@fatmadogu
|
15. Bölüm: Bir yerde bir düğün olur, başka bir yerde ise ölüm! Kerem önündeki içkiden bir yudum alarak geriye doğru yaslandı. İçkiyi masaya bırakıp elini saçlarını götürdü ve geriye doğru çekti. Gözlerini masaya sabitledi. Dalıp gitmişti. Düşünüyordu. Son zamanlarda işler yolunda gitmiyor ve her taşın altından o polis çıkıyordu. O kahrolası polis! Bugünlere gelmek kolay olmamıştı. Çok çalışmış çok çabalamış, elinden gelen her şeyi yapmıştı. İşler tam da ileri gelenin dikkatini çekmişken çıkabilecek en ufak bir aksiliğe bile tahammülü yoktu. Bu zamana kadar kurmuş olduğu imparatorluğu bir adam yüzünden kaybetmeye niyeti de yoktu. Dağdan gelen bağdakini kovamazdı. Çünkü dağ da onlarındı bağda! O polis de bunu er ya da geç öğrenecekti. Bu zamana kadar birçok sorunla karşılaşmış ve bir şekilde hepsinin üstesinden gelmişlerdi. Polis de o sorunlardan biriydi işte! Sorun insan olduğunda hep üç seçeneği takip ederlerdi; para tehdit ve ölüm! Bu üçlüyü masaya her yatırdıklarında tahmin yürütürler bazen de iddiaya girerlerdi. Şimdi aynı şeyi polis için yapacaklardı. Sorun genellikle ilk seçenekli hallolurdu. Çünkü insanların çoğu için para diğer tüm şeylerden daha önemliydi. Bir diğer seçenek olan tehdit paradan sonra ikinci sırada geliyordu. Çünkü insanlar için can paradan daha kıymetli olabiliyordu. Öldürmek ise başvurmayı tercih etmedikleri fakat gerektiğinde de başvurmaktan asla çekinmedikleri bir seçenekti. Polis üzerine yaptıkları tahminlerde Sinan parayı seçmişti. Ona göre paranın yeryüzünde açamayacağı bir kapı yoktu. İnsanlar para için her şeyi yapardı. Kendinden başlayarak yaptığı bu tahmin çoğu zaman onu haklı çıkarıyordu. Belki de insanların çoğu ona benziyordu. Kerem ise karşısındaki adamın halinden sözünden ifadesinden yola çıkarak bir fikre varıyordu. Bu yüzden büyük bir özgüvenle tahminini üçüncü seçenekten yana kullandı. Daldığı yerden ayrılıp odasına geri döndü. Başını yukarı doğru kaldırıp şöminenin yanında dikilen kardeşine baktı. “ Söyle arabayı hazırlasınlar da şu adamı bir ziyarete gidelim.”
Düğünler ilginç törenler. Tıpkı Bir Delinin Hatıra defterinde anlatıldığı gibi: “ Gitgide kararan ve değişen bir kurumda iki kişi evlenecek diye nedir bütün bu tantana! Bildirmek lazım tamam ama gerek var mı borazana? Melek'e ayıp ama! Mevcut düzen evlerde mezarlıklar inşa ederken müfsit taraflar tek bir tarafta birleşmek üzere. Bir söz verilir tutulması ihtimal. Sonrası ise büyük bir karmaşa ve ihtilal. İkisi de birbirinden bekler izzet ve rahmet. Bu bencilliğin sonunda hiçbirini teğet geçmez zillet! Gerçek nediri bir tarafa bırakırsak yok bu tabloda görülen en ufak anlamlı bir mevcudiyet!” Bugünkü düğün tam da anlatıldığı gibiydi. Dolaşan gözlerinin Özge'yi bulması ile Asuman ona doğru yürüdü. Onun bulunduğu masaya varınca masada bulunan diğer kişilere selam verip oturdu. Düğün epey kalabalıktı. Özge'nin kulağına eğilerek: “ Damat kırklarında bir dul gelin Sıla ve düğün oldukça eğlenceli öyle değil mi?” “ Damat mutlu, gelin cenaze!” Asuman gülerek geriye doğru yaslandı. Özge ise konuşmasına devam ederek: “ Epey ağlamış. Baksana gözlerinin halini yaptıkları makyaj bile gizleyememiş.” “Eden bulur