@fatmadogu
|
16 Bölüm: Geçmişten bir an (3) Anne beni seviyor musun? Ömer hayatı boyunca karaların içinde ak, akların içinde karaydı. Onu yıpratan ve ona zarar veren gözlerin önündeydi. Tüm Arkadaşlarının içinde şekil oydu ve zemine ayak uyduramıyordu. Onlar kanıksayamadıkları varlığından adice yararlanmaya çalışarak ona zarar veriyorlardı. Okuldan çıkıp babasının marketine doğru yürüdü. Gözlerinin önüne düşen sarı saçları görüş açısını kapatıyordu. Elini alnına doğru götürüp saçlarını geriye doğru çekti. Elindeki dondurmanın varlığını unutmuştu. Alnında hissettiği ıslaklık yüzünü buruşturmasına neden oldu. Cebindeki mendili çıkarıp alnına bulaşmış olan dondurmayı sildi. Marketin önüne geldiğinde dondurmasını çoktan bitirmiş olmasının verdiği sevinci yaşıyordu. Babasına yakalanmamıştı. Dondurmaya karşı zaafı vardı ve yerken ayarını bir türlü tutturamıyordu. Bu da sürekli rahatsızlanmasına neden oluyordu. Babası onu görünce tebessümle elindeki bisküvi kutularını yere bırakarak ayağa kalktı. “ Hoş geldin oğlum.” “ Hoş bulduk baba.” babası başını okşayıp: “ Geldiğine göre hazırlanabilirim. Ben yokken dükkana göz kulak ol. İşim biter bitmez döneceğim.” “ Tamam baba.” Üstünü değiştirip babasının yarım bıraktığı işe devam etti. Bisküvileri kutudan çıkarıp raflara diziyordu. Son bisküviyi yerine koyarken markete okulun ayrılmaz üçlüsü Faris Mert ve Kadir girdi. Kadir Market'i şöyle bir süzdükten sonra Ömer'e döndü. “ Tam bir örnek öğrenci. Çalışkan terbiyeli. Babasına da yardım ediyor maşallah.” diyerek markette dolaşmaya başladı. Faris ve Mert onu takip etti. Raflardan istedikleri şeyleri alarak turlarını bitirip çıkışa doğru geldiler. Ömer çıkacaklarını anlayınca koşup önlerini kesti. “Durun, parasını ödemediniz!” Kadir alaycı bir ifade ile elini Ömer'in ensesine bırakarak: “ Bakıyorum da çoğu yerde çalışmayan aklın bu konularda iyi çalışıyor. Verdik sayarsın.” “ Hayır, olmaz, parasını ödeyin.” Kadir sinirlenmişti. Elindeki şeyleri arkadaşlarına verdi ve dönüp Ömer'e sert bir tokat attı. Ömer elini yanağına götürerek korku dolu bakışlarla ona baktı. “ Ya aldıklarınızın parasını ödeyin ya da bırakıp çıkın!” Sesin geldiği tarafa doğru baktılar. Araz’dı. Kadir onu tanıyordu. Kimseden korkmayan ve kimseye eyvallahı olmayan bir çocuktu. Üstelik çok iyi dövüşüyordu. Onunla papaz olmayı göze alamayarak Ömer'e döndü. “ Bugün şanslı günündesin.” İşareti ile arkadaşları ellerindeki şeyleri masaya bıraktı. Kısa süren rahatsız edici bakışmalardan sonra marketten ayrıldılar. Araz, Ömer'in yanına gelerek: “ İyi misin?” “ Evet iyiyim. Çok teşekkür ederim.” “ Rica ederim. Onlar buradan uzaklaşana kadar seninle kalacağım.” Masadan kağıt kalem alıp bir şeyler karaladı. “Bu benim telefon numaram. İhtiyacın olduğunda aramaktan çekinme. Tamam mı?” “ Tamam.” Ömer ne kadar yaş alırsa alsın bedenin içinde daima masum bir çocuk vardı. Araz onun bu halini seviyordu. Masumiyetini iyi yürekliliğini. “ Yardım edilecek bir şey var mı?” “ Hayır yok. Şey! Bir şey içer misin?” “ Varsa bir çayını içerim.” “ Var.” Ömer çayları getirip masaya bıraktı. Araz teşekkür ederek getirdiği çaydan bir yudum aldı. “ Saçlarının rengi çok güzel. Boyadın mı?” “ Hayır kendi rengi. Annemin de saçları böyleydi.” “ Para vermeden sahip