Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm: Ağaçlı yolda gizli konuşma

@fatmadogu

Bölüm 4: Ağaçlı yolda gizli konuşma

Aylar mevcut düzeninde akıp gitmeye devam ederken Asuman da bu akışa eşlik eden insanlardan biri olarak okula ve arkadaşlarına alışıyordu. Bu alışma sürecinde kuzeni serhan’ ın önemli bir payı vardı. Onun sayesinde daha az yabancılık çekiyordu.Ve bundan daha önemlisi Serhan her zaman hayatında ve yanındaydı.

Özge ile aynı sınıfta olduğunu öğrendiğinde hem şaşırmış hem de sevinmişti. Yanına gidip diyaloğu ilk o başlatmış ve beraber çay içmeyi teklif etmişti. Böylelikle aralarındaki ilk sohbet gerçekleşmiş ve ummadığı kadar da iyi geçmişti. Onunla kısa süre içinde samimi olmuşlardı. Bu sayede Özge'nin kuzeni olan Derya, diğer arkadaşları Sıla ve Yağmur ile de tanışmıştı. Onlarla kısa sürede samimi olmayı başarsa da Özge ile olan ilişkisi diğerlerinden çok daha farklı ve özeldi. Onunla yaptığı çoğu şeyi seviyordu. Aralarında saatlerce süren sohbetlerden hiç sıkılmıyordu. Özge onun merakını cezbeden insanlardan biriydi. İnsanların ruh hallerini çözümlemek konusunda doğuştan bir yeteneğe sahipti. Kendisininkine benzer bir yeteneği olmadan bile bu konuda oldukça iyiydi ve bu muhteşem bir şeydi. İnsanlar ve dış çevreleri ile girdikleri etkileşimlerine dair yerinde tespitler yapıyor. Onu, yaptığı yerinde ve doğru tespitlerle her zaman şaşırtıyordu. Zamanın onları daha da samimi hale getireceğinden neredeyse emindi.

Asuman elindeki anahtarla kütüphanenin kapısını açıp içeriye girdi. Biraz ilerleyip önünde duran rafın yanı başındaki ahşap masanın üzerine ellerini bırakıp içeriği baştan sona mutmain gözlerle süzmeye başladı. Güzel bir manzaraydı. Birbirinden farklı birçok düşünce kapaklar arasında duruyordu. Burası sessizliğin içinde müthiş bir kalabalık barındırıyordu. Kütüphaneleri ve kitapları oldum olası sevmişti. Bir şey okumak istemediği zamanlarda bile kütüphaneye gidip sessizce oturuyor ve raflardaki kitaplara bakarak düşüncelere dalıyordu. Hatta bazen kitap isimlerine bakıp içeriği hakkında senaryolar yazıyor ve eğleniyordu.

Asuman önündeki masada üst üste dizili duran kitaplara baktı. Bugün kütüphaneye yeni gelen kitapların kaydının tutulması ve türüne göre önceden belirlenmiş raflara dizilmesi işi ile ilgilenen kişi oydu.

“ Hadi bakalım çalışma zamanı!” deyip bilgisayara doğru yürüdü. Bir sandalye çekip oturdu ve kollarını sıvayıp çalışmaya başladı. Zaman su gibi akmış yaptığı işin üzerinden yaklaşık bir saat geçmişti. Elindeki kitabın kaydını yaptıktan sonra kalktı ve bilim kurgu bölümündeki rafa yöneldi. Koyacağı yeri bulunca eğildi ve kitabı yerine yerleştirdi. Ancak doğrulduğunda yorulduğunu hissedip bir sandalye çekti ve oturdu. Pencereye doğru baktı. Bugün hava kapalıydı. Bu kütüphaneyi daha bir gizemli hale getiriyordu. Perdeler açık olsa da içeriye karanlık sızıyordu. Bakışlarını mevcut manzaradan alıp başını önünde üst üste dizilmiş kitaplara gömdü. Ardından gözlerini usulca kapatıp dinlenmeye başladı.

Serhan o esnada sessizce kütüphanenin kapısından içeriye girdi ve Asuman'ı aramaya başladı. Masanın üstündeki kitaplardan birini alıp raflar arasında ilerledi. Üçüncü rafı geçtiğinde onu nihayet görmüştü. Başını kollarının arasına gömmüş bir vaziyette masanın sol uç kısmında oturuyordu. Bir sandalye çekip karşısına oturdu. Asuman yorgun bir şekilde başını yavaşça yukarı doğru kaldırıp önüne oturan kişiye baktı. Serhan olduğunu görünce sol kolunu masanın üzerine dayayıp elini çenesinin altına koyarak ona ve elindeki kitaba tebessümle baktı. Sonra öne doğru eğilip:

“ Neden masal kitabı okuyorsun?” Serhan kitabın ön yüzünü çevirip ismine baktı. Üstünde “Kırmızı Başlıklı Kız” yazıyordu. Kitabı ismine bakmadan rastgele almıştı. Şaşkınlığını belli etmemeye çalışarak:

“ Masal okumayı seviyorum. İnsan içindeki çocuğu kaybetmemeli. Öyle değil

mi?”

“Bilmiyorum. Belki de. Yanlış hatırlamıyorsam bu bildiğin bir masaldı.

“evet.”

“bildiğin bir masalı neden tekrar okumak istiyorsun?” Serhan duraksadı. Ona nasıl bir cevap vermesi gerektiğini düşündü. vakit kaybetmemesi gerekiyordu. Aklına gelen şeyleri gelişigüzel sıralayıverdi.

“çünkü ders niteliğinde bir masal.”

“peki bu masaldan ne tür bir ders çıkarıyorsun?”

“bana küçük bir kızın ormana -ninesine bir şeyler götürmek pahasına olsa bile- asla tek başına gitmemesi gerektiğini anlatıyor. Çıkardığım ders bu.” Asuman muzip bir tebessümle:

“anlıyorum. Güzel bir dersmiş. Fakat kitabı çabucak okumalısın. Çünkü buraya ait değil. İlkokula gönderilecek.”

“Sıkıntı değil. Tekrar okumasam da olur.”

“neyse bu kadar sohbet yeter. İşimin başına dönmeliyim.” deyip ayağa kalktı.

“bak ne diyeceğim. Ben çalışırken sende kitabını okuyabilirsin.”

“olur.” dedi ve kitabın kapağını açtı okuyormuş gibi yapmaya çalıştı. Arada kafasını kaldırıp çaktırmadan Asuman’ı izliyordu. Asuman birden yüzünü ona doğru çevirerek:

“kitap okumaya niyetin yoksa kalk ve bana yardım et.”

“tamam.” deyip yerinden kalktı ve yanına giderek söylediği şeyleri yapmaya başladı.

Asuman kütüphanedeki işini bitirdikten sonra sınıfa geçti. Sırasına geçince başını sıranın üstüne dayadığı kollarının arasına gömdü. Ders başlamadan birazcık dinlenmek istiyordu. Fakat bu mümkün değildi. çünkü ön taraftan yükselen sesler onu rahatsız ediyor dikkatini dağıtıyordu. Başını yavaşça kaldırıp kıkırdama seslerinin geldiği yöne doğru baktı. Yeşim ve Arkadaşları Yağmur'un sırasına kırmızı boya sürüyor ve birbirlerine bir şeyler söyleyerek eğleniyorlardı. Ne yaptıklarını anlamanın verdiği rahatsız edici hisle onları izliyordu. Elbette onları izleyen tek kişi o değildi. Yaşananlar tüm sınıfın gözü önünde gerçekleşiyordu. Kuzuların Sessizliği oldukça can sıkıcıydı. Ve bunu oldum olası sevmezdi. Geriye doğru yaslanıp dirseklerini sıranın arka kısmına dayadı ve düşünceli bir ifade ile başını arkasında oturan Derya'nın masasının üzerine bıraktı. Göz göze geldiler. Derya ona tebessümle bakarak:

“Ne yapmayı düşünüyorsun?”

“Var aklımda bir şeyler.” deyip önüne döndü.

Onlar işlerini bitirdikten sonra pusuya yatıp yağmuru beklemeye başladılar Asuman bunun üzerine yerinden kalktı ve yanlarına doğru ilerledi. Oraya vardığında ani bir hareketle ayakta duran Yeşim’i güçlü bir şekilde kavrayarak yağmur için hazırladıkları sıraya oturttu ve geriye doğru çekildi. Yeşim şaşkın bir şekilde çığlık atarak sıradan sıçrayarak kalktı. Hemen eteğinin arkasını kontrol etti. Batmıştı.

“ ne yaptığını zannediyorsun sen gerizekalı?” deyip ona vurmak için elini havaya kaldırdı. Asuman yüzüne inen eli kavrayıp çevirdi ve saçlarından sıkıca tutarak:

“Bence ne yaptığımı gayet iyi biliyorsun.”

“ Ne diyorsun sen be aptal, Bırak beni! Seni bu yaptığına pişman edeceğim.” Asuman bunun üzerine kolunu daha çok çevirerek acı içinde inlemesini sağladı.

“ başkasına otururken sıkıntı yok da sen oturunca mı sıkıntı oldu?” deyip onu sert bir şekilde öne doğru fırlattı. Öğretmenin sınıfa girmesi ile beraber etraflarına toplanmış olan kalabalık dağılmaya başladı. Yeşim düştüğü yerden acı dolu bir ifadeyle ayağa kalkıp asumana baktı.

“ Bu burda bitmedi. Seninle görüşeceğiz!” tehditkar ve sinirli bir ifadeyle:

 

“görüşelim.” dedi. Yağmur her şeyden habersiz sınıfa girip sırasına doğru ilerledi. Şaşkın bakışlarla ona bakan kişileri fark etmesi uzun sürmedi. Asuman onu kolundan tutup kendine doğru çekerek:

“senin için bir sakıncası yoksa bugün benim yanımda otur. Olur mu?” Yağmur’un gözleri sırasına kayınca boya kalıntılarını gördü. Sonra başını kaldırıp Asumana bakarak neler olduğunu anlamaya çalıştı. Fakat o an için olayı anlamaya çabasının yersiz olduğunu fark edince yüzünde dolaşan mahcubiyetle:

“tamam.” dedi. Asuman eliyle sırasını işaret ederek onun öne geçmesini sağladı ve birlikte sırasına doğru yürüdüler. İşte o an Asuman Özge ile göz göze geldi. Böyle anlar ona iki nehir birleşiyormuş gibi hissettiriyordu. Biliyordu eğer olaya müdahale etmeseydi onun dışında o sınıfta bunu yapacak tek kişi Özgeydi.

Uzun geçen bir ders saatinin ardından öğle arasına girmişlerdi. Bir şeyler yiyip içmek için okulun karanlık ve kasvetli kantinine indiler. Acaba yerin dibini kantin olarak kullanmak hangi ahmağın fikriydi? Amacı öğrencilerin mum ışığında romantik anlar yaşayıp yemek yemelerini sağlamak değildi. Bu gayet açıktı. Acaba mum ışığında birbirlerine sıkmalarını mı arzuluyordu? Çünkü karanlık yerlerin bazı insanların karanlık duygu ve arzularını tahrik etmek gibi bir huyu vardır ve bu herkesçe bilinir. Belki de ikisi de değildi. Belki de hiçbir anlamı yoktu. Ya da sadece yöneticilerin vermiş olduğu saçma sapan bir karardı.

Asuman elindeki tepsi ile Özge,Sıla,Derya ve Yağmur’un olduğu masaya doğru yöneldi. Acıkmanın verdiği sabırsızlıkla hızlandı. Yanlarına vardığında elindeki tepsiyi üzerindekilerle beraber masanın üzerine bırakıp bir sandalye çekti ve oturdu. Herkes önlerine bırakılan tepsiden kendilerine ait olanı aldı. Yemek yiyip sohbet etmeye başladılar. Sohbet konudan konuya akarken Sıla tostundan aldığı parçayı midesine indirdikten sonra sohbetin gidişatını belirleyecek olan cevabını merak ettiği soruyu sordu.

“kızlar! Sizce bir erkeğin sizi gerçekten sevip sevmediğini nerden anlarsınız?” Herkes sorulan sorunun cevabını düşünmeye başladı. Soruya ilk cevap veren kişi Asuman oldu.

“Bence sana olan bakışlarından. Sonuç itibariyle gözler yalan söylemez.”

Özge: “bakışlarından mı?”

“evet.”

“tam olarak nasıl bir bakıştan bahsediyorsun?”

“Nasıl ifade edebilirim bilmiyorum ama insanın gördüğünde anlayabileceği bakışlar. Sevgi ve saygı dolu bakışlar.” Özge bir süre düşündü. Sonra bir şey arar gibi etrafına baktı. Bakışlarını aradığı şeyi bulma sükunuyle Asuman’a çevirerek:

“o zaman Serhan seni seviyor.” beklenmedik bu cümle masadakilerin afallamasına neden olmuştu. Asuman ise ağzındaki çayı püskürterek ona baktı. Sıla duyduğu şey karşısında yüzündeki düşüklüğü gizleyemiyordu. Özge ise Sıla’nın bu ifadesini fark etmiş ve ardındaki gerçeği anlamaya çalışırak onu süzüyordu. Derya:

“iyi misin?” deyip Asumanın sırtını sıvazladı. Özge konuşmasına devam ederek:

“çünkü sana dediğin gibi bakıyor.” Düşünceli bir şekilde öne doğru eğildi ve:

“ve eğer dediğin şeyden yola çıkarsak Mert’te Sıla’yı seviyor.” sıla ağzındaki lokmayı zorlanarak yuttu.

“çünkü o da Sıla’ya dediğin gibi bakıyor.” Asuman elindeki çayı masaya bırakarak:

“doğru.” dedi. Sıla, Mert’le göz göze gelince ondan iğrendiğini belli eden bir ifadeyle bakışlarını önüne doğru çevirdi. Özge devamla:

“ama aslına bakarsan sılayı gerçekten sevdiğini hiç sanmıyorum. Mert’i tanıyoruz. Nasıl bir üçkağıtçı olduğu malum. Sadece rol yapıyor. Tek amacı Sıla’yı onu sevdiğine inandırmak ve elde etmek. Demek ki bir erkeğin sadece gözlerine bakarak birini gerçekten sevip sevmediğini anlayamayız. Ayrıca iyi eğitilmiş gözler yalan söyleyebilir.”

“asuman:”haklı olabilirsin fakat ya yanılıyorsan ya mert gerçekten onu seviyorsa! ya bir şeyleri yanlış değerlendiriyorsan”

“bu öğrenmeye değer bir durum değil diye düşünüyorum.” sıla hemen atılarak:

“kesinlikle sana katılıyorum.” dedi. Yağmur düşünceli gözlerle Özge’ye bakarak:

“bence herkesin sevgisini gösterme şekli farklı. Ve birinin seni gerçekten sevip sevmediğini onu yakından tanıyorsan anlarsın.”

Derya: “bu fikir bana daha mantıklı geldi.”

 

Son dersteydiler. Göreceli zaman görecesine göre akıp gidiyordu. Bazıları için yavaş bazıları içinse hızlı fakat Ahmet için vahim bir şekilde ilerliyordu. Umutsuz bir halde saatine baktı. Dersin bitmesine yaklaşık 20 dakika kalmıştı. Onu bekleyen şeyin tedirginliği ile içini derin bir kasvet sarıyor ve nefes almakta güçlük çekiyordu. Başına gelecekleri biliyordu. Bu biliş bir taş gibi bağrında duruyordu. Çok çaresizdi. Okul çıkışı önderler onu bekliyor olacaktı. Ve hep birlikte yolun iki tarafında karşı karşıya duran ikiz mezarlıklar dedikleri iki mezarlıktan daha eski olanına gideceklerdi. Bir şeylere üstünkörü isim vermek bu ilçeye has bir durum olmalıydı. Belkide kendi bilinç altlarından hareket ederek yapıyorlardı bunu. Çünkü onlar basit insanlardı. Bu yüzden basit yaşıyor basit düşünüyor ve basit konuşup basit hareket ediyorlardı. Bir şeylere basit isimler vermek işte bu hayat felsefelerinden geliyor olmalıydı.

Ahmet çok uzun zamandır değişmeyen bu duruma daha ne kadar katlanabileceğine bilmiyordu. Tedirginlikle dolu düşünce yığınları içinde kıvranırken ders zili çaldı. Olabildiğince yavaş hareketlerle eşyalarını toplayıp okuldan dışarı çıktı. Ağır ağır yürümeye başladı. Attığı her adımda yeryüzünde biraz daha kayboluyor ama yok olmuyordu. İşte bu tuhaftı. içinden “Keşke yok olabilsem!” diye geçirmeden edemedi. Her şey çok boktandı. Ailesi hayatı ve kendisi. Her şey ama her şey!

Babası o daha sekiz yaşındayken bir iş kazasında hayatını kaybetmişti. Ahmet’in bu duruma üzüldüğünü söylemek güçtü. Çünkü babasını sevmiyordu. Sert, kaba ve kalpsiz bir adamdı. Ahmet'in annesi ile arası da iyi değildi. O da babasına benzer olarak soğuk ve ruhsuz bir kadındı. Kim bilir belki yan yana kala kala biri diğerine benzemişti. Ya da ikisi de zaten öyleydi. Abileri desen o baba ve annenin evlatları işte. Ailede onun varlığını hiçbir zaman kabul etmemişlerdi. O zayıf bir halkaydı. Onu her zaman ailenin yüz karası işe yaramaz gereksiz biri olarak görmüşlerdi. Her şey için tartışan bu insanlar bu görüşte kayıtsız şartsız hem fikirdi. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de önderlerin varlığı işleri onun için daha berbat bir hale getiriyordu. Ağır ağır yürüyor ve içinden bugün onlarla karşılaşmamayı diliyordu. Yeryüzüne düşen yapraklara baktı. Ona ölümü hatırlatıyorlardı. Belki de bu bir mesajdı. Belki de yalnızca ölüm onu yaşadığı şeylerden kurtarabilirdi. Belki de tek çıkış yolu buydu. Zihnine düşen bir şiirle o sonsuz uykuyu düşünmeye başladı.

“ Uyumak ve bir daha uyanmamak istiyorum

Bir uykunazi istiyorum yani

Elbette korkuyorum

Sadece ölmekten değil

İstemediğim halde yaşamaya devam etmekte korkutuyor beni

Sonra insanlar

En son hayvanlar

Patlayacak gibi gürleyen gökyüzü

Allah'a inanıyorum fakat yine de yalnız hissediyorum

Selim'i düşünüyorum

Çünkü iliklerime kadar onunla aynı duyguları paylaşıyorum

İliklerimi bağışlamak istemiyorum hayır!

Bahtsızlığın bulaşmasın kimseye

Yeryüzünden bir ben geçti olmayacak biliyorum

Bu biraz rahatlatıyor gibi

Yüzyıllara ihtiyacım yok yani

Ama yüzünü son kez görmeye var”

Son cümle dışında tüm dizeler onun içinde bulunduğu hali yansıtıyordu. Çünkü yeryüzünde yüzünü son kez görmek istediği hiçkimse yoktu. Bir insan için ne sefilce bir durumdu.

Önderler her zamanki gibi okulun dışında onu bekledikleri yerdeydiler. Pusuya yatmış pervasız ve gürültücü avcılar gibi bekliyorlardı!

Arda: “o değil de Ahmet gelir değil mi?”

“Tolga: “Bilmem ki. Umarım gelir lan! alır yerimize gideriz. İki elini keyifle birbirine sürterek sırıtmaya başladı. Onun bu hareketi üzerine hep birlikte güldüler. Önder hariç. Önder ellerini cebine koyup başını yere doğru eğdi. Sonra başını yerden yavaşça alıp sinsi bir ifadeyle onlara süzerek:

“gelse bile artık ona benden başka kimse dokunmayacak!” bunu net ve donuk bir ifade ile söylemişti. Hepsi afallayarak önce birbirlerine sonra da ona baktılar. Önder daha bir netlikle onları süzerek:

“itirazı olan?” Bunu saldırıya hazır bir şekilde söylemişti. Bu bir soru değildi. Bu bir meydan okumaydı.

Arda: “yok, yok bir itirazımız. niye olsun ki? Öyle değil mi?” Hepsi akıllarındaki soru işaretlerine rağmen Arda’yı onayladılar.

Önder konuşmalarının içeriğinden dolayı arkasını kontrol etme gereği duyarak aniden dönüp arkasına baktı. Diğerleri de onunla aynı şeyi yaptılar. Kimsenin olmadığını görünce lakayt hareketlerle eski pozisyonlarına döndüler. Birkaç saniye sonra Önder’in gözlerinin takıldığı yöne doğru baktıklarında bekledikleri şeyi görmüşlerdi. Ahmet onlara doğru geliyordu. Birbirlerine sinsi bakışlarla bakıp onlara yaklaşmasını beklediler.

Ahmet’te onları fark etmiş ve başından aşağı kaynar sular dökülmüştü. Onu beklediklerini anlamıştı. El mahkum gidecekti. İnsan yeryüzünde attığı adımlarla ya cennete doğru yürür ya da cehenneme! O adı Önder olan bir cehenneme doğru yürüyordu. Ve maalesef istemese de yürüyüşü an itibariyle varış noktasına varmıştı.

Önder ona yaklaşıp elini omzuna attı.

“bugün ve bugünden sonraki her gün sadece benimle geleceksin. Ve bir şey daha. Ben sabırsız bir insanım bu yüzden beni bekletme!”

Bu da ne demekti, ne demek istiyordu? bu bundan sonra diğerlerinin olmayacağı anlamına mı geliyor? Kötünün iyisi gibi bir şey mi? Bilemiyor anlamsız bakışlarla ona ve etrafına bakıyordu. Tüm bu trajedi birinin”Ahmet!”diye seslenmesiyle bölündü. Ahmet ürkek ve korkak bakışlarla sesin geldiği tarafa baktı. Asuman.’dı. Asuman hızlı adımlarla onlara doğru yürüdü. Önder’in elini Ahmet’in omzundan alıp uzaklaştırdı. Önder’le göz göze geldiler. Bakışları karanlık olmaktan öte rahatsızlıktı. Ne olduklarını içten içe bildiği ama asla tanımlamak istemeyeceği bakışlardı bunlar.

Fırsattan istifade zihnine girmeye çalışmış fakat zihninde bir koruma duvarı bile olmadığını fark etmesi uzun sürmemişti. Bir segmenti vardı. O karanlıktı. Önder kendi rızasıyla zihnini açmadan hiçbir şekilde içeri giremeyecekti. İşte bu ilginçti. Onun gibi birinin karanlık olması etrafındaki insanlar için kötü bir durumdu. Asuman kaldırdığı elin yerine kendi elini bırakarak:

“bana verdiğin sözü unutmadın değil mi?” Ahmet söylediklerini anlamlandırmaya çalışarak ona baktı. Böyle bir söz verdiğini hatırlamıyordu. Asuman ise fırsattan istifade zihnine girdi. Segmentine baktı. Nötrdü. Bu demek oluyordu ki zihnine kolaylıkla girebilecekti. Bu yüzden içeri kolaylıkla sızdı.

Gördüğü anıların etkisiyle sarsılmıştı. Yüzündeki tebessüm saniyeler içinde kayboldu. İrileşen gözlerle Ahmet’e bakıyordu. Kendini tutmaya çalışıyordu. Dolan gözlerini kontrol etmekte zorlanıyordu. Elini omzundan çekse de dengesini kaybetmemek için kolunu tuttu. Ahmet yüzündeki çöküntüyü görebiliyordu.

“iyi misin?” dedi.

“iyiyim. Sadece biraz başım döndü o kadar.” toparlanıp:

“Sılanın evine gidecektik ya. Bize matematik çalıştıracaktın hani. sakın bana unuttuğunu söyleme.” ona ayak uydurmaya çalışarak:

“ha! evet. Unutmadım.”

“e hadi o zaman. Gidelim.” diyerek onu ileriye doğru itti. Meraklı bakışların arasından yürüyüp geçtiler ve onları arkalarında bıraktılar. Geride kalanlar bir süre gidenlerin gidişini izledi. Önder elini cebine koyarak:

“bu okula yeni gelen kız mı?”

Arda: “ta kendisi.”

 

Ahmet yürürken gözünün ucuyla fark ettirmeden utangaç ve meraklı gözlerle Asuman’ı süzüyordu. Asuman ise sohbet ederek onu rahatlatmaya çalışıyor fakat başaramıyordu. Birden durdu ve:

“yol uzun. Vaktimiz de var. Hikaye dinlemeyi sever misin?”

“evet.”

“o halde sana bir hikaye anlatayım.”

“olur.”

“Ormanın derinliklerinde aç gözlü ve korkunç olan dört kurt yaşarmış. Bu dört kurt orman sakinlerine akla hayale gelmez kötülükler yapar, onları canlarından bezdirirmiş. Bir gün gözlerine iyi yürekli bir ceylanı kestirmişler. Ceylanın peşine düşmüşler. Kurdukları tuzaklarla onu yakalamaya çalışıyorlarmış. Ceylan kaçıyor onlar ise kovalıyormuş.”

Ahmet ne kast ettiğini anlamaya çalışır gibi ona bakıyordu. Yakalanmış olmanın utancıyla gözlerini kaçırıp önüne baktı ve onu dinlemeye devam etti.

“Ceylan böyle giderse yakalanacağını biliyormuş. Fakat bir çözüm yolu bulamıyormuş. Birinin ona yardım edeceğine olan inancını kaybettiğinden durumu herkesten gizli tutmaya çalışıyormuş.

Bir gün kurtlar yavru ceylanı tuzağa düşürmeyi başarmışlar. Ceylan sona geldiğini düşünmesinin verdiği teslimiyetle onlara bakmış. Kaçmanın bir anlamı olmadığına karar verip gözlerini kapatarak başına gelecek olan sonu beklemiş.

Tam o esnada kurtlar duydukları ayak sesleri ile etraflarına bakmış ve yüze yakın caylanı görmüşler.

Meğer her şeyden haberi olan ceylanın en yakın arkadaşı diğer ceylanları olanlardan haberdar etmiş.

Kurtlar saldırmak için kendilerinden bir atak bekleyen ceylanların sayıca çok olmasından dolayı geri çekilmeye karar vermişler. Ve böylece ceylan kurtulmuş. Son. Beğendin mi?”

“güzel fakat gerçekte kurtlara karşı bu kadar çok ceylanın birlikte hareket ettiği hiçbir zaman görülmemiştir. Çoğunluk susar ve yaşananlara göz yumar.”

“ama unutma ki burada önemli olan şey birlikte hareket etmektir. Bu açıdan bakarsan bazen aklı başında iki ceylan bir çoğuna bedeldir ve kurtları tuzağa düşürüp onları pekala yenebilirler.”

Ahmet söylediklerini dikkatle dinlese de mantığı ve inancıyla onaylayamıyordu. Sılan’ evinin önüne kadar gelmişlerdi. Bu Ahmet’in evine de yaklaştıkları anlamına geliyordu. Çünkü evi Sıla’nın evinin hemen ilerisindeydi. Ahmet minnet dolu bakışlarla ona bakarak:

“her şey için teşekkür ederim.” dedi.

“rica ederim. Seninle yürümek güzeldi.Görüşmek üzere.”

 

Asuman ertesi gün okulun bahçesinde bir banka oturmuş dalgın bir halde önüne bakıyor dünü ve yaşadıklarını düşünüyordu. Önderlerin kendi aralarında konuştuklarını sandıkları tüm o konuşmaları duymuştu. Önder kontrol amaçlı arkasını döndüğünde saklanmıştı. Yanlarına doğru gittiğinde aklındaki en önemli soru aralarında konuştukları şeylerin mahiyetiydi.