diye boşuna dememişler. Büyükler doğru söylemiş.” “ Hangi büyüğün söylediğine göre değişir o.” “ En azından bunu söyleyen büyük doğru söylemiş.” “ Haklılığı haklı olana teslim farzdır. Bize de boyun eğmek düşer.” “ Haklısın. O değil de gelin ve damadın siyah ve beyaz rengi seçmesini daima saçma bulmuşumdur. Bence seçilmesi gereken renk gri.” “Neden?” “ İki uç renk uzlaştırılamaz bu da anlaşamayacakları anlamına gelir. İyi bir evlilik griden geçer.” “Evet, Sokrates haklı olabilirsin. Şimdi siyah ve beyaz felsefesini bırakalım da işimize bakalım.” “Tamam.” Düğünden ayrılma vakitleri gelmişti. Asuman ayağa kalktı ve geline doğru yürüdü. Sıla'nın yanına geldiğinde yüzüne bir maske takarak konuşmaya başladı. “ Canım arkadaşım. Seni gelinlik içinde görmek çok güzel. Evliliğini kalpten kutluyorum. Bir yastıkta kocayın inşallah!” Duyduğu bu cümleler Sıla'nın içindeki öfke ve nefreti bastırmasını zorlaştırıyordu. “Sen yaptın biliyorum. Hayatımı sen mahvettin. Bununla bir ömür nasıl yaşayacaksın? Şimdi senin de benden bir farkın kalmadı.” Sarf ettiği sözlerin Asuman’a hiçbir şekilde değmediğini görebiliyordu. “Belki kaldı belki kalmadı. Ama biliyorsun ki birçok şey görecelidir. Kime göre ve neye göre? Ayrıca kimin umurunda!” “ Hatamın bedeli bu kadar ağır olmak zorunda değildi. Bunun yerine benden aynı şekilde İntikam alabilirdin.” Asuman ona doğru yaklaşıp: “ Vermeye alışkın birinden mi?” Bu söz Sıla'nın kulaklarından geçip zihnine değmiş ve ona karşı öfkesini daha daha harlamıştı. Karmaşık hislerinin yansıdığı alacalı bakışlarla ona baktı. Arkasında sakladığı bıçağı çıkarıp Asuman'ın karnına sapladı. Asuman bunun üzerine önce aşağı doğru bakıp sonra başını yavaşça yukarı doğru kaldırdı. Gözlerindeki ifade Sıla’yı dehşete düşürmüştü. Çünkü bu ifade konferans salonunda gördüğü ifade ile aynıydı. Asuman yüzünü yüzüne yaklaştırarak: “ Kendi elinle yaptığının sonucu bu. Sakın başka kimseyi suçlama!” Sıla şaşkınlık dolu bir ifade ile aşağıya doğru baktı. Asuman elini sımsıkı tutmuş bıçağın kendisine saplanmasını önlemişti. Gözlerinde parlak bir bakışla tuttuğu eli çevirdi ve bıçağın yere düşmesini sağladı. Ayağı ile masanın altına doğru itti. “Bundan sonra birinin hayatını karartırken bir daha düşünürsün. Şimdi iyi bir eş ol ve düğününe odaklan. Mutlu günler küçük yalan!” Dedi ve hiçbir şey olmamış gibi oradan uzaklaştı. Sıla gözlerinden akan yaşları hızlı bir şekilde silerek toparlanmaya çalıştı. Sağ tarafına doğru döndüğünde evleneceği adamla göz göze geldi. Adam her şeyden habersiz karısına kavuşacak olmanın heyecanı ile ona bakıyordu. Uysal bir koyuna benziyordu. Ama değildi. Ve bunu bir tek Asumam biliyordu. Bu yüzden Sıla'yı öldürmeyip adamın kollarına bırakmıştı. Geline dokunup zihnini yoklamış kendisini öldürme planını bu şekilde öğrenmişti. İnsanların tasavvur gücü muhteşemdi. Zihin görüngüsel bir şekilde berrak anılar oluşturuyordu. Bu sayede görebildiği aydınlık kurgular hayatını kurtarmıştı. Şimdi ölmek istemiyordu. Daha yapılacak işler vardı. Sonunu görmek istiyordu. Mutlu bir sondan daha güzel bir şey varsa o da bir vahşetin sonunu görmektir! Eve doğru yürüyordu. Vakit İkindiden sonraydı. Kuşların normalden