olmak gibisi yok.” Araz, Ömer'i mümkün mertebe yalnız bırakmıyor onu küçük erkek kardeşi gibi seviyor, koruyup kolluyordu. Onu annesine benzetiyordu. O da annesi gibi insanları anlamakta zorlanıyordu. Annesi ile arasındaki fark ise Ömer'in duygularını yansıtabilmesiydi. Onu koruduğunda annesini koruyormuş gibi hissediyordu. Eğer birileri de annesini çocukken koruyup kollasaydı bazı şeyler daha farklı olabilirdi diye düşünüyordu. Şairin dediği gibi olabilirdi mesela: “ Eğer çocukken ben de senin gibi biriyle karşılaşsaydım Daha az acı çekmez miydim?” Belki annesine de daha az acı çekerdi. Ömer’in de daha az acı çekmesi için elinden geleni yapacaktı. Ömer, Kadirlerden birçok kez Araz sayesinde kurtulmuştu. Fakat onun olmadığı zamanlarda eski alışkanlıklarını sürdürmeye devam ediyorlardı. İşte bugün o günlerden biriydi. Ömer yüzü gözü kan içinde ellerinden kurtulmuş çatıya doğru koşuyordu. Attığı her adımda zihninde belirginleşen fikre kulak veriyordu. Artık bu durumu kaldıramadığını biliyordu. Hem annesini de çok özlemişti. Babasından ayrılmak zorunda kalacaktı fakat sonuçta bu sonsuza dek sürecek bir ayrılık olmayacaktı. Vakti geldiğinde babası da onların yanına gelecekti. Kararını vermişti annesine gidecekti. Araz dün gece sabaha kadar uyumamış, Kung Fu hocasının verdiği kitabı okumuştu. Kitabı bitirmesi sabah saat 8'i bulmuştu. Ancak o zaman gözlerini yummuş biraz olsun dinlenebilmişti. Uyandığında saatine baktı. Okula geç kalmıştı. Fakat yine de hazırlanıp evden çıktı. Okulun bahçesine geldiğinde toplanan kalabalığı fark etti. Herkes meraklı gözlerle çatıya doğru bakıyordu. Konuşmalara kulak kesilince çatıya çıkan kişinin Ömer olduğunu öğrendi. İçinde bulunduğu şaşkınlık dolu halden sıyrılarak hareketlendi. Attığı iki atımdan sonra durdu. Hayatı boyunca unutamayacağı o sesi işitti. Önüne sabitlediği bakışlarını yavaşça yukarı doğru kaldırdı ve Ömer’e baktı. Yerde kanlar içindeydi. Acı içinde çırpınan küçük bir çocuğa benziyordu. Dizlerinin üzerine çökerek: “ Neden? Beni ara demiştim.” “Sen her zaman yanımda olamazsın ve ben annemi çok özledim.”Araz üzgün bakışlarla ona baktı. Doğru söylüyordu. Sorunu başka bir şekilde çözmeliydi. Ama bunun için artık çok geçti. Ömer elini ona doğru uzattı. Araz zorlanmasına izin vermeden acele ile tuttu. “Biliyor musun benim de sihirli güçlerim var?” “ Öyle mi?” “ Evet, ben annemin yanına gideceğim. Bu yüzden orada hiçbir şeye ihtiyacım olmayacak fakat sen burada kalacaksın ve bu güçlere ihtiyacın olacak. Bu yüzden hepsini sana bırakacağım.” “Gitmesen olmaz mı?” “ Hayır, annemi çok özledim.” Ömer doğuştan bir Enigma idi. Segmentler arasında en iyi olanı. Enigmalar tek bir yeteneğe sahip değildir. Birden fazla segmentin yeteneklerini bir arada bulundururlar. Ayrıca her segment gibi farkında olmadıkları gizil bir güce de sahiptirler. Ömer Alfa Delta ve Beta segmenlerinin özelliklerini bir arada taşıyordu. Araz dikkatli bir şekilde onu dinliyor söylediği şeyleri sorgulamıyordu. Ömer tuttuğu eli iyice kavrayıp benliğindeki tüm gücü ona aktardı. Sonra son kez yüzüne bakıp: “ Her şey için çok teşekkür ederim.” dedi. Sarf ettiği sözler son sözleriydi. Ardından gözlerini yumdu. Araz gözünden akan yaşı elinin tersiyle silerek kısık bir sesle: “Ömer!” dedi.
