@fatmadogu
|
18. Bölüm: Ölüme beş kala bu dörtteki uğursuzluklar! Asuman var gücüyle koşuyor onları izleyen kişiye ulaşmaya çalışıyordu. Önündeki kişinin bu kadar iyi koşabilmesine hayret etti. İyi koşuyor ve Asuman’ı haddinden fazla zorluyordu. Onu yakalayamayacağını anlamıştı fakat pes edemezdi. Bu yüzden koşmaya devam etti. Bu umutsuz takip Asuman'ın bir taşa takılıp yere düşmesiyle bölündü. Yerden hızla kalkıp doğrulduğunda durdu ve önüne baktı. Rahatlamıştı. Çünkü karşı tarafta Özge vardı. Koşan kişinin önünü kesmeyi başarmıştı. Özge yüzündeki alaycı ifade ile başını hafifçe yukarı doğru kaldırdı. Bakışlarındaki parlaklık ile önündekine bakarak: “Demek av, avlandığını öğrendi! Asuman onların gerisinde Özge'nin vakıf olduğu gerçeğin merakı içindeydi. Köşeye sıkışan av, yönünü yavaşça Asuman’a doğru döndü. Sonunda merak son, Rönesans vuku bulmuştu. Yüzünde aptalca bir ifade ile Arda'yı süzdü. “ Demek sensin.” derin bir nefes alarak devam etti. “Demek sensin küçük fare. Desene seni yakalamak için peynire ihtiyacımız kalmadı.” Özge tebessümle ona bakarak: “Peynirci memnun, müşteri memnun. Fare kimin umurunda.”Onlar karşılıklı eğlenirken Arda ise tuhaf bakışlarla onları izliyordu. ‘Hayat biz plan yaparken başımıza gelen şeydir’ dedikleri, kısmen doğru. Henüz sırası gelmeyen bir kurt avlandığını öğrenmişti. Bu nedenle yapılabilecek tek bir şey vardı; O da avı öne almak! Arda'nın tuhaf bakışlarını fark ettiklerinde yüzlerindeki ifade jilet kesiği gibi ortadan kayboldu. Arda ise ikisine de bakarak gülmeye başladı. Onun bu halini soğukkanlılıkla izliyor hiçbir tepki göstermiyorlardı. “ Demek işimize taş koyan sizsiniz. Buldum sizi!” Büyükler tarafından derdest edilmiş başına gelecek felaketten habersiz, öğrendiği basit gerçeğin tadını çıkaran bir çocuğa benziyordu. Ona yaklaşmaya başladıklarında Asuman merakla: “Düzenli koşuyor musun?” diye sordu. Arda gülmeyi bırakıp soruyu aptalca bulsa da yanıtladı. “Hayır.” “Bu kadar iyi koşman yetenek mi yani?” Arda dişlerinin arasından sivrilterek çıkardığı kelimelerle cevap verdi. “Neyse ne!” Etrafını çaktırmadan süzmeye çalışıp birden koşmaya başladığında Asuman’ın attığı çelme ile yere düştü. Yine onun tarafından karnına aldığı darbe ile kıvranmaya başladı. “ Çırpın bakalım, tıpkı o kızlar gibi çırpın! Ve tıpkı o kızlar gibi kurtulamamanın acısını yaşa!” Bire karşı ikiydi. Ve ikisi de çok iyi dövüşüyordu. Ne kadar uğraşsa da ellerinden kurtulamadı. Tüm çabalarının neticesi savrulmaktı. Şakağından akan kan, vücudunda hissettiği ağrı ile kararan gözlerine teslim oldu. Kendine geldiğinde gözlerini kapattığı yerden başka bir yerde açtığını fark etmesi uzun sürmedi. Vücudunun acısı ile ancak dizlerinin üzerine yükselebildi. Özge üzerine oturduğu kaya parçasından öne doğru eğilip kollarını bacaklarının üzerine dayadı. Asuman ise ayaktaydı. Yanına yaklaşıp perçeminden tutarak başını yukarı doğru kaldırdı. “ Arda sen nasıl bir insansın ya? İçkin yok, kumarın yok, kız ayağın yok, zevkin yok, sevenin yok, sevdiğin yok. Şaşkınlık içindeyim. Parayı seviyorsun diyecem. Hiç