Ahmet’in yanına gidip elini omzuna attığında zihnine girmiş ve önderlerle arasında geçenlere dair tüm anıları görmüştü. Gördüğü şeyler kanını dondurmuştu. Kendini tutmakta zorlansada bir şekilde bunu başarmıştı.

Bir karanlık vardı ortada. Onun karanlığından çok farklı bir karanlıktı bu. Onunkisi asil bunlarınki sefildi. Onunkisi Rahmani bunlarınki şeytaniydi. Önder gibi insanları tanıyordu. Diğer insanları mal gibi görüp üzerlerinde sonsuz nüfuz sahibi olduklarına inanıyorlardı. Önder de öyleydi. Onlara istediğini yapıyor onları istediği gibi kullanıyor ve onlara yaptıklarından dolayı asla vicdan azabı çekmiyordu.

Ahmet’in yanından ayrıldıktan sonra bir ağaca tutunup dibine çökmüş ve kusmuştu. Doğrulup sırtını ağaca dayamış ve derin derin nefes almaya başlamıştı. Her şeyi öğrenmişti. O mezarlık ziyaretlerinde yaşanan her şeyi tek tek görmüştü. Serhan’ın koluna dokunmasıyla kendisine geldi ve başını kaldırıp ona baktı.

“Sen miydin?”

“yine dalıp gitmişsin. Yoksa beni mi düşünüyorsun?”

“evet, çocukluk anılarımızı düşünüyordum. Bana zorbalık yapan bir çocuk vardı. Üstünde sürekli giydiği kırmızı bir montu vardı. Hatırladın mı?”

“şu üstüne işediğim çocuk mu?”

“evet o. Niyeyse onu hatırladım.”

“boşver. hatırlama öyle şeyleri!”

“denerim.” Asuman çantasının zincirinin açıp içinden bir saklama kabı çıkardı. Kapağını açıp tebessümle ona uzattı.

“peynirli börek mi?”

“evet.”

“benim için mi?”

“evet. Senin için. Üstelik bu sefer ben yaptım.”

“ciddi misin?”

“gayet ciddiyim.” Serhan börekten bir parça aldı ve tadına baktı.

“hımm! anneninki kadar olmasa da güzel.” duyduğu cümle üzerine koluna sertçe vurdu.

“ah! ne yapıyorsun?”

“nankör! ben o kadar çaba sarf edeyim senin söylediğin şeye bak.”

“şaka yapıyorum. Gerçekten güzel olmuş.”

“yalan söyleme.”

“yalan söylemiyorum”

“bak eğer güzel olmamışsa yemek için kendini zorlama. Bizim kızlara götürürüm. Onlar her türlü yer.” Serhan elindeki saklama kabını alarak:

“güzel olmuş. Gerçekten. Hepsini yiyeceğim.”

“peki. afiyet olsun.”

“teşekkür ederim.”

“rica ederim.”

“bazen düşünüyorum da hayatımda sen olmasaydın hayat benim için daha zor olurdu.

“eğer sen olmasaydın hayat benim içimde daha zor olurdu.”

“Serhan!”

“efendim.”

“senden bir şey isteyeceğim.” muzip bir ifadeyle:

“sakın bana isteyeceğin şey için böreği rüşvet olarak yaptığını söyleme.”

“çok komik. Keşke senden isteyeceğim şeyi karşılayacak bir rüşvet olsaydı.”

“o halde seni dinliyorum.”

Asuman söyleyeceği şeyleri bitirince derin bir nefes alıp ondan gelecek cevabı bekledi. Serhan onun neyin peşinde olduğunu merak etse de o bir şey anlatana kadar beklemesi gerektiğini biliyordu Asuman’ı.

“dediğini yapacağım. Benim için bir sakıncası yok.”

 

Ahmet üstünü başını düzeltip sınıfa girdi. Onun hemen arkasından içeriye giren Önder pis pis sırıtarak ona baktı. İkisini aynı tuvaletten çıkarken gören Harun ise düşünceli bir şekilde Ahmet'i süzüyordu. Ahmet onunla göz göze gelince can havliyle bakışlarını kaçırdı. Çünkü Harun’nun onları gördüğünü biliyordu. Ve bu onun açısından utanç vericiydi. Sınıfın kapısı açıldı ve öğretmen yanında bir öğrenciyle içeriye girdi. Herkesin yerine oturmuş öğretmenin konuşmasını bekliyordu. Tahtanın önünde durarak sınıfa doğru döndü.

“ Arkadaşlar yeni sınıf arkadaşınız Serhan. Öğrenimine artık bu sınıfta devam edecek. Arkadaşınıza yardımcı olun.” Serhan’a dönerek:

“Boş olan yerlerden birine oturabilirsin.” Serhan boş olan yerlere şöyle bir göz gezdirdikten sonra Ahmet’in yanına gitti.

“ boş değil mi?”

“evet.”

“ oturabilir miyim?”

“ elbette.” Önder tatsız bir ifade ile onları izliyordu. Bu hiç hoşuna gitmemişti. Serhan tebessüm ile Ahmet'e bakarak sırasına geçti ve yerleşmeye başladı. Ders kitabını ve defterini çıkarıp masanın üzerine bıraktı. Gözleri inci gibi duran yazıya kayınca:

“Yazın çok güzelmiş.” Ahmet beklemediği böyle bir iltifat karşısında bir miktar utandı. Mahcup bir şekilde:

“teşekkür ederim.” dedi.

 

Serhan her zamanki gibi asumanlara gelmişti. Bahçeye geçip hamak salıncağa oturdu. Asuman ise mutfakta onlar için atıştırmalık bir şeyler hazırlıyordu. O ise bahçede oturmuş esen rüzgarın sürüklediği yaprakları izliyor ve Asuman'ı bekliyordu. Onları izlerken zihninde beliren bir düşüncenin beyninin kıvrımlarında belirginleşmeye başladığını fark etti. Bu görüntü bir açıdan insan hayatına benziyordu. Hayatımızdaki her şeye bir yön vermiyorduk. Bazen rüzgar çok sert esiyor ve biz de tıpkı bu yapraklar gibi savruluyorduk. Tıpkı öz ailesinin onu bir yetimhanenin önüne bırakması gibi. Tıpkı kendisine verilen sevgi dolu bir ailenin birden bire ondan alınması gibi. Tüm bunları düşünüp yaprakların savruluşunu izlemek bir süre sonra onu ağırlaştırmış ve uykusunu getirmişti. Geriye doğru yaslandı. Başını da geriye doğru yaslayarak gözlerini kapadı. Asuman bahçeye geldiğinde serhan'ın uyuduğunu gördü. Elindekileri yavaşça ağaç kütüğünden yapılan sehpanın üzerine bıraktı ve ses çıkarmadan gidip yanına oturdu. İşaret parmağını alnından başlayarak şakağına doğru oradan da yanağına doğru kaydırdı. Asuman'ın dokunuşu ona iyi hissettiriyordu. İşte bu yüzden bir süre gözlerini açıp açmama konusunda kararsız kaldı. Fakat nihayetinde bu durumu uzatmanın yersiz olduğunu düşünerek gözlerini açtı ve yüzünü Asuman’a doğru çevirdi.

“uykumu böldüm.”

“evet böldüm. iyi yaptım.”

“neden peki?”

“bugün seninle antrenman yapacaktık. Fakat o havada olmadığını görebilyorum.” Serhan tebessümle:

“doğru görüyorsun.”

“yani dövüşmeyecek miyiz?”

“bugün için hayır.”

“neden?”

“bir nedeni yok. Sadece bugün dövüşmek istemiyorum.”Yüzünün düştüğünü görünce:

bu seferlik beni mazur gör. Başka zaman yaparız. Lütfen.”

“tamam.” Serhan'ın bakışlarındaki ifadeyi fark edince Özge'nin söylediği şeyleri hatırladı. Anlamaya çalışır bir ifadeyle ona daha dikkatle baktı. Aslında o sevdiklerine hep böyle bakıyordu. İçten, sevgi ve şefkatle. Belki de bu yüzden Özge yanlış anlamış olabilirdi. Bir süre zihninde düşüncesinin doğruluğunu tarttı. Ama yine de vardığı sonuçtan emin olamıyordu. Bu yüzden bu konu üzerinde düşünmeyi bıraktı.

“ Ahmetle nasıl gidiyor?”

“Hiç beklemediğim kadar iyi gidiyor.”

“nasıl yani?”

Aslına bakarsan önceleri amacım onu korumak için yanımda tutmaktı. Fakat işler planladığımın dışına çıktı. Onunla iletişim kurdukça birbirimizi daha yakından tanıdık ve samimi olduk. Çoğu zaman birlikte vakit geçiriyoruz. Beraber ders çalışıyor maça gidiyor ve bir şeyler yiyoruz. O da benim gibi derskolik. Samimi, nazik ve düşünceli insanlardan. Artık senin dışında da bana yemek yapan biri var. Üstelik güzel de yapıyor.”

“Ciddi misin?”

“ ciddiyim.” Asuman başını sallayarak:

“ Vay be! bu kadar samimi olmanızı beklemiyordum.”

“Kıskandın mı?”

“ Bilmem belki.” serhan tebessümle:

“senin yerin bambaşka”

“umarım öyledir.”

“öyle tabi ki.”

 

Loading...
0%