Etrafındaki sesler uğultulu ve rahatsız ediciydi. Kaskatı kesilmiş kıpırdayamıyordu. Zor bela başını kaldırıp etrafına baktı. Üçünü gördü. Umursamaz bir ifade ile Ömer'e bakıyorlardı. Yüzünde beliren tiksinti ile gözlerini onlardan alıp yere indirdi. Arka planda her şey devam ediyordu. Ambulans sesi, polislerin olay yerine gelişi, etrafı saran öğrencilerin hararetli konuşmaları, Ömer'i götürüşleri. Her şey akıp geçiyor oysa öylece orada oturmuş olanları izliyordu. Çöktüğü yerden yavaşça kalkarak gidip bir banka oturdu. Elindeki kanı anca fark etti. Yeryüzüne dökülen bir masumun kanından daha yakıcı bir şey var mıdır? Aradan bir hafta geçti. Ömer yoğun bakımdaydı. Araz her okul çıkışı yanına uğruyordu. Bugün de öyle yapacaktı. Okul biter bitmez soluğu yanında alacak perişan babasını teselli edecekti. Ve bir camın arkasından ona bakıp dua edecek iyileşmesini diyecekti.
Sınıfa girip sırasına oturdu. Ön tarafta oturan iki kızın konuşması dikkatini çekti. Ömer'den bahsediyorlardı. Duyduğu şeylerden zihninde yankılanan tek bir cümle vardı. “ Bu sabah ölmüş!” Beyni acıdan sızlıyordu. Sırasından kalkıp kapıya doğru yöneldi. Öğretmenin “ nereye gidiyorsun?” sorusunu yanıtsız bıraktı. Sınıftan çıkıp koridorda yürüdü. Üçünün olduğu sınıfa doğru ilerledi. Kapıyı açtı ve içeri girdi. Herkes ona bakıyordu. Oysa onların yerlerini tespit etmekle meşguldü. Kadir'in sırasına doğru ilerledi.Yakasından tutup kendisine doğru çekerek yere doğru fırlattı. Yerden kalkmaya çalıştığında ise karnına sert bir tekme atarak bunu engelledi. Ve onu tekmelemeye başladı. Araz durduğunda Kadir güç bela doğrularak ağzından yere fırlayan dişe baktı. Tüm gücünü toplayıp ellerini havaya kaldırarak yalvaran gözlerle ona baktı. “ Dur ne olursun dur!” Araz anlamsız bir ifade ile ona bakarak sağ ayağını kaldırıp ayakkabısını yerine yerleştirir gibi ucunu hafifçe yere vurdu. Ardından suratına sert bir tekme atarak onu yere serdi. Kalkamadığını görünce arkasını döndü ve Faris'e yöneldi. Faris ise gardını almış ondan gelecek darbeleri bekliyordu. Ona karşı koymanın imkansız olduğunu biliyordu. Birkaç darbesini savdıktan sonra yakalanmıştı. Karnına aldığı darbe ile duvara çarpıp yere düştü. Araz bunun üzerine kalkmasını engelleyerek yüzünü yumrukladı. Sesi soluğu kesilince onu yakasından tuttu. Kanayan yüzüne bakıyor Ömer'e neler yaptıklarını merak ediyordu. Bir an Ömer'in bahsettiği güçlerin gerçek olmasını istedi. Yaptığı şeyin aptalca olduğunu bilse de öğrenmeye çalıştı. Fakat o da neydi? Her şeyi görüyordu. Şaşkınlıkla irileşen gözleri ile akan görüntüleri görüyor, titriyordu. Demek söyledikleri doğruydu. Baktığı yüzün arkasını görebiliyordu. Gördüğü anıların verdiği acı ile dolan gözlerine engel olamıyordu. Başını öne doğru eğdiğinde gözlerine dolan yaşlar yere doğru süzüldü. Başını kaldırıp tüm gücünü toplayarak ona son bir yumruk attı. Arkasını döndüğünde sınıfa giren öğretmenleri gördü. Sınıf öğretmeni diğerlerine haber vermiş olmalıydı. Koşarak masanın üzerine çıktı. Mert’in arka tarafına geçerek onu yakaladı ve masadan aldığı kalemi boynuna dayadı. “ Hemen sınıfı boşaltın. Ona kadar sayacağım.” “ Oğlum çıldırdın mı sen! ne yapıyorsun?” “beş, altı…” Müdür yardımcısı istediğini yaptı. Araz Mert'e dönerek: “ Sana vurmadan yakalansaydım gözüm açık giderdim.” Diyerek ona vurmaya başladı. Müdür kapıyı açarak içeri girdi. Beraberindekilerle Araz’a yöneldiler.
