@fatmadogu
|
13. Bölüm: Delilleri yok et! Vakit gece yarısı. Karanlığın hakim olduğu bir ormandayım. Ormanı aydınlatan dolunayı görebiliyorum. Fakat aydınlığı karanlığa ayak uydurmaktan öteye geçmiyor. Orman kadar korkunç ve kasvet dolu bir gölün üzerinde bir sandalın içinde kürek çekiyorum. İlginçtir korkmuyorum. Önümde biri var. Kim? Bilmiyorum. Bir kadın mı yoksa bir adam mı anlayamıyorum. Belki ikiside değil. Bunlardan daha çok merak ettiğim şeyse onu neden takip ettiğim. Gördüğüm rüyadan uyandığımda saat 2'yi gösteriyordu. İyice doğrulup sırtımı yatağın başına dayadım. Rüyamı düşünmeye başladım. Ama ne kadar düşünürsem düşüneyim bir türlü çözümleyemiyorum. Zihnim kalem oynatamıyor. Nedenini anlıyorum. İçimdeki karanlığı karartıp harladıkça sır’dan ve hakikatten uzaklaşıyorum. Bu canımı yaksa da yapabileceğim bir şey yok. Çünkü önümdeki seçenekler parlak değildi. Ben de kökten ve kanlı bir yol seçtim. Ama yine de kanın miktarını azaltıyorum. En azından azaltmaya çalışıyorum ve intikamımı kendime karşı bir görev bilincine dönüştürmekte diretiyorum. Kısmen de olsa bunu başarabiliyorum. Fakat yeterli olmadığının farkındayım. Düşünüyorum da keşke bir ağaç olsaydım da insan olmasaydım. İnsan olmak çok zor. Devam etmek istemiyorum. Ama beni bekleyen bir dünya telaşı var. Ben dursam da durmayan. Akıp giden ve beni de zorunda bırakan. Düşüncelerimi yarıda keserek tekrar yatağa uzandım ve uyumaya çalıştım. Yarın uzun bir gün olacak! Yeryüzünde temizlik ve kuşlar için özgürlük!
Serhan fırsatını bulduğu her an ders çalışıyordu. Tüm bu çabasının nedeni doktor olmak istemesiydi. Bu kararı almasında etkili olan yegane şey ailesiyle beraber geçirdiği o elim kazaydı. Kazadan sonra babasının telefonundan ambulansı aramış ve çaresizce gelmesini beklemişti. Kaza esnasında anne ve babasına yardım edemediği düşüncesi peşini bırakmıyordu. Aslında Doktor olmak istemesinde içten içe geçmişi telafi etme arzusunun büyük bir payı vardı. Belki anne ve babasını geri getiremeyecekti ama en azından o zaman hissettiği çaresizlik bir miktarda olsa azalacaktı. Belki sona erecekti. Bunun için elinden gelen her şeyi yapmalıydı. Yapıyordu da. Tek bir sıkıntısı vardı o da Asuman'ı daha az görmek zorunda kalması. Allah’tan Asuman bunun için söylenmiyor, ona karşı anlayışlı davranıyordu. Serhan yoğun geçen bir günün sonunda yorgun düşmüş ders çalıştığı masa da derin bir uykuya dalmıştı. Telefonunun çalması ile başını gömdüğü kitaptan yavaşça kaldırdı. Arayanın kim olduğunu görünce hemen açtı. “ Alo Asuman!” “ Yurtta mısın?” “ Evet.” “ Aşağıdayım. Birkaç dakikan var mı?” “ Evet var. Geliyorum hemen.” Eli ayağına dolanarak üstüne bir şey aldı. Aynanın karşısına geçip saçlarını kontrol ettikten sonra odadan fırladı. Gerçekten gelmişti ve ordaydı.
