Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm : Karambole Doğru

@fatmadogu

not: kitabın bundan sonrası suç ağırlıklı devam edecektir. o yüzden hassasiyeti olan kişiler burada bırakmalıdır. iyi okumalar!

Bölüm 6: Karambole Doğru

Ahmet, Ağaçlı yola varmıştı. Yolu baştan aşağı şöyle bir süzdü. Bu yol önceden de bu kadar güzel miydi? Eğer daha önce de bu kadar güzelse bunu neden fark etmemişti? Belki de yol hep aynıydı. Yalnızca o bu güzelliği göremeyecek kadar acı içindeydi. Yeryüzünde var olan güzellikleri göremeyecek kadar acı içinde olmak berbat bir durum!

Çok uzun zaman sonra ilk kez bu kadar iyi hissediyordu. Ruhu geniş bir düzlükte olabildiğince mutlu ve huzurluydu. Pusuda bekleyen tehditlere rağmen bu mutluluk onun için dünyanın en güzel şeylerinden biriydi.

Serhan ve Asuman onu yaşadığı vahşetin içinden çekip almıştı. Üstelik bunu büyük bir cesaretle yapmışlardı. Korkmadan kimseden çekinmeden ve en önemlisi de ondan hiçbir karşılık beklemeden. Minnettardı.

Huzurlu olmasına huzurluydu fakat bir yandan da tedirgin. Tedirginliğinin sebebi sükunetinin aniden sollanıp kendini yine cehennemin içinde bulma ihtimalinden idi. Öyle şeyler düşünmemeliydi. Ama insan işte kendine hakim olamıyordu. Sol tarafından gelen sese doğru baktı. Ağacın dibine sinmiş toprağı eşeleyen beyaz renkte siyah iri gözlü küçük bir kedi yavrusu gördü. Yanına yaklaştı. Eğilip başını okşamaya başladı. Kim bilir belki o da onun gibi kimsesizdi. Yolunu kaybetmişti ve yeryüzünde kendisine bir kimse arıyordu. Dünyanın adeti buydu. Kimsesizler kendisine bir kimse arar. Çünkü her varlık bir yere ait olmak biri tarafından sahiplenilmek ve sevilmek ister. Kedinin aç olabileceğini düşünerek ona önce yapraklardan bir tabak yaptı. Serhanla yemek için getirdiği peynirli poğaçaları çantasından çıkardı. Poğaçalardan bir tane alarak onun yiyebileceği kadarını ufalayıp yaprakların üzerine bıraktı. Kedi yaklaşıp yemeye başlayınca elini yavaşça başına götürdü. Ve ürkütmeden başını okşayıp tebessümle onu izledi.

Acaba dünyaya bir insan olarak değil de bir kedi olarak gelmek daha mı iyi olurdu diye düşündü. Ne kadar düşünürse düşünsün bu zihnine boşa kürek çektirmekten başka işine yaramayan farazi bir düşünceydi. Farazi düşünceler gerçek olmadıklarını bilmemizin verdiği büyük bir tatsızlık taşıyorlardı. Bu yüzden onlardan uzaklaşmak en iyisiydi.

“ O bakın burda kimler varmış!” Duyduğu bu ses istemese bile kulaklarından içeri sızmış ve benliğini işgal etmişti. Yavaşça ayağa kalkıp sesin geldiği tarafa döndü. Görmek istemediği o manzara önünde apaydınlık bir şekilde uzanıyordu. Ne çirkin bir manzaraydı! Gözlerini kapatsa bile bu gerçeği değiştirmeyecekti. Neden bu kadar aydınlıktı ki? Keşke birazcık kararsaydı. Belki o zaman ona tahammül etmek daha kolay olurdu. Sesin sahibi ile birlikte çevresini saran sürü salya akıtarak ve sırtarak ona bakıyordu. Bu sırıtışlar insana bıçak yemiş gibi hissettiriyordu. Önder her zamanki gibi elini cebinden çıkararak Ahmet'in yanına yaklaştı ve elini kaldırıp omzuna bıraktı.

“ Görüşmeyeli nasılsın bakalım?” Ona hiçbir cevap vermedi. Yüzüne bile bakmadı. Tepkisiz bir şekilde durup önüne bakıyordu. Önder ise onun bu halini fark etmesine rağmen umursamayarak konuşmasına devam etti.

