@fatmadogu
|
17. Bölüm: Kurtlar bir kurdu avlıyor Uyuşturucu ile meşhur bir ilçe. Bu işin tiranı bir aile. Ve işin başında bulunan Bozan kardeşler. Kerem işin aklı Sinan ise silahıydı. İş söz konusu olduğunda Kerem hallediyor herhangi bir pürüz çıktığında ise pürüzü gideren Sinan oluyordu. Son zamanlarda işler yolunda gitmiyordu. Çünkü Aslan adındaki polis yüzünden baskın üzerine baskın yiyorlardı. Ne para ne de tehdit onu sebep olduğu baskınlardan vazgeçirmemişti. Geriye tek bir seçenek kalmıştı; Ölüm! Fakat bugün için ondan daha önemli bir meseleleri vardı. Nihayet işin büyüğü Şefik Bey tarafından fark edilip görüşmeye çağrılmışlardı. Kerem gömleğinin düğmelerini iliklerken kapı çaldı. Sinan içeriye girerek: “ Ooo daha hazırlanmadın mı?” “Hazırlanıyorum işte. Sık boğaz etme!” “Adam bekletilmeyi sevmiyormuş o yüzden diyorum. Elini çabuk tut da geç kalmayalım.” “Tamam.” Asuman ağaçlı yolda iri bir ağacın dibine oturmuş Özge’yi bekliyordu. Başını geriye doğru yaslayıp gözlerini kapadı. Tam olarak itiraf edemese de yürüdüğü yolda kısmi bir kayboluş yaşıyor ve tamamıyla kaybolmaktan çok korkuyordu. İşin sonunda düze çıkmak istiyordu. Her ne olursa olsun Allah tarafından bağışlanmak istiyordu. Çünkü henüz bir masuma zarar vermemişti. Sonuçta gidenler ve gidecek olanlar bu dünyadan gitmesi gereken kişilerdi. Ama yine de içi rahat değildi. İçinden af diliyordu. İnsanoğlu böyleydi işte. Haklı olduğunu düşündüğü şeyi dilerken sesi yüksek haksız olduğunu düşündüğü şeyde ise sesi alçak çıkıyordu. Ölü yapraklara baktı. Ölüleri bile güzel görünüyor seviliyordu. İnsan ölüsü Öyle miydi? İnsan ölüsünden daima uzaklaşılıyordu. Kaldıkça güzelleşmiyor o yüzden derin bir çukura gömülüyordu. Yani modern oğlu görmek istemiyordu ölüsünü. Haklı mıydı? Orası meçhul. Onun da ölüleri vardı. Canlarını kendi eliyle aldığı ve tiksintiyle baktığı ölüler. O da kaçıyordu onlardan her insan gibi. Sadece onlardan değil ölüleri arttıkça fani olanlardan da uzaklaşıyordu. Buna bir anlam veremiyordu. Nice soru işaretlerinden biri daha diye düşünüyor ve bunu da zihninde çözülmeyen diğer soru işaretlerinin yanına bırakıyordu. Gözlerini açıp sırtını dayadığı ağaca dokundu. Kim bilir nelere tanık olmuştu. Yaklaşan ayak sesleri ile başını sağ tarafa çevirdi. Özge'ydi. Onu yüzünde beliren tebessümle selamladı. Özge tebessümle selamını aldı ve geçip karşısına oturarak: “Burada böyle oturmuş kimi düşünüyorsun?” Kendisine sorulan sorunun arkasındaki imayı anlamıştı. “Onu düşünemediğim kesin.” “Neden?” “Bu şekilde onu düşünmek çok zor.” “Hangi şekilde?” “ Ayaklarım toz toprak. Onu kirletmekten korkuyorum.” “Anlıyorum.” “ Sonra aklıma sen geliyorsun. Seni diyorum, seni de kirletiyor olabilir miyim?” Özge bakışlarındaki samimiyeti Asuman’ın bakışlarına doldurarak: “ Beni diyorum, benden başkası kirletemez. Kendi iradem var. Böyle şeyler düşünmeyi bırak! Ayrıca biz çocuk muyuz Asuman?” “Değil miyiz?” Dedi muzip