Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm: Geçmişten bir an (1)

@fatmadogu

12. Bölüm: Geçmişten bir an (1)

Saatler dar bir patikadan akar ruhuma

Bedenimden bir yorgunluk uzanırken zihnime

Benim gözlerim kan çanağı

Etrafıma bakarım sonra da kapıya

Hangi rahimden geleceğini bilmediğin bir dünya sancısı beklediğim

Ben sancırım, doğuracak ana sancır, inlediği sedye…

Sonra bir ağlama sesi doldurur her yeri

Aklımda iki saniyelik bir soru karaya mı doğdu bu çocuk yoksa aka mı?

Eğer dünyaya gelmeden önce nasıl bir hayat yaşayacağımızı bilseydik kaçımız dünyaya gelmek isterdi? Belki de karar vermek için ilk önce nasıl bir hayat yaşayacağımızı öğrenmek isterdik. Öğrendiğimiz bilgiler neticesinde yaşayacağımız hayatın iyi veya kötü olmasına binaen ya kabul ya da reddederdik. Birçok şeyi etkileyen bu varsayım ortaya karmakarışık bir olaylar silsilesi çıkarıyor! Düşünsel olarak bile işin içinden çıkamıyorsunuz. Geleceği bilmek işleri sarpa sardırıyor. Belki de bu yüzden yeryüzünde ancak bilmemenin verdiği esrar ile yaşayabiliyoruz.

Tüm bunlardan öte eğer yaşadığımız hayat kötü ise bizi ayakta tutan şey hep daha iyi olacağına dair içimizde taşıdığımız bitmek tükenmek bilmeyen umuttur. Eğer hayatımız iyi ise kötüleşmemesi duasıyla şaka şaka! Daha da iyisini isteriz. İnsan işte yer yer şuursuz ve çoğunlukla şükürsüz bir varlık. Tabii bu herkes için geçerli değil!

Her ne olursa olsun yaşıyoruz ve yaşamak zor. Fakat bir desteğimiz varsa bir miktar kolaylaşır. Mesela bir evlat için en önemli destek anne ve babadır. İyi bir anne ve baba iyi bir destek ve büyük bir nimet! Peki anne ve babası olmayanlar!

Kimsesizler!

Onlar için yaşamak çok daha zordur.

Gamze oturduğu sandalyeden milim kıpırdamadan önündeki makyaj masasını temizleyip düzenliyordu. Far renkleri dikkatini çekmişti. Çok Güzel görünüyorlardı. İnsan eliyle var olmuş olsalar bile! Ruhsuz olsalar bile! Bunlar bu dünyada soluk yüzüne yakışan tek şeydi. Belki de yüzünü sevmişlerdi ve bu sebeple sürdüğü zaman güzel duruyorlardı. İçinde renkler arasında kaybolmak gibi bir istek var oldu. Çocukça bir tebessümle onlara baktı. Bir şeyin açığa çıktığını fark edince sakladı. O şey içindeki çocuktu. Yaş alan fakat hiç büyümeyen bir çocuk. Onu saklamalıydı. Çünkü eğer insanlar görürse ona zarar verirlerdi. İnsanlar işte çocukları sevmez yük gibi görürler. Hele bir de o çocuklar kimsesizse varlıklarına tahammül edemezler. Oysa Herkes dünün çocuğu yarının kimsesizidir. Ama çoğu bilmez ya da unuturlar.

Bülent odadakilere selam vererek içeriye girdi. Gamze'nin yanına bir sandalye çekti ve oturdu. Hiç soru sormadan dışarı çıkıp onları baş başa bıraktılar. Yüzünde bezgin bir ifadeyle ona bakıp:

“Hakkında yine şikayet var.” Gamze mahcup bir şekilde önüne baktı. Bu kaçıncı şikayetti. Artık sayamıyordu. Görünen o ki böyle giderse buradaki işini de kaybedecekti.

