@fatmadogu
|
14. Bölüm: Geçmişten bir an (2) Güzel bir gün! “İnsanlar ikiye ayrılır: Yusuf ve kardeşleri. Yusuf beyaz ve güzeldir, kardeşleri hain ve müptezel.” Hayır bu değil hatlar karıştı.
İnsanlar ikiye ayrılır. Sonsuz yaşamak isteyenler ve yitip gitmek yani yok olmak isteyenler. Gamze ikinci kısma giriyordu. Eğer Araz olmasaydı tam da bu noktada yapacağı tek bir şey vardı. O da intihar etmek! Yaşamak için oldukça yorgun ve yaşlıydı. Gitmek için uygun bir vakitti. Ama gidemezdi. Her ne kadar yamalı bir şekilde yerine getirse de bir sorumluluğu vardı. Onu doğurarak büyük bir hata yapmıştı. Eğer bu kararından dolayı yargılanacak olsa kesinlikle hapsi boylardı. Ve buna asla ses çıkarmazdı. Çünkü suçluydu. Eğer irade etmeseydi o da var olmazdı. Bir çocuk yetiştirmek için elinden geleni yapmak yeterli olmuyor. Hele de o çocuğu yetiştiren onun gibi biriyse. Araz akıllı bir çocuktu. Annesindeki tuhaflığı fark ediyordu. İşin ilginç yanı fark etmesine rağmen gösterdiği tavırdı. Onu anlıyor gibiydi. Bu durumu bir kere bile olsun annesinin yüzüne vurmamış şikayet etmemişti. Düşünceli ve merhametli bir çocuktu. Belki de bu yüzden söylem ve eylemleri ile bu konuda annesinin canını yakmamıştı. Yer yer annesinden olgun olduğu bile söylenebilirdi. O kadar ki Gamze bazen evde kimin ebeveyn olduğuna dair soru işaretleri ile oğluna bakıyor zihninde tuhaf kıyaslamalar yapıyordu. Mahallenin karanlık ve boş sokağında peşinden zor bela sürüklediği çantasıyla yürüyordu. O kadar yorgundu ki bedenini taşıyabilmesine hayret ediyordu. Bu yorgunluk ,bir iş sonrası yorgunluğundan fazlasıydı. Tükenen gücü kırılan direnci yıpranan vücudu ona durması gerektiğini söylüyordu. Ama biraz daha dayanmalı sonra kendisine yeni bir iş bulmalıydı. Başını kaldırıp etrafı süsleyen gece lambalarına baktı. Hepsi parlak fakat ruhsuzdu. Ruhsuzlukta ona benziyorlardı parlaklık desen o değildi. Ayakları acıyordu. Yoksa acıyan ruhu değildi. Ve ayaklarının acımasının nedeni yoldu. Çünkü insan yaşadığı bir sıkıntının nedenini daima dışarıda arar. En son kendine döner. Fakat çoğu zaman dışarıda kalır ve kendisine varamaz. İdris'in yanından geliyordu. Neredeyse gün boyu onunlaydı. İdris uzun boylu iri yarı orta düzey bir mafyaydı. Onunla beraber olmak diğerleri ile beraber olmaktan çok daha zordu. Tuhaf ve zorlayıcı istekleri vardı. Gamze bir şekilde dişini sıkıp tüm isteklerini yerine getiriyordu. Çünkü İdris'e ihtiyacı vardı ve bu yüzden isteklerini geri çeviremezdi. Bülent'ten Ayrılıp bireysel çalışmaya başlayalı epey olmuştu. Dolayısıyla müşterilerle bir sıkıntı yaşadığında yardıma ihtiyacı oluyor ve İdrs’i arıyordu. İdris ise tüm yardım taleplerine istisnasız cevap veriyordu. O da bu yüzden ona karşı borçlu hissediyor tüm tuhaf isteklerini yerine getirerek yardımlarının karşılığını ödüyordu. Eve varmıştı. Cebindeki anahtarı çıkarıp kapıyı açtı. Eşyalarını vestiyere bıraktı. Salonun ışığı hala yanıyordu. Oraya doğru yöneldi. Araz elinde bir kitap kanepede uyuya kalmıştı. Kitabı yavaşça elinden alarak sehpanın üzerine bıraktı. Ardından üzerini örtüp oradan ayrıldı ve mutfağa geçti. Açtı fakat bir şeyler hazırlayacak hali yoktu. Bu yüzden ocağın üzerindeki tencereyi görünce yaklaştı ve merakla kapağını açtı. Makarnaydı. Araz yapmış olmalıydı. Üstelik yemek pişirdikten sonra mutfağı her zaman yaptığı gibi temiz bırakmıştı. Makarnadan bir tabak alıp yemek masasına geçti. İştahla yemeye başladı. Tadı güzeldi. Onun aksine oğlu yemek yapmayı hem seviyor hem de biliyordu. Üstelik bu konuda oldukça yetenekliydi. Eğer günün birinde karşısına dikilip “Anne ben aşçı olacağım.” derse karşı çıkmayacaktı. Çıkmazdı da zaten. Bu dünyaya gelen her insan hayatına karar verme hakkına sahipti. Annesi öyle yapmıştı. Oğlu da onun gibi yapacak ne yapmak istediğine ve ne olmak istediğine kendisi karar verecekti. Zaten annesinin aklıyla en fazla kapının önüne çıkar fakat düzlüğe çıkamazdı. Şükür ki oğlu ona benzemiyordu. Dolayısıyla aklına da ihtiyacı yoktu. Ondan çok daha akıllıydı ve ilginçtir duyguları vardı. Üstelik onları rahatlıkla ifade edip gösterebiliyordu. Gittikçe babasına benziyordu. Onun gibi görenleri tekrar dönüp baktıracak kadar güzeldi. Bu da demek oluyor ki onun aksine insanlar tarafından sevilecekti. Çünkü insanlar evvela posta bakıyordu. İçinden ilerisi için oğluna dua etmek geçti. Etrafından duyduğu ve kendinden dökülen kelimeleri birleştirerek: “ Umarım gönlünün güzelliğine denk birini sever ve onun tarafından sevilirsin. Umarım benim sana veremediğim her şeyi o sana verir. Ve bu dünyada telafi denen şeyi yaşarsın. O büyük nimeti!” Tüm bunları söylerken tuhaf hissetse de kötü hissetmiyordu. Sanki diline ve ruhuna yabancı olan bu cümleler ait olmadığı bir yerden ait oldukları bir yere doğru ilerliyordu ve bu iyi bir şeydi. Yemeğini bitirip tabağını lavaboya bıraktı. Duyduğu ses üzerine arkasına döndü. Araz’dı. “ Uyandın mı?” “ Evet anne. Bize makarna yaptım. Yedin mi?” “ Yedim, evet ellerine sağlık.”” “ Afiyet olsun.” “ Hadi uyuyalım artık. Bugün çok yorucu bir gündü.” “ Tamam anne.” Gözlerini açtıktan sonra doğrulup dağılan saçlarını geriye alarak yatağın yanında bulunan sehpanın üzerindeki telefona doğru uzandı. Saate baktı. Onu geçiyordu. Kapının çalmasıyla yataktan çıktı ve üzerine bir şey alıp kapıya doğru yöneldi. Fakat Araz çoktan kapıyı açmıştı. Karşısında dikilen kişi Fırat’tı. Kendisine takıntılı bir müşteri. Sarhoş olduğu her halinden belliydi. “ Ne işin var senin burada?” “Sabahtan beri bin defa aradım açmadın. Ne o izin gününde misin?” “ Bugün çalışmıyorum. Git buradan.” “ Hadi yap bana bir kıyak. Buraya kadar geldim.” “ Hayır diyorum sana. Git buradan!” Fırat’ın gözleri Araz’a kaydı. Yüzünde iğrenç bir ifadeyle ona baktı. “ Madem çalışmıyorsun yerine varisini çalıştır. Baksana elmas gibi parlıyor.” Gamze kasığına sert bir tekme attı. Araz’ı tutup arkasına doğru çekti. “İdris'i aramadan önce defol git buradan! Eğer ararsam dayakla kurtulamazsın.” deyip kapıyı suratına kapattı. “Hadi gel. Acıkmışsındır. Kahvaltı edelim.” Antreye doğru ilerlediler. Gamze burnuna gelen yemek kokusu ile durdu ve Araz’a baktı. Yüzünde minik bir tebessümle: “ Gene ne işler çeviriyorsun?” diye sordu. “ Bizim için kahvaltı hazırladım.” Dün gece annesinin normalden daha fazla yorgun olduğu gözünden kaçmamıştı. Bugün izin günü olduğunu biliyordu ve ona güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. Amacı annesinin yorgunluğunu bir miktar bile olsa giderebilmek ve mutlu olmasını sağlamaktı. “ İyi madem oyalanmadan kahvaltımızı yapalım. Bugün bir sürü işimiz var?” “ Ne işimiz var anne?” “ Yaptığımızda görürsün.” Yemek masasına geçtiler. Gamze oğlunun kıvrandığını fark edince elindeki çayı masanın üzerine bırakarak: “ Çıkar bakalım ağzındaki baklayı.” “Şey, Anne o adam kim, senden ne istiyor?” “ Gereksizin biri boş ver. Sen böyle şeylere kafa yorma!” Konuyu değiştirerek: “ Bugün günlerden hangi gün biliyor musun?” “ Cuma günü.” “ 23 Aralık Cuma günü, yani senin doğum günün. Sen bugün on yaşına bastın.” Araz irileşen gözlerle annesine baktı. Doğum gününü hatırlamasını beklemiyordu. Çünkü daha önce hiç hatırlamamıştı. Kahvaltıdan sonra hazırlanıp dışarı çıktılar. İkisinden de çıt çıkmıyordu. Annesinin diğer anneler gibi olmadığının farkındaydı. Fakat onun için kafasını kurcalayan bundan daha önemli bir şey vardı. O da annesinin onu sevip sevmediği idi. Bu kendini bildi bileli kafasına takılan çözmeye çalıştığı bir soruydu. Her ne olursa olsun annesi iyi biriydi. En azından bunu biliyordu. Belki soğuktu, sessizdi ama iyi biriydi. Ve her şeyden önemlisi onun için elinden geleni yapıyordu. Fakat onu sevip sevmediğini anlayamıyordu. Yeşil bir binanın önünde durdular. En alt katında bulunan iş yerinin camında: “Çocuklara ücretsiz Kung Fu dersleri verilir.” yazıyordu. İçeri girdiler. Onları 30'lu yaşlarda orta boylu bir adam karşıladı. Bu yer bir spor salonuna benziyordu. Araz bir yandan annesini takip ediyor diğer yandan ise etrafı inceliyordu. Giriş faslından sonra adamın gösterdiği yere oturdular. “ Eğer kayıtlarınız hala devam ediyorsa oğlumu da kaydetmenizi istiyorum.” “ Elbette kaydedebiliriz. Yalnız kaydı yapmadan önce bilmemiz gereken şeyler var. Burada sadece Kung Fu dersleri vermiyoruz. Kung Fu’nun yanında Güzel Ahlak ve Temel İslami bilgileri içeren bir eğitimde veriyoruz. Amacımız kendisine ve topluma yararlı, inançlı, ahlaki değerlere sahip, zinde, sağlıklı kendini ve etrafını koruyabilen çocuklar yetiştirmek. Söylediklerimden sonra fikriniz değişmediyse kaydını hemen yapabilirim.” Gamze bir süre ne söyleyeceğini düşündü. Sonra öne doğru eğilerek: “ Ben Allah'a inanan bir insanım. Oğlum da öyle. Bu yüzden dediklerinizi kabul ediyorum. Söylediğiniz diğer şeylerin oğlum için de gerçekleşmesi isterim. Hem böylelikle eksik kaldığım yerleri siz tanımlamış olursunuz ve ben de bu konuda size minnettar kalırım.” Demek annesi gerektiğinde böyle konuşmalar yapabiliyordu. Adam tebessümle başını sallayıp kaydı yapmak için bir takım sorular sorarken Araz gözlerini annesine dikmiş biraz önce yaptığı konuşmayı düşünüyordu. Kayıt işi bitince oradan ayrıldılar. Yürüyorlardı. Gamze ara ara çaktırmadan oğlunu süzüyordu. Onun oğlu olmak yeterince zor bir durumdu. Bu yüzden hayatını kolaylaştırabilmek için elinden geleni yapıyordu. Birden durdu ve: “ Kung Fu derslerine de hocanın anlattığı diğer şeylere de iyi bir şekilde çalışacaksın! Dersler bittiğinde hocanın öğrettiklerini öğrenmiş kendini koruyabilen biri olacaksın. Anlaşıldı mı?” “ Evet anne.” “ Söz mü?” “ Söz.” “ Güzel. Şimdi söyle bakalım ne yapmak istersin?” “ Nasıl yani?” “ Bugün senin doğum günün. Ve doğum günü hediyesi olarak bugün ne istersen onu yapacağız.” “ Gerçekten mi?” “ Gerçekten.” “O zaman lunaparka gidelim.” “ Tamam.” Hayatında ilk kez annesi doğum günü için ona bir hediye hazırlamıştı. Buna inanamıyordu. Bu inançsızlığı annesi ile birlikte gondola binene kadar devam etti. Gondol hızlanmaya başlayınca Annesi korkmaya başlamıştı. Fakat korktuğunu belli etmemeye çalışıyordu. Bir an tereddüt etse de elini tuttu. Annesi tebessümle ona bakıp elini iyice kavrayarak gözlerini kapadı. Donmuş bir anda baş başa iki insan belki de ilk kez birbirlerine bu kadar yakın hissediyorlardı. Gondoldan indiklerinde annesi pes edip diğer şeyleri denememiş onu izlemekle yetinmişti. Gamze oğlunun ne kadar mutlu olduğunu görebiliyordu. Neden daha önce böyle bir şey yapmadığını düşündü. Sıraladığı gerekçelerin sadece kendi nezdinde geçerliydi. Oğlu için ise bir önemi olup olmadığını kestiremiyordu. “Yılda bir, bile olsa ailesiyle bir yere gitmek bir şeyler yapmak her çocuğun hakkıdır.”böyle duymuştu birinden. Ve duyduğu bu cümlenin ehemmiyetini oğlunun yüzündeki tebessüme baktığında anlamıştı. Lunaparktan sonra onu yemek yemek için güzel bir yere götürdü. Araz önünde seçeneklerle dolu menüye kafası karışmış bakışlarla bakıyor ne yiyeceğine karar veremiyordu. Sonra birden bir şey fark etmiş gibi annesine baktı: “ İstediğim şeyi seçebilir miyim anne?” diye sordu. “ Evet istediğini seçebilirsin.” Dedi. Araz menünün tüm sayfalarını merakla çeviriyor annesi ise sabırla bir şey seçmesini bekliyordu. Nihayet aydınlanmış bir ifadeyle annesine baktı ve: “ Hamburger istiyorum.” dedi. “ Onca şeyin içinden Hamburger mi istiyorsun?” “ Evet.” “Peki.”
Yemekten sonra eve gelmişlerdi. Annesi için bugünün ne ifade ettiğini bilmese de onun için inanılmaz bir gündü. Hayatı boyunca bu kadar eğlendiği başka bir gün daha olmamıştı. Gün bitmiş uyku vakti gelmişti. Yatağa Girmeden annesinin yanına giderek. Minnet dolu bakışlarla ona baktı ve: “ Her şey için çok teşekkür ederim anne.” dedi. Annesi başına götürdüğü elini saçlarında dolaştırarak: “ Teşekküre gerek yok.” dedi. İşte burada kalmış sonrasında söylediği birkaç iş bildirici cümleye odaklanamamıştı. Onun için önemli olan şey düz bir ifadeyle verilmiş bu cevabın ne anlama geldiği idi. Annesi, ağzından çıkan kelimeleri neyi amaçlayarak ve hangi duygularla sarf etmişti, Mesela bu cümlenin ifade ettiği asıl anlam soğuk muydu yoksa sıcak mı? Eğer o cümlenin onunla bağlantılı bir sonrası olsaydı, nasıl bir sonra olacaktı? Hayatının sonraki yıllarında bile bunu düşünecekti. İnsan hayatında donan anlar ve anılar vardır. O anlar ve anılarla beraber birçok şey donar; olaylar, bakışlar, sözler, ifadeler, mekanlar,kokular, tatlar, şarkılar… Varlığımızda ya iyi ya da kötü bir iz bırakırlar. Ve bu donmanın ardından ne kadar zaman geçerse geçsin hatırımıza aynı canlılıkla gelirler! Araz için annesi ile geçirdiği gün ve yaşadıkları şeyler böyleydi. Donmuştu ve hatırındaki yerini almıştı.
|
0% |