Esen rüzgar kuruyan yüzüne bir bıçak gibi deyip geçiyordu. Kaşesinin önünü ilikleyip sağ tarafındaki banka oturdu. Yıllar çabuk geçmişti. Ama insan bu çabukluğa daima cahildi. Ve o da o cahil insanlardan sadece biriydi. Başını kaldırıp etrafına baktı. Gelip geçiyordu insanlar yaşamdan ölüme doğru. Tüm canlılar için erkendi ölüm fakat her canlı ölümü tadacaktı. Kendi içinse erken olduğunu düşünmüyordu. Sıra ona gelmişti. Dünya denen mekandan ayrılma vaktiydi. Bunu bir miktar istiyor bile olabilirdi. O normal insanlar gibi değildi. Onun için kalmak ve gitmek arasında belirgin bir çizgi yoktu. Bu belirsizlik kalmak ve gitmeyi aynılaştırıyordu. Aklını kurcalayan tek bir şey vardı. Geride kalacak olan. Araz. Lise son sınıftaydı. Onu bu yaşa getirebilmişti. Bu zamana kadar başarılı bir öğrenim hayatı olmuştu. Tabii ki karıştığı kavgalar göz ardı edilirse ki onlar da kung fu hocası sağolsun giderek azalıyordu. Kendi başına idare edebilse de yalnız kalmaya hazır olmadığını biliyordu.
Doktorun kayıtsız bir şekilde sarf ettiği cümleleri aynı kayıtsızlıkla dinlemişti. “... Son evre rahim kanserisiniz.” Anlatmaya devam ediyordu. Onu nelerin beklediğinden ve neler yapabileceğinden bahsediyordu. Gamze ise çoktan doktorun söylediklerinden uzaklaşmış bundan sonra yapacaklarını planlamaya başlamıştı. Doktorun sustuğunu fark edince: “ Ortalama ne kadar zamanım var?” dedi. “ Net bir şey söylemek mümkün değil. Tahmini 3 ay diyebilirim. Fakat bu süre hastaya, hastalığın hızına ve yapılan tedavilere birde inanıyorsanız Allah'ın takdirine de bağlı olarak değişebilir.” “ İnanıyorum. Size inandığımdan daha çok.” Doktor bir an duraksadı ve: “ Anlıyorum.” dedi. “ Bakın Doktor Bey daha fazla yaşamak gibi bir isteğim yok. Dolayısıyla yakından şahit olduğum yıpratıcı tedavi sürecini de yaşamak istemiyorum. Sadece kalan süreyi olabildiğince az acıyla geçirmek istiyorum. Bu konuda bana yardımcı olabilirseniz sevinirim.” “Elbette elimden geleni yaparım.” Doktor Gamze'ye dikkatlice baktı. Aldığı haber karşısında zerre sarsılmamıştı. Geneli için kara olan bu haberi doğal karşılamıştı. Tıpkı grip olduğuna dair bir haber almış gibi. Şokta değildi. En azından yüzünde davranışlarında ve söylemlerinde bunu gösterecek herhangi bir emareye rastlamamıştı. İlk defa böyle bir insanla karşılaşmanın verdiği şaşkınlık tüm soğukkanlılığını kaybetmesine neden olmuştu. Konuşma bitip hasta odayı terk ettiğinde bile arkasından bir süre baka kalmıştı. Gamze bu saatten sonra gitmesi gereken bir yer olduğunun farkındaydı. Yıllardır çektiği onca şeye rağmen bir kere bile gitmeyi düşünmediği o kapıya oğlu için ilk kez gidecekti. Ayağa kalktı ve ana yola doğru yürüdü. Yoldan geçen bir taksiyi durdurup bindi. Zihninde çok uzun yıllardır sakladığı adresi ilk kez yüksek sesle söylemeye başladı. Eve vardığında Taksiden inip kapıdaki adamlara doğru yöneldi. Sanki hiçbir şey