fazla çıkan sesleri dikkatini çekti. Sağ tarafına baktığında çocukların kurduğu tuzağı yakalanmış iki kuş yavrusu gördü. Yanlarına gitti ve üzerlerindeki ağlarla örülmüş hapishaneyi kaldırdı. Kuşlar bir iki sendeleyişten sonra kanatlanıp uçtular. Oysa olduğu yerde gidişlerini izledi. Aklına kızlar geldi. Tıpkı bu kuşlar gibi tuzağa düşmüş kızlar. Dikkatlice bakılsa sürünün içinde sızlayan ruhları ve solan yüzleri ile fark edilebilirlerdi. Fakat insanların büyük bir çoğunluğu çok uzun bir zamandır birbirlerinin yüzlerine baksalar bile bir şey görmüyorlardı. Belki de kimsenin derinlere hali kalmamıştı. Ya da sadece bazı insanlar diğer insanların derinini görme yeteneğine sahipti. Tek tek zihinlerine girmiş her birinin hayatını görmüştü. Birbirinden beter hayatlar! Sadece bir tanesinin hayatı güzeldi. Fatma'nın. Onun her açıdan iyi bir aile hayatı vardı. Buna rağmen ayağa kaymıştı ve işlediği hatanın ağırlığından olsa gerek ailesine hiçbir şey söylememişti. Ayağa kalktı. Birden önünde verilen yaratığa baktı. Önünde duran resim, modern sanatta hazımsızlık, mide bulantısı ve de kusmuktan oluşan bir kompozisyondu. Benliğindeki şalteri indirip tasarladığı role girdi. Perde açılmıştı. Adı İkna’ydı. “ İti an, çomağı hazırla!” “ Göreceğiz bakalım kim çomağı hazırlayacak?” “ Kes tıraşı, sadede gel!” “ Sendin değil mi?” “ Ne saçmalıyorsun sen?” “ İşime taş koyan sendin biliyorum.” “ Ne işi, ne taşı, ne saçmalıyorsun sen?” Önder, öz güvenle: “ Görüntüleri çoğaltıp saklayacağım aklına gelmedi mi?” Bu ihtimal her zaman mevcuttu. Sonuçta o karanlıktı ve onunla ilgili gerçekleri ancak çevresinde bulunan insanlardan elde etmişti. Fakat eğer elinde herhangi bir görüntü olsaydı kesinlikle kızlara tekrar gönderip tehditlerini tazelerdi. Bu da başka bir görüntünün olmadığı anlamına geliyordu. Kızları başka türlü ikna edemezdi. Biliyorum. Çünkü onları bu konuda tenbihlemiştim. Buradan bakınca tam bir aptal gibi görünüyordu. “ Elbette bunun farkındayım. İstersen görüntüleri yayınla. Birilerine gönder. Anneme, babama ve ya tüm okula! Ama biliyorsun ki bunu yaparsan peşini bırakmam. Hala duruyorsam bu elinde olan görüntüler yüzündendir. Fakat onları ortaya çıkardığın gibi ortada beni durduracak hiçbir şey kalmaz! Bu durumda başına gelecekleri var sen hesap et!” Önder söylediklerine inanmıştı. bunu ifadesinden anlayabiliyordu. Asuman onu yakasından tutup kendisine doğru çekerek: “ Bir şeyi daha hatırlatmamda fayda var. O görüntüler sadece yolundan çekilmemi sağlar. Sakın daha fazlasını isteyeyim deme! Seni gözümü kırpmadan öldürürüm!” “ benim yerime anlaşmamı belirliyorsun?” yakasını bırakıp: “ Gerekirse evet.” “ Neyine güveniyorsun?” “ Senin güvendiğin şeye!” Önder ona küçümseyici bir ifadeyle bakarak: “ Beni kendine doğru çektiğinde bir an özlediğini sandım.” Asuman yerdeki solucanlara bakarak: “ Şüphesiz seni özleyen birileri var.” Önder bakışlarını takip ederek solucanlara vardığında güldü. Sonra tekrar ona dönerek: “ Şimdilik öyle olsun.” Ondan daha fazla bir şey öğrenemeyeceğini anlamıştı. Diğer kızlar gibi olmadığını ve kolay kolay korkutulamayacağını biliyordu. Bu yüzden konuşmaya devam etmedi. Fakat araştırmaya devam edecekti.
