@fatmadogu
|
20. Bölüm: Büyük Çöküş Boşlukta savruluyor her şey Buna benliğim de dahil Sen dahilsin, o dahil Onlar hele dap dahil Hastanedeyim. Herkes bir şeyler söylüyor. Bense duyamıyorum. Onların ölmüş olmasını kabullenemiyorum. O gözler yeniden dirilişe kadar kapandı mı yani? Belki de onları sonsuza dek göremeyeceğim. Çünkü günahkarım. Şair bunun için mi demiş “ Çok günahkarım, belki sizi göremem Sizi görmek günahla ilişkisiz olmalı” diye. Aramızda yarım kalan çok şey var. Hepsi boğazımda birer yumru. Ertelediğim tüm yüzleşmeler için çok pişmanım. Söyleyemediğim tüm sözler, aramıza giren soğukluklar ve kırgınlıklar için, çok ama çok pişmanım. Her şey için çok geç. Biliyorum ve bu beni mahvediyor. Beni hayatımın birçok yerinde yalnız bıraktılar. Bu yüzden onlarsız yaşayabilirim sanıyordum. Yanılmışım. Hemde büyük yanılmış. Onların gidişine dayanmak çok zor. Biri bana bir iyilik yapsın ve canımı alsın çektiğim bu acıya bir son versin. Ben yapamıyorum. Bari o yapsın! Tüm düşüncelerimin hüznüyle kıvranırken omzumda bir sıcaklık hissettim. Öyle bir sıcaklık ki bedenimden kalbine değebilen. Öyle bir sıcaklık ki huzurlu ve güvende hissettiren. Ama bu sıcaklığında bir sonunun olduğunu artık biliyorum. Omzumu her zaman yaptığı gibi parmak uçlarıyla sıkıca kavrıyor. Başımı kandırıp gözlerine baktım. Ayrılığın verdiği hüznün gözlerime dolmasını engelleyemiyordum. İçimde soğuk ve kuru bir rüzgar esiyor. Elini yavaşça tuttum. Sıcacıktı. Bırakmak istemiyorum. Bu eli bırakacak olmanın acısıyla tutmak feci canımı yakıyor! Nasıl yapabildim ben de bilmiyorum. Elini tutup omzumdan uzaklaştırdım ve boşluğa bıraktım. Ayağa kalktığımda yüzünü gördüm. Üzgündü. “Asuman.” dedi. Cevap veremedim. Özge'nin yanına gidip ona sarıldım. Onu arkamda bırakmıştım. Fakat bunu yeterince düşünemeyecek kadar acı içindeydim. İçimin acısıyla yüzümü Özge'nin omzuna gömdüm. Sırtımı sıvazlayarak: “Geçecek. Hep böyle hissetmeyeceksin. Bu acıyı asla unutmayacaksın ama onunla yaşamayı da öğreneceksin. Sabret, geçecek!” Söylediği sözler zihnimden süzülüp kalbime değiyordu. Ve beni gerçekten teskin ediyordu. Arkamı dönüp Serhan ne haldedir diye bakmaya cesaret edemedim. Dönsem dayanamayıp ona sarılacakmış gibi hissediyordum. Bunu ne kendime ne de ona yapamazdım.
Her tarafı matem olan yerdeydik. Toprağa iki kuru yaprak düşmüştü. Ben ise hala yeşilim. Dıştan yeşil görünsem de içten sefil bir haldeyim. Toprağa ümit ederek bakıyor onları merhametle kucaklamasını diliyorum. Yüzlerine son kez bakmaya cesaret edemedim. Onları kanlar içerisinde görmek yeterince berbattı. Bir de kefene sarılı halde görmeyi kaldıramazdım. İnsanı doğarken de ölürken de bir şeylere sarıyorlar. Birinde herkes mutlu iken diğerinde gözler yaşlı. Yani en sonunda başladığımız yere dönerek sonlanıyoruz. Ne tuhaf bir döngü! Amcamlar ağlıyordu. Ben ise onların bu hallerini gördükçe sinirleniyor sanki dik durmam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Annem ve babamla yaşayamadığım tüm güzel anlar için içten içe onları suçluyorum. Üzerlerine atılan her toprakta ağlayışlar daha bir yükseliyordu. Benimse sessizliğim artıyor, arşa değiyordu. İçimden arşın sahibine sesleniyorum. Her ne olursa olsun, her ne olursam olayım, daima O’na sesleneceğimi biliyorum. Üzerlerine atılan son toprakla birlikte her şeyin bittiğini ve onların gittiğini bir kez daha anladım, yine inkar etmek üzere. Her şey tamamlanmış, herkes dağılmıştı. Bir tek biz kalmıştık. Ben, Serhan ve Özge. Artık takatimin sonuna gelmiştim. Yere çöktüm ve mezarlara baktım. Annemin mezarı hemen önündeydi. Güç toplamak ister gibi toprağını avuçladım. Daha fazla dayanamayıp ağladım. Sesim kısılıncaya gözlerim şişinceye kadar. Sakinleştiğimde Özge’nin uzattığı şişeyi açıp içindeki suyu yüzüme boşalttım. Özge ile göz göze geldik. Bu anı daha önce de yaşamıştım. Fakat bu sefer farklıydı. Bana Sıla gibi değil, beni anlıyormuş gibi bakıyordu. Bu dünyada acını kiminle paylaştığın da önemli. Ona tutunarak ayağa kalktım. Ağır ağır yürüyor ve onlarlardan yavaş yavaş uzaklaşıyorduk. Serhan da arkamızdan geliyordu. Yas nedir? Belki de insanlar öldüğünde duyulan acı ile bir müddet şiddetli bir halde kıvranmaktır. Can yakıcı bir süreç. Tuttukça tutulamazmış gibi geliyor. İnsan birini kaybettiğinde her şeyiyle bir duraklama dönemine giriyor. Demek ki durma ihtiyacı hissediyor. Duruyor ve her şeye bir daha bakıyor. Her şeyi yeniden anlamlandırıyor. Belki de bu yüzden ölüm en büyük nasihat! Zaman durmuş gibi. Etrafımda ne oluyor ne bitiyor, bilmiyorum. Ya mezarlıktayım ya bahçede. Ya da peşimde bir gölge ile başıboş sokaklarda. Ne yediğimden anlıyorum ne de içtiğimden. Artan uykusuzluk canıma okuyor. Evin içinde dolanıp onları arıyorum. Akşam oluyor babam yok. Sabah olunca da annem. Şimdi daha iyi anlıyorum. Serhan'ı Harun'u ve diğerlerini. Doğruymuş Anneni ve babanı kaybettiğin zaman bir devlet kaydediyormuşsun. Bir ay geçti. Koca bir ay! Bu acıyı yaşamayanlar, geçen bir ayın nasıl geçtiğini asla anlamayacak! Çünkü bir şeyi yaşamadan tam olarak anlayamazsın ucundan ya da kenarından veya ortasından anlarsın. Ama tam olarak anlayamazsın. Okula gitmeyi denedim fakat anlatılan şeylere odaklanamıyorum. Hoca varlık felsefesinden bahsediyor. Bense ölümü sorguluyorum. Yani aynı dili konuşmuyoruz. Ben bıraktım artık anlamayı. Sadece bakıyorum. Amcamları binbir ısrarla evden çıkarmayı başardım. Bir ev cumhuriyetinde cumhursuz bir şekilde dolanıp duruyorum. Cumhuriyet teke kaldı. Artık anne ve babamın olmadığı gerçeğini kabul etmeye başladım. Fakat onlarsız nasıl yaşayacağıma, ne yapacağıma, kendime nasıl bir yol çizeceğime henüz karar vermedim. Özge sağ olsun her fırsatta yanıma geliyor ve beni mümkün mertebe yalnız bırakmıyor. Bazen saatlerce oturuyor ve hiçbir şey konuşmuyoruz. Bazen de saatlerce sohbet ediyor, hiç susmuyoruz. Ona annemi ne kadar sevdiğimden bahsetmiyorum. Biliyorum o annesini sevmiyor. Ona babama olan sevgimden de bahsetmiyorum. Çünkü ben babamın dirilmesini isterken o babasının ölmesini istiyor. Biliyorum konuşmamı istiyor. Bana iyi geleceğini düşünüyor. Ama ben, bana iyi gelecek diye onun canının yanmasını istemiyorum. Böyle bir bencillikten Allah'a sığınıyorum. Bir ay daha geçti. İnsanlar için bir ay benim içinse bin yıl geçmiş gibi. Özge'nin dediği gibi bu acı ile yaşamayı öğreniyorum. İnsan tuhaf bir varlık. Ölecekmiş gibi hissettiğin o gün boğazında yumru olsa da geride kalıyor ve bir şekilde alışıyorsun ölüm dahil her şeye! Çünkü alışamazsan sen ölürsün! Kapı çaldı. Özge’ydi. İki kahve hazırlayıp bahçeye çıktık. Özge’ nin bana veda ettiğini anlıyorum. Gidecek. Biliyorum. Belki de bu yüzden öldürdüğümüz insanlardan bahsederken bile ağlayasım var. Bu kadar duygusal olmayı ben de beklemiyordum. Sıra Önder’e gelince yüzündeki ifade gözle görülecek kadar belirgindi.Yoğunlaşmıştı. Ben anlatıyorum oysa dinledikçe çözümlüyor. Çözümlemelerinin çoğunu makul buluyor ve ona katılıyorum. Söz konusu insan psikolojisi olduğunda gözlerindeki parlak ışığa hayret ediyorum. Bilen bilir birine aşık olmuş insan bakışı bu! İnsanlar birbirlerine oysa böyle şeylere aşık. Bu konuda doğuştan bir yeteneği var. Bu alanda eğitim görmemesine rağmen oldukça başarılı. Sıra bana da geliyor. Beni de konuşuyoruz. Gizlerim açığa çıksa da güvende hissediyorum. Gizimi gizleyeceğini biliyorum. Onu asla kullanmayacağını ve beni onunla vurmayacağını da. Bazı insanlar böyledir işte. Doğuştan katıksız bir sağlam. O konuşuyor bense dinlemeye devam ediyorum. Yakaladığı önemli noktalara hayranlıkla bakıyorum. Ve tespitlerinin makuliyetine tekrar tekrar iman ediyorum. Gidecek! Bu aklıma geldikçe hüzünleniyorum. Ayrılıklar, peşimi bıraksın!
Serhan'la bir geleceğimin olmayacağını kabullendim. Ben karanlık gökyüzüyüm oysa parlak yıldızlardan biri! Biliyorum. Biz birbirimizin toprağı değiliz. Ne benim sevgim onun toprağında ne onun sevgisi benim toplamda filizlenebilir. Belki çok sonra anlayacak bu ayrılığın hikmetini. Belki de hiçbir zaman anlamayacak! Erteleyip durduğum buluşmayı artık erteleyemem.
Kenara sıkışmıştım. Kaçacak bir yer kalmamıştı. Bir kaya parçasının üzerine oturmuş onu bekliyordum. Parmak uçlarımdan başlayarak sancıyorum. Allah'tan bana güç vermesini diliyorum. Ah biliyorum! “...gök bana göre değildi yeri zaten hiç sorma Gök de kendine göreydi yerde zaten hiç durma Çıktım bir kapısını bulup yaşadıklarımdan Vardım ki seni sevdim Seni sevdim evler arasından bir evdin Sana çok şeyler anlatmak istemem Kendi sesime kavuşasım kadardı Bu kadardır işte ne kadar dersek o kadar olan hayat Yaşamak budur Herkes giderken kalmak zorunda kalmakla beraber kalmak Kadar kahpe ve yalan Kadar başımızın üstünde yeri var Hayatımın rolünü oynadım başrolde sen de vardin Ne fırtınaydı ama o saçlarınla birlikte Ne güneşlere yandık var mıydı hiç hatırım Avluda oturmuştuk ellerin ellerimde Sana bir ara aklımda kalanları anlatırım” Şair anlatır ama ben anlatamam. O yüzden susabildiğim kadar susmalıyım. Onu görmüştüm. Bana doğru geliyordu. O ana kadar sığındığım tüm avuntular tuzla buz oldu. Topladığım güç bin parçaya ayrılmış içime batıyordu. Üstümdeki kara kışla ayağa kalktım. Hiçbir şey söylemeden yürümeye başladık. İlk kez selamlaşmamıştık. Çünkü ikimizde söze nerden gireceğimizi bilmiyorduk. Epey bir yürüdük. Eğer o konuşmazsa ben ayaklarımda hal kalmayıncaya kadar yürümeye devam edeceğim. Tuhaf, ama ona veda etmek bir adam öldürmekten daha kötü hissettiriyor. “Nasılsın?” “Daha iyiyim.” Yine susmuştuk. Sanki tüm konuşacaklarımız bu kadardı. Kısa bir aradan sonra söze giren yine oldu. “ Başın sağ olsun.” “Sağ ol.” “Durumun ağırlığı ile söyleyememiştim.” “Anlıyorum.” “Bir insanın anne ve babasını kaybetmesi başlı başına zor bir durum iken onlar gibisini kaybetmek şüphesiz çok daha zordur. Bu süreçte yanında olmayı çok istedim fakat benimle iletişimini kestiğin için yanına gelmeye cesaret edemedim.” “Sende benimle iletişimi kestiğin için …” Cünlemi bölmeye yeltenmişti ki elimle nehyettim. “Anne ve Babamın durumundan öncesini unutmadıysan iletişimi ilk kesenin sen olduğunu hatırlarsın.” “Sana canımın acısıyla hiç söylemem gereken şeyler söyledim. Kalbini kırdım. Biliyorum. Keşke geriye dönebilsem. Keşke telafisini yapabilsem! Canın çok yanmış bana o kadar kırılmışsın ki en zor gününde beni yanında istemedin. Yaşananlar için çok üzgünüm. Fakat lütfen anla beni! Kardeş gibi gördüğüm birini kaybettim.” “Anlıyorum. Bende çok üzgünüm. Onun önüme atlaması beklemediğim bir durumdu. Böyle olmasını istemezdim. Ama ne var biliyor musun? Onun ölmesinin sebebi ben değilim. Önüme atlamak kendi tercihiydi ve sen birinin tercihi için beni suçlayamazsın. Ayrıca ben hiçbir zaman insanların hayatları ile oyun oynamadım. Oyun oynadıklarım ise insan değildi. Fakat sen bunu anlayamamışsın.” “Asuman çok üzgünüm. Özür dilerim.” Özrünü yanıtsız bırakıp gün boyu içimi kemiren o soruyu sordum. “ Sormayacak mısın?” “Neyi?” “Önder’in söylediklerinin doğru olup olmadığını?” “Sormama gerek yok. Gerçek olmadığını biliyorum. Sen o kadar ileri gitmezsin!” Ne bekliyordum ki? Göğsümde bir ağrı. Zihnim sancıyor. Durmak bilmez kaygımla son sürat sona doğru geliyor dizelerim. Dilim acıyor. Aptalca umut kırıntılarımın bir uçurumdan yuvarlanışını izliyor gibiyim. İkimiz için tek bir yol kalmıştı. Netleşmişti istikbal ve terk edilmiş bir it gibi görünüyordu burdan. “Artık eskisi gibi olamayız. Çünkü aramızda- Cenazeler var diyecektim ama diyemedim- bir cenaze var.” dedim. Gözlerindeki inkar bana daha da net konuşmam gerektiğini gösteriyordu. “Kendine bensiz bir hayat kur. Bende öyle yapacağım.” Söylediklerimi kabullenemiyordu. Bana doğru yaklaşmaya başladı. Ben geriye doğru ilerledikçe o aramızdaki mesafeyi kapatıyordu. Bu sahne bana onu öptüğüm günü hatırlattı. Boğazım düğümlense toparlandım. “Söylediğin şeylerin farkında mısın?” “Evet, farkındayım.” “Birbirimizi bu kadar severken ayrılalım mı diyorsun?” “Aynen öyle diyorum. Artık biz diye bir şey yok. Ahmet’in öldüğü gün ortada biz diye bir şey kalmadı.” “Bak! Hatalıyım kabul. Çok özür dilerim. Doğru düşünemedim. Ama çözebiliriz. Bize bunu yapamazsın! Bu kadar zalim olamazsın.” “Bana o gün söylediğin şeylerde zalimceydi. Bir masumun ölümünün sebebini hiç düşünmeden omuzlarıma yükledin.” Tam bir şey söyleyecekti ki izin vermeyerek: “Sakın bana canının acısı ile söylediği söyleme! Çünkü bu benim için hiçbir şey ifade etmiyor.” “Çok özür dilerim. Lütfen affet beni!” “Sen onu her hatırladığında bana da hatırlatacaksın. Ve o gün bana baktığın gibi bakacaksın.” “Hayır, yapmayacağım. Bir daha asla böyle bir şey olmayacak! Söz veriyorum.” “Bir kere yapan bir daha yapar. Her şey bana karşı hissedeceğin bir öfkeye bakar.” “Bu çok acımasızca bir itham ve çok acımasızca bir tahmin!” Sırtım bir ağaca çarptığında artık geriye doğru atacak bir adımın olmadığını anlamıştım. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Kalp atışlarımı kontrol edemiyordum. “Biz birbirimizi seviyoruz. Bu sevgiyle her şeyin üstesinden gelebiliriz.” “ Dedi. İlk şeyin üstesinden gelemeyen adam.” “Beni seviyorsun ve seni seviyorum. Bu her şeyden ağır basar.” Beni öpmeye çalıştığında elimi dudaklarının önüne koydum. Ben aslında elimi çekmek ve dudaklarında bir ömür kalmak istiyorum. Fakat bunu yapamam. Bunu yapmam için onun gerçek beni kabul etmesi gerek. Fakat onu tanıdığım kadarıyla ve de söylemlerinden bunu yapmayacağı belki de yapamayacağı açık. Açığın açıklarını aramak nafile bir çabadır. Dolu gözlerle bana bakıyor ve bu beni mahvediyor. Gözlerinden dökülen yaşlarla elimin için öptü. Ruhum eriyip bedenimden yerlere dökülüyor gibi hissettim. Elimi çekip: “ Bana bir şeyleri bu şekilde ispat etmeyeceksin değil mi? Sevgi her şey değil ve her şeyi çözemez. Burada böyle sabaha kadar konuşsak hatta konuşurken bin sene geçse bile kararım değişmeyecek. Ben hayatıma sensiz devam edeceğim. Ve beni birazcık tanıdıysan ne kadar ciddi olduğumu anlar sen de kendi hayatına bensiz devam edersin.” “Uzaklaşma benden ne olur. Göğsüme bir hançer sapla ciddiyim! Ama uzaklaşma! Kaldıramam.” Devam ettikçe kısır bir döngüye saracağını anladığım bu konuşmayı artık bitirmeliydim.” “Yaşadıklarımızdan sonra ne sen eski sensin ne de ben eski ben. Sevgimiz de öyle. Biz artık dönüşü olmayan bir yola girdik. Son sözüm budur. Deyip onu ittim ve oradan uzaklaştım. Kendimi zor bela eve attım. Ruhumdaki ağırlık beni yere doğru çekiyordu. Bahçeye girip bir ağacın dibine oturdum. Sanki bir şey bedenimden tüm gücünü çekip almıştı. Ayaklarımı kendime doğru çekerek ağlamaya başladım. Ne kadar ağladığımı bilmiyorum ama sonunda sakinleştiğimde başımı kaldırıp karşımda duran ağaca baktım. Karıncalar yukarı doğru tırmanıyorlardı. Neden düşmüyorlar diye düşündüm. Sonra bu yersiz düşüncem bana ne kadar insan olduğumu hatırlattı. Yüzümde aptalca bir tebessümle ayağa kalktım. Çok yorgun hissediyordum. Odama geçtim ve yatağıma uzandım. Gözlerimi kapatır kapatmaz da derin bir uykuya daldım.
Birkaç ay sonra…
Artık gidiş vakti. Özge ile daha önce vedalaşmıştım. O yüzden tekrar vedalaşma gereği duymadım. Babamlarla geldiğim bu yerden tek başıma bir valizle gidiyordum. Otobüse bindim ve yola çıkmasını beklerken etrafı izlemeye başladım. Serhan'ı gördüm. Beni arıyordu. Beni görünce duraksadı. Birbirimize baktık. Bana yüzünü son kez gösterdiği için ona minnettarım. Hiçbir şey belli etmeden yüzüne son kez baktım. Sonra iyice soğuttuğum bakışlarımı ondan alıp önüme döndüm. Biliyordum bu ifadem yanıma gelmesini engelleyecekti. Gururlu çocuktu. Bizden olmayacağını artık anlamalıydı. Otobüs hareket etmeye başladı. Sabırsızca ondan uzaklaşmayı bekledim. Otobüs yeterince uzaklaşınca zor bela tuttuğum nefesimi ve gözyaşlarımı serbest bıraktım.
İçimden yükselen bu sonsuz hüzün
Ne yaşatıyor ne de öldürüyor beni
Bir dar ağacındayım
Sandalyeme ne zaman vuracaklarını bilmemenin verdiği o korkunç bekleyişle!
Her şeyim asılmış bir ben kalmışım gibi
Bölüm : 12.12.2024 02:58 tarihinde eklendi |