“ Gördüğüm kadarıyla gayet iyisin.” Arkasına geçerek:

“ Ve anladığım kadarıyla o p** sana iyi bakmış. Beni unuttun mu yani? Sıkıntı değil çünkü ben kendimi hatırlatmasını iyi bilirim. Her ne olursa olsun günün sonunda rüyalarında gördüğün kişi ben olacağım. İstesen de beni asla unutamayacaksın!” Ahmet sessizliğini ısrarla sürdürmeye devam ediyordu. Korktuğu şey başına gelmişti. Belki de evrene olumsuz bir mesaj göndermişti. Bu evrende niye hep olumsuz mesajlara olumlu mesajlardan daha çok ilgiliydi ki? İşte bunu anlayamıyordu. Ve bu çok sinir bozucu bir şeydi. Nedendir bilinmez uzun bir süredir maruz kalmadığı bu anları tekrar yaşamak ona eskisinden daha ağır gelmişti. Önder'in sigara kokan nefesi midesini bulandırıyordu. Her zaman içtiği o mentollü sigara! Kokusunu nerde duysa onu hatırlıyordu. Önder yüzünü boynuna yakınlaştırıp:

“ Hep düşünmüşümdür bir erkek, her zaman nasıl bu kadar güzel kokabilir?” İç çekerek konuşmaya devam etti.

“Perşembe okul çıkışı harabede seni bekliyor olacağım. Eğer gelmezsen…” deyip boynuna daha bir sokularak öpmek ister gibi bir ifade ile:

“ O g******* ayrılmadığın çocuğun canı yanar. Ona zarar gelmesini istemezsin Öyle değil mi?” Ahmet Onun kollarında çırpınan cılız bir kuş gibi görünüyordu. İçinde bulunduğu bu çaresizlik ve zayıflık kendisinden nefret etmesine neden oluyordu. Eğer dediğini yapmazsa Serhan'a tereddüt etmeden zarar vereceğini biliyordu. Ve böyle bir şeyin olmasını asla istemezdi.

“Düşündüm de okula birlikte mi gitsek?” Ahmet korku gözlerle ona baktı. Ahmet'in bu bakışları Önder'in hoşuna gitmişti. Keyifle sırıttı. Birbirlerine çok yakındılar. Önder'in değişen bakışları Ahmet'in gözlerinin irileşmesine neden oldu. Yanlış görüyor olmalıydı. Kesinlikle yanlış görüyordu! zihnindeki düşünceye karşı koymak ister gibi başını iki yana salladı. Önder ise kulağına yaklaşıp fısıldayarak:

“ Neden bilmiyorum ama sana tuhaf bir şekilde bağlandım. Bu yüzden senden kolay kolay vazgeçmeyeceğim. Bunu anlamalı ve sen de bana bağlanmalısın. Ne şekilde olduğu zerre s****** değil.” Ahmet duyduğu şeyler karşısında daha bir afallamıştı. O sırada serhan'ın geldiğini ve tam arkalarında olduğunu hiçbiri fark etmedi. Yaklaşıp Önder'in ensesinden tuttu. Tüm gücüyle onu kendisine doğru çekti ve sağa doğru fırlatarak Ahmet’ten uzaklaştırdı. Daha sonra Ahmet'e bakıp:

“ gidelim hadi.” dedi. Ahmet ise olduğu yere çakılmış gibi duruyor ve ona hiçbir şey söyleyemiyordu. Önder toparlanıp alaycı bakışlarla Serhan'a baktı. Başına bela olan ve ayaklarına dolanıp işini engelleyen insanlardan nefret ediyordu. Serhan da o insanlardan biriydi ve çok istediği şeyi ondan almaya çalışıyordu. Buna izin vermeyecekti. Öfkeyle yanına yaklaşıp yüzüne sert bir yumruk attı.

“Canımı sıkıyorsun! Ayağını denk al ve ayaklarımın altında daha fazla dolaşma!” Yediği yumruğun etkisiyle yere düşen Serhan silkinip ayaklandı ve ona kendisine vurduğundan daha sert bir yumrukla karşılık verdi. Bu karşılıktan sonra ipler tamamıyla kopmuş ve dövüşmeye başlamışlardı. Önder aldığı darbeleri art arda savuşturunca Serhan gardını alıp:

“Demek görüşmeyi biliyorsun.” Önder sinsi bir tebessümle işaret ve baş parmağını birleştirip yüzünün önüne doğru getirdi.

“ Birazcık.” dedi. Serhan kesik bir gülüşten sonra:

“ Biliyor musun, mide bulandırıcı bir sinek gibisin!”

“ Öyle mi? Sinek kimmiş göreceğiz!” diyerek atağa geçti. Çevrelerine toplanmış olan kalabalık korku dolu bakışlarla onları izliyordu. Nihayetinde ikisi de yorulmuştu. Fakat pes edecek gibi de değillerdi. Önder tüm gücüyle serhan'ın yakasına yapıştı. Serhan sağ elini Önder'in yakasını tutan elinin altından geçirip dirseğine dayadı. Sol elini ise yine bileğinin altından zıt yönde geçirerek iki elini de birleştirdi. Ve Önder'in elini sertçe kavrayarak yere doğru itti. Ondan sıyrılmıştı. Doğrulmaya çalıştığında ise göğsüne tekme atarak kalkmasını engelledi. Ardından onu tekmelemeye başladı. Dövüşün galibi Serhan olmuştu. Çömeldi ve ellerini dizlerinin üzerinde birleştirerek yerde yatan Önder'e baktı.