değişmemişti. Her şey o gün bıraktığı gibi duruyordu. Ya da ona öyle geliyordu. Durup yanındaki adama dönerek: “ Patronunuzla konuşmak istiyorum. Bilmesi gereken önemli bir mesele var. Eğer öğrenmezse hayatı boyunca pişman olacağı bir mesele. Kendisine iletin lütfen.” adam ona bakarak sessizce düşündü daha sonra: “ Burada bekle.” dedi ve içeri girdi. Yaklaşık 10 dakika sonra kapıda belirdi. Diğer adamlara dönerek: “ Üstüne arayın.” arama bittikten sonra: “ Beni takip et.” dedi. Onu bir odaya götürdüler. İçeriye adımını atar atmaz yıllar önce gördüğü yüzü tanıması uzun sürmedi. Hayatı boyunca tekrar tekrar düşündüğü kısa bir süreliğine de olsa kaybolmasına neden olan o yüz, karşısında duruyordu. Kırlaşan saçları ve belirginleşen kırışıklıklarını saymazsa pekte değişmemişti. “Buyur, geç.” dediğini yaptı. Adam geriye doğru yaslanarak: “Tanışıyor muyuz?” “ Evet.” “Hatırlayamadım.” “ Normaldir. Çok uzun zaman oldu.” “Peki anlat bakalım. Kimsin ve neymiş bu öğrenmezsem pişman olacağım şey?” Gamze de tıpkı onun gibi geriye yaslanarak donuk bir ifade ile konuşmaya başladı. “Yıllar önce bir gece para karşılığında bir kadınla beraber oldun. Bilincin yerinde değildi. Ve onunla sevişirken başka bir kadının adına sayıklıyordun. Kadının adı Ayşegül’dü.” Adam ismi duyunca öne doğruldu ve kadını daha dikkatli bir şekilde dinlemeye başladı. Çünkü söylediği isim şu anki karısının adıydı. “ Kadınla korunmadan beraber oldun ve o da ilk kez bir adamla beraber olurken korunmamıştı. Aslına bakarsan çok dikkatli bir kadındır buna rağmen neden böyle bir şey yaptığını o da bilmiyor. Sonrasını tahmin edersin. Kadın bir müddet sonra doktora gitti ve hamile olduğunu öğrendi. Kendisinden beklenmeyen bir karar alarak çocuğu doğurmaya karar verdi. Sana bu konuyla ilgili hiçbir şey söylemedi. Çünkü durumun kendisi ile alakalı olduğunu biliyordu. Çocuğu doğurdu ve tek başına büyüttü. Çocuk şu an lise son sınıfa gidiyor. Adı Araz.” O soluklandığında adam araya girerek: “ Bu klişe hikayeye inanmamı beklemiyorsun öyle değil mi?” Gamze gazetede gördüğü bir köşe yazısından alıntılama yaparak: “ Hayat başlı başına bir klişedir.” dedi. Adam verdiği bu cevap karşısında gayri ihtiyari tebessüm etti. “ Konuşmamı bitirmeme izin ver lütfen.” “ Peki devam et.” “ Kadın bugün doktora gitti ve son evre rahim kanseri olduğunu öğrendi. Bir şey fark etti. O ölecek ve oğlu yalnız kalacaktı. Gittiğinde onu bırakacağı hiç kimsesi yoktu. O kadın benim ve o çocukta senin çocuğun. Emin olmak istiyorsan test yaptır. Fakat elini çabuk tut. Çok fazla zamanım kalmadı. Her ne olursa olsun kendi kanından birini sahipsiz bırakmayacağını düşünüyorum. Benim gibi bir kadın bile annelik yapabildiyse senin gibi bir adam hayli hayli babalık yapar.” Cebinden çıkardığı kağıdı masaya bırakarak ayağa kalktı. “Bu benim telefon numaram. Bundan sonrası sana kalmış.” “ Ya hiçbir şey