düşünmeden harcıyor fazla da aramıyorsun.”Elindeki perçemi bırakarak: “Zaafları olmayan insanlar diğer insanlar için kör bir tehlike arz ederler. Ve insanlar böylesine tehlikelerden hiç hoşlanmazlar. Önder seni o grupta nasıl barındırmış hayret ediyorum. “Sence?” diye sordu. Ona alay eder gibi bakıyor ve sorduğu soruya herhangi bir cevap beklemiyordu. Suratı bunu ayan beyan anlatıyordu. Asuman bu yüzden sorusunu cevapsız bıraktı. “Söylesene zaafların kendini bildin bileli yok mu?” diye başka bir soru sordu. “Asıl sen söylesene. Zaafları olmayan birini nasıl avlamayı düşünüyordun?” Asuman tebessüm ederek: “Tabiki ilkel bir avla.” Arda yorgun bir tebessümle ona baktı. “Av, avdır. her türlü yakalanır diyorsun.” “Aynen öyle.” Ardanın gözleri Özge’ye kaydığında duraksadı. Gördüğü şey ürpermesine neden olmuştu. O an içinde bulunduğu durumun bir şaka olmadığını ve sadece kolu veya bacağı kırılarak bu işten sıyrılamayacağını anlamıştı. Korkmaya başladı. Gözleri sulanmış bir halde ona bakarken Asuman’ın araya girmesiyle yüzünü ona çevirdi. “Biliyor musun? Sanki iyi bir insan olacakmışsında da top direkten dönmüş gibi. Söylesene kötülüğü senin için cazip kılan şey ne?” Biri bir cellat gibi sessizliğine bürünmüş gözlerinde ölümün soğukluğu ile ona bakarken diğeri merak ettiği yesiz ve aptalca soruların cevabını almaya çalışıyordu. Zor bela açık tuttuğu bakışlarını ona dikti. O andan itibaren her şey anlamsızlaşmıştı. “İyilik ve kötülük diye bir şey yok! Kendini sağlama almak isteyen lavukların zırvalıkları bunlar!” Ona cevap verse de kendinde değildi. Zihni sürekli yanıbaşındaki cellada takılıydı. İçten içe sona geldiğinin farkında olsa da kurtuluş için bir kırıntı arıyordu. “Diyorsun.” “Evet, diyorum iyi insan!” Asuman düşünceli gözlerle ona bakarak: “Bu grupta bir nihilist olduğunu bilmek şaşırttı.” Pervasızca sırıtarak: “Sende diğerleri gibi her şeyi isimlendirme hastalığının bir ürünüsün işte! ”Sonunda cesaretini toplayarak: “Bana ne yapacaksınız?” diye sordu. Asuman heyecan ile irileşen gözlerini gözlerine dayadı ve tetiği çekti. “Öldüreceğiz!” Çaresiz aptalca bir sırıtışla: “Yo, hayır, yapamazsınız!” “Neden?” “Siz katil değilsiniz.” Yanı başındaki ölüm gibi soğuk kadın cevap verdi. “Her insan öldüren katil midir?” Arda hiçbir cevap vermedi. Özge bunun üzerine devam ederek: “Bir aracı gibi düşün. Sen ve cehennemin arasında bulunan köprüyü kadıracak aracılar gibi.” Yüzünü soğuğa döndü. “O okulda her şeyi beklediğim üç kişiden birisin sen. Millete iyi ve uyumlu bir insanmışsın gibi rol yapıyorsun. Ama ben senin içini görüyorum. Sen gerçekte bir canavarsın!” Özge buz kesen suratını ondan alıp etrafa bakındı.Yüzünde beliren rahatsız ifade bir iki saniye kıvranmasına neden oldu. Sonra sağ ayağını kaldırıp Arda’nın karın bölgesine sert bir tekme attı. Kıvranma sırası yerdekindeydi. Devri daimdi her şeyin. Arda zorlansa da dizlerinin üzerine tekrar doğruldu ve orda kaldı. Dahasına gücü yoktu. Vücudunda onu yerde sürüyerek taşımaları ile oluşan yaraların acısını işte o an fark etti. Fena dayak yemişti. Bir