“ Ne kadar düşünürsem düşüneyim senin gibi insanların yeryüzündeki varlığını gereksiz buluyorum. Gereksizsiniz ama varsınız. İşte bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Şimdi beni iyi dinle! Ondan uzak duracaksın! Ona bir daha dokunduğunu görürsem elini kırarım.” Önder kanlı dişleriyle gülümseyerek:

“ Dünya hali işte bir gün biri kazanır bir gün diğeri. Bugün de sen kazandın. Ama unutma her savaş dövüşten ibaret değildir. Senin de herkes gibi kaybettiğin bir yer mutlaka vardır.”

“ Aferin sana cepli çocuk. Demek felsefe yapmayı da biliyorsun. Her neyse sağlığın için uyarılarımı dikkate almanı öneririm.” Sözlerini bitirdikten sonra ayağa kalktı. Sakinleşmiş ve etrafındaki kalabalığı fark etmişti. Asumanla göz göze geldiler. Asuman başını hafifçe aşağı doğru indirerek onu selamladı. Serhan selamına karşılık vererek önüne döndü ve Ahmet'e doğru ilerledi. Kolundan tutup güç kullandı ve hareket etmesini sağladı. Birlikte yürüyüp kalabalıktan uzaklaştılar. Yürüyorlardı. Ahmet ara ara başını kaldırıp Serhan'a bakıyor, Serhan ise önüne bakarak hiçbir şey söylemeden yürümeye devam ediyordu. Serhan içinde bulundukları kasvetli havayı dağıtmaya çalışarak etrafına bakıp derin bir nefes aldı Ahmet’in koluna girdi.

“ Hiçbir karşılık beklemeden insana güzel duygular yaşatan şu manzara şu ağaçlar, gökyüzü ve toprak ne kadar da cömert öyle değil mi?”

“Evet öyleler. Tıpkı senin gibi cömertler.”

“ Benim gibi mi?”

“Evet, senin gibi.

“Ben bekliyorum ama.”

“ Öyle mi?”

“ Evet.”

“ Mesela benden ne gibi bir karşılık bekliyorsun?”

“ Dostluk, kardeşlik…” tebessümle

“İstediğin onlar olsun.” dedi.

“Eyvallah.”

“Çok kötü gözüküyorsun. Okula varınca revire gidelim.”

“Olur.”

“Bu arada ona neden cepli çocuk diye hitap ettin?”

“ Sürekli elleri ceplerinde yaşayan bir aptala benziyor da ondan. Sanki ellerini ceplerinden çıkarsalar yaşayamayacakmış gibi.”

“Doğru.”

 

Serhan Ahmet'le Okulun bahçesinde bir tur attıktan sonra kantine indi. Hava serin ve güzeldi. Bu havada Asumanla bir yerlere gitmek iyi olurdu. Fakat yapamazdı, derslerini asamazdı. Çok çalışması gerekiyordu. Onu hedefinden uzaklaştıracak zaaflara kapılamazdı. Doğrunun ne olduğunu bilmesine rağmen başka bahara kalan güzel şeyler de acıtıyordu. Belki bir gün telafi edilebilirlerdi. O gün geldiğinde her bir saniyenin tadını çıkaracaktı. Ama bugün o gün değildi.

 

Asuman kantin tezgahına doğru ilerledi. Serhan'ın yüzündeki yorgunluğu fark etmişti. Bu vücudunun hastalanmadan önce gösterdiği ilk belirtiydi. Nuri abinin uzattığı içeceği alıp serhan'ın oturduğu masaya doğru ilerledi. Omzuna dokunup içeceği önüne bıraktı.

“İç şunu! İyi gelecektir.”

“Tamam. Teşekkür ederim.” Asuman ona tebessümle karşılık verip oradan uzaklaştı. Serhan kendisine getirdiği nane limondan bir yudum alarak geriye doğru yaslandı.

Tüm bu tabloyu sadece bir kişi sessiz fakat hoşnutsuz bir şekilde izlemişti. O kişi Sıla’ydı. Asuman ise her şeyden habersiz Sıla ile oturmuş sessizce çayını içiyor ve etrafı seyrediyordu. Sıla zihnindeki tilkileri sakinleştirmek için ona birkaç soru sormaya karar verdi.

“ Amcanlar ve çocukları ile aran iyi değil diye hatırlıyorum.” Sorulan sorunun mahiyetine bir anlam veremese de cevapladı.

“ Doğru hatırlıyorsun.”