yapmazsam.” “ Dediğim gibi sana kalmış.” dedi ve arkasını dönüp gitti. Hilmi ayağa kalkıp Nevzat'a döndü. “ Çocuğu bul ve kendisinden numune al sonra da test yaptır. Bakalım doğru mu söylüyor.” “ Peki efendim.” Bir şey hatırlamış gibi: “ Şimdilik kimsenin haberi olmasın.” “ Emredersiniz.” Bugün Araz için tuhaf bir gündü. Tanımadığı kişiler tarafından karakoldan kurtarılmıştı. Büyük arabalara binen takım elbiseli silahlı adamlardı bunlar. Adamlar onu ve annesini evlerine kadar bırakmışlardı. Bu durumdan daha tuhaf bulduğu şeyse annesinin yaşananlar karşısında gösterdiği tavırdı. Normalmiş gibi davranıyor ortama ayak uyduruyordu. Üstelik merak üzere sorduğu tüm soruları yanıtsız bırakmıştı. Adamlardan birinin kendisinden numune almasına bile annesinin isteği üzerine izin vermişti. Neler olduğunu deli gibi merak ediyordu. Adamlar işlerini bitirip evi terk ettikten sonra yerinden kalkarak pencereden dışarıya bakan annesinin yanına gitti. “ Anne, neler olduğunu anlatmayacak mısın?” “ Vakti geldiğinde öğreneceksin.” O vakit gerçekten gelecek miydi? Bekleyecek kadar sabırlı olmadığını biliyordu. Her şeyi öğrenmek istiyordu. Gücünün varlığını hatırlayarak heyecanla annesinin kolunu tuttu. “ Anne, lütfen bana neler olduğunu anlat!” Ondan herhangi bir cevap beklemiyordu Aslında bu öylesine söylenmiş bir cümleydi. Yalnızca ona dokunmayı mantıklı bir sebebe bağlamıştı. Annesinin zihnine girerek soru işaretlerine cevap aradı. Aradığı cevapları bir bir alıyor büyüyen göz bebekleri ile annesine bakıyordu. Dengesini sağlamakta zorlanıyordu. Her şeyi görüyordu. Annesinin doktorla olan konuşmalarını ve diğer bütün şeyleri. Sarsılmıştı. Bunun üzerine diğer kolunu da kavrayıp ona tutundu ve dolu gözlerle gözlerinin içine baktı. “İyi misin, neyin var?” Zorlanarak: “ Anne!” dedi. Ömer'in gücü hakkında söylediği şeylerden birini hatırladı. Mesela istersem senin haberin olmadan sana içimden merak ettiğim bir soruyu sorabilir ve cevabını alabilirim. Anne beni seviyor musun? diye sordu. Net bir cevap alamıyordu. Sadece duygularını tarif eden kelimeleri görüyordu. Karmaşıklık, bilinmezlik, belirsizlik, sorumluluk, yapılması gereken… Yoğunlaşıp bir daha sordu. Anne beni seviyor musun? Aynı cevaplarla karşılaştı. Buna devam etmekten vazgeçti. Bu hayatının fırsatıydı ve dibine kadar değerlendirmeye karar verdi. Dünden bugüne nasıl bir hayat yaşadığına dair anılarını yoklamaya başladı. Görüyor ve gördükçe de kahroluyordu. “Araz iyi misin, Hastaneye gidelim mi?” Her şey bitmişti. Toparlanarak: “İyiyim, Sadece biraz başım döndü.” Annesini bırakıp gözlerinden akan iki damla yaşı sildi. Geçip yanı başındaki koltuğa oturdu. İçindeki uçsuz bucaksız sahradaydı. Etrafına anlamsız bir şekilde bakıyor neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Annesi ise elindeki bir bardak suyla yanına geldi. Suyu ona uzatarak: “ İç biraz, İyi gelir.” dedi.
