@fatmadogu
|
8. Bölüm: Gelecekten bir an (2) Burak direksiyonu sağa çevirip iş yerine giden yola saptı. Vardığında arabasını park edip keyifli bir şekilde yürümeye başladı. Onun için her şey yolunda gidiyordu. Cebindeki değerli yüzüğü çıkardı. Bunu kasaya koyduktan sonra lüks bir restoranda gidip güzel bir yemek yiyecekti. Sonra da arkadaşı ile her zaman gittikleri barda eğlenecek ve kendilerine yeni bir av bulacaklardı. Öncelikle barda pustaya yatacaklar ve önceden gözlerine kestirdikleri zengin aile kızlarından birini tavlaycaklardı. Araştırmayı arkadaşı yapacak tuzağı o kuracaktı. Her şey hallolduktan sonra Burak yakışıklılığını ve cazibesini kullanarak kızı etkileyecek bar çıkışı evine davet edecekti. İşin sonraki kısmı onlar için en kolayıydı. Burak kızı evine götürdükten sonra kızla beraber olacak Ve bunu videoya çekecekti. Daha sonra ise kendisini -eğer istedikleri miktardaki parayı vermezse- videoyu paylaşacaklarını söyleyerek tehdit edeceklerdi. Üstelik bu tehdidi bir kereliğine mahsus da yapmayacaklardı. İki kere tehdit etmek. Kendince koydukları kural buydu. Tüm bu senaryoyu tekrar tekrar canlandırırken hesaplayamadıkları bir hata yapmışlardı. Araz'ın en yakın arkadaşı olan Asaf'ın kız kardeşini tuzağına düşürmüşlerdi. Fakat bundan haberleri yoktu ve bu yüzden gafil avlanacaklardı. Habersiz kuş tuzağa düşmek üzereydi. Odasının kapısını açtı ve içeriye girdi. Attığı iki adımdan sonra gördüğü silüetin verdiği şaşkınlık ile olduğu yere çakılı kaldı. Dolunayın etkisiyle oda, karşısında oturan adamı görebileceği kadar aydınlıktı. Kendisinden emin ne yaptığını bilen ve oldukça sakin duran adama neler olduğunu anlamaya çalışır bir ifade ile bakarak: “ Sen de kimsin ve burada ne işin var?” “ Sorun mantıklı geldi fakat cevabımın sana mantıklı geleceğini düşünmüyorum ama yine de söyleyeyim. Ölüm meleğinim.” Burak duyduğu sözler karşısında kendine hakim olamadı ve başını öne eğerek güldü. Bu hali Araz’ın hoşuna gitmişti. Zira birinin başına gelecek olan bir takım şeylerden önceki son gülüşünü izlemek insana tarifsiz bir zevk veriyordu. Alaycı bakışlarla Burak’ı süzdükten sonra: “ Şuna bak sanırsın evliya! Ölüm meleğini beğenmiyor. Beyefendinin emekliye sevk muamelesini yapalım lütfen!” Burak öfkelenmişti. “ Ne s**** saçmalıyorsun sen?” Araz’ın üzerine doğru yürümek için attığı adım kafasına doğrultulan silahla yarım kaldı. Bu çeliğin dokunuşuna aşinaydı. Afallayarak ellerini havaya kaldırdı. Murat, Burak davranmadan belindeki silahını aldı. Araz ise ayağa kalktı ve Burak'a doğru yürüdü. Yanına geldiğinde gözlerini gözlerine dikerek çenesini sert bir şekilde kavradı. Önce segmentine baktı. Nötr bir adamdı. Segmentler arasındaki en zayıf ve en aşağıda bulunan segmentti. Nötr insanların zihinlerine kolaylıkla girer istediğiniz bilgileri öğrenebilirdiniz. insanların çoğu nötr, çok az bir kısmı enigmaydı. İşi nasıl yaptığına dair tüm anılarını yokladı. Umduğundan çok daha kolay bir şekilde onlara ulaşmıştı. İstediği bilgileri elde ettikten sonra onu bırakıp koltuğa doğru yöneldi. Tekli siyah koltuğa oturup geriye doğru yaslandı. Başını soluna doğru çevirerek