“Seni gerçekten anlayamıyorum. Keşke anlayabilsem en azından sana yardımcı olabilirdim. Bin defa müşterilere donuk bir yüzle bakma dedim. Korkutucu görünüyorsun ve adamlar seni bu yüzden istemiyorlar. Yetimhanede büyümüş ve bir şey öğrenememiş olabilirsin. En azından iş arkadaşlarına bak. Onlardan nasıl tebessüm edeceğini işve cilve yapacağını öğren. Bak eğer böyle giderse bu gidişle bu işten geçimini sağlayacak kadar bile para kazanamayacaksın. Haberin olsun, aklını başına topla!”

Bülent onlara iş ayarlayan bir pezevenkti. Kendine has kuralları olan bir pezevenk. Gerçi hangisinin kendine has kuralları yoktu ki? Kendi isteğiyle olmadığı sürece hiçbir kadını çalıştırmazdı. Bu en önemli kuralıydı. İşini iyi yapıp çok para kazanmak birinci hedefi olsa da çalıştırdığı kadınlara adil ve iyi davranıyor onları koruyup kolluyor haklarını kendince gözetiyordu. Bu yüzden kadınlar ona güveniyor. Hatta yer yer onu seviyorlardı. Tabii bir pezevenk ne kadar sevilebilirse onlarda o onu o kadar seviyorlardı. Gamze de yanında çalışan kadınlardan biriydi.

Gamze sessizce Bülent'i dinliyor ağzını açıp tek bir kelime dahi etmiyordu. Ona hak veriyor ve iyiliğini istediğini biliyordu. Ama ne yapabilirdi ki? Sorunun neden kaynaklandığını bulamıyor, çözüm için yaptığı şeyler ise işe yaramıyordu. Ama yine de akışına bırakmıyor elinden geleni yapıyordu. Çünkü akışına bırakılan her şeyin akıp gitmediğinin farkındaydı. Banyoya girip kapıyı kilitliyor sonra aynanın karşısına geçip diğer iş arkadaşlarından gördüğü mimikleri tek tek taklit ediyordu. Fakat tüm o mimikler onda eğreti gibi duruyordu. Tıpkı simsiyah gelinciklerle dolu bir tarlada var olan tek beyaz gelincik gibi. O gelinciğin orada ne işi var dediğiniz gibi bu miniklerin de bu yüzde ne işi var diyordunuz. Sonu gelmez çabalar ve hayal kırıklıkları! Dipsiz bir kuyudaymış gibi hissediyordu. Kendini bildi bileli mücadele ettiği bu durum onu ziyadesiyle yormuştu.

Yetimhanede büyümüş donuk yüzü nedeniyle hep yalnız kalmıştı. Bu hayatı onun için zorlaştıran şeylerden biriydi. İnsanlara ne kadar yaklaşmaya çalışırsa çalışsın onlar ondan o kadar uzaklaşıyordu. İlk zamanlar bunu ısrarla sürdürse de tekrar tekrar uğradığı hüsran neticesinde onlara yaklaşmayı bıraktı. Tek kişilik bir yapayalnız bir hayat yaşadı!

Okul okuyup bir yerlere gelecek zekaya sahip olmadığını biliyordu. Bu yüzden ne iş bulursa bulsun çalışması gerektiğini erken bir yaşta öğrenmişti. Bu zamana kadar birbirinden farklı birçok işte çalışmış birçok tecrübe edinmişti. Fakat ne kadar tecrübe edinirse edinsin insanları anlayamıyor ve onlarla iletişim kuramıyordu. Böyle olduğu için de onlardan uzaklaşıyor derin bir yalnızlığa gömülüyordu.