Eve gitmeden onun yanına gelmiştim. Görmek istiyordum. Onu görmek ona sarılmak ve kollarında dinlenmek istiyordum. Ruhumdaki vahşet ancak böyle duruluyor birkaç saniyeliğine de olsa beni rahat bırakıyordu. Var bu caninin içinde de bir kelebek Tellere takılıp kanayan Bu ne çeşit bir eziyet? Bu nasıl bir hüsran? Bu nasıl bir son? Bunlar nasıl günler böyle geçmek bilmeyen. Ben düşüncelerimin arasında boğulurken o kapıda görünmüştü. Üstünde beyaz bir tişört ve siyah bir hırka vardı. Yüzünde beni görür görmez beliren tebessümü içimi ısıtıyordu. Bu nasıl bir sevgiydi böyle hissettiğim ve o nasıl bir sevgiliydi öyle bana gelen! Bazen birine karşı beslediğimiz iyi hisler bir başkasına karşı hissettiğimiz kötü hislerin sizi tamamıyla ele geçirmesini engeller. Bu hisler sizi insan kılar ne kadar kıldığını bilmeseniz de! İşte ben Serhan'a her baktığımda böyle hissediyorum. Yoksa önder'den Hind’in sahip olduğu gibi bir nefretle nefret ediyor ciğerini dişleme isteğim olmasa da çıkarıp köpeklere atma arzusuyla yanıyorum. Bir insanı sade bir şekilde öldürmekte içimizde kalan insanlığın dışa vurumudur! Bende öyle yapıyorum. Ve henüz insanlığımı kaybetmedim. Yanıma geldi ve: “ Bu ne güzel bir sürpriz!” dedi. Hiçbir şey demeden tebessümle yüzüne baktım. Kelimeler çünkü bazen bazı anlamları karşılayamıyor. Ve ben de o anlamların karşılanamadığı andaydım. Ona sarıldım. Yeni duş almış olmalıydı. Ondan sonra ders çalışmış ve dalmıştı. Gözlerindeki mahmurluktan anlaşılıyordu. Düşünüyorum da eğer gerçekte nasıl birine sarıldığını bilseydi bana karşı yine de bu kadar sevgi dolu olabilir miydi? Ona karşı dürüst olmam gerektiğini biliyorum. Bencilce ama zamana ihtiyacım var. Geri çekilirken: “ Hayırdır!” dedi. “ Hiç, seni özledim.” “Sadece bunun için mi geldin?” “ Evet, sadece bunun için geldim.” Bu o kadar hoşuna gitmişti ki duygularını saklayamıyordu. Yüzündeki tatlı ve masum ifadeye bakınca zihnimde beliren soruya cevap aradım. Acaba böylesine bir ifade erkeklere mi daha çok yakışıyordu yoksa kadınlara mı? Sonunda bir karara vardım. İkisine de. Ve daha çok ona! “ Fazla vaktini almayacağım. Ders çalıştığını biliyorum.” “Vakit köpeğin olsun. Boynuna ip takar peşinde dolaştırırım.” Güldüm. Birkaç dakika sohbet ettik. Gitme vaktim gelmişti. Ona son bir kez sarıldım. Bu sarılmayı tutabildiğim kadar uzun tuttum. Hiç istemediğim halde kollarımı gevşettim ve geriye doğru çekildim. “Artık gidebilirim. Arkamı döndüğünde geriye dönüp bakmayacağım. Yoksa gidemem.” Tebessümle: “ Tamam.” dedi. Arkamı döndüm ve oradan uzaklaştım.
İki dost kadim ağaçların gölgesinde ağır ağır yürüyordu. İkisinden de çıt çıkmıyordu. Attıkları her adımda ayaklarının altında parçalara ayrılan kurumuş dalların sesleri çok net duyuluyordu. Bu ses ara ara uçuşan kuşların çıkardıkları sesler ile bölünse de varlığını sebat üzere sürdürüyordu. Her ikisi de kendi penceresinden yaşanan ve yaşanacak olan şeyleri düşünüyordu. İçinde bulundukları sükuneti bozan ilk kişi Asuman oldu. “Söylesene yazıları taklit etmek kaç gününü aldı?” “Bir.” “ Böyle bir yeteneğin olduğunu bilmiyordum.” “ Yetenek olduğunu düşünmediğin için söyleme gereği duymamışımdır.” “Anlıyorum. Kağıtlara ne yazdın peki?” “ Kağıtlara bir şey yazmadan önce karakterlerini analiz ettim.” “ Nasıl yani?” “ Birinin ağzından bir şey yazmak için ilk önce onu tanımalısın. Ben de öyle yaptım. Konuşma tarzlarını, sık kullandıkları küfürleri, karakterlerini, zaafları inceledim. Onları daha önceden tanıdığım için