“ Peki serhan'ın senin için onlardan ne tür bir farklılığı var? Sonuçta o da amcaoğlu. Ve onunla oldukça samimisin.” Asuman zihninde beliren rahatsız edici filizleri susuz bırakarak çayından bir yudum daha aldı.

“ Babam çok erken yaşta babasını kaybetmiş ve en büyük erkek olduğundan evin tüm sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalmış. O yüzden o ve annem uzun yıllar kendilerine ait bir hayat yaşayamadılar. Ben de bu durumdan fazlasıyla etkilendim. Babamın aldığı sorumluluk bize pahalıya patladı. Ben bu durumdan kısmen de olsa amcamları sorumlu tutuyorum. Bu yüzden onlara karşı daima mesafeli davrandım. Halada öyleyim.

Serhan, Davut amcamın oğlu. Dört amcamdan sevdiğim tek kişi. Babama köstek olmaktansa destek olan tek kişi. Davut amcam çocuklara çok düşkündü. Bir çocuğu olmasını her şeyden çok istiyordu. Karısıyla gitmedikleri doktor kalmadı. Sonunda tedaviden vazgeçip bir çocuk evlat edinmeye karar verdiler.”

“ Sakın bana onun Serkan olduğunu söyleme!”

“ Sen de bana sakın bunu bilmediğini söyleme! Çünkü bu çoğu kişinin bildiği bir hikaye. Bilirsin küçük yerlerde insanlar fazlasıyla meraklıdır. Ve bu sır tutmayı onaksızlaştırır.”

“ Gerçekten bilmiyordum. Çok şaşkınım.”

“Anladım. Öğrenmiş oldun. Her neyse sadede gelecek olursak Serhan'ı evlat edindiklerinde henüz 2 yaşında falanmış. Biliyorsun onunla yaşıtız. Akrabalıktan ziyade çocukluk arkadaşıyız. Birlikte çok şey yaşadık ve paylaştık Bu yüzden onunla bir aile gibiyiz ve benim için çok değerli biri. Anlatabildim mi?”

“Evet, yani hem en sevdiğin amcanın oğlu hemde çocukluk arkadaşın. Peki amcandan bahsederken neden dili geçmiş zaman kullandın?” Sıla’nın yersiz merakı canını sıksa da sorusunu cevapladı.

“Serhan 10 yaşındayken amcam, eşi ve Serhan bir trafik kazası geçirdiler. kazadan sadece Serhan kurtulabildi.”

“ İnanamıyorum yani iki kere ailesiz kaldı öyle mi?” Bu cümle nedense asuman'ı sinirlendirmişti.

“ Dünya hali işte Sıla, senden ne zaman neyin gideceğini bilemezsin!”

“ Haklısın.” Sıla Serhan'a bakarak:

“ Çok acı çekmiş olmalı. Ama yine de çok güçlü duruyor.” Asuman hoşnutsuzluğunu gizlemeye çalışıyordu. Çayından bir yudum daha aldı. Bu tablonun ruhunda var ettiği hazımsızlık azımsanmayacak derecede büyüktü.

Asuman okul çıkışı eve uğradı. Annesinin hazırladığı çorbayı alıp evden hızlıca ayrıldı. Ahmet'le buluştu ve birlikte Serhan'ı ziyaret etmek için kaldığı pansiyonun yolunu tuttular. Vardıklarında arkadaşlarına nerede olduğunu sordular bahçede olduğunu öğrenip oraya yöneldiler. Asuman birkaç adım sonra birden durdu. Serhan bahçede Sıla ile birlikte oturuyordu. Serhan Sıla'nın getirmiş olduğunu düşündüğü çorbayı içiyor ve sohbet ediyorlardı. Bir sürü onları izledi. Sonra bir şey hatırlamış gibi yaparak:

“ Şimdi hatırladım. Bugün annemin misafirleri gelecekti. Gidip ona yardım etmeliyim. Sen çorbaya al!” Deyip getirdiği çorbayı Ahmet'in eline tutuşturdu.

“ Annemin gönderdiğini ve geçmiş olsun dileklerini ilettiğini söylersin. Ben de daha sonra uğrayacağım.” Ahmet'in konuşmasına fırsat vermeden oradan uzaklaştı. Ahmet ise bir süre onun gidişini izledikten sonra serhanların yanına gitti. Selam vererek oturdu. Çorbayı Serhan'a uzatarak Asuman'ın tembihlediği şeyleri sıraladı.

“Sağ olsun.” Serhan bir şey olduğunu anlamıştı fakat ne tam olarak ne olduğunu öğrenmek için Sıla’nın gidişini bekledi. O gider gitmez Ahmet'e dönüp:

“Anlat bakalım Asuman niye gelmedi?

“Aslına bakarsan buraya birlikte geldik. Sizi görünce annesinin bugün misafirleri olduğunu, bunu şimdi hatırladığını, gitmesi gerektiğini daha sonra uğrayacağını söyledi.” Serhan başını öne doğru eğerek hafifçe gülümsedi.

“ Demek beni kolayca bir başkasına bırakıyor.”

“ Yani kolayca diyebilir miyim bilemiyorum. Sizi gördüğü zaman yüz ifadesinden anladığım kadarıyla bu durumun hoşuna gitmediğini söyleyebilirim. Belki de yüzleşemediği için gitmiştir.”

“ Ne ile?”

“ Bir başkasıyla.”

“ Nasıl yani?”

“ Ne kastettiğimi gayet iyi biliyorsun.”

“Bilmek yetmiyor bazen de duymak istiyor insan.”

“Haklısın. Ama bunu duyman gereken kişi ben değilim.”

Derya okul bahçesinde durmuş etrafa bakıyor ve Özge'yi arıyordu. Yalnız bir ceylan adi bir kurdun gözünden kaçmaz. Önder arkasından ona yavaşça yaklaşıp elini kalçasına doğru uzattı. Birinin elini tutup çevirmesi ile planları suya düşmüş acı içinde inlemişti. Derya duyduğu ses üzerine arkasına döndü. Asuman ve Önder'i gördü. Durumu anlamaya çalışır bir ifadeyle onlara baktı. Asuman:

“ Anladığım kadarıyla bazılarının eli yanlış yerlerde dolaşıyor.”

“ Bırak lan elimi! Cidden kaşınıyorsun. Kim olduğumu biliyor musun ha!”

“ Kimsin?”

“ Asla bulaşmaman gereken biriyim.”

“ ‘Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Sen ne yeri yarabilirsin nede boyca dağlara ulaşabilirsin.’ Yani alt tarafı basit bir insansın ki üst tarafına erişemeyeceğin de gayet açık. ”

“Ne saçmalıyorsun sen be?”

“ Sence?”

“Bırak beni dedim sana!” Asuman onu bıraktı. Önder canının yandığını belli etmemeye çalışarak dikeldi. Derya Asuman'a bakarak kısık bir sesle “Neler oluyor?” diye sordu. Asuman ona aynı tonda cevap vererek:

“ Bir şey yok, merak etme” dedi. Önder kendini toparlayarak:

“Bana bak güzelim. Kim olduğumu çok yakında öğreneceksin ama bundan önce…” Ardalara bakıp gözleriyle Derya’yı işaret etti. Bunun üzerine Derya'yı yakaladılar. Asuman onlara doğru ilerlerken karnına yediği yumrukla kendini yerde buldu. Önder ellerini ceplerine koyarak alaycı bir ifade ile ona baktı.

“ Yerde olmak yerine kucağımda olabilirdin.” Asuman silkindi ve ani bir hareketle ayaklarının üzerine yükseldi. Tiksindiğini belli eden bakışlarla:

“ Ben klozet kullanmıyorum.” dedi. Önder gülerek:

“ Oldukça ilginç birisin.” Dedi ve üzerine doğru yürümeye başladı. Birinin kolunu tutması ile durdu. Ve sol tarafına baktı. Serhan’dı.

“Ağır ol bakalım. Geri bas!” Asuman bunun üzerine Ardalara doğru ilerleyip Derya’yı kolundan tutarak kendisine doğru çekti. Sonra Önder'e dönerek:

“ Bu zamana kadar her şey istediğin gibi gitmiş. Kral senmişsin. Fakat tarih derslerinden biliyor olman gerek hiçbir krallık sonsuza dek sürmez. Her şey vakti gelince ömrünü tamamlar. Yani her şey yok olur. Bir şey hariç.”

“ Sadece sizin için şanslı bir gün.Ve kafanı yorma benim vaktimin dolmasına daha çok var.”Deyip eliyle Ardalara işaret etti ve oradan uzaklaştılar.

Derya teşekkür ederek Özge'nin yanına gidince Serhan Asuman'a baktı ve:

“ Dikkatli ol. Sana bulaşacak olurlarsa bana söyle!”

“Biliyorsun kendimi koruyabilirim.”

“ Elbette ama sayıca çoklar.”

“ Tamam. Dediğin gibi yaparım.”

“Umarım. Umarım dediğim gibi yaparsın.”

 

Asuman, Derya ve Özge okul çıkışı lunaparka gittiler. Derya'nın en sevdiği yere. Eğlenmek kafa dağıtmak için birebirdir. Parktaki birçok şeyi deneyip beraber eğlenceli vakit geçirdiler. Derya tek başına gondola bindiğinde ise Asuman elinde iki bardak çayla Özge'nin yanına geldi. Çaylardan birine ona uzatarak:

“ Burayı çok seviyor.”

“ Çocukluğundan beri ve hala bir çocuk gibi.”