Hiçbir amacı hiçbir hayali yoktu. İnsanların ballandıra ballandıra anlattıkları ideallerini ve hayallerini anlamsız buluyordu. Bir insan neden hayal kurar ki? Hayat yaşanan bir şey kurulan değil. Demek ki insanlar bunun farkında değil. Hayaller kurup uçuyor sonra en yükseğe çıkınca büyük bir çöküş ile dibi boyluyorlar. Dip karanlık. Tıpkı onun gibi. O yüzden yukarı çıkmasına gerek yok. Döneceği yer belli. O sadece yiyecek yemek yatacak yer bulmak için çalışıyordu. Bunların bir amaç veya hayal olmayacak kadar bayağı olduğunun farkındaydı. Fakat onun gerçeği bundan ibaretti. Bunlara bile ulaşamadığı çok zaman oluyordu.

Yine böyle zamanlardan birinde kaldığı otel odasından ayrılarak bir caddede yürümeye başladı. Yolda durgun bir zihinle yürüyüp etrafına bakıyor, belki bir iş bulurum umuduyla iş yerlerini süzüyordu. Guruldayan karnını umursamadan yürüdü. İki gündür doğru düzgün bir şey yememişti. Su ve bisküvi ile idare ediyordu. Bugün geceyi bir parkta geçirmeyi düşünüyordu. Daha önce yapmadığı şey değildi. Sefiller için yaşamak çok çaba gerektiren bir şey. Sonuçta herkesin karşısına jean Valjean gibi bir adam çıkmıyordu. Dünya daha çoğunu isteyen, doymayan, kandıran, sömüren, gasp eden bir azınlığın elinde acı içinde kıvranıyordu.

İki adım sonra bir kadınla çarpıştı. Kadın kırklı yaşlarda oldukça süslü kıyafetler giymiş ve abartılı bir makyaj yapmıştı. Üzerinde güzel olduğunu düşündüğü kırmızı bir elbise vardı. Böyle anlarda ne demesi gerektiğini biliyordu.

“ Üzgünüm Kusura bakmayın lütfen.” Bunu o kadar düz bir ifadeyle söylemişti ki kadın Gamze'nin yüzüne dikkatle baktı ve:

“ üzgün olduğuna emin misin?” dedi.

“ Evet özür dilerim.” Bu sefer mimik de yapmaya çalıştı. Kadın bunun üzerine kendini tutamadı ve gülmeye başladı. Kısa süren gülüşün ardından Gamze'ye bakarak:

“ Adın ne senin?”

“ Gamze.”

“ Kaç yaşındasın?”

“ Yirmi.”

“ Nereye gidiyorsun?”

“ Hiçbir yere. Yürüyüş yapıyor, iş arıyorum.”

“ İş mi?”

“ Evet.”

“ Ne işi arıyorsun?”

“ Ne olursa?”

Üstü başı perişan olmasına rağmen dik bir duruşu vardı. Söylediği her şeyi normalmiş gibi söylüyor ve söylediklerinden dolayı utanıp sıkılmıyordu. Tüm sefilliklerine rağmen asaletlerini kaybetmeyen insanlar hakkında birkaç misal duymuştu fakat gerçek olabileceklerini düşünmemişti. Bu kız Onlardan biri olabilir miydi? Kızı baştan aşağı süzdü. Bitkin görünüyordu. Dudakları kurumuş yüzü solgundu fakat toparlanırsa iyi görünebilirdi.

“Bak sana ne diyeceğim. Ben yemek yiyeceğim. Sen de gel beraber yiyelim. Ben ısmarlayacağım. O sırada senin şu iş meselesini konuşuruz. Sanırım sana sunabileceğim bir iş teklifi var.”

“Tamam.” Deyip onu takip etti. Kadının söylediklerini sorgulamadan kabul etmişti. Çünkü kaybedeceği bir şey yoktu. Bu hayatta kaybedecek şeyi olmayan insanlar en cesur insanlardır.

Bir restorana girdiler. Kadın, restoran çalışanlarıyla oldukça samimiydi. Buraya sık geldiği belli oluyordu. Cam kenarında bir yere oturdular. Kadın çar çabuk siparişleri verdi. Sonra Gamze'ye elini uzatarak:

“Nuran ben?” Elini sıkıp:

“ Memnun oldum.”