Gani, Önder’le buluşacakları bağa gelmiş büyükçe bir taşın üstüne oturup etrafına bakıyordu. Biri arı kovanına çomak sokmuş her şey bir anda yerle bir olmuştu. Kim ve neden? düşman çoktu. Bu yüzden kim olduğunu bulmak zordu. Önder’in gelişi ile doğrulup kalktı. Yürümeye başladılar. Epey bir süre konuştuktan sonra: “ Yani diyorsun ki bendeki görüntülerde buhar olup uçtu. Kızlar bu durumdan haberdar ve çalışmayı bıraktılar.” “ Evet hocam.” “ Kızları elimizde görüntüler olduğuna ikna edememen ayrıca ilginç! Demek ki onlara haber veren kişi her kimse ona güveniyorlar. Peşimizde biri var ve biz kim olduğunu bilmiyoruz. Üstelik donumuza kadar biliyor. Üç harfli falan değilse olağanüstü bir insan olmalı. Yoksa her şey bu kadar bilip her şeyden bu kadar haberdar olması mümkün değil. Öyle değil mi? “ Evet hocam. Öyle.” “Tabi içimizde bir hain yoksa.” “Belki de vardı ve öldü.” “Olabilir.” Gani umursamaz bakışlarla ona bakarak: “ Her neyse belki de bu, işi bırakmamızın vaktinin geldiğini gösteren bir alamettir.” “ Nasıl yani?” “Yani diyorum ki bu artık uyuşturucu işine girmemiz gerektiğini gösteriyor olabilir.” “ Uyuşturucu mu?” “ Evet, tren kaçmadan binmeliyiz.”
Sefa uyanmış güne hal diliyle merhaba demişti. Günden olumlu bir cevap almadığını hissedememişti. Ruhu bu kadar hassas bir mesajı alamayacak kadar körelmişti. Fakat bunun farkında değildi. Hislerinin zayıflığından dolayı etrafını saran karanlığa vakıf olamayacaktı. Aklı desen ona güvendesin diyordu. Akla bu kadar güvenmenin güvenli olmadığının da farkında değildi. Yoksa bir takım işaretler varlığını sürdürüyordu. Kahvaltıyı hazırlayıp küçük kız kardeşini uyandırdı. Bu dünyada sevdiği tek varlıktı. Ve onun için yapamayacağı şey yoktu. Annesini kanserden kaybedeli iki sene olmuştu. Annesinin ölümü küçük kız kardeşi Neva‘ya olan düşkünlüğünü daha çok arttırmıştı. Üvey annesinin eve gelmesi ise Yaklaşık üç ay olmuştu. Neva’nın her şeyiyle o ilgileniyor üvey annesinin yardım tekliflerini geri çeviriyordu. Yüklendiği sorumluluğu severek yerine getiriyordu. Alçak ruhlar sefildirler. Sefalet dolu bir bataklıkta her çırpınışlarında biraz daha derine iner ve nihayetinde boğulurlar. Asil ruhlar öyle midir? Onlar sefaletin içinde bile azizlere benzerler. Varlığında insan olmanın asaletini taşıyamayanlar sefil ruhlar bir çeşit karanlıkta kaybolurlar ve çoğu bunun farkına bile varmaz. Sefa o ruhlardan biriydi. Sefa'nın ailesinin maddi durumu iyi değildi. Belki de bu durum onu bir şeyler yapmaya itmiş Taylan ile takılmaya başlamıştı. Genelde uyuşturucu satıcılığı özelde ise önderin ayak işlerini yapıyordu. Böylelikle eve katkıda bulunuyor ve küçük kardeşine sevdiği şeyleri alabiliyordu. Bugün Neva'nın doğum günüydü. Her zamanki gibi kutlayacaktı. Kahvaltıdan sonra kardeşine dönerek: “ Ben bugün erken çıkacağım. Yemekten sonra dişlerini fırçalamayı unutma.” “ Tamam abi.” “ Doğum günümü unutmadın değil mi?” “ Tabii ki unutmadım.”