“Evet, öyle.” Asuman asıl meseleye geçerek:

“Önder kuzeniniz Öyle değil mi?” Özge sözün nereye varacağını anlamıştı.

“ Evet, maalesef.”

“Nasıl biri?”

“ Yeryüzünde görüp görebileceğin en aşağılık insanlardan biri. Ha bu arada hatırlamışken bugün için çok teşekkür ederim.”

“Rica ederim.”

“ Çok dikkatli olmalısın. Eminim bugünkü davranışından sonra peşini bırakmayacaktır. O gözüne batan insanları unutmuş gibi yapar ama asla unutmaz. Ve bir şekilde İntikam alır.”

“Sen peki, onun gözüne batan insanlardan biri misin?”

“ Evet, ben de onlardan biriyim.”

“o zaman senden de intikam almış olmalı.”

“İşin tuhaf tarafı şu ki benden hiçbir zaman tam anlamıyla intikam almaya çalışmadı.”

“İlginç, Neden peki?”

“ Bilemiyorum. Belki de deli deliyi gözünün ferinden tanıyor ve kestiremediği için de ona bulaşmak istemiyordur.”

“Kulağa mantıklı geliyor. Sanırım henüz benim deliliğimin farkında değil. Bu yüzden istediği gibi top koşturuyor.” Özge tebessüm etti.”

“ Belki de kadınları küçümsediği için seni göremiyordur. Beni tanımasının sebebi ise zorunlu yakınlık.” Asuman parlak gözlerle ona baktı. Zihnindeki soru işareti giderilmişti.

 

Ahmet ve Serhan pansiyonun bahçesinde sırtlarını iki ağaca dayanmış karşılıklı sohbet ediyorlardı. Ahmet Önder ile buluşacak olmanın verdiği tedirginliği mümkün mertebe belli etmemeye çalışıyordu. Onunla geçirdiği huzurlu vakitleri korkunç düşüncelerle bölmek istemiyordu. Başını yavaşça yukarı doğru kaldırarak:

“ Bugün gökyüzü çok güzel, Şiir gibi!”

“ Ne tür bir şiir?”

“Bilmem.”

“Tam şiir okumalık hava.”

“ Ne demek istiyorsun?”

“ Bize bir şiir oku da demlenelim diyorum.”

“ Olur, istediğin bir şey var mı?”

“ Sevdiğin şiirlerden bir tanesini oku işte!” Ahmet uzağa bakarak okumaya başladı.

“ Sevecek halim yokken nasıl olur da seni sevecek hali bulabildiğimi ben de bilmiyorum

İnan ben de anlamıyorum bu durumu fakat seni seviyorum

Seni sevmek içimi acıtıyor

Çünkü tam da şairin dediği yerde buluyorum kendimi

O bir imkansızı düşünüyor ve ben de bir imkansızı seviyorum

Ama seni sevmek başlı başına güzel bir şey biliyor musun?

Sanırım dayanma gücümü buradan alıyorum

Ancak bu şekilde göğüs gerebiliyorum birçok şeye!

Sevmemeliyim biliyorum fakat duygularıma hükmedemiyorum

Keşke edebilsem ve geçirebilsem ilmeği boyunlarına!

Duyguların bir canı yok, biliyorum ve oldukça da aptallar!

Bizi vuran tarafı da bu!” Serhan şiirin bittiğini anlayarak onu alkışladı.

“ Çok güzeldi ve çok güzel okudun. Ağzına sağlık!”

“Beğenmene sevindim. Sağ ol.”

İkisi de önlerindeki çiçeğe konan mavi kelebeğe baktı. Sessizce onu izlediler. Kelebek bir müddet orada kaldıktan sonra kanatlanıp uzaklaştı. Serhan evine gidiyor diye düşündü. Ailesi onu bekliyor olmalıydı.

“ Söylesene Ahmet eğer dünyaya yeniden gelme şansım olsaydı hayatında en çok neyi değiştirmek isterdin?”

“ Ailemi, Ailemi değiştirmek isterdim. Beni seven ve benim de sevdiğim bir ailem olmasını isterdim.” Serhan şevkat dolu gözlerle ona baktı.

“ Anlıyorum.”

“ Sen peki?”

“ Sanırım ben de ailemi geri isterdim.”

“ Desene herkes kendindeki eksik parçayı tamamlamak istiyor.”

“ Öyle tabi.”

Önder bir ağacın arkasından onları izliyordu.

“ Benim olan daima benim kalacak. Bunu hepiniz öğreneceksiniz.”

 

Derya Asuman ve Özge'den ayrıldıktan sonra ara sokağa girip evine doğru ilerledi. Kötü başlayan bir günün bu kadar güzel bitebileceğini kim bilebilirdi ki? Eğlenirken o kadar mutlu olmuştu ki zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı. Çok uzun zamandır böylesine eğlenmemişti ve bunun ona çok iyi geldiğinin farkındaydı.Yaşadığı tüm kötü anılardan bir nebze bile olsa uzaklaşmak onun için yeryüzündeki en güzel şeydi. Bundan dolayı için Özge ve Asuman'a minnettardı. Huzur doluydu. Mutlu bir şekilde etrafına bakıyor, ağır ağır yürüyor içinde bulunduğu anın tadını çıkarıyordu. Birinin kolunu tutup onu duvara yapıştırması ile çığlık attı. Fakat ağzının bir el tarafından kapatılması çığlığını cılız bir inlemeye dönüştürdü. Önünde beliren silüet gözlerinin fal taşı gibi açılmasına neden oldu. Karşısında duran ve karanlık bakışlarıyla kendisine bakan kişi Önder’di. Karanlık onu iyice kavrayıp sıkıştırarak konuşmaya başladı.

“ Onların her zaman arkanı kollayabileceğini mi sandın? Sen tamamıyla bana aitsin! Bunu sakın unutma! Aksi halde başına gelecekleri biliyorsun. Şimdi yarın her zamanki gibi okul çıkışı dediğim yere geleceksin ve bundan hiç kimseye bahsetmeyeceksin. Anladın mı?” Derya korkuyla başını salladı.

“Aferin. böyle uslu ol.” deyip omzuna iki kere hafifçe vurarak gülümsedi ve oradan uzaklaştı. Derya dizlerinin üzerine çöküp başını ellerinin arasına aldı. Kenara sıkışma hissi onu mahvediyordu. Kaçacak hiçbir yeri yoktu. Artık kendinde bu duruma dayanacak gücü bulamıyordu. Sona geldiğinin farkındaydı.

Ertesi gün okula gitmemişti. Uyandığında saat 12'yi gösteriyordu. Yatağından kalktı ve banyoya yöneldi. Duş aldı. Aldığı en uzun duştu. Banyodan sonra mutfağa geçti. Çay demledi. Demlediği çaydan bir bardak alarak salona geçti ve pencere kenarına oturdu. Havalar soğumaya başlamıştı. Bu yüzden çayından aldığı her yudumda içinin ısındığını hissediyordu. Garip maddeler bazen insanlardan daha şefkatli olabiliyorlardı. Fakat nedense bu insanoğluna hiçbir zaman yeterli gelmiyordu. Belki de Allah insanı bu ihtiyacını diğer insanlardan karşılamak üzere yaratmıştı. Yoldan geçen insanlara baktı. Gelip geçiyor ve herkes için kaçınılmaz olan o sona doğru yaklaşıyorlardı. Erken ya da geç gitmenin ne önemi vardı ki? Sonuçta herkes bir şekilde gidecekti. Ve bu insanoğlunun yeryüzündeki en büyük hakikatiydi. İnsanların telaşını fark etti. Karşı taraftayken muhtemelen o da böyle görünüyordu. Hep bir koşturmacaydı hayat, sonu gelmez gibi gözüken. Ama geliyordu. Her şeyin sonu gibi bu hayatın da bir sonu vardı.Yaşadığı şeylerin onu bir noktada buraya getireceğini biliyordu. Sadece bunun ne zaman olacağını bilmiyordu.

Telafisi mümkün olmayan büyük bir hata yapmıştı. Önderi sevmişti. Onun gibi bir insanı. Bu sevgi onun gözlerini kör eden türden bir sevgiydi. Bu yüzden de gerçek yüzünü ancak pisliğine bulaştıktan sonra görebilmişti. Başlarda nasıl da sevgi doluydu. Muhteşem bir oyuncuydu. Ya da o aptal bir aşıktı.

Onunla beraber olduğu gün tüm hayatı elinden kayıp gitmişti. Uyandığında karşısında duran canavar aşık olduğu kişi değildi. Artık rol yapmıyordu. Onunla gerçek yüzü ile konuşuyordu. Çektiği görüntüleri gösteriyor, ve bu görüntüler karşılığında ondan ne istediğini acımasız bir şekilde anlatıyordu. Eğer dediklerini yapmazsa görüntüleri başta ailesi olmak üzere herkese gösterecekti. Birini sevmenin onu böylesine bir bataklığa sürükleyeceğini düşünmemişti. Belki de düşünmemesine neden olan şey okuduğu aşk romanları ve izlediği aşk filmleri idi. Oralarda sonlar kesinlikle böyle değildi. Çocuk kötü olsa bile iyiye dönüşüyordu. Ya da herkese kötülük yapsa bile sevdiği kadını koruyor ona zarar vermiyordu. Kurgular büyük bir kandırmacadan ibaretti. Kötü çocuk, kötülükten başka bir şeyi nasıl sevebilir ki? İşte bu gerçeği görememişti.

Fakat tüm bunlara rağmen ona doğruyu söyleyen biri vardı. Bu kişi Özge'ydi. Onu uyarmıştı. Gitmeden ona son bir mesaj bırakmaya karar verdi. Eline bir kağıt ve kalem alarak yazdı. Sonra kağıdı katlayıp sakladı. Tekrar pencerenin önüne geçerek son kez dinlemek için bir şiir açtı. Adam tok sesiyle şiiri okuyor o ise dışarıya bakarak onu dinliyordu. Tazelediği çayından bir yudum aldı ve dinlediğimi mısraların arasına karıştı.

“ Hatırımda hala Her şey dün gibi

Meğer ne büyük yanılmışım

Meğer ne büyük kandırılmış

Demek sevgi herkese nasip olan bir şey değilmiş

Ve beni ona düşman eden sevgiden nefret eden bir sevgisizmiş!...”

Şiiri bitince ayağa kalktı. Vakit gelmişti. Bu sefer gitmeyecekti. Bu sefer o kazanacak Önder kaybedecekti. Büyük bir zafer kazanmış edasıyla kapıya doğru yöneldi. Annesi arkasından seslenerek nereye gittiğini sordu. Haline bakan biri annesini duymadığını bile söyleyebilirdi. Ona hiçbir cevap vermeden terliklerini giydi ve merdivenlerden yukarı doğru tırmandı. O ve etrafındaki her şey gittikçe ağırlaşıyordu. Gittikçe ağırlaşıp uyuşuyordu. Binanın terasına vardığında ayağındaki terlikleri çıkarıp duvarın üzerine çıktı. Etrafına baktı. ikiz mezarlıkları görebiliyordu. Yüzünde acı bir tebessümle onları izledi. Esen rüzgar yüzüne çarpıyor ve gözyaşlarının yüzünde bıraktığı can yakıcı sıcaklığı serinletiyordu. Cebinden telefonunu çıkardı ve Özge’yi aradı.

“ Alo! Derya! Nerelerdesin sen? Sabahtan beri arıyorum cevap vermiyorsun. Okula da gelmedin.”

“ Bir gün gidersen haber ver demiştin. En azından sana bu kadarını borçluyum. Ben bu sıkıcı öykünün artık sonuna geldim. Onlardan uzaklaş ve kendine yeni bir hayat kur. Bunu ben yapamadım ama sen yapabilirsin.”

“Derya, neler söylüyorsun, neredesin?”

“ Yerinde olsam beni sorguya tutmaktansa benimle vedalaşmayı seçerdim.”

“ Derya yapma! Lütfen!”

“ Seni çok seviyorum. Birlikte geçirdiğimiz tüm güzel anlar için teşekkür ederim.” Evlerinin terasında olduğunu anlamıştı. Rüzgarın etkisiyle sallanan rüzgar çanının sesini duyabiliyordu.Koşmaya başladı. Hemen söze girerek telefonu kapatmasını engelledi. Onu oyalamalıydı.

“ Hatırlıyor musun, Bir keresinde sen çok istemiştin diye annem sana sarma sarmıştı. Bilirsin bizim annelerimiz bizdense hep dışardakine yaranır. Bu yüzden sen benim annemden bende senin annenden bir şeyler isterdim.” tebessümle:

“Evet.” dedi.

“Sarmaları alıp tepeye gitmiştik. Gizli yerimize.”

“Hava çok güzeldi. Rüzgar burnumuza kekik kokusu getiriyordu.”

“Evet, öyle.Ve sen kekik kokusunu çok seversin. Bana orda demiştin ki:

“ Bunu sonsuza kadar yapabilirim. Burada sonsuza kadar kalabilir ve sarma yiyebilirim.” Tepeye gidelim Derya ve yine sarma yiyelim. Beraber yeni bir hayat kuralım. Biliyorsun buna çok yaklaştık. Önümüzde bir sınav var. Sadece son bir sınav. Ve sonra özgürlük!” Derya yaşlı gözlerle onu dinliyordu.

“ Artık çok geç Özge. Benim için çok geç. Çok yorgunum. Üstelik buna olan inancımı da yitirdim. En kötüsü bu biliyor musun? Bir insanın inancını yitirmesi. O da gidince elinde hiçbir şey kalmıyor. Hiçbir şey tutamıyor seni yeryüzünde! Beni anlamaya çalış kardeşim. Lütfen beni anlamaya çalış. Hoşça kal!” dedi ve telefonu kapattı. Özge “Hayır!” diyerek daha da hızlandı.

“Lütfen derya, lütfen!”

Derya derin bir nefes alarak gücünü topladı. Ardından gözlerini kapatarak kendisini aşağıya bıraktı.



 

 

 

Loading...
0%