masanın arka tarafında duvara çakılı olan tabloya baktı. Görür görmez tanımıştı. Caravaggio’nun ‘hilekarlar’ tablosuydu. Tablolar ve insanlar. Bu kombinasyonu ilginç buluyordu. Bazı insanlar her şekilde kendilerini yansıtmanın bir yolunu buluyorlardı. Ve diğerleri de yansıtılandan anlam çıkarmayı. Bu tablonun da bu adamın nesini yansıttığını gayet iyi biliyordu. Yine de ona soracaktı. Kendi dilinden duymak daha ilgi çekiciydi. “ Güzel tablo, sen mi seçtin? “Evet.” “ Neden bunu seçtin?” Kendisine sorulan soruyu anlamsız bulsa da cevapladı. “Odama bir tablo alacaktım. Kumar oynamayı çok seviyorum. Dolayısıyla bunu görünce beğendim ve aldım.” Bunları söylerken korku ve tedirginlik içinde ona bakıyor ve bu durumdan nasıl kurtulabileceğini düşünüyordu. “Farkında olmadan kendine benzeyen bir adamın tablosunu seçmişsin İkinizin de ortak yanı üçkağıtçı olmanız. Aranızda tek bir fark var o sanatçı sen…” dedi ve bir an diyeceğini bilemedi. Alnını kaşıyarak: “Değilsin.” diyerek cümlesini tamamladı ve murata dönerek: “ Sanat herkes içindir dedikleri bu olsa gerek. Sen ortaya koy yeter. İnsanlar ortaya koyduğun şeye mutlaka bir anlam verecektir.” Murat: “ Haklısın. Herkesin bir s**** çıkardığı şey işte!” “Tekrar uyarıyorum. Küfrü bırakmalısın.” “Deniyorum.” Araz keyifle Burak'a döndü ve: “ Söyle bakalım, bu tablodan ne anlıyorsun?” “ Efendim?” Ses tonundaki alaycılık kaybolmuştu. Ciddiyetle ve her bir kelimeyi vurgulayarak: “ Bu tablodan ne anlıyorsun dedim?” Burak bu saçma sohbetin varacağı boktan sonu düşündü. Tabi ki işiyle ilgiliydi. Bir yerde sert bir kayaya çarpmış olmalıydı. Adam onunla eğleniyordu. İşi bitince asıl mevzuya girecekti. İçinde silahın olduğu karanlık mevzuya. Sakinleşip sorusuna cevap verdi. “Birini kandırmaya çalışan bir adamın aslında kendisinin kandırıldığını.” Araz öne doğruldu ve dirseklerini bacaklarının üstüne koyarak ellerini birbirine geçirip birleştirdi ve çenesine dayadı. “Daha dikkatli bakarsan ikimizi anlattığını görürsün. Sen kağıda bakan adamsın ve ben de kağıdı arkasında tutan adamım. Yani bu demek oluyor ki: Ava giderken avlandın.” Ayağa kalktı tabloya doğru yürüdü. Murat'a dönerek: “ Onu buraya getir!” Dediğini yaptı. Silahı Burak'ın sırtına dayayıp onu öne doğru itti. Kendisine dayatılan şeyleri çaresizce yerine getiriyordu. Sırtına uygulanan güçle hareket etti. Araz adamın sol elini kavrayıp sert bir şekilde çekti ve tablonun üzerine koydu. Dokunmatik zemine iyice bastırarak elini algılamasını sağladı. Birkaç saniye sonra tablo sol tarafından onlara doğru açıldı. Murat onu ceketinden tutup kendisine doğru çekerek Araz’dan uzaklaştırdı. Burak ise şaşkın bir şekilde Araz’a bakıyordu. “Bu nasıl olur, kimsin sen, ve bunu nerden biliyorsun?” “ Dedim ya ölüm meleğinim diye!” Gözlerini Burak'tan alarak önünde uzanan tabloya keyifle baktı. Yaklaşık 30 santim eninde ve 40 santim boyunda üstü açık bir kutunun içinde yer alan 15 tane flash bellek vardı. Hepsinin altında kime ait oldukları yazıyordu. Üstünde Şule yazana baktı. Sonra hepsini alıp odanın ön tarafına doğru ilerledi. Flash bellekleri hemen önündeki küçük masanın