Karanlığı seyrediyorum, ardından acı hissediyorum. Düştüğüm yerden kalkmaya çalışıyorum ve zar zor kalkıyorum. Yürümeye çalışıyorum, yürüyorum… Koşmaya çalışıyorum, koşuyorum… Kalbime saplanan acı artıyor. Koşuyorum… Koşuyorum… Boğazımı sıkan elleri hissediyorum, boğuluyorum. Nefes alamıyorum ve ardından gözlerim karanlığa bürünüyor. Karnıma saplanan bir şey hissediyorum. Gözlerimden akan yaşları yanaklarımda hissediyorum. Ve kafamın duvara çarptığını…
İliklerime kadar her şeyi hissediyordum.
Acıyı hissetmek…Acıyı hissetmek sadece bedenen bir şey değildir. Sen her ne kadar çabalarsan çabala ruhen hissettiğin acıyı saklayamazsın, gizleyemezsin. Ruhen yaşadığın acılar ortaya ya öfke ya göz yaşları ya da çığlık olarak ortaya çıkar. Belki de hepsi. Ama etrafındakiler senin öfkeni duymaz, göz yumarlar. Senin gözyaşlarının içinde yürürler, ıslanmazlar. Senin çığlıklarına kulaklarını tıkarlar.
Şu an ki hissettiğim acı rüyamda bedenen, gerçekte ruhen böyle bir acıydı. Hayat hep böyledir. Ama sadece bundan ibaret değildir. Hayatın güzel yanları da vardır. Unutma her zorluğun bir başarısı, mutluluğu ve heyecanı vardır. Çektiğin tüm acılar kesilir. Yerini huzura bırakır ve küçük aksaklıklar olsa da öyle devam eder. Hayat budur.
Yerde kanlar içinde yatıyordum. Acılarım kesilmeye başlamıştı. Efsun…Efsun…
Duyduğum sesle yatağımda sıçradım. Her şeyin rüya olması içimi rahatlatırken bir yandan da 1 hafta boyunca bu rüyanın aynısını görüyordum. Kan, ter içinde kalmıştım. Defne masasındaki kitapları çantasına koyarken ben de yorganımı üstümden çekmeye yelteniyordum.
“Yine o kabusları görüyorsun değil mi?”
Derin bir nefes aldım ve ayağa kalktım. Evet Defne benim en yakın arkadaşımdı ve yurtta aynı odada kalıyorduk. Kabuslarımı ona anlattığımda biraz ürkmüştü ama bunun sadece gerçek dışı bir kabus olduğunu söylüyordu. Sadece bir kabustu ama 1 hafta boyunca aynı şeyleri görmek, aynı acıları hissetmek… Garipti açıkçası.
“Evet ve bu beni gittikçe korkutuyor.”
“Unutma bunlar sadece bir rüya ya da kabus, sıkma canını.”
Defne her ne kadar beni rahatlatmaya çalışsa da içim içimi yiyordu. Hemen kalkıp lavaboya girdim, dişlerimi fırçaladım ve üzerime formamı giydim. Özenmeden topuz yaptığım kestane kabuğu rengi saçıma aynada bakıyordum. Biraz bakıma ihtiyacı vardı. Defneye baktığımda yine kızıl saçlarını özenle düzeltiyordu. Benim aksime saçını yarım bir şekilde toplamış ve Gökhan’ın ona aldığı tokaları takmıştı. Gökhan bizim gruptan birisiydi. Birbirlerine hisleri olduğu çok belliydi ama bunu kabullenmiyorlardı.
İkimizde hazır olduğumuzda çantalarımızı aldık ve sadece 157 adımlık olan YENİ okulumuza geldik. Öncelikle evet bu 1 hafta da sürekli okul ve yurt arasındaki adımımı saydım. Eski okulumuz yıkılacağı için Afyonkarahisar’ın öbür ucundaki okula başladık. Yeni okul derken sadece başlangıç için yeni yoksa dışı eski püskü bir şey işte.
Sınıfa girdik ve çantalarımızı bıraktık. Okulun dışı eski püskü olmasına rağmen içi fena sayılmazdı. Dışarı çıkıp sıra olduğumuzda Rüzgar, Efe ve Gökhan’da yanımıza gelmişlerdi. Onlar da erkekler yurdunda kalıyorlardı. Bu kitapta okuyacağınız okul; kolej okulları gibi değil, bildiğin düz lise ve her sabah dışarda sıra olup müdürün yapacağı duyuruları 10 saat dinlemek!