Hilmi önündeki dosyaları incelerken kapısı çalındı ve içeriye Nevzat girdi. “ Efendim sonuçları getirdim.” Elindeki zarfı aldı. “ Çıkabilirsin.” Hilmi ayağa kalktı. Pencereye doğru yöneldi. Kadının iddiasının gerçek olmak ihtimalini düşünüyordu. Yakında ölecek olan bir kadın. Bu zamana kadar onu hiçbir şekilde rahatsız etmemiş. Ondan hiçbir şey istememiş. Tüm bunları düşününce zihninde söylediklerinin doğruluk payı artıyordu. Uzatmanın bir alemi yoktu. Zarfı açtı. Okuduktan sonra buruşturup elinin içinde sıktı. Bir müddet düşündükten sonra nevzat'ı çağırdı. “ Arabayı hazırla! Çocuğu görmek istiyorum.” “ Peki efendim.” Arabayı okulun önüne çekip beklemeye başladılar. Nevzat, Araz’ı görünce Hilmi’ye dönerek: “ Efendim kapının en sağında duran kumral çocuk üzerinde kırmızı üst olan çocuğun hemen sağında.” “ Bana benziyor Öyle değil mi?” “ Evet efendim.” elini çenesine dayayarak: “ Bakalım Ayşegül bu işe ne diyecek?”
Gamze İlk zamanlar hastalığını Araz’dan saklamaya çalışıyordu. Fakat zaman geçtikçe bunun imkansızlığını fark edip oğlunu karşısına alıp ona her şeyi açıkladı. Öleceğini öldükten sonra babasıyla kalmasını istediğini söyledi. Araz istediği şeye tepki gösterse de Gamze ondan istediği son şeyin bu olduğunu söyleyerek onu ikna etmeyi başardı. Araz Hayatında ilk kez annesinden daha soğukkanlı davranıyordu. Onun için elinden gelen herşeyi yapıyordu. Onunla tartışmıyor, zıtlaşmıyor, işleri zorlaştırmıyordu. Son zamanlarının güzel geçmesini istiyordu. Bir gün annesi ile bir yolculuğa çıktılar. Bir otele gittiler. Otel oldukça ihtişamlı eski bir yapıydı. Kendileri için ayrılmış odaya yerleştiklerinde annesinin ilgi dolu bakışlarla etrafını süzdüğünü fark etti. Onu ilk kez böyle görüyordu. Yüzünde ilgili ve memnun bir ifade vardı. Ölümü yaklaşan her insanın tuhaflaştığı söylenir. Bu doğru olabilirdi çünkü annesi de normalden farklı davranıyordu. Ertesi gün birlikte kahvaltı yaptıktan sonra otelin korusunda yürüyüşe çıktılar. Epey bir yürüdükten sonra ikisi de yorulup bir çınar ağacının dibine oturdu. Biraz ileride akan suyun sesini duyabiliyorlardı. Esen rüzgar tenlerine değip geçiyor içlerini ferahlatıp onları mayıştırıyordu. Gamze dalgın bakışlarla önüne bakarak konuşmaya başladı. “Ben yetimhanedeyken bir abla vardı. Hepimizi çok sever aramızda ayrım yapmazdı. Bu nasıl olabilir diye düşünüp durdum. Çünkü onun dışındaki kimse böyle yapmıyordu. Kendi içlerinde belirledikleri kriterlere göre bizi değerlendiriyor ve bize ona göre davranıyorlardı. O abla ise benim gibi ruhsuz bir çocuğu bile bıkmadan usanmadan sabırla seviyordu. Nedendir bilmem o bana yaklaştıkça ben ondan uzaklaşıyordum. Durup düşündüğümde bir şeyler yanlış olduğunu fark ettim. Belki de bazı şeyler eşit dağıtılmış fakat şeytan dağıtıma hile karıştırmıştı. Ve bu yüzden ben duyguları eksik biri olmuştum. O abla ise fazla duyguluydu.” Araz tebessümle annesine baktı. Yetimhanedeki anılardan nadir zamanlarda bahsederdi. Demek o zamanlar böyle düşünmüştü. Kendince mantıklı bir çıkarımda bulunmuştu. Gamze devam etti. “Sonrasında çıkardığım sonuca olan inancımı kaybettim ve içinde bulunduğum duruma dair başka bir neden de aramadım. Her şeyi olduğu gibi kabullendim. Biliyorum. Benim gibi biriyle yaşamak zor. Ve sen yıllardır bu zorlukla yaşıyorsun.” “Hayır anne!” “Bitirmeme izin ver!” “Peki.” “Benim yüzümden arkadaşlarının çekmediği zorluklar çektin. Biliyorum. Ama şunu bil ki: annen sana hiçbir zaman ne zarar vermek istedi ne de herhangi bir zorluk yaşatmak istedi. Sadece yetemedi oğlum.” İkisinin de gözleri dolmuştu. “Biliyorum anne.” dedi cılız bir sesle. Gamze yüzünü çevirip tebessümle oğluna baktı ve başını okşadı. Sonra gözlerini silerek toparlanıp tekrar önüne döndü. “Burası çok güzel bir yer. İnsana huzur veriyor. Tıpkı senin gibi.” Duyduğu şey hoşuna gitse de diyecek bir şey bulamadı. Oysa varlığının bu zamana kadar ona sıkıntı verdiğini düşünüyordu. Fakat şimdi tam tersi olduğunu öğrenmek ona tuhaf geliyordu. Geçte olsa bir telafi gerçekleşmişti ve bu onun için çok değerliydi. Bir süre sessizce etrafı izlediler. Annesi uğultulu bir sesle hiç bilmediği bir şiir okumaya başladı. “Beni bir çukura atmışlar Uh desen değil dut desen değil Böyle kıvranıp duruyorum Acı desen evet asil desen değil Neyin uğruna aldığım onca yara? Din için desen değil insanlık için desen yine değil Ben desen bende değilim Dünya desen benden değil” Bir rüzgar esti. Hayatında ilk kez açtığı saçlarına değip savurdu. Bir önemi yoktu. Çünkü bir rüzgar bir cesede ne kadar değebilirdi ki? Akan suyun sesi iniltiye benziyordu. Hangi acıyı alıp götürebilirdi ki uzaklara? Hışırdayan yapraklar kimsesiz bir kuşa isimsiz bir mersiye söylüyorlardı. Sonra kuşlar Bu hüzünlü ana şahitlik etmemek için dallarını terk ediyordu. Hissetmişti. içinde büyük bir gedik açılmıştı. Elini kalbine götürüp annesine baktı. Gözleri kapalıydı. Annesi uyurken kaç kere yaptığını hatırlayamadığı şeyleri tekrarladı. Parmağını burnuna götürdü. Bu sefer nefes almıyordu. İçinde tarifsiz bir acı hissetti. Ama hiçbir şey yapmadı. Hayatı boyunca acı çeken bu kadının gitmesine izin vermeliydi. Bu bir vedaydı fakat onunla nasıl vedalaşacağını bilmiyordu. Ona yavaşça sokuldu. Başını göğsüne koyup sarıldı. Hareketini kaybetmiş bedeninde bir anne kucağı sıcaklığının nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ölümü de tıpkı hayatı gibi bir kenarda kuytuda son bulmuştu. İnsan acıyla var olan bir varlık, acıtmakla değil. Birinin canını acıttığı zaman insan, insan değil. Annesi ise hayatı boyunca acımış fakat kimseyi acıtmamıştı. O iyi bir insan ve iyi bir anneydi. Gözleri mezarda beyazların üzerini örten karaları izliyordu. Üzerine atılan toprağın nefesini kesip kesmediğini düşünüyordu. Bir inkarın neticesi olan bu düşünde o an için aptalca değildi. Taki mantığı düşüncesinin yularını eline alana kadar. Bir ara başını kaldırıp etrafına baktığında birkaç tanıdık yüz gördü. Hemen sağ tarafında ise o adamlar ve korudukları adam vardı. Yani babası. Göz göze geldiklerinde hissettiği soğukluk buz kesiği gibiydi. Bir anlam veremediği bu bakışmayı gözlerini ondan alarak son verdi. Tanımadığı bir yabancı ile yeni bir hayata başlayacaktı ve bu çok tuhaftı.
|
0% |