harabeye dönmüştü. Vücudunun muhtelif yerleri acı içinde zonkluyordu. Kaburgasına aldığı darbenin etkisiyle nefes almakta zorlanıyordu. Ölmek istemiyordu. Yeniden evine dönmek ve sıcak yatağında uyumak istiyordu. Yine yemek yemek ve pencere kenarında Sherlock Holmes okumak istiyordu. Başını yavaşça kaldırıp onlara baktı. Yorgun bir tonda konuşmaya başladı. “Beni bağışlayın. Bende, benden ne isterseniz yapayım. Önder’i istiyorsunuz değil mi? istediğiniz şekilde almanızı sağlayayım.” Asuman: Arkadaşına ihanet mi edeceksin? Arda: Neden etmeyeyim. Asuman: Arkadaşına ihanet eden bize de ihanet eder. Arda çaresiz bir şekilde başını iki yana sallayarak tebessüm etti. Asuman ise geçip bir kaya parçasının dibine oturdu. Sırtını ona dayadı. Yüzündeki ciddiyetle: “Pişman değilsin, sadece göt*** kurtarmanın derdindesin. İşte bu güzel!” Yanına gidip cılız direnişini delerek cebindeki telefonu aldı. Zihnine girip öğrendiği şifreyi girerek telefon kilidini açtı. Tekrar kayanın dibine yerleşerek keyifli bir ifade ile ona bakarak: “Ben gidiyorum Bir süre buralarda olmayacağım Beni aramayın Belki dönerim belki de hiç dönmem. Nokta. Ha! sen noktalama işareti kullanmıyorsun. Onu silelim. Tamamdır. Bir ay sonra dönersin düşüncesiyle seni aramayacaklar. Ne de olsa bu durumu üç kez yaşadılar. İşin ciddiyetinin farkına vardıklarında ise her şey bitmiş sense yeryüzünden yitmiş olacaksın.” Arda’nın öfke dolu bakışlarını umursamadan Özge’ye baktı. Özge bir işaret kabul ettiği bu bakışın ardından ayaklandı. Üstündeki gömleği çıkarıp iki yanından ellerine doladı iyice kavrayarak Arda'nın arkasına geçti. Eğilip gömleği boynuna dolayarak sıkmaya başladı. Asuman gözlerini kırpmadan onları izliyordu. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar görüyordu. Çırpınışını büyüyen gözlerini, kızaran yüzünü, Hırıltılı sesini. Birkaç saniye sonra tüm bunlar arka fona geçen rahatsız edici vızıltılara dönüştü. Kısmende olsa oradan ayrılmış gözüküyordu. Ayağının altında kırılan dalın sesi ile bedeni uyuşmaya başladı. Bu uyuşukluk ruhuna da sirayet ediyordu. Yere düşen başını yavaşça yukarı kaldırmaya başladığında bir şiir mırıldanıyordu. “ Ölüme beş kala bu dörtteki uğursuzluklar Rahat bıraksalar yürekten bir öleceğiz Sus, sus Susuz bir pınar Gülünç bir acı böyle namussuz bir damar Dolaşır vücudumuzda siyah bir kan” Dediği yerde özge işini bitirmişti. Göz göze geldiler. Alnından dökülen terleri, kızarmış donuk gözlerini fark etti. İki sonbahar birbirine bakıyordu. Rüzgar esiyor, ölü yaprakları sürüklüyordu. Belki ruhlarda bu sürüklenişe dahildi. Arda’nın ruhu da öyle. Özge ellerini gevşetip doğruldu. Sanki ayaklarının dibinde ölü bir beden yokmuş gibi etrafını izlemeye başladı. Uzaklardan gelecek bir haberi bekler gibi yokladı etrafı. Asuman kalkıp Arda’nın yanına gitti. Nabzını, nefesini yokladı. Yoklardı. Her şeyi ayarlayıp onu belirledikleri yere sessiz sedasız gömdüler. İşleri bitince oradan uzaklaşıp ağaçlı yola girip eve doğru yürüdüler. “Telefonu hallettin mi?” “Evet.” dedi “Eve geçince senin gömleğe de bir el atalım.” “Olur.”
Önder tek başına uyandığı yerden kanlar içinde uzaklaşmış yürümeye başlamıştı. Onu bu hale getiren kişiyi bulmalıydı. Telefonunu açtı ve kendisine gelen mesajı okudu. “İşimizi elimizden alan kişi Asuman” “Si**** biliyordum!” dedi. Arda, Bilge’nin onlar için hazırladığı gizli bir ağdan ona mesaj atmıştı. Bu yüzden Asuman mesajı fark etmemişti. Böyle bir durumun varlığı aklına gelmediğinden zihnine girmemiş ve bu bunu öğrenememişti.
Herkesin geçip gittiği, giderken bir iz bıraktığı yoldan onlar izsiz yürümek istiyorlardı. Her şey bittiğinde sadece yürüdükleri bir yol olsun istiyorlardı. Asuman iç düşüncelerine ses vererek: “Nedense çoğu şeyin kader olduğunu düşünüyorum. İrademiz çok cüzi.” “Nasıl yani?” “Yanisi şu; İnsanın dünyaya geldiği aile, Hangi ırktan olduğu ve doğduğu coğrafya kader. Zaten geriye kalan her şey bunlara bağlı olarak şekilleniyor. Bunlar kaderin değiştirlimez kısmı külli iradeninde yüzde yetmiş beşini oluşturuyor. Bize kalan yirmi beşlik bir cüzi irade var. Yani irademiz ve karar alanlarımız oldukça sınırlı.” “Ama verimsiz bir toprakta var olan bir insan verdiği bir karar neticesinde hayatını değiştirip milyonları etkileyebiliyor öyle değil mi?” “Bu milyonda yada milyarda bir gerçekleşen bir durum. Ki bilemeyiz belki de onun gibi yapan bir çok insan vardır ve bu başarı sadece ona nasip olmuştur.” “Diyelim ki öyle. Neden onca insan arasından ona nasip olmuş olsun?” “Kim bilir belki de sınanıyordur.” Özge konuyu uzatmadı. Aklında beliren bir iki soruyu da sormaktan vazgeçti. Tebessümle başını salladı. Etrafına baktı. şiir gibi bir manzara diye düşündü. Ağaçlar muhteşemdi. Toprak tüm ihtişamıyla her yeri sarıp sarmalıyor yerin altını boyasıyla güzelleştiriyordu. İnsanların tüm hızına karşı onlar yavaşlıyordu. Çünkü ne ölmek ne de öldürmek için aceleleri yoktu. Asuman, Özge’nin etrafının hayranlıkla süzdüğünü fark edince: “Sana hiç sonbahara benzediğini söylediler mi?” diye sordu. Yüzündeki hayranlık yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Ve bu şaşkınlık uzun sürmedi. Sukut dolan çehresiyle: “Evet, daha önce birinden daha duydum bunu. Ve eğer sende böyle düşünüyorsan o mübalağa yapamadı demek.” “Kimden?” “Eymen’den” “Ya!” Bu manalı ünlem Özge’nin keskin bakışlarıyla yeryüzünde yankılanmadan sona erdi. Yürümeye devam ettiler. Özge varlığına inen belirsiz bir duygunun hükümranlığına teslim olmuştu. Bu yüzden ilk kez kendisiyle ilgili bir şeyler anlatmaya başladı. “Bazen aynaya baktığımda yüzümü tanıyamıyorum. Kısa süreli bir hafıza kaybı gibi. Farkındalığımın ağına takıldığı için ilerleyemiyor. Kendime geldiğimde bu duruma şaşırıyorum. Başım dönüyor. Aynada nasıl ben varken yok olur, ben nasıl bir yabancıya dönüşür. İnsan ilginç bir