süreç benim açımdan kolaylaştı.” “Neler buldun peki?” “Önder çabuk öfkelenen kendini herkesten üstün gören ve her sorunu bir şekilde çözebileceğine sonsuz inancı olan biri. Onun ağzından: ‘Seni şerefsiz! Demek bizi ihbar etmeyi düşünüyorsun. Bunun Bedelini ödeyeceksin. Polise işlediğimiz tüm suçu senin başının altından çıktığını ihbar edince bu dünyanın kaç bucak olduğunu anlayacaksın. Vazgeçmem için bana köpek gibi yalvaracaksın. Okul çıkışı okulun çatısına gel. Eğer gelmezsen sana neler yapabileceğimi bir düşün!’ diye yazdım. Önder'in yazdığını düşündüğü bu Satırlar Tolga'yı fazlasıyla ürkütüp öfkelendirmiştir diye tahmin ediyorum. Çünkü onun böyle bir şey yapabileceğini biliyor ve diğerlerinin kendi tarafında olmadığını da. Yalnız kalmış bir köpek sürü dışıdır ve artık bir avdır. Üstelik bunun farkındadır. Ayrıca Tolga’nın klostrofobisi var. Dolayısıyla hapis fikri asla tahammül edemeyeceği bir şey. Sonuç itibariyle bir itirafçı ile sanık olmak arasında büyük bir fark var. Yine senin anlattıklarından yola çıkarak Tolga pişmandı ve gerçekten onları ihbar etmeyi düşünüyordu. Ayrıca çektiği vicdan azabı psikolojik olarak rahatsızlanmasına bile sebep olmuştu. Tolga korkak biri ve bu korkaklığı onu bir yerde kestirilemez kılıyor. Yani korkak olsa bile şaşırtıcı bir karar vererek polise her şeyi anlatabilirdi. Tüm bunlardan yola çıkarak Tolga'nın ağzından: ‘ Yaptıklarımdan dolayı çok pişmanım. Gereken bedeli ödemeye hazırım. Ama bu bedeli tek başıma ödemeyeceğim. Bunu hep beraber yapacağız. Son kez konuşmamız gerek. Okul çıkışı okulun çatısında buluşalım.’ diye yazdım. Önder'in Tolga'yı potansiyel bir tehlike olarak gördüğüne eminim. Çünkü o kontrolü dışındaki şeylerden nefret eder. Gerçi kim nefret etmez ki ama o diğerlerinden daha çok nefret eder. Tolga'nın notunu gördüğünde kan beynine sıçramıştır. Çatıya aklında onu öldürmek dahil birçok senaryo çıktığını düşünüyorum. O öfkesini kontrol etmekte zorlanan ve bu yüzden büyük hatalar yapan biri. Bir araya geldiklerinde konuşmaktan çok saldırgan bir tavır ve üslup ile tartışmışlardır. Öfke, küfür ve kavga eşittir ölüm!” “Doğru” “ Fakat aklıma takılan bir şey var.” “ Nedir?” “Kağıtları yok etmemi istedin. Bundan şüpheleneceklerini düşünmedin mi?” “Gördüğüm anılardan elde ettiğim önemli bilgilerden biri de şu: Onlar delil bırakmamayı alışkanlık haline getirmiş insanlar. Dolayısıyla böyle bir şey fark etselerdi bile birbirlerinden şüphelenirlerdi. Yani senin anlayacağın dersime iyi çalıştım.” “ Gerçekten öyle. Tebrik ederim.” “ Rica ederim.” “Notları okuduktan sonra aldıkları yere geri bırakmaları bizim için büyük bir şans.” “ Ee demek ki şeytan sadece yavşaklara yardım etmiyor.” Özge gülmeye başladı. Asuman durdu ve dikkatle onu izledi. Bu hareketi üzerine Özge toparlanmaya çalışarak: “ Ne oldu, neden öyle bakıyorsun?” “ Hiç, sadece uzun süredir seni böyle gülerken görmemiştim. Hoşuma gitti.” Özge tebessümle koluna dokundu. Yürümeye devam ettiler. “Peki sence Şimdi ne olacak?” Özge etrafını kolaçan ettikten sonra: “ Gani tabii ki Önder'in yanında olacak ve arkasını temizleyecek.” “ Bunu nasıl yapacak?” “ Görüntüler yok olacak. Kamera bozulacak. Tolga psikolojik sorunları olup intihar eğiliminde olan bir öğrenci konumuna düşürülecek. Hatta gerekirse kullandıkları kızlardan birkaçını bu yönde ifade vermeleri için tehdit edecekler. sanırım gözden kaçırdığım bir şey yok.” “ Hemen hemen aynı şeyleri düşünmüşüz.” “ Aklın yolu bir.” Asuman başıyla onu onayladı.