Bu sıcakta yine bizi bekletiyorlardı. Neyse ki yaz tatili yaklaşmıştı ve bizi biraz daha serbest bırakacaklardı. Etrafıma bakınırken Rüzgar’ı gördüm, ne yaptığını merak ediyordum. Eğilmiş ve bir şeylerle ilgileniyor gibiydi.
“Rüzgar?” dediğimde bir anda hareketlendi ve doğruldu. Uzun boyu bana gelen güneşi kapatıyordu. Meraklı gözlerle ona baktım.
“Ne yapıyorsun?”
“İyi sen ne yapıyorsun?”
Gözümü devirdim ve aynı soruyu gözlerimle sordum. Sanki elinde bir şey var da benden saklıyordu.
“Hiçbir şey sadece biraz dinleniyordum. Çok yoruldum da.”
Bir şey demeden önüme döndüm ve müdürün her zamanki yaptığı duyuruları dinledim. Bari bizi serbest bıraksalardı. 12. Sınıf oluyoruz be! Zaman ne kadar da çabuk geçiyordu.
Sınıflara girdiğimizde hemen yerime oturdum ve biraz başımı sıraya koydum. Kafamı toparlamam lazımdı ama bir türlü yapamıyordum. Gördüğüm rüyalar beni o kadar çok etkilemişti ki… Öğretmen sınıfa geldiğinde bizi serbest bırakmıştı. Son birkaç haftayı ders işlemeden geçiyorduk. Arkamı dönüp Gökhan’dan çizim yapmak için kalem isteyecektim ancak gözüme yine Rüzgar’ın o hareketi çarptı. Eğilip masanın altında bir şeylerle uğraşıyordu. Gizlice masanın altına baktığım anda göz göze geldik. Tam birden kalkacaktı ki kafasını masaya çarptı.
“Ah!”
Yavaşça olduğu yerden doğrulunca gözlerimi kısıp ona baktım.
“Efsun ne yapıyorsun ya?”
“İyi sen ne yapıyorsun?” sorusuna aynı onun gibi cevap verdiğimde anlamayan gözlerle bana baktı. Bakışlarını umursamadan işaret parmağımı kaldırdım.
“Seninle konuşacağız.” dedim.
Dersin sonlarına doğru yaptığım çizimi bir defterin arasına koydum. Biraz beklememin ardından zilin çaldığını duydum. Bizimkilere lavaboya gideceğimi söyleyip kalktım. Giderken başım feci halde dönüyordu. Lavaboya girdiğimde aynadan kendime baktım. Berbat bir haldeydim, saçlarım resmen savaşın içine girmiş ve çıkmış gibi gözüküyordu. Hızlı bir şekilde saçlarımı açıp geri topladım, yüzümü yıkadıktan sonra aynadan kahve gözlerime baktım. Çok yorgun görünüyordum. Aynanın yansımasından arkadaki tuvalet kapısının hareket ettiğini gördüm. İçeride birinin olma ihtimalini düşündüm ve aynadan kendime bakmaya devam ettim. Ama bir terslik vardı. Kapı ardına kadar açılmış ama içeride kimse yoktu! Arkamı döndüğümde elektriklerin kesilmesiyle çığlık atmam bir oldu. Sonuçta sürekli kapının kendi kendine açılması ve elektriklerin gitmesine alışık değildim. Haliyle çığlık atacaktım. Etrafımda deli gibi dönerken kapının yolunu bulmaya çalışıyordum. Bir anda boynumda tuhaf bir acı hissettim. Ve gerisi yoktu…
Gözlerimi araladığımda nerede olduğumu tahmin etmiştim. Tabi ki revirde olacaktım! Kolumda serum vardı. Kulağıma tanıdık bir çığlık sesi geldi. Defne genelde çığlık atardı.
“Uyanmış!”
“Görende sanki yıllardır komada sanacak. Ne bağırıyorsun?” dedi Efe.
“Ne çığlık atıyorsun” diye düzeltti Gökhan.
Rüzgar’a baktığımda çok dalgın görünüyordu. Gözleri boynumdaydı. Aklıma boynumun acıdığı geldi ve sanki Rüzgar bunu biliyormuş gibi garip bir şekilde boynuma bakıyordu. Defne ve Gökhan aralarında atışırken ve Efe’de her zamanki gibi gelip geçen kızlara bakarken bunu fırsat bilip Rüzgar’a seslendim.