varlık.” “ Evet öyle. Bu durum seni korkutuyor mu?” “Hayır, aslına bakarsan bazen o yabancıda kalma fikri aklımı çeliyor. Ama olmaz. Şimdi değil diyorum. Elimden geliyorsa bu durumu kontrol etmeliyim.” KIsa süren bir sessizliğin ardından Asuman önüne bakarak: “Ne kaybolmanı ne de seni kaybetmek istemiyorum.” Özge buruk bir tebessümle: “Böyle şeyler konuşmayalım. Daha yapacaklarımız var. Dikkatimiz dağılmasın.” “Peki, dediğin gibi olsun. Gani ile nasıl gidiyor?” “İyi, ondan hoşlandığımı düşünüyor. Her şey planladığımız gibi.” “Güzel.”
İki hafta sonra… Saatine baktı. Öğleden sonra ikiyi gösteriyordu. Mutfağa geçti. Demlediği çayı bir termosa boşalttı. İki bardakla beraber sırt çantasına koydu. Özge her şeyin hazır olduğundan emin olunca evden çıktı. Gani ile buluşacağı tenha yere doğru yürüdü. Buluşup bağa gideceklerdi. Gani'nin en sevdiği mekana! Şanslıydı. Kaç insan son anlarını en sevdiği mekanda geçirebiliyordu ki! Yaklaşan arabanın plakasından gelenin o olduğunu anladı. Etrafını kolaçan etti. Kimse yoktu. Bu iyiye işaretti. Araba önünde durdu. Gani, arabadan inerek binmesi için arka kapıyı açtı. “Umarım arka tarafa binmende bir mahsur yoktur.” “Bir sakıncası yok.” Deyip bindi. Gani dikiz aynasından ona bakarak: “Hoş geldin.” “Hoş bulduk.” “Tedirginsin.” “Biri görecek diye endişeleniyorum.” mahcup bir ifadeyle: “Anlıyorum. Haklısın. Özge, gerektiğinde soğukkanlılığını koruyabilen biriydi. Keza genel olarak duygularını da iyi kontrol ediyordu. İnsanları manipüle etmek de iyiydi. Bu sayede Gani’yi ondan hoşlandığına ikna edebilmişti. Gani’nin bu kadar çabuk ikna olması Özge’ye olan hislerinin payı da küçümsenemezdi. Gani’nin ona karşı kendince derin hisleri vardı. Ona göre Özge, yetişkin kadınlardan daha olgun, daha akıllı ve daha çekiciydi. Normalde kadınlara kaba saba davranan adam ona karşı oldukça düşünceli ve kibardı. Demek ki bir erkek lağımda olsa bir şeyler hissettiği bir kadına karşı nazik davranıyordu. Ona kendini beğendirmeye çalışıyordu. Gani de öyle yapıyordu. Özge’nin gözüne girmek için ince eleyip sık dokuyordu. Ve oda buna izin veriyordu. Hayatına onca kadın giren bir adam nasıl olur da bu kız karşısında böyle bir hale düşübilirdi? Özge bu durumu anlamlandıramasada srgulamıyordu. Arabada süren sessizlik, kalabalık bir yere girmeden son buldu. “Senden bir şey rica edebilir miyim?” “Tabiki.” “Şu örtüyü üzerine örtüp eğilebilir misin?” Özge örtüye bakarken konuşmasına devam etti. “Birinin seni görmesini ve hakkında rahatsız edici söylemlerde bulunmasını istemiyorum.” Dikiz aynasından izlendiğinin farkındaydı. Duyduğu şeylerin hoşuna gittiğini belli eden bir tebessümle örtüyü eline alıp dediğini yaptı. Heyecanlıydı ve bunu tüm çıplaklığıyla yansıtıyordu. Asıl sebebi başka olsa da heyecanının sebebi bu buluşmaymış gibi yansıtıyordu. Derya’nın intikamını alacaktı. Buu yapabildiği en temiz şekilde yapacaktı. Ölümü tıpkı onunki gibi sorgulanmayacaktı. Ölmeli ölmesi gereken ölümlü insanlar! Ve devam etmeli hayat bir zalimin altinda inlemeden Sonra haddini bilmeli diğerleri ve konuşmamalı yaşamadığı imtihan hakkında Gitmeli aşağılık insanlar adil bir sonda Malik'in bekçiliğinde Ve son bulmalı artık bir güvercinden yaşarken yükselen sessiz çığlıklar! Bağa gelmiş, bir ağacın dibine serdikleri örtünün üzerine oturmuş sohbet ediyorlardı. Özge iki çay doldurup bir tanesini ona uzattı. Sırtını arkasındaki ağaca dayayarak kendisine hayranlıkla bakan adamın rahatsız edici bakışlarını bir soru ile böldü. “Bana karşı hislerinin olması benim açımdan büyük bir şans. Fakat merak ediyorum. Neden ben? Neden Nermin hoca değil de ben?” “Kendinin farkında değilsin öyle değil mi? Ama ben farkındayım. O çocuk da öyle.” “Hangi çocuk?” “Kim olduğunu bilecek kadar iyi bir gözlemcisin.” İmasını anlamış olmanın verdiği sükut ile ona baktı. “Ama yine de madem merak ediyorsun sen, sen toprak gibisin.” “Toprak gibi mi?” “Evet.” “Nasıl yani?” "Onun gibi yeryüzüne hâkim, Onun gibi adil. Onun gibi kendisinden güzellikler zuhur eden, Onun gibi doğal. Ve onun gibi tüm çirkinlikleri sarıp sarmalayarak dönüştürebilecek kadar asil ve şefkatli. Aynı zamanda onun gibi soğukkanlı bir ölüyü sırtlanacak kadar." Özge irileşen gözleriyle ona baktı. Dünya tuhaf bir yerdi. Kızları satan bir adamın bir kızdan böylesine bahsetmesi tuhaf hissettiriyordu. “Doğru söyle tüm bu sözler nerden?” “Benden. İstediğin yerden bakabilirsin. Bir şey bulamayacaksın çünkü söylemlerim benim seninle ilgili düşüncelerimden ibaret.” “Öyle diyorsan, öyledir.” Bir öğretmen bir ders saati boyunca sadece ders işlemez. ders aralarına hayatından, anılarından ve duygularından döker. Öğrenciler ise onların bu döküşleri neticesinde haklarında açık veya gizil bilgiler öğrenirler. Bu bilgiler onları tanıyacak ve başka birine tanıtacak kadar kafi olabilir. Gani de konuşan ve kendi hakkında bilgi verenlerden biriydi. Yirmilerinde sevdiği kadınlar tarafından aldatılmıştı. Neden art arda aldatılmıştı? Anlattıklarından yola çıkılacak olursa aslında birlikte olduğu hiçbir kadın tarafindan gerçekten sevilmemişti. Ama o onları gerçekten sevmiş ve onlar için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Uzun bir zaman sonra tekrar sevmeye mi başlamıştı. Hem de onu. Fakat bu sefer daha büyük kaybedecekti. Daha önce hiçbir kadının onu aldatmadığı büyüklükle aldatılacaktı. Ve bu onun kadınlar tarafından son aldatılışı olacaktı. Yıllarca bir köpek gibi peşinden koştuğu sevgiden sonsuza dek mahrum kalacaktı. Gani’nin ona neden bu kadar kıymet verdiğini anlayabiliyordu. İşin aslı onun muhteşemliği değildi. İnsan işte birini sevebilen kabiliyette yaratılmış bir varlıktı. Bazen alelade önüne çıkanı, bazen de ortak şeyler paylaştığı birini seviyordu. Yani bu şu demek iki odunu bile yan yana koysanız bir süre sonra aralarında bir etkileşimin olması kaçınılmaz. Bu sıradanlık insanların hoşuna gitmemiş olacak ki bu durumu bir mantığa bürüyerek özelleştirmiş ve kendilerince aşk öyküsü oluşturmuşlardı. Güzel olan tarafı çoğunun bunu farkında olmayarak yapmasıydı. Koca bir yanılgının içinde olsalarda bu durumdan memnunlardı. Çünkü evren aşk üzerine yaratılmıştı ve ona sahip olmak her insanın arzusuydu. Bir şekilde ona sahip olduğuna kendini inandırmalıydılar. Elbette bu çerçevenin dışında iki insan arasında oluşan olağanüstü derin bağlar vardı. Fakat bu herkese nasip olmayan bir şeydi. Belki de o bağı herkes hak etmiyordu. Misal Gani! Çaylarını içmeye devam ettiler. Gani ağırlaşan gözleriyle ona baktı. Bir şeyler ters gidiyor, bilincinden uzaklaşıyordu. Özge tıpkı bir buza dönüşmüştü. Yüzünde ürpertici bir soğukluk vardı. Biraz önceki kızdan eser yoktu. “Söylesene Derya’ya ve diğer kızlara bunu neden yaptın, kendinizi satsaydınız ya, onlara neden bulaştınız?” “Sen, sen bana ne verdin?” “Yarihoyn. Senin için zehir potansiyeli taşıyan bir bitki. Aldığında uyku ilacı gibi gelir. Önce ağırlaşırsın fakat sonra birden şaha geçer. Kalp atışların kontrolün dışında hızlanır. Eğer sağlıklı bir kalbe sahipsen üstesinden gelirsin. Fakat senin gibi hasta bir kalbe sahipsen ölürsün.” dedi ve saatine baktı. “Bir dakikan var.” “Hayır, lütfen yapma!” “Can yakanın canının yandığı günde merhamet kör, sağır ve dilsiz olur. Biliyorsun. Bunu sen okumuştun. Mamo Mikatın öykülerinden birinde geçiyordu.” Kalp atışları hızlanmıştı. Elini kalbine götürmüş kıvranıyordu. Oysa onu umursamadan konuşmaya devam ediyordu. “Bu bitkinin panzehiri olan başka bir bitki var.” Dediği yerde Gani’nin iniltileri son buldu. Başını çevirip ağacın dibine düşen hareketsiz bedenine baktı. “Adı varz. Yani bizimkiler öyle diyor. Eğer onu alırsan ki buraların bitkisi hatta senin bağında da var. Kısa süre içinde kendine gelirsin. Güzel olan yanı ne biliyor musun? Eğer onu Yarihoyn’dan önce alırsan da sana bir şey olmaz. Ben bu yüzden şu an burada oturmuş seni izliyorum. Tüm bunları nerden mi biliyorum? Kimyagerin kızından. Yarihoyn’u da ondan aldım. Yoksa buralarda sadece varz var. Çok ilginç değil mi? Allah yarattıklarını biliyor o yüzden biri buradayken diğeri te Asyalarda!” Derin bir nefes alarak ayağa kalktı. Eşyalarını toplayıp son kez ona baktı. “Ölmek ayıp değil. o yüzden lütfen öl.” dedi ve oradan uzaklaştı.
|
0% |