“ Umarım olursun.” Diyerek sıktığı eli bıraktı.

“Kimin kimsem yok mu?”

“ Yok.” Yemekler geldi Gamze tebessümle Nuran'a bakıp:

“ Teşekkür ederim.” Dedikten sonra kıtlıktan çıkmış gibi yemek yemeye başladı. Nuran ise şaşkınlık dolu bir tebessümle onu bakıyordu. Aç kaldığı günleri hatırladı. Bakışlarına dolan şefkatle onu izlemeye devam etti. Bir süre sessizce yemek yediler. Daha sonra Nuran bir yandan yemek yerken diğer yandan ona soru sormaya başladı. O soruyor Gamze ise sorulan sorulara kısa ve net cevaplar veriyordu. Nihayetinde Nuran ona yaptığı işten bahsetti. Yapmayı isteyip istemeyeceğini sordu. Gamze önüne bakarak bir süre sessizce düşündü. Parasını duyunca kafası daha da bir karıştı. İçindeki ıssız çöle çekildi fakat orada ne bir vaha ne de bir umut vardı. Geri döndü ve:

“ Deneyebilir miyim?” Dedi. Böyle bir cevabı ilk kez duyuyordu. Gülmeye başladı. Sakinleşince gözlerinden akan yaşları sildi ve:

“ Tabii ki deneyebilirsin.” Dedi.

O günden bu yana 5 sene geçmişti. Artık vücudunu satarak para kazanıyordu. Fakat bu işte de talihi onu güldürmemişti. En az müşterisi olan kadın oydu. Adamlar onu fazla donuk ve korkutucu buluyordu. Donuk bir güzellik mücevherlere özgüydü kadınlara değil! Tüm bunlar onu daha bir sessizleştiyordu.

Fakat her yokuş niteliği tartışmalı da olsa nihayetinde bir çıkış yoluna varıyordu. Bir yol ayrımındaydı. Nihayetinde kararını verdi. Bu karar sorununu kısmen de olsa çözmüştü. Gamze'nin çıkış kapısı seks esnasında partnerlerine hakaret vari sözler söyleyen garip işkenceler yapan ve tuhaf şeyler yaptıran BDSM mensuplarıydı. Çoğu Böyle işleri kabul etmiyordu. Haksız da sayılmazlardı. Biriyle yatmak başlı başına zorken bir de işkenceye maruz kalıp hakaret işitmek mi? Bu yalnızca münasebetsiz insanların kendilerine münasip gördüğü bir şeydi. arkadaşlarının ekseriyeti bu işi kendilerine münasip görmüyor gamze ise seçimsiz bir seçim yapıyordu.

Böylesine bir birliktelikten sonra kendisini eve zor bela atıyordu. Bu şekilde yattığı adamlardan daha fazla para kazanıyor ve kendisini geçindirecek maddi kazancı elde edebiliyordu. Nedenini anlayamasa da her birliktelikten sonra içindeki kör kuyu daha bir derinleşiyordu. Para geliyor kuyu ise giderek derinleşiyordu.

 

İnsan ara vermeye ihtiyaç duyan bir varlık. Ruhu bunu ona bir şekilde haber veriyor. ‘Toparlanman için uzaklaşman lazım. Bir şeylere biraz dışardan bakman gerek. Biraz dinlenmen gerek’ diyordu. Gamze de tıpkı diğerleri gibi bilinçaltından gelen bu çağrıya cevap veriyor işten arta kalan vakitlerde bir kafeye gidiyordu. Orada cam kenarında bir yere oturup gözlerini caddeye dikiyor ve gelip geçen insanları izliyordu. İş dışında yaptığı tek aktivite buydu. Dışarıdan belli etmese de her şeyleri birbirinden farklı olan insanları merak ve hayretle izliyordu. Onları izlerken dikkatini çeken en önemli şey ifadeleri oluyordu. Onun dışındaki insanlar duygularını çok rahat ifade edebiliyordu. Oysa bunu yapamıyordu ve neden yapamadığını da bilmiyordu. Bu bunca zaman kendisine tekrar tekrar sorup cevabını veremediği bir soruydu. Biliyordu nice çözümsüz sorularla yeryüzüne gömülmüş birçok insan vardı ve o da onlardan bir tanesi olacaktı. Çünkü insan bazı soruların cevabını bulamaz.

 

Günlerden bir gün Bülent içeri girip heyecanla Gamze'ye doğru yöneldi ve hazırlanması gerektiğini söyledi. Ona zengin ve nüfuzlu bir müşteri bulmuştu. Hemen yerinden kalktı ve kısa bir süre içerisinde hazırlandı. Bülent onu kenara çekip gerekli bilgileri verdikten sonra takım elbiseli iki adamın yanına götürdü. Lüks bir arabaya bindiler. İçi oldukça kalabalıktı. Tüm bunlar ne işe yarıyor diye düşünmeden edemedi. Fakat gereksiz bulduğu bu düşünceyi zihninde öylece bıraktı.

Yaklaşık bir buçuk saat sonra müstakil bir evin önünde durdular. İki katlı kocaman bir evdi. Her yerde korumalar vardı. Gayri ihtiyari acaba kendimi satarak böyle bir evi kaç senede alabilirim diye düşündü. Fakat matematik bilgisinin yetersizliğinin farkına varıp böyle bir hesaplama yapmaktan vazgeçti.

Onu kahve tonlarının hakim olduğu bir odaya götürdüler. Sade bir şekilde döşenmişti. Fakat buna rağmen gösterişli bir havası vardı. Sessizce ben bir zenginin odasıyım diyordu. Odadaki yatağın ucuna oturup beklemeye başladı. İlk defa bu kadar zengin bir müşterisi olmuştu. Bülent ona kıyak geçmişti ve bunun farkındaydı. Yoksa onca kızın arasından neden onu seçsin ki? kim yatmak için soluk ve ruhsuz bir kadını tercih eder?

Çok geçmeden Kapı açıldı ve içeriye 30'larında kumral uzun boylu yakışıklı bir adam girdi. Yürümekte zorlanıyordu. Yanına geldi. Sarhoştu bunu görebiliyordu. Fakat bu sarhoşluğun içkiden mi yoksa uyuşturucudan mı olduğunu ayırt edemiyordu. İkisi ile de arası yoktu. İnsanların bu maddelere olan düşkünlüğünü anlamıyordu. İçki mesela iğrenç bir tadı vardı. Her şeyde güzel bir tat arayan insanlar onun tadında ne buluyor olabilirlerdi ki? Uyuşturucu desen İnsanın neden bilincini kaybetmek istediğini, neden uyuşmak istediğini anlayamıyordu. Her ne olursa olsun verecekleri kısa süreli etkiye karşılık sizden çok şey istiyorlardı. İşin sonunda bunlara bağımlı olmak da vardı. Eğer bağımlı olursanız yaşamak daha da zorlaşır. Hatta berbat hale gelir. Gamze sadece bu yüzden bile olsa ikisinden de uzak duruyordu.

Adam yanına gelince ayağa kalktı. O an ona yakından bakma fırsatı bulmuştu. Etkileyici bir yüze sahipti. Ela gözlerini ona dikmiş tıpkı filmlerdeki başrol adamlarının sevdikleri kadınlara baktıkları gibi ona bakıyordu. Böyle bir anı ilk kez yaşıyordu. Adam elleriyle Gamze'nin yüzünü kavrayarak sevgi dolu bakışlarla ona baktı ve yüzünü okşadı. Bir erkek ona hayatında ilk kez böyle dokunuyordu. Tuhaftı ama kötü değildi. Hatta iyi hissettirdiğini bile söyleyebilirdi. Adam oldukça nazik bir şekilde saçlarını yüzünü okşayarak sevgi ve şehvet karşıma bir ifadeyle onu öpmeye başladı. Onu kavrayıp arkasını çevirerek elbisesinin zincirini yavaşça aşağıya doğru çekti. Gamze Hayatında ilk kez biri tarafından böyle ilgi görüyor ve sevgiyle dokunuluyordu. Bedeni ve ruhu bir çeşit çok içindeydi. Bu yüzden ne yapacağını ve nasıl bir tepki göstereceğini bilmiyordu. Sonunda hiçbir şey yapmayıp ona ayak uydurmaya karar verdi. Sarhoş olan adamın dokunuşlarıyla mest olmuş ve ondan bir farkı kalmamıştı. Böylesine sevgi dolu bir sekse tüm benliğiyle teslim olmuştu.