“Rüzgar…”
Hala dalgındı. Bir kez daha “Rüzgar.” dediğimde yerinde sıçradı ve toparlanmaya çalışarak bana baktı.
“Ne bu halin Rüzgar? Ayrıca neye bakıyorsun?”
Konuşmak için hafif öksürdüğünde önemli bir şey söyleyeceğini anlamıştım.
“Boynun…” devamını getiremedi.
“Ne olmuş boynuma?” Elimi boynuma götürdüm. Çıkıntılı bir şey varmış gibi hissettim ama ne olduğunu kavrayamadım. Rüzgar’dan bir cevap bekliyordum ama onun susması beni sinir ediyordu.
“Rüzgar söylesene bu da ne?”
“Revirden çıkınca anlatırım.” Dedi.
Kafamı geriye yasladım ve serumun bitmesini bekledim. Bir şeylerle oyalanmaya başladım. Bunu unutmam lazımdı yoksa dayanamayacak, bağıracaktım. Serumun son damlaları kalmışken bir oh çektim ve Rüzgar’a tekrar baktım. Başını eğmiş elleriyle oynuyordu ve stresli olduğu buradan açıkça belliydi. Biraz daha Rüzgar’ın ellerine baktıktan sonra bir şey fark ettim, bileğinde bir şey vardı. Dövme gibi… Anlamsız bir şeye benziyordu. Bizden habersiz dövme mi yaptırmıştı? Tam ağzımı açacakken hemşirenin sesini duydum.
“Serumun bitti Efsun, sadece tansiyonun düşmüş. Serumu çıkardıktan sonra gidebilirsin.” Serumu çıkardığı an bir hışımla yerimden kalktım ve Rüzgar’ın kolunu tuttuğum gibi koşmaya başladım.
“Efsun ne yapıyorsun?”
Yolda giderken o gıcık kızlar bu tarafa doğru iğrenerek bakıyordu. Evet hepsi de Rüzgar’a takıntılılardı. Rüzgar’ın sorusuna yanıt olarak “İyi sen ne yapıyorsun?” demeyi çok isterdim ama şu an zamanı değildi. Onu en aşağıya bodruma benzer bir kata indirdiğimde bana şaşkınlık ve korku içinde bakıyordu.
“Anlat.” Dedim hızlı bir şekilde.
“Önce bir sakin ol.” Dedi ellerini kaldırarak. Derin nefesler aldı ve ben de sabırla bekliyordum. Gözlerini kısa bir süre kapattı ve açtı.
“Boynundaki iz. Aynısı bileğimde var.” Bileğini açıp gösterdi. Demek bileğinde gördüğüm şey dövme değildi hatta bambaşka bir şeydi. Elimi boynuma götürdüm. Bileğindeki ize bakıp boynumda olan izle bağdaştırmaya çalıştım. Gerçekten de benziyordu. Rüzgar’ın bileğindeki sembole baktığımda ne olduğunu kavrayamamıştım. Daire içinde yazı gibi bir şey vardı. Sadece 9 rakamının olduğunu anladım. Diğerleri ise karmakarışık şekillerdi. Derin bir nefes aldıktan sonra Rüzgar’ı dinlemeye devam ettim.
“Dün okuldan sizden sonra çıkmıştım.” Dün olanları kafamda canlandırmaya çalıştım. Biz Efe, Defne ve Gökhan’la gittiğimizde Rüzgar defterini unuttuğunu söyleyip ve işinin uzun süreceğini belirtip tekrar yukarı çıkmıştı. Daha sonra “Beni beklemeyin, siz gidin.” Demişti.
“Sınıfın önüne geldiğimde hışırtılar duydum. Etrafıma baktım ama kimseyi göremedim. Sınıfa girdim ve defterimi aldım. Tam aldığım sırada yine o hışırtıları duydum.”
Merakla onu dinliyordum. Dalgalı kumral saçlarını eliyle karıştırdı ve devam etti.
“Bir anda başım döndü ve ben ne olduğunu anlayamadan etraf karardı. Defterimi yere düşürdüm. Sonra bileğimde büyük bir acı hissettim. Bilincimi kaybetmişim. Tahminime göre yaklaşık yarım saat yerde baygın yatmışım.”
“Sonra ne oldu?”
“Gözlerimi açtığımda defterimi hızlıca alıp okuldan çıktım.”
Bunların benzerini yaşadığımı hatırlıyorum ