan seninle beraber toprağa karışacağı bir yolculuğa çıkacak. Bana yardım et lütfen. Geldiğinde onu dönüştür olur mu?” Yaprağın cevabını dinliyormuş gibi bekledi:

“Anlıyorum. Kirlenmek istemiyorsun. Haklısın da. Fakat eğer fedakarlık yapmazsak dünya hep çirkin bir yer olarak kalır. İnsanlar da öyle. Sonra iş öyle bir hale gelir ki yeryüzünde senin güzelliğini müşahede edecek tek bir insan bile bulamazsın. O zaman güzelliğin bir anlamı kalmaz. Senin güzelliğinin de öyle. O yüzden bunu bir düşün derim.” Gözlerini yapraktan alıp ayağa kalktı ve yürümeye devam etti. Ağır ağır yürüyor manzaranın tadını çıkarıyordu.

Okula varmıştı. Giriş kapısında durup etrafına baktı. Havalar soğumuş günler kül rengine dönmüştü. Çay kahve içilecek sohbet edilecek havaydı. Ama kimseyle tek bir kelime dahi etmek istemiyordu. Bu nasıl bir iştahsızlıktı böyle! Kim bilir, belki tüm bunlar bittikten sonra…

Özge ağaçlı yolda ağır ağır yürüyor, basit bir intikamın iç içe geçmiş karmaşık bir intikama dönüşmesini düşünüyordu. Asuman birindense hepsini cezalandırmaya karar vermişti. Onu haklı buluyordu. Birazı temizlemek eksik bırakır. Kökünü kazımak ise yararlı bir ihtilal! Mantıklıydı. Gözlerine takılan sonbahar tezahürleri ile birlikte aralarında geçen konuşmaları düşünüyordu.

“ Tolga ve Önder ile ilgili planın nedir?”

“ Tolga'yı fark etmişsindir.”

“ Son zamanlarda çok tuhaf. Önderler ile bağını kesmiş gibi görünüyor.”

“ Evet, doğru. Kısaca anlatmam gerekirse Tolga'nın annesi gibi sevdiği bir ablası var. Adı Vildan. Arkadaşı Hakan ile uyuşturucu ve içkinin olduğu bir partiye katılmış. Kafayı bulmuşlar. Hakan Vildanla isteği dışında beraber olmuş. Sarhoşmuş direnememiş. Mevzu ailelerin kulağına kadar gitmiş. Hakan'ın Ailesi nüfuzlu olayının üstünü örtmüşler. Durum diğer insanlar tarafından öğrenilince Vildann intihar girişiminde bulunmuş. İnanmayacaksın ama yaşanan durumlar Tolga'yı sarsmış ve onu yaptığı şeyler üzerine düşünmeye sevk etmiş. Nihayetinde gelen pişmanlık, vicdan azabı ve psikolojik rahatsızlıklar! Yani ruhsal olarak çok kötü bir durumda! Bu yüzden manipülasyona çok açık. Bu bizim lehimize bir durum. Bir diğer lehimize olan durum ise önderlerin Tolga'ya güvenmemesi ve kendilerini ele vereceğine dair içlerinde giderek artan şüphe! Biz bu iki şeye oynayacağız ve sonucu birlikte göreceğiz.”

“ Özge!”

“ Efendim!”

“ Olur da vazgeçmek istersen her şey başlamadan bunu söyleyebilirsin.”

“ Sen de öyle.”

“ ‘Vazgeçecek kadar güçlüyüm intikamlardan’ demiş şair. Ben değilim Özge!. Ve çıktığım yoldan asla geri dönmeyeceğim.”

Özge Önder'in bulunduğu sınıfına girdi. Etrafına bakmaya başladı. Aradığı kişi o sınıfta okuyan arkadaşı Aylin'di. Aradığını bulmuştu. Yanına gitti selam verip oturdu. Sohbet etmeye başladılar. Özge uygun anı bulunca ilk önce Tolga'nın sırasına geçip Pencereden dışarıya bakıyor gibi yaptı. Elindeki notu Tolga'nın defterinin ön sayfasının arasına sıkıştırdı. Sıra Önder'deydi. Tekrar pusuya yattı. Uygun anı yakaladığında hareketlenip Önder'in sırasına geçti. Elindeki ikinci kağıdı da aynı şekilde defterinin arasına bıraktı. İşi bittikten sonra ödevini yapmakla meşgul olan arkadaşının yanına gitti. Oturup Tolga ve Önder'i beklemeye başladı. İçeri girip yerlerine oturdular. Defterini açıp arasındaki notu gören ilk kişi Önder oldu. Notu okuduktan sonra yüzünde beliren sinirle defteri kapattı. Geriye yaslanıp Tolga'ya baktı. Tolga ise o esnada notu okuyordu. Bitirdiğinde defterini kapattı ve nefret dolu bakışlarla önder'e baktı. Ders bitip teneffüs zili çalınca herkes dışarı çıktı. Özge her ikisinin de sırasına uğrayarak bıraktığı kağıtları aldı ve sınıfı terk etti.

Asuman elinde bir bardak çayla bahçeye çıktı. Okulun ön tarafına geçerek çatıyı rahat görebileceği bir banka oturdu. Çayından bir yudum alıp yanına bıraktı. Sonra geriye yaslanıp yüzünde belli belirsiz bir tebessümle gökyüzünü izledi. Yüzündeki tebessüm birden silinmiş yerini anlamsız boş bir ifadeye bırakmıştı.Yavaşça önüne dönerek yüzünü çatıya çevirdi. Tolga ve Önder'in orada olduğunu görebiliyordu. Hal ve hareketlerinden hararetli bir tartışmanın içinde oldukları belliydi. Beklediği şeyi görmenin verdiği zevk ile dudakları kenarlara doğru kıvrıldı. Toparlanıp dikkatini etrafındaki öğrencilere verdi.

Aradan birkaç dakika geçtikten sonra başını tekrar kaldırıp çatıya doğru baktı. İşte o an birinin düştüğünü gördü. Rahatlamıştı. Çünkü oyunun sonu ölümle bitmeyebilirdi ve bu durum işini zorlaştırmaktan başka bir işe yaramazdı. Bahçedeki öğrencilerin dehşet dolu bakışları ve bağırışları arasında Asuman oldukça sakindi. Öğrenciler kısa süre içinde düşen kişinin etrafını sarmıştı. Asuman ise planlarının umduğu gibi gitmesinin verdiği sükunetle yerinden yavaşça kalktı ve düşenin kim olduğunu görmek için yanına doğru ilerledi. Onun için tüm okul bahçesi bir satranç tablasına benziyordu. O ise düşürdüğü piyonu yakından görmek için oyunun içine sızmış bir oyuncu gibi hissediyordu. Karelerin üzerinden büyük bir hazla yürüyor ve yaklaştıkça akıl oyunundan uzaklaşıyor avını görmek isteyen bir avcıya dönüşüyordu.

Birkaç adım kalmıştı. İşte o an kalbinin hızla attığını fark etti. Düşenin kim olduğunu merak ediyordu. Eğer seçebilseydi önderi seçerdi. Bu onun için bir şeyleri kolaylaştırabilirdi. Vardığında kalabalığı yarıp düşen kişiye baktı. Bu anın tadını çıkarmak ister gibi bakışlarını önce ayaklarına sabitledi ve yavaşça yukarıya doğru ilerleyip nihayet yüzünde bitirdiği yolculuk neticesinde ölen kişinin kim olduğunu gördü. Önünde kanlar içinde uzanan kişi Tolga’ydı. Asuman yanına çömelerek ellerini ve kollarını dizlerinin üzerinde birleştirip başını da kollarının üzerinde sağa doğru yatırdı. Bu şekilde Tolga'nın yüzünü daha net görebiliyordu. Sulanan gözleri ile ona baktı. Tolga'nın sol gözünde biriken kan gözyaşının akması ile yere doğru döküldü. Bilinci açıktı. Asuman Ona bakarken duyduğu zevk yüzünden ürpermişti. Böyle bir şeyden zevk almak bir insanın ‘insanlık’ açısından karanlık bir hale evrildiğini gösteriyordu. İnsanın ‘insan’ kalabilmesinin en zor olduğu zamanlardan biri suç işlediği zamandır. Ve o da şu an bu zorluğu yaşıyordu. Dıştan belli etmese de içten kendiyle cebelleşiyordu. Çünkü içindeki zafer duygusu baştan çıkarıcıydı.

Asuman orta parmağını alnının sol üst köşesine götürüp yavaşça şakağına doğru getirdi. Oradan da yanağına doğru kaydırdı. Yüzünü belli belirsiz sinsi bir tebessüm yokladı. Tolga ise köşeye sıkışmış bir fare gibi çırpınarak ona bakıyordu. Bu durumda olmasında Asuman'ın bir parmağı olduğunu anlamıştı. Fakat yapabileceği bir şey yoktu. Bilinci onu yavaş yavaş terk ediyor oysa pişmanlık ve çaresizlik içinde kıvranıyordu.

İnsanoğlu ölüme daima cahil! Tıpkı Şairin dediği gibi:

“O kadar eminler ki sabah olacak diye

Geceyi plan gibi taşıyorlar Münevver

Hiç mi ölmek düşmez apansız dakikaya

Kaç saniye sonrasını yaşıyoruz haber ver” Onlara doğru gelen öğretmenlerden birinin:

“ Açılın!” sesi ile Asuman ayağa kalktı. Özge ile göz göze geldiler. Parlak bakışlarla birbirlerine selamladılar. İlk zaferlerinin sessiz bir kutlamasıydı bu! Asuman gözlerini ondan alarak ellerini ceplerine koydu ve yürümeye başladı. Esen sert rüzgar yüzüne çarpıp geçti. İşte o an havanın bozulduğunu fark etti. Uçuşan toz ve yapraklar etrafını sarmıştı. Başını kaldırdı güç bela uçan kuşlara baktı. Yaklaşan şeyin farkındalığı ile tuhaf sesler çıkarıp birbirlerine haber veriyorlardı. İçinin üşüdüğünü fark etti. Henüz içindeki o şeyi yitirmemiş her insan gibi anne karnını aradı. Çünkü dünyada bir anne karnı inşa etmek oldukça zordu.

 

 

Loading...
0%