bir ifadeyle. “ Yeryüzünde bize çocuk diyecek bir hakimin var olduğunu sanmıyorum.” Tebessümleştiler. Özge devam etti. “Ayrıca toprakta hayattır Asuman! Yeryüzünde onsuz bir hayat mümkün değil. Üstelik bağrına ne düşerse düşsün kirletmekten ziyade temizleyendir. Ayaklarına bulaşsa ne olacak? Yani demem o ki önemli olan bakış açın. Belki de sen onun toprağına ait değilsin ve bütün mesele budur. Ayaklarına bulaşan toz toprak değil. Çünkü insan sadece kendi toprağını bulduğunda çiçek açar. Aksi halde çoraklaşır ve diri kalmak için bin bir çaba göstermek zorunda kalır. Üstelik bu sonu meçhul bir çabadır.” Özge'nin söylediği şeyler, benliğinde büyüklüğünü çok sonra anlayacağı bir depreme sebep olmuştu. Fakat o an için sessizliğini korudu. İçten içe farkında olduğu şeylerle yüzleşmek istemiyor onlardan kaçabildiği kadar kaçıyordu. Özge konuşmayı sürdürmeyi istemediğini fark etmiş olacak devam etmedi. Asuman geçen sessiz saniyelerde başka düşüncelere daldı. Merakla ona dönerek: “Sence kötülük nedir?” dedi. Özge birkaç saniye düşündü. Sonra aydınlık bir çehre ile: “İnsana iyi gelmeyen her şey.” “Sence?” “Bilmiyorum.” “Bu da bir cevap.” “Değil mi?” “Evet.” “ Dünyaya bakıyorum da hep kötülerin. Hep onlar başta. hep onlar kazanan. Kendinden başkasını düşünmeyen benciller, Gerek gördüğünde karısını bile satacak kapitalistler, Sapıkça fantazileri olan azmış kudurmuş zenginler, ve tebasını demokratik bir şekilde sömüren fos siyasetçiler, Hepsinin temel özelliği kötü olmaları. Tüm bu kötü insanların fiillerinin gölgesinde acı içinde inleyen insanlar ise iyiler, Yersiz yurtsuz, sömürülen, savrulan acı ve yoksulluk içinde kıvranan iyi insanlar! Başta kötüler var. Bu ayan beyan ortada. Güç onlarda. yani mevcut düzende kötüler iyilerden daha mı güçlü, bu yüzden mi baştalar? diye düşünmeden edemiyorum.” özge: “Sorduğun soruya bir cevabın var mı?” “ Yani düşününce bence kötüler fiziksel olarak iyilerse manevi olarak güçlü. Bu yüzden kötüler güç kullanarak iyileri yönetebiliyor. İyiler ise onlara yenik düşüyor ve itaat ediyorlar.” “ Mantıklı.” “Sence peki?” “ Kötüler yıkıcılıkta iyiler ise yapıcılıkta güçlü gibi duruyor. Ama yıkmaktan bir yapmak ve yapmaktan ise bir yıkmak inşa edilebilir. Bu durum birini diğerinden daha güçlü kılmayı ekarte ediyor. Sanırım hem fiziksel hem manevi olarak iki tarafta güçlü. Önemli olan gücü doğru ve akıllıca kullanabilmek. Başta olmayı belirleyen şey bu. Belki de insanların çoğu ama bilinçli ama bilinçsiz olarak kötülerin tarafında yer aldığından kötüler daha güçlüdür.” Asuman başını salladı. “ Peki sence biz, iyi miyiz yoksa kötü mü?” Özge tebessüm ederek: “ İkisi de değiliz.” dedi. Asuman kesik bir gülüşle başını öne eğdi. Bu beklediğinden daha iyi bir cevaptı. Başlangıçta insanlar sadece karınlarını doyurmak için avlanıyordu. Bu gerçek bir avlanmaydı. Tuzaklar, avcılar, hayvanlar, ölüm, zevk ve kan! Sonra durum değişti. Çünkü insanlar karınlarını başka şekillerde doyurmayı öğrendi. Ve böylelikle de gerçek bir ava ihtiyaçları kalmadı. Fakat avcılık devam etti. Birçok alanda farklı türlerde, farklı şekillerde, farklı nitelik ve kaidelere dayanarak varlığını sürdürdü. Herkes bir şekilde avlanıyor ve bir ceylanı yakalayarak ormandaki tüm diğer varlıklara üstünlüğünü ilan ediyor. Onlar da öyleydi. Düzene uymuş ve avlanmak için pusuya yatmışlardı. Fakat bu av tüm diğer avlardan farklıydı. Avladıkları bir ceylan değildi. Adil bir avdı bu! Çünkü kurtlar bir kurdu avlıyordu. Harabeye vardıklarında Asuman cebindeki telefonu çıkarıp Taylan'a bir mesaj attı. “Elimde Piyangodan mal var. Hemen harabeye gel. ts.” Mesajı attıktan sonra gizlenebilecekleri bir yere geçtiler. Özge: “ Sence yemi yutacak mı?” “ Bence yutacak. Sürekli yaptıkları şey ve kullandıkları dil. Üstelik aralarındaki şifre de tamam. Her şey olması gerektiği gibi. Yapabileceğimiz tek bir şey var o da pusuya yatıp beklemek. Tuzağa düşerse ne ala düşmezse muallak ve sıradaki atak.” “ Haklısın.” Taylan Ağaçlı yolda aklını kurcalayan rahatsız edici düşünce ile ağır ağır yürüyüp harabeye doğru ilerliyordu. Canı sıkkındı. Evde varlığı da yokluğu da bir olan bir adam kaza geçirmiş ve hastanede can çekişiyordu. Canını sıkan şey babasının kaza geçirmesi değil eğer ölürse ona kalacak olan sorumluluktu. Ne aşağılık bir adamdı. Kimseye sormadan bir aile kurmuştu ve ona bırakacaktı. Düşünceleri elinde hissettiği ıslaklıkla bölündü. Başını hafif öne doğru eğip eline baktı. Kuş pisliğiydi. Öfke ile soluyarak yanı başında duran ağaçtan kopardığı yaprakla elindeki pisliği sildi. “ Beyinsizler elimde olsa hepinizi gebertirim. Uçup durmaktan ve insanların üzerine sıçmaktan başka ne işe yarıyorsunuz ki? Ha tabii bir de gökyüzünü işgal etmek var tabi. Şu işi bir halledeyim en kısa zamanda bir tüfekle ziyaretinize geleceğim.” Yürümeye devam etti. Şimdi para kazanma zamanıydı. Çünkü tüfek almak için de para gerekliydi. Asuman yerde bulduğu şeyi tırtıklayıp yiyen kediye baktı. İnsan da acıkan bir varlıktı. Fakat sadece yemeğe değil. İnsan bazen de intikama acıkıyordu. O da o insanlardan biriydi. Fakat aldığı her intikamda var olması gerekirken yitiyordu. Bu da ona bir yerde bir yanlış yaptığını gösteriyordu. Ne kadar düşünürse düşünsün o yanlışın ne olduğunu bulamıyordu. Şu an için odaklanması gereken şeylerin bunlar olmadığını da gayet iyi biliyordu. Çünkü bunu yapmak ona güç kaybettirmekten başka bir işe yaramazdı. Böyle şeyleri düşünmek demek amacından uzaklaşması demekti. Bu tuzağa düşmeyecekti. Bir ayağın altında parçalara dalın sesi ikisinin de dikkatini çekti. Birinin varlığını bildiren küçük bir odun parçası aslında ne kadar da değerli bir haberciydi. Duydukları sesle ikiye ayrıldılar. Biri harabenin sağına diğeri ise soluna doğru ilerledi. Asuman sağ taraftan ilerlemiş harabenin önünde duran Taylan'ın önünü kesmişti. “ lan lan lan Taylan. Hoş geldin beyaz ölümün siyah elçisi!” “ Sen! Senin burada ne işin var?” “Biraz sabır. Öğreneceksin.” alaycı bakışlarla ona bakarak: “ Sence ölüm hangi renge benziyor?” “Ne saçmalıyorsun sen yine?” Onu umursamayarak: “Bence su rengindedir. Onun gibi şeffaftır. Konulduğu kabın şeklini ve rengini alır. Kab insandır su ise ölüm. Eğer kab iyi ise ölüm asildir. Kab kötüyse ölüm vahimdir. Ve bence sen kötü bir kabsın!” “Seni ve saçmalıklarını daha fazla dinlemeyeceğim.” Dedi. Amacı oradan uzaklaşmaktı fakat boynunda hissettiği acı ile bu emeline ulaşamadı. “Bence saçmalık değil. Seni ölüme hazırlıyor ve ölümü anlamlandırmaya çalışıyorum. Mantıksız olan şey zamanlama belki.” Taylan’ın gördüğü son yüz Asuman’ın yüzüydü. Bilincini kaybederek yere düştü. Özge, Asuman’ bakarak: “Socratesliğin alemi yok. Çünkü Socrates ölür, öldürmez! Şimdi felsefeyi bırak da şunu içeriye taşıyalım.” “Haklısın.” Taylan’ın hareketsiz bedenini içeriye taşıdılar. Yatağın üzerine bıraktıktan sonra onu yatağa sıkıca bağladılar. Uyandığında bağlandığını fark edip telaşla etrafına baktı ve baş ucunda ikisinin anlamsız bakışlarla ona baktığını gördü. Özge: “Onu sen tut senin kolların daha kuvvetli. Gerisini ben hallederim.” “Tamam.” Asuman yatağın üstüne çıkıp kafasını sıkıca tuttu. “Durun! Ne yapıyorsunuz?” Onu duymuyor gibiydiler. İkisi de yaptığı şeye odaklanmıştı. Özge burnunu kapatıp elindeki hapları ağzına boşalttı. Hepsini yuttuğundan emin olduktan sonra çenesini sıkıca kavrayıp: “Senin gibi bir keşin aşırı dozdan ölmesi ne kadar da olağan bir durum öyle değil mi?” “Hayır, yapmayın lütfen, beni öldürmeyin, ne olur, yalvarırım!” “Boşa çekilen kürek sırta yük olurmuş.” “Allah aşkına beni öldürmeyin!” “Yerinde olsam Allah aşkını bu işe karıştırmazdım.” Kendinden geçişini beklediler. Emin olduktan sonra onu çözüp aşağı indirdiler. Hapların olduğu poşeti eline tutuşturup oradan ayrıldılar. Oradan uzaklaşıp tenha bir yere geçtiler. Eldivenlerini, kullandıkları diğer şeyleri ve telefonu yaktıkları ateşin içine attılar. Asuman eline aldığı bir çubukla ateşi iyice karıştırdıktan sonra: “Bize gidelim. Bahçede oturup çay içeriz.” “Çay mı?” “Evet, çay önemli biliyorsun.” Özge tebessümle: “Bisküvi de var mı?” Aynı tebessümle: “Var tabi ki.” dedi En güzel nefes, nefessiz kaldıktan sonra aldığınız ilk nefestir. Bunu yaşadığınızda bir daha nefessiz kalmak istemezsiniz. Bazı insanlar sadece kendisinin değil kendisi dışındaki insanların da nefessiz kalmasını istemez. Bencilliğin sınırları aştığı bu çağda böyle bir insan ile karşılaştığınızda önce şaşırırsınız. Sonra sorgularsınız. Bir takım sorular sorarsınız. Bu soruların cevaplarını aldığınızda sükuta erer ve böyle insanların varlığına yeniden inanmaya başlarsınız. Duygu’nun Asuman ile tanıştıktan sonra yaşadığı süreç buydu. Nihayet onun sayesinde rahat bir nefes almanın nasıl bir şey olduğunu hatırlamıştı. Ve bir daha nefessiz kalmak istemiyordu. Bunun