Vakit akşam yemeği Vaktiydi. Bu evde akşam yemekleri hep beraber aynı saatte yenir. Bu babamın kendi büyüdüğü evde edinip bugüne istikrarla taşıdığı adetlerinden biri. O Sofranın başına her geçtiğimizde yüzünde güller açıyor. Bu sadece ona değil bize de iyi gelen bir adet. Bu yüzden bu durumu içtenlikle benimsiyor ve severek ayak uyduruyoruz. Bu akşam sofraya sessizlik hakim. Babam bedenen burada olsa bile zihnen burada değil. Annem onun dalgın haline daha fazla dayanamayarak: “ İyi misin?” diye sordu. Babam düşüncelerinden sıyrılıp: “ Efendim?” “ İyi misin diyorum?” “ İyiyim, Evet.” “ Bir şey var sende. Anlatmayacak mısın?” “ Kafam şu intihar eden çocuğa takıldı?” Dakika bir gol bir. Söylediği şeyi onaylatmak ister gibi: “İntihar mı etmiş?” dedim. “Evet, tüm deliller bu yönde. Son zamanlarda iyi değilmiş. Psikolojik sıkıntıları varmış. Arkadaşlarının ve ailesinin ifadesi ile sanrılar görüyormuş ve bir arkadaşına sık sık intihar etmekten bahsediyormuş.” “Kamera kayıtlarına baktınız mı peki?” “ Kameralar bozukmuş.” Elbette bozuktur. Annem araya girerek: “Vah yavrum! kim bilir ne derdi vardı.” Anne neler söylüyorsun sen! O senin merhamet edeceğin biri değil! Sonu, yaptıklarının bir sonucu. Neler yaptığını bilseydin yine de böyle söyler miydin? Merhameti hepimizden çok olan kadın. Kime çektim ben? “ Asuman.” “ Efendim baba.” “Bu çocuğu tanıyor muydun?” “ Yakından olmasa da tanıyordum.” “ Peki arkadaşlarının söylediği şeyler doğru mu sence?” “ Sanrı gördüğü doğru. Ben de şahit oldum. Psikolojik olarak iyi olmadığını da biliyorum. Bunların dışındaki şeylerden haberim yok!” “ Anladım.” Cevabımla beraber Tolga meselesi son buldu ve başka konulardan konuşmaya başladık. Aslan Bey ağır adımlarla odasına doğru yürüyordu. Durdu ve sağ tarafına doğru baktı. Bayramla göz göze geldiklerinde ne söyleyeceğini unutmuş olmasının ona verdiği git gele Bayramı odasına çağırarak son verdi. Aslan Bey odasına geçmiş pencere kenarından salıverilen iki kardeşi izliyordu Kerem ve Sinan'ı. 30'lu yaşlarda ilçenin tüm uyuşturucu ağını yöneten iki kardeş. İlçe bıraktığı gibiydi. Hala gücü olan her şeyi yapabiliyordu. Hala taşına, toprağına, mimarisinin güzelliğine rağmen sakinleri tarafından süratle karanlığa sürüklenen talihsiz bir yerdi. Annesi haklıydı. Hikmetinden sual olunmayan Allah dişsize et veriyordu. Bu insanlar bu toprağı hak etmiyordu. O bunları düşünürken Bayram kapıyı çalıp içeri girdi. “ Efendim.” “ Gel bakalım. Geç şöyle.” Gösterdiği yere oturdu. “ Demek yine salıverdik.” “ Evet efendim. Maalesef!” Aslan Bey masasına geçip oturdu. Düşünceli gözlerle bayrama bakarak: “ Bu ikisi nasıl olur da bunca zaman bu işi sorunsuz bir şekilde yapabilir diye düşünüp durdum. Biraz araştırınca da olayı çözmem zor olmadı. Benden önceki adam.” dedi bakışlarını bayrama dikerek. “İşin içindeydi ve onlara yardım ediyordu. Öyle değil mi?” Bayram sessizce başını öne doğru eğdi. Aslan Bey ise tatmin olmuş bir ifadeyle başını salladı. “ Şu kimyager o da işin içinde öyle değil mi?” “Evet, efendim. Bunlar çok tehlikeli adamlar. Kimsenin gözünün yaşına bakmazlar. Gözlerini kırpmadan birini öldürebilirler.” “ Farkındayım. Fakat bir şey yapmak zorundayım. Zorundayız. Onlar onca insanı zehirlerken ki buna çocuklar da dahil biz can korkusuna susamayız Bayram. Bu cihanın bir düzeni var. Ve boşluğu sevmez. İyilerin sesi kısıldıkça kötülerin sesi gürleşir. İyiler meydandan çekildikçe kötüler meydanı doldurur. Bu iş böyledir. Değişmez.Ve insana dokunmayan yılan diye bir şey yok. Bir gün gelir sana da dokunur.” “ Haklısınız ama onlar çok güçlü ve de çok tehlikeliler!” “Biliyorum. Ama elimden geleni yapacağım. Güvendiğin birini seç. Kimyageri takibe alsın.” “Peki, efendim.”