Özge okulun bahçesinde bir banka oturmuş gözünü giriş kapısına dikmiş bekliyordu. Hayat onun için sancılı bir bekleyişten ibaretti. Bitmek tükenmek bilmeyen bekleyişler yakasını bırakmıyordu. Acaba beklemekle uzlaşmak mümkün mü? diye düşündü. Mesela dost olmak. Makul bir seçenek olabilirdi. Çünkü insan daima bekleyen bir varlık. Bu yüzden onu dost edinirse beklerken çektiği azap neşeye dönüşebilirdi. Fakat bu durumun kendisi için olanaklı olmadığının farkındaydı. Çünkü beklemekten nefret ediyordu ve bu yüzden onu sevmesi mümkün değildi. Artık bazı bekleyişlerin sonuna geldiğinin de farkındaydı. Birkaç nokta daha sonra son! Geriye doğru yaslandı. Gözleri hala kapıdaydı. Etrafındaki seslerin volümü kısılmıştı. Bir keman sesiydi ona doğru yaklaşan. Ve kimin çaldığı meçhul. Biri bir şiir mırıldanıyordu. Çok sıkıldım bu yüzyıllık yalnızlıktan! Bu yüzü gözü yıllanmış, yaşlanmış, yanmış, bitmiş Çok sıkıldım neyi beklediğimi bilmediğim halde beklemekten Belli belirsiz şeylerden Acısını dağa kıyas edip acımı kuma gömenlerden Ki benim acım küçük bir karınca gibi dolaşır vücudumu Ona ne ulaşabilirim nede uzaklaştırabilirim Belki de benim dert, benim derman! Benim yeryüzüne de gökyüzüne de ayan! Benim benden yana tüm hüsran! Sefa'nın kapıdan girmesiyle dikkatini topladı. Benliğindeki sanat şalterini indirip hedefine kilitlendi. Cebinden telefonunu çıkarıp Asuman'ı aradı. “ Başlayabiliriz.” Asuman birkaç gündür takip ettiği Neva'ya yaklaşmayı başarmış zihnine girmiş, aradığı tüm bilgilere anılarından ulaşmayı başarmıştı. Planının son kısmındaydı. Neva ile yürüyordu. “Abim bana senden hiç bahsetmedi.” “Çünkü biz daha yeni sevgili olduk. Ama bana senin hakkında birçok şey anlattı. Mesela çilekli dondurma seviyorsun. Bisiklet sürmeye bayılıyorsun. Ve okula gitmekten nefret ediyorsun.” Neva son söylediğine tebessümle karşılık verdi. “Abin seni çok seviyor. Bugün doğum günüm ve sana bir sürpriz hazırladık. Şimdi seninle bir yere gideceğiz ve sürprizin ne olduğunu öğreneceksin.” “Nereye gideceğiz peki?” “ Birazdan göreceksin.” Neva çocukluğun verdiği masumiyetle ona inanmış ve heyecanla peşine takılmıştı. Bir binanın çatısına çıktılar. Çatı balonlarla süslenmişti. Ve yerde bir hediye paketi vardı. Neva heyecanla hediye paketinin olduğu yere doğru yürüdü. Asuman ise Sefa'yı aradı. “ Görüşmeyeli nasılsın Sefa!” Duyduğun ses ile olduğu yere çakılarak: “ Sen!” “ Evet ben. Kameranı aç. Sana bir sürprizim var.” Neva'yı gösterdi. “Neva buraya bak canım. Abin doğum gününü kutlayacak.” Sefa şaşkınlıkla ekrana kilitlenmişti. Fısıltıyla: “ Olamaz!” dedi. “ Abi bana ne aldığını çok merak ediyorum.” Diyerek hediye paketini açtı. İçinden küçük bir ayıcık çıktı. Ayıcığa