üstüne bıraktı. “ demek işini böyle yapıyorsun.” Burak'ı baştan aşağı süzdü. Uzun boylu ve fit bir vücuda da sahipti. Gözleri parlak mavi renkte saçları gür ve siyahtı. Beyaz tenli yakışıklı bir adamdı. Kızları etkilemek onun için kolay olmalı diye düşündü. “Bayağı iyisin?” Murat'a dönerek: “ Benden daha mı iyi bu?” Murat'ın bir huyu vardı. Kendisine sorulan soruları ciddiye alır ve öyle cevap verirdi. Bu huyu çoğu zaman hoşuna gitse de şu an sinirini bozuyordu. Murat bir adım öne doğru gelerek Burak’ı baştan aşağı süzdü. “ Sen daha iyisin?” “ Ben de öyle düşünmüştüm.” Diyerek delici bakışlarla Burak'a döndü. Değişen ruh hali yüzüne yansımıştı. Ne yapacağını kestiremeyeceği karanlık tarafa geçmişti. Ruh halindeki bu hızlı değişme Burak'ın ürkmesine neden oldu. “ O kız, bu dünyada tuzağa düşüreceğim son kız olmalıydı. Gözüne kestirdiğin kızları daha ayrıntıları araştırmalıydın. Görünen o ki onu yanındaki kız ile karıştırmışsın. Daha doğrusu araştırmayı yapan arkadaşın karıştırmış. Büyük hata!” merakla: “ Hangi kız?” diye sordu. “ Kim olduğunu bilmen gereksiz. Sen şu an sadece gidişine odaklan. İşe yarar mı bilmem ama kelime-i şehadet getir. Denemekten zarar gelmez. Allah'ın kelamı sonuçta. Ha Müslüman değilsen o başka.” Söyleyecekleri bitmişti ayağa kalktı ve ona doğru yürüdü. Yüzüne sert bir yumruk attı. Burak acı içinde kıvrandı. Daha sonra kasığına Sert bir tekme attı. İki büklüm kalan Burak'ın yakasından tutup onu odanın orta yerine fırlattı. Burak birazcık kendine gelince masaya doğru yöneldi fakat karnına yediği başka bir tekme ile istediği şeyi yapamadı. Araz yanına çömelip saçlarından tuttu. “ Masanın altındaki silahı mı almaya çalışıyorsun?” Dedi ona elindeki silahı göstererek. Silahın yerini öğrenmiş ve almıştı. “ Ben de, boşuna zahmete girme!” Burak daha da irileşen gözlerle ona baktı. “Allah aşkına sen kimsin ve tüm bunları nereden biliyorsun?” “ la havle. Bunu kaçıncı kez söyleyeceğim. Ölüm meleğinim dedim ya!”Deyip ayağa kalktı. Burak daha fazla dayanamayarak: “ s********* Ölüm Meleği!” Araz sakince ucuna susturucu taktığı silahı adamın kalbine doğrulttu. “ Bu küfrü ettiğine pişman olacaksın?” Burak çaresizce ona baktı. Bu işi daha önce birçok kez yaptığını anlayabiliyordu. Artık sona geldiğini kabullenmişti. Fakat her insan gibi yaşamak istiyordu. Son kozunu kullanmaya karar verdi. yalvarmak! “ Bak Kime çattım bilmiyorum ama özür dilerim. Tamam mı? Pişmanım, çok pişmanım. Yapma ne olur. Yalvarırım. Söz veriyorum bir daha asla böyle bir şey yapmam. Kendime yeni bir sayfa açıp yeni bir hayat kurarım. Bak her şeyi aldın, elimde olan her şeyi. Tüm paramı da sana veririm. Lütfen beni öldürme!” Araz dudakları arasından sızan alayıcı bir gülüşle: “ Söylediklerine sen bile inanmıyorsun değil mi? Parana gelince merak etme. O artık sana ait değil. Nerede olduğunu biliyorum. Ona nasıl ulaşacağımı da. Hayır işlerinde kullanacağım. Kim bilir, belki Ötelerde sana bir faydası dokunur.” öfkeyle soluyarak: “Arkadaşım bunu yanınıza bırakmaz.” dedi. Araz kendinden emin bir ifadeyle: “Yaşıyor olsaydı belki de.” dedi ve ona doğrulttuğu silahı ateşledi. Yerde