Deliller iyidir. Bizi gerçeğe ulaştırırlar. Fakat gerçeğe ulaştırmaları her zaman için iyi bir şey değildir. Bazen ulaştırmamaları gerekir Ama bunu onlara anlatamazsınız. Geriye yapabileceğiniz tek bir şey kalır o da delilleri ortadan kaldırmak. Eğer arkasında başka bir delil bırakmadıysa ortadan kaldırdığınız bir delil kolay kolay bulunamaz. Nisa Hanım günlük işlerini bitirmiş kanepe oturup yazmasını işliyordu. Aldığı kilolar gün geçtikçe hareketlerini kısıtlasa da yemeğini kısamıyordu. Farkında olmasa da bir kısır döngünün içindeydi. Çok uzun zamandır mutsuzdu. Şöyle ki ta evliliğin başından beri. Kendisine başta olmak üzere birçok şeye öfkeliydi. İçindeki bu öfkeye hiçbir şey yapamıyor ve yemek yemeye sarıyordu. Yedikçe bir şeylerin geçeceğini sansa da bu sanı hiçbir zaman gerçekleşmiyordu. İşin kötü tarafı tüm bu süreci içinde yaşıyor ve yaşadıkları yüzeyi bulamadığı içinde ifadesiz kalıyordu. Kapının çalmasıyla yavaşça doğruldu ve zorlansa da ayağa kalkıp koridora doğru ilerledi. Kapıyı açtı. Özge'ydi. Onu gördüğüne bir hayli mutlu olmuştu. Sesine yansıyan mutlulukla: “ Hoş geldin kızım!” Özge’yi çok sever kızlarından ayırmazdı. Özge’de onu severdi. Önder'in annesi olsa bile. Merhametli iyi yürekli bir kadındı. Böyle bir kadından Önder gibi bir çocuğun doğması ilginç bir şeydi. Büyüklerin dediği gibi alimden zalim zalimden alim doğuyordu. “ Hoş bulduk Nisa Sultan.” “ İçeri gir lütfen.” Özge dediğini yaptı. Salona geçip oturdular. “ Görüşmeyeli epey oldu. Nasılsın?” “ Çok şükür Sen?” “ Ben de iyiyim çok şükür.” Nisa Hanım hal hatır faslından sonra bir şeyler hazırlamak için mutfağa geçti. Özge de fırsattan istifade Önder'in odasına gitti. Oda temiz ve düzenliydi. Bu düzen annesinin hayatındaki parlak varlığının bir göstergesiydi. Tabii ki Önder bunun zerre farkında değildi. Kızları hariç diğer aile üyeleri de öyle. Gözleri Asuman'ın söylediği yeri aradı. Bulması uzun sürmedi. Elbise dolabındaki küçük kahverengi kutunun kapağını açtı ve içindeki flash belleği alıp elinde her şeyi ile aynısı olan flashı onun yerine bıraktı. Sonra bilgisayarı açtı ve Asuman'ın söylediği şifreyi girip içindeki videolara ulaştı. Onları geri dönülemez şekilde sildikten sonra bilgisayara yine elinde bulunan başka bir flashı takıp içindeki virüsü bilgisayara yükledi. İşi bitince kalkıp salona geçti. Nisa hanım hala mutfaktaydı. Kim bilir neler hazırlamıştı da yeterli görmeyip dahasına girişmişti. Gönlü geniş cömert bir kadındı. Nisa Hanım elinde üstü dolup taşan bir tepsi ile içeri gelirken Özge ona tebessümle baktı. Bir süre sohbet ettikten sonra Özge sonunda sebebi ziyaretini açıklamaya başladı. Annesi ile arasını düzeltmek istediğini ve ona bir hediye almak istediğini söyledi. Bu yüzden ona danışmak için geldiğini ve buraya gelişinden kimseye bahsetmemesini istedi. Nisa hanım bunu duyduğuna sevinmişti. Çünkü Özge'nin annesiyle süregelen adsız husumetine çok üzülüyordu. Özge planın ilk kısmını sıkıntısız bir şekilde gerçekleştirmişti. Sıra ikinci kısımdaydı. Okulun kapısından içeri girince durdu ve etrafını süzdü. Yüzünde beliren mutmain tebessümle gözlerini hedefine kilitleyip yürümeye başladı. Okul binasına yaklaştığında Asumanla göz göze geldi. Başını hafifçe öne eğip ona işaret verdi. Hızlanarak önder'e doğru yürüdü. Çarpıştılar ve ikisinin de telefonu yere düştü. Telefonları aynı modeldi. Önder telefonunu kılıfsız kullanıyordu. Özge de öyle. Önder’in telefonunu kendi telefonuymuş gibi yerden alarak: “ Kusura bakma!” dedi ve oradan hızla uzaklaştı. İkinci kata çıkıp Asuman'ın yanına vardı. Aradıkları görüntülere ulaşmışlardı. Görüntüleri geri dönüşü olmayacak şekilde silip telefona takip programı indirdiler. Önder telefonların karıştığını anlamıştı fakat beklemeyi tercih etti. Ne yapacağına karar verince Bilge'yi yanına çağırdı. İstediğini yaptırdıktan sonra Özge'yi buldu. Özge elindeki telefonu göstererek: “ Telefonlarımız karışmış yeni fark ettim.” “ Normaldir. Senin oldum olası telefonlarla aran iyi değil. Ben çarpıştıktan sonra fark ettim ama işim olduğundan getiremedim.” “ Sıkıntı değil.” diyerek elindeki telefonu ona uzattı.