için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Önünde beliren karanlık içinde büyük bir öfkenin parlamasına neden olmuştu. “Beni gördüğüne sevindin öyle değil mi?” “Ne demezsin.” “Neden burada olduğumu açıklamama gerek yok diye düşünüyorum.” “Neyden bahsettiğin hakkında en ufak bir fikrim yok.” Yaklaşıp suratına sert bir yumruk attı. Bu acıyı hatırlıyordu. Elini yanağına götürüp doğruldu. Bundan sonra ne olacağını gayet iyi biliyordu. Birden hareketlendi ve koşmaya başladı. Önder, de koşarak üzerine atladı ve onu yere düşürdü. İkiside toprağa bulanmış bir şekilde yuvarlandıkları yerden ayağa kalktılar. Duygu öfke ile ona baktı. “Bir daha asla tuzağına düşmeyeceğim. Ölmeyi tercih ederim.” “Senden sadece bir şey isteyeceğim. Yapabileceğin bir şey. Yap ve kurtul!” “Ne istiyorsun?” “Bana, size kimin yardım ettiğini söyle.” “Her şeyin başında ben varım. Diğerleri de yardım etti.” “Buna inanmamı beklemiyorsun değil mi?” “Nedenmiş?” “Eğer o kadar yetenekli olsaydın bu zamana kadar çoktan harekete geçerdin.” Başını öne eğerek tebessüm etti. Sonra ona bakarak: “Si**** git Önder!” “Öyle mi?” “Evet, öyle.” Önder saçlarından tutup başını aşağıya doğru çekerek: “Söyle diyorum. Or****!” Ona vurmaya başladı. Aldığı darbelerin etkisi ile yere düştü. El yordamı ile yaprakların arasına düşen telefonunu buldu. Açtı ve Asumanı aradı. Asuman ve Özge bahçede oturmuş sohbet ediyorlardı. Çalan telefona baktı. Duygu’ydu. Özge’ye gösterip açtı. “Efendim.” Karşı taraftan tuhaf sesler geliyordu. Dikkatle dinlemeye başladı. Özge’nin meraklı bakışları karşısında telefonu hoparlore verdi. Birlikte dinlediler. “Söyle dedim. Size yardım eden kişi kim, Asuman mı?” “Av da bir gün avcı olur. Or****Ç*****!” Önder deli deli gülmeye başladı. “Doğru ama yine de inanasım gelmiyor.” İkisi de tedirgin bir şekilde onları dinliyordu. “Sen bir kızı keşlerin söğüt ağacında sıkıştırıp dövecek kadar aşağılık bir insansın!” Birbirlerine baktılar. Evden ayrılıp dediği yere doğru hızla koştular. Vardıklarında ikiye ayrıldılar. Önder yerde yara bere içinde kalan Duygu’ya bakarak: “Söyleyene kadar benden kurtulamazsın. Ölsen bile umrumda değil. Seni buraya gömer giderim. Kimse de bulamaz.” Cümlesini bitirdikten sonra başına aldığı darbe ile bilincini kaybedip yere düştü. Asuman telaşla Duygu’nun yanına gitti. Onu tutup yerden kalkmasına yardım etti “Yürüyebilecek misin?” “Evet.” “Üzgünüm. Daha hızlı gelmeliydim.” “Elinden geleni yaptığına eminim. Burdasın ve beni kurtardın. Asuman!” “Efendim.” “Ben ona hiçbir şey söylemedim.” “Biliyorum. Hadi gidelim burdan.” Yürümeye başladılar. Duydukları ses üzerine durdular. Asuman cebindeki anahtarı çıkarıp duyguya uzattı. “Bize git. Annemler evde yok!” Sonra birden sesin geldiği tarafa doğru koşmaya başladı. Biri onları izliyordu. Fakat kim olduğunu görememişti. Var gücüyle koşuyor ve onu yakalamaya çalışıyordu. Biri bilmemesi gereken bir şey öğrenmişti ve bu onlar için iyi değildi.
|
0% |