can çekişini izledi. Yanına çömeldi. Bedeninden akan kana baktı.. Ne olduğunu anlayamadığı bir his tüm benliğine yayılıyor ve onu etkisi altına alıyordu. Buna direnmek çok zordu. Gözlerini önündeki görüntüden bir an dahi ayırmıyordu. Şairin: “ İçimde bir sıkıntı var sızlayan Nereye döküldüğü meçhul Duygularım kan kaybediyor bir yandan Ruhumda acayip bir havasızlık İçten içe ince ince ve İlmek ilmek kirleniyorum” Dediği yerdeydi. Fakat bunun tam olarak nasıl bir kirlilik olduğunu çözemiyordu. Elini uzatıp adamın vücudundan akan sıcak kana dokundu. Tuhaftı. Sanki kan adamın bedeninden Araz’ın ruhuna akıyordu. Parmaklarının ucunda hissettiği sıcaklık onu heyecanlandırmıştı. Ve fark ettiği bu şey ürpermesine neden oldu. İçinde belirginleşen birbirine zıt duygular onu kenara sıkıştırıyor, canını okuyordu. Kayboluyor olabilir miydi? Belki de hem kayboluyor hem de kendini kaybediyordu. Peki ya tüm bu mide bulantısının yanında hissettiği zevk! Bilmediği bir karanlık ruhuna doluyor ve nefesinin kesiyordu. Gözleri kızıllaşmıştı. Yüzündeki ve boynundaki damarlar belirginleşmiş gözlerine uyum sağlamıştı. Kravatını zor bela gevşetti. Murat Ondaki tuhaflığı fark etmişti. Yanına çömelip kolundan tutarak: “ İyi misin?” dedi. Güç bela başını kaldırıp ona baktı ve: “ İyiyim, bir şey yok!” “ Çıkalım o zaman.” “Tamam.”
Eve gelmişlerdi. Bahçede yürümeye başladı. İlerleyip hemen önündeki koltuğa oturdu. Öne doğru eğilerek ellerine bulaşan kana baktı. Kendi duyabileceği bir sesle: “ Bir şekilde buna alışıyorum. Hatta alışmaktan daha ileriye gidiyor ve bu beni tedirgin ediyor.” Murat gelip yanına oturdu Ve elini bacağını üstüne koyarak: “ Neyin var bugün?” Araz bacağının üstündeki eli sıkıca kavrayarak: “ İyiyim dedim ya! Bir şey yok. Merak etme! Sadece bugün kafam karışık. O yüzden dikkatimi toparlayamıyorum. Geçer. Geçip giden her şey gibi bu da geçer ve gider.” Çalan telefonuna baktı. Asaf’tı. İsteksiz bir şekilde cevapladı. “İyi misin?” “ İyiyim.” “ Bir sorun yok değil mi?” “ Hayır yok.” “ Aramayınca merak ettim.” “ İş tamam. Ama ben şu an müsait değilim. Sonra konuşalım.” “ Peki, Nasıl istersen.” Araz telefonu kapatıp yerinden kalktı. Yavaş adımlarla banyoya doğru yürüdü. Aynanın karşısına geçip kravatını söktü. Daha sonra gömleğinin düğmelerini usul usul açıp üzerinden sıyırarak kenara bıraktı. Aynadaki yüzüne baktı. Elindeki kurumuş kana. Sol elini kaldırıp yüzüne doğru götürdü. Parmak ucuyla şakağına dokundu. Parmağını yavaşça aşağı doğru kaydırıp elmacık kemiğine oradan da sol göğsünün üzerine bıraktı. Göğsünün üstündeki bıçak yarasını düşünceli bir şekilde okşadı. Sonunda düzlüğü görmüştü. Toparlandı ve zihnini ele geçiren düşünce yığınlarından sıyrılıp kendine geldi. Ellerindeki ince ve şeffaf tabakayı söktü. Banyo rafından çıkardığı sıvıyı üzerine boşaltıp sıcak suyu açarak parçaların erimesini izledi. Hepsi eridikten sonra ellerini çeşmenin altına götürdü ve yıkadı. Sadece bazı şeyleri yıkayıp arınabiliyorduk. Ellerimiz onlardan biriydi mesela. Fakat ruhumuz onlardan biri değildi. Onu arındırmak bir eli arındırmaktan çok daha zordu ve bunun farkındaydı.
|
0% |