Gözlerini açtığında yaşadığı şeyleri hatırlayarak yan tarafına bakınca adamı gördü. Uyuyordu. Adamın güzelliğini bir kez daha müşahade etti. Bir süre onu izledi. Sonra yataktan sessizce kalkıp giyindi ve odadan ayrıldı. Buradaki işi bitmişti. Kapının önündeki adamlar onu aldıkları yere geri bıraktılar.

Günlerce etkisinde kaldığı bu olaya bir anlam veremedi. Gerçekten insanlar arasında birbirlerini böylesine sevip birbirlerine böylesine dokunan var mıydı? Yaşadığı şey gerçek miydi? Eğer gerçekse acaba insanların kaçı hayatında böyle bir şeyi bir kere bile olsa yaşayabiliyordu, ya da kaçı böyle bir şeyi bir kez bile yaşamadan yeryüzünden ayrılıyordu? Böyle bir durumu o da bir kadının yüzü suyu hürmetine yaşamıştı. Adam ona her dokunduğunda ‘Ayşegül’ ismini sayıklıyordu. Kadını merak etmişti. Böylesine sevilen sevişirken söylenen onca güzel sözün asıl sahibi olan o kadın, acaba nasıl bir kadındı?

Günler kendi ekseninde akıp giderken Gamze bir haftadır geçmeyen mide bulantısına daha fazla dayanamayarak soluğu bir doktorda aldı. Doktorlardan nefret ediyordu. Her hareket ve sözleriyle acizliğin karşısında yüceliyor ve seni aşağıya çekmeye çalışıyorlardı. Ama onlar da hastalanan ve başka doktorlara muhtaç olan varlıklardı. Günün sonunda herkes acizdi ve bunda hemfikir olunmalıydı. Fakat insan çoğu zaman haddini bilmez ve başına ne geldiyse de bundan gelir.

Geldiği doktor otuzlarında kıvırcık saçlı hafif kilolu bir adamdı. Karşısındaki kişinin anlamadığını bilmiyormuş gibi tıp diliyle konuşuyor, Beta HCG hormonunun yüksekliğinden bahsediyordu. Gamze'nin anlamsız bakışlarını fark edip hamile olduğunu söyledi. Demek mide bulantılarının sebebi buydu. Bu işi yapalı epey zaman oluyordu ve ilk defa hamile kalmıştı. Doktorun söyledikleri bitince ayağa kalktı teşekkür edip odadan ayrıldı. Sekreter doktora dönerek:

“ Böyle bir haberi daha önce bu kadar düz bir ifadeyle karşılayanını görmedim. Ne bileyim sevinirler veya üzülürler. Hiç olmadı düşünceli gözükürler. Ama bu kadar anlamsız karşılayanını ilk kez görüyorum!”

“ Kim bilir belki de bir psikopattır ya da sosyopat.”

“ Belki de.”

Yolda yürüyor ve düşünüyordu. Bu çocuk o gece yattığı adamdan olmalıydı. Bu çok yüksek bir ihtimaldi. Adam o gece korunmamış Gamze ise buna ses çıkarmamıştı. Çocuğu aldırmalıydı. Fakat bunu istemiyordu. Neden istemediğini dair bir cevabı yoktu. Fakat her şey isteyip istememekten ibaret değildi. Bunun farkındaydı. Kafası karmakarışıktı. Zihnini işgal eden binbir türlü soru ve varsayım altında eziliyordu. Binbir düşünce ile geçen bir ayın sonunda kararını vermişti. Çocuğu doğuracaktı.

38 hafta sonra hastane koridorlarında bir annenin sesi yankılandı. Zor bir doğum olmuştu. Gamze doğum esnasında ıkınmakta zorlanmış bu da bebeğin çıkışını zorlaştırmıştı. Morarmış bir şekilde doğduğu için bebeğe oksijen verilmişti. Bebek toparlayınca hemşire onu radyant ısıtıcısının altında giydirip annesinin yanına götürmüştü.

Gamze bitkin bir halde kucağındaki bebeğe baktı. Bu dünyaya canından bir can getirmişti. Mutlu olmalıydı ama hiçbir şey hissetmiyordu. Ona neden bir yabancıya baktığı gibi baktığını anlayamamak canını yakıyordu. Farklı olur diye düşünmüş fakat yanılmıştı. Yanlış bir karar vermiş olabilir miydi? Bunun bir önemi yoktu. Çünkü geriye dönmek için çok geçti.

Az sonra yanına iki ebe geldi. Yaka kartında Emine yazan kadın bebeğe bakarak:

“ Çok tatlı bir bebek Maşallah. Adı ne olacak?” Emine hastalarına karşı daima güler yüzlü, şefkatli ve anlayışlıydı. Gamze onun sıcak kanlılığına karşılık donuk bir ifadeyle:

“ Bilmiyorum.” dedi. Emine verdiği cevaptan ötürü şaşırsa da bunu belli etmemeye çalışarak:

“ Ebeveynler bazen karar veremiyor. Anlayabiliyorum. İsterseniz size bir isim önerebilirim.”

“ Olur.”

“ Adını Araz koyabilirsiniz. Esenlik ve mutluluk demek.”

“Güzel bir isim. Koyabilirim.”

“ Bu çocuk size esenlik ve mutluluk getirsin.”

“Teşekkür ederim.”

“Rica ederim. Geçmiş olsun.”

İşlerini bitirip odadan ayrıldılar.

“ Çok tuhaf bir kadın.” Emine arkadaşının kastettiği şeyi anlıyordu.

“Yani sonuçta doğum yapmış. Yanında yakını falan da yok. Zor bir durum. Şoka girmiştir. Çocuk çok tatlı değil miydi?” diyerek Konuyu değiştirdi.

“ Evet öyleydi. Yeni doğmasına rağmen çok güzel bir çocuktu. Babasına çekmiş olmalı. Gücüne gitmesin ama Allah'ım bu çocuğu bana verseydin ya! Daha iyi olmaz mıydı?”

“ Kaçıncı denemeniz olacak?”

“ Bu seferki ile beraber beşinci. Bin bir umut besliyoruz ama sonuç hep hüsran oluyor.”

“ Diyecek bir şey bulamıyorum Çok zor bir durum.”

“ Evet öyle.”

Gamze kucağındaki çocuktan gözlerini ayırmıyordu. Derinlerinde hissettiği fakat tanımlayamadığı bir şey ciğerini yakıyor ve bir ip gibi uzanarak boynuna dolanıp nefesini kesiyordu. Bu dilsiz acılar da acıtıyordu! Kimsesizliği yetmiyormuş gibi bir de bu kimsesiz duygular!

Uzaklardan gelen ezan sesi açık pencereden İçeriye girip odada yankılandı. Vakit ikindiydi. Bir yığın kollarında başka bir yığını taşıyordu. Çok uzun bir zamandan sonra ilk kez gözleri doldu. Sol gözünden süzülen gözyaşı düşüp bebeğin küçük yanağına döküldü. Bebeği yavaşça kaldırıp yüzüne doğru yaklaştırdı. Kısık bir ses ve çekingen bir ifadeyle:

“ Araz.” dedi.

 

Loading...
0%