Özge okul çıkışı telefonu kapatıp çantasına koydu. Soluğu Bilge'nin yanında aldı. Cebinden çıkardığı parayı ona göstererek: “İşine yarayan bir şeyle işime yarayan bir şey yapmanı istiyorum.” Bilge bunun üzerine gülmeye başladı. “Tabii ki. Para yegane patrondur. Yeryüzünde onun üzerine bir otorite tanımıyorum.” “ Şüphesiz senin açından bu böyledir.” telefon ve parayı ona uzattı. Bilge ikisini de aldı. Parayı cebine koyarak telefona sırıtarak baktı. Ondan ayrılalı çok olmamıştı. Birine verip birinden almıştı. Keyifle Özge'ye bakarak: “ En sevdiğim!” Devamını getirmedi. Özge kollarını göğsünde kilitleyerek: “ Neymiş en sevdiğin?” “ Kurtların kurtları avlaması.” “ Tilkilerin bunu İzlemekten zevk aldığını bilmiyordum.” “ Bir çeşit film izlemek gibi düşün. Oldukça zevkli! Tavsiye ederim” İşi bittiğinde elindeki telefonu Özge'ye uzattı. “ Tamamdır.” “Birine daha kontrol ettireceğim. Eğer bir şey çeviriyorsan seni buna pişman ederim.” “ Sercan’a mı?” “ Belki.” “ Dilediğini yapabilirsin.” Telefonunu aldı tam gidecekken: “ Fakat anlayamadığım bir şey var. Madem güvenmiyorsun direkt başkasına götürebilirdin. Neden bana getirdin?” “ Zaten ona dokunmuş olanın temizlemesi daha kolay olur diye düşündüm. Ayrıca boş zamanlarımda sonrasında işime yarayacak insanların ne kadar güvenilir olduklarını test etmeye yönelik bir fantezim var. Bunu bir çeşit film izlemek gibi düşün. Oldukça zevkli.” Deyip arkasını döndü ve oradan uzaklaştı Bilge ise sırıtarak gidişini izliyordu. Kendi duyabileceği bir ses tonuyla: “ Siz iki afet gerçekten ilginçsiniz!” Özge oradan ayrıldıktan sonra Asuman ile buluşmak için ağaçlı yola vardı. bir ağacın dibine oturdu. Sırtını ona dayayıp gökyüzüne baktı. Buradan bakınca mesafe ne kadar da kısa görünüyordu. Tıpkı Derya ile onun arasındaki mesafe gibi. Görünürde kısa fakat aslında uzun bir mesafe. Belki de bu yüzden fark edememişti. Eğer fark edebilseydi Derya bugün yaşıyor olurdu. O bu kadar dikkatli iken gözünden kaçan şeylerin elbette ki sebepleri olmalıydı. Düşününce Derya çoğu zaman durgun bir deniz gibiydi ve üzüntülerini o denizin altında saklamayı iyi biliyordu. Belki de Asuman haklıydı. O istemediği için durumunu fark edememişti. Yaklaşan ayak seslerinin geldiği tarafa döndü. Asuman ona doğru geliyordu. Ayağa kalktı birbirlerine sarıldılar. Daha sonra ayrılıp yürümeye başladılar. Yeryüzünde bir insanın diğer bir insana varlığı ile huzur vermesi başlı başına bir güzellikti ve ikiside bunun farkındaydı. Özge derin bir nefes alarak: “ Sıra Gani’de.” “Evet.” “ Nasıl yapacaksın?” “ Kızlardan birinin yardımıyla.” “ Kimin?” “ Duygu’nun.” “Gerçekten yardım edeceğini düşünüyor musun?” “ Köşeye sıkışmış bir kedi, karşısında onu sıkıştıran bir aslan olsa bile onu tırmalar. Duygu’yu tanıyorum korksa bile bu işi yapacaktır.” “ Planın ne?” “ Gani onu ayda bir evine çağırıyor. Kıza bir çeşit zaafı olmalı. Ayran gönüllü puşt! Planı bunun üzerine kurdum. Bir yerde yine zar atmamız gerekecek.” Özge zihninde beliren soru işaretine cevap ararken duygunun onlara doğru geldiğini gördü. Asuman onun bakışlarını takip ederek Duygu'ya ulaştı. “ O da geldiğine göre başlayabiliriz.”
Şeytanlaşmış insanlarla mücadele etmek zor. Çünkü şeytan o insanları sever ve onlara yardım eder. Mesela şeytanlaşmış insanın ayık olmadığı şeylere şeytan, onu uyandırarak yapacağı kötülüğün önündeki pürüzleri kaldırmasını sağlar. O insan ise şeytandan aldığı ilhamla her şeyi sık dokuyan dikkatli bir kötü haline gelir. Fakat bu karşısındaki iyi insanın da bilenmesini sağlayarak onu teyakkuzda kılar. Böylelikle şartlar eşitlenir iyi ve kötü arasında sıkı bir savaş başlar. Duygu bu şeytanlaşmış insanla geçen azap dolu bir yılın ardından ufukta bir umut ışığı görmüştü. Her ne olursa olsun bu ışığa tutunacaktı. Işık Asuman’dı. Onu tanıyordu. Dürüst güvenilir ve yardımsever biriydi. Asuman onunla görüşmüş onlarda kendisinin de kaseti olduğunu söylemişti. Ve ona bir teklifte bulunmuştu. İkisi de görüşmenin sonunda aynı kuyruk açısından muzdarip bir ittifak kurmuşlardı. Eğer Asuman'ın dediğini yaparsan tüm deliller ortadan kalkacak dolayısıyla ortada onları tehdit edecekleri hiçbir şey kalmayacaktı. Böylelikle bu azaptan kurtulacaklardı. Denemeye değerdi. Zihninde binbir düşünce ve varsayım ile evin kapısındaydı. Her zamanki isteksiz vuruşlarıyla kapıyı çaldı. Tedirgindi. Korkuyordu fakat güçlü olmak zorundaydı. Bu işi yapabilirdi zira kaybedecek bir şeyi yoktu. Kapı açıldı. Cehennemin bir tasavvuru gibi duran o surat iğrenç bir tebessümle yüzüne bakıyordu. Her şey her zamanki gibi olup bitmişti. Yataktan doğruldu ve üzerini giydi. Gani ise yılışık bir tebessüm ile onu izliyordu. “ Gitmeden bir şey içmek ister misin?” Yersiz bir nezaketle ona her zaman bunu sorardı. Eğer sormasaydı B planına geçecek kendi isteyecekti. “ Kahve var mı?” Gani irileşen gözlerle ona baktı. Sorusuna ilk kez olumlu yanıt alıyordu. Bu hoşuna gitmişti. Onun için bu yanıt bir kabullenişin göstergesiydi. “ Elbette.” “ Ben yaparım.” “Olur.” “ Sen de istiyor musun?” “Evet. Sade ve şekersiz.” “Tamam. Hazır olunca sana haber veririm.” Keyifle geriye doğru yaslandı Duygu’nun odadan çıkışını izledi. Kahveden sonra bir tur daha, iyi olur diye düşünüyordu. Duygu mutfağa geçti. Bunca zaman gelip gitmesine rağmen burayı ilk defa görüyordu. Temiz ve son derece de düzenliydi. Fakat boğucu ve kasvetli bir havası vardı. Evlerin enerjisi olduğu fikri doğruydu. Duygu pişen kahveyi ocaktan alıp fincanlara boşalttı. Asuman'ın kendisine verdiği ilacı Ganinin fincanına boşaltıp iyice karıştırdı. Asuman ilacı tehdit ettiği eczacıdan almıştı. Gani bu hayatta iki ayaklı olan hiçbir varlığa güvenmiyor müşterilerinin de videosunu çekip kendini emniyete alıyordu. Asuman işine yarayacağını düşündüğü videoları özel olarak bir yerde toplamıştı.Vakti geldikçe bu videoları kullanıyordu. Her insan gibi Ganinin de kaçırdığı bir şey vardı. O da avların da bir gün avı öğrenip avcı olabileceği gerçeği. Üstelik bu gerçek her iki tarafın da konumlarını değiştirebilecek kadar güçlü bir gerçekti. Her şey hazır olduğunda Duygu ona seslenerek: “ Kahveler hazır.!” “ Geliyorum.” Fincanları tezgahtan alıp yemek masasının üzerine bıraktı. Bir sandalye çekip oturdu. Gani mutfağa geldi ve karşısına geçti. Duygu'nun iliklerine dolan korku ve sabırsızlık onu mahvediyordu. Tüm bunları dışarıdan belli etmemeye çalışmak içeride yaşadığı şeylerden daha zordu. Gani ise yüzünde sinsi bir tebessümle onu seyrediyordu. Sonunda Duygu'nun tahmin edemeyeceği bir şey yaptı. Kendi fincanını masada kaydırıp onun yanına bıraktı. Onun fincanını da aynı şekilde kendi yanına aldı. Yani fincanları değiştirdi. Duygu'nun yüzündeki şaşkınlığın ona verdiği zevk ile geriye doğru yaslandı ve: “Bilirsin temkinli olmak iyidir.” Bu adam tam bir şeytandı. Temkinli bir şeytan. “ İç bakalım.” Hiçbir karşılık vermeden dediğini yaptı. Kahvesinden bir yudum alıp etrafına bakındı. Sonra bir yudum daha. O sırada Gani de kendi kahvesini içiyor ve zevkle onu izliyordu. Kahveler bitince Duygu ayağa kalktı ve: “ Tuvalete gitmem gerek.” Dedi. Gani üzerine çöken yorgunlukla ona cevap verdi. “ Tabii ki yerini biliyorsun.” Eğer Asuman'ı dinlemeyip ilacı koyduğu fincanı kendi önüne değil de Gani’nin önüne bıraksaydı şu an onun yerinde kendisi olacaktı. Kararsız kalsa da nihayetinde Asuman'ın dediğini yapmıştı. Derin bir nefes aldı. Rahatlamıştı. Tuvalete girip bir süre bekledi. Çıktığında ise yavaş adımlarla mutfağa doğru ilerledi. Gani başını yemek masasına gömmüştü. Tereddütle yanına vardı ve kollarından tutup onu sarsarak: “ İyi misin?” Dedi. Hiçbir cevap alamadı. Daldığından emin olduktan sonra cebinden telefonunu çıkarıp Asuman'ı aradı. Asuman içeri girdikten sonra Gani’yi kontrol etti. Ardından vakit kaybetmeyerek çalışma odasına yöneldi. Önce bilgisayardaki işini halletti. Sonra videoların bulunduğu flashları Gani’nin sakladığı yerden aldı. O bunları yaparken Duygu da ara ara mutfağa gidip Gani’yi kontrol ediyordu. Asuman Duygu'ya dönerek: “ Telefonu nerede?” diye sordu. “ Yatak odasında.” Asuman odadan telefonu alırken dağılan yatağa baktı. Kendini toparlayıp odadan çıktı. Telefonla olan işini de hallettikten sonra Duygu kahve fincanlarını yıkadı. Bir kağıt kalem alıp Gani’ye kısa bir not yazdı ve evden ayrıldılar.
Yürüyorlardı. Duygu Asumana dönerek: “ Eğer dediğini yapmasaydım planımız suya düşecekti.” Asuman tebessümle ona bakarak: “ Ama yaptın. Bana güvendiğin için teşekkür ederim.” “ Asıl ben teşekkür ederim. Gerçekten inanamıyorum. Ya şimdi ben Özgür müyüm, yani şimdi onların istediği şeyleri yapmak zorunda değil miyim?” “ Özgürsün ve onların söylediği şeyleri yapmak zorunda değilsin.” “ Hani insanın imkansız gördüğü bir şey gerçekleşince hissettiği bir inançsızlık hali vardır ya! Şu an onu yaşıyorum.” “ Kendine biraz zaman ver. Ve unutma ellerinde bir şeyler varmış gibi seni tehdit edecekler, sakın onlara inanma! sakın! Çünkü ellerinde hiçbir şey yok. bundan adım kadar eminim. Onlardan uzak dur. Kendine dikkat et ve bir daha tuzaklarına düşme! “ Ne diyeceğimi bilemiyorum. Çok teşekkür ederim.Ve dediklerini yapacağım.” diyerek gözyazları içinde ona sarıldı.
|
0% |