sarılarak abisine baktı ve: “ Bu çok güzel, çok teşekkür ederim.” Üzerindeki şaşkınlıkla: “ Rica ederim.” dedi. Asuman kamerayı kapatıp telefonu kulağına götürdü. “ Ne istiyorsun?” “ Seni!” “ Ne!” “ Şaşkınsın değil mi? Şu an tıpkı o gün benim hissettiğim gibi hissediyor olmalısın.” “ Sakın ona dokunayım deme!” “ Neden, aramızdaki fark ne ki? Ayrıca bu senin elinde.” “Bak, ben bir hata yaptım. Ve çok üzgünüm. Özür dilerim. Paraya ihtiyacım vardı. Bana yüklü bir miktar teklif edince hayır diyemedim. Sonrasında ne oldu ne bitti bilmiyorum.” “ Şu an bana Sonrasında ne olduğu ile ilgili bir bilgin olmadığını mı söylüyorsun?” “ Evet.” “ Ya benim yerimde Neva olsaydı?” Sefa ne diyeceğini bilemeyip sessiz kaldı. “ İzafiyet bazen başa bela!. Paraya ihtiyacın olduğu için yaptığını söylüyorsun. Bana yaptığın şeye karşılık sunduğun gerekçe benim nezdimde anlamsız! Kardeşini o kurda asla teslim etmezdin. Ama beni ettin. Ve arkanı dönüp eve giderek ona sarıldın. Buraya bana yaptığın şeye senin görecenden bakmak için gelmedim. Ben iyi dinle! Bugün ikinizden biri ölecek! Bir tercih yapacaksın. Ya senin ya da kardeşinin canı?” “ Hayır sen böyle bir şey yapmazsın.” “Nasıl yaptığımı göreceksin. Senin gibi bir puştun bile kalbi var ilginç! Kendi kalbimi çıkarıp köpeklere atasım var! Zaafları oldum olası sevmişimdir. Zaaflar insanı insan kılar. Aynı zamanda bir tuzak olma potansiyeline de sahiptirler. Üstelik sadece iyi insanları vurmak için değil kötü insanları vurmak için de adil bile birer silahtırlar. Sen beni zaafımdan vurdun. Ben de seni. Yani her şey ikimiz için de adil. Sen bir bataklıksın. Bataklık güzelleştirilemez kurutulur. Şimdi kardeşin için canını feda edeceksen on dakikan var. Çatıya doğru koş!” “ Onun canını bağışlayacağını nereden bileceğim?” “ Bilemeyeceksin. Hayır dersen o ölecek. Pazarlık yok. Ama bilirsin sözüme itimat edilir. Söz veriyorum kılına zarar gelmeyecek. Süren başladı.” Sefa savurduğu küfürlerle çatıya doğru koştu. Bir gün başına böyle bir şey geleceği aklının ucundan bile geçmezdi. Birçok kızın Önder'in tuzağına düşmesine yardım etmişti. Kızlar bırak böyle bir şey yapmayı kuvvetli bir direniş bile göstermemişti. Sadece içlerinden biri dayanamayarak intihar etmişti. Bu sefer sert bir kayaya çarpmıştı ve gemisi su alıyordu. Çatıya vardığında saatine baktı. Beş dakika kalmıştı. Telefonu kulağına götürdü. “Çıktım.” “ Aşağıda Seni gözetleyen biri var.” Sefa aşağıya doğru baktı ve Özge'yi gördü. “ Sen oradan atlayacaksın ve o da atladığını teyit edecek.” “ Yapma ne olur! Ne istersen yaparım. İntikamını alman için Önder’e tuzak kurabilirim.” “Buna ihtiyacım yok. Çünkü intikamımı zaten alıyorum. Ayrıca sıra ona da gelecek. Ve iki dakikan kaldı.” Sefa titreyerek aşağıya doğru baktı. Gözlerinden akan yaşlara hakim olamıyordu. Aklından kısa bir sürede geçen onca şeye hayret etti. Allah'a inanan biri değildi. Fakat acaba olabilir mi diye düşünmeye başladı. Tüm vakitsiz düşüncelere baskın gelen tek bir düşüncesi vardı. O da canından çok sevdiği kardeşini kurtarmak! Düşmanının sözüne itimadı vardı. Derin bir nefes alıp tüm cesaretini toplayarak kendini aşağıya doğru bıraktı. Kulakların aşina olduğu o ses! O çığlıklar! Ve toplanan kalabalık! Değişen tek bir şey vardı o da düşenin kim olduğu. Özge Sefa'ya doğru yürüdü. Kardeşi için kendisini feda etmişti. İnsanlar arasındaki bağlılık olağanüstü bir şeydi. Demek aşağılık insanlar bile birileriyle bağ kurup kendilerini onlar için feda edebiliyordu. Fakat genel olarak kötüler kötüye, iyiler iyiye ve nadir olarak da çapraz bağlarla birbirlerine bağlanıyorlardı. Sonuç itibariyle niteliğinden kaim olarak var olan şey bağın muhteşemliğiydi. Yanına vardığında gördüğü manzara ona Tolga'nın ölümünü hatırlattı. Yarılan kafasından dökülen kan ayağının ucuna kadar gelmişti. Tolga'dan farklı olarak onun bilinci kapalıydı. Yerdeki kanın kendisine bulaşmaması için ayağını geriye doğru çekti. Bir bağ bir hayra vesile olmuş olabilir miydi? Bu soruya cevap vermek zordu. Nihayetinde onu da etrafına toplanan kalabalığı da bırakıp oradan uzaklaştı. Asuman’ı aradı. “ Her şey tamam.”
Asuman yüzündeki makyajı gözündeki lensleri ve şapkasını çıkarttı. Daha sonra okula giderek kameraların görmediği noktadan içeriye girdi. Öğrencilerin arasına karışarak ortağını buldu. Yanına varınca ikisi de hiçbir şey olmamış gibi kalabalığa katıldılar. Yerdeki cesedi, olay yerine gelen polisleri ve meraklı bakışların sirkülasyonunu izlediler. Özge gözünü Sefa'ya kilitleyerek: “ Eğer kabul etmeseydi ne yapacaksın?” “Kıza bir şey yapacağımı düşünmüyorsun, Öyle değil mi?” “ Tabii ki, hayır.” “ Bunu duyduğuma sevindim. Daima başka bir yol vardır. Sadece işimiz uzayacaktı.” “ Doğru.” “ Bugün okul çıkışı bana gidip film izleyelim mi?” “ Ne tür bir film?” “ Kurt Adam.” Özge tebessüm etti. “ Ne o, sevmiyor musun?” “Hayır. Kurt adamların ne zaman ortaya çıktığını biliyor musun?” “ Ne zaman çıkmışlar?” “ Kızlar gerçek adamlardan ümitlerini kestikleri zaman.” “ Mantıklı. Gerçek adamların varlığına inanıyor musun?” “ Gerçek kadınların varlığına inanıyor musun?” “ Evet inanıyorum.” “ Eğer gerçek kadınlar varsa gerçek adamlar da vardır.” “ Böyle bir anda yaptığımız sohbete bakarsak kafayı sıyırmış olabiliriz.” “ Kesinlikle. Yani film İzlemeyecek miyiz?” “Kuzuların sessizliğine ne dersin?” “ Kuzular kim ve neden sessiz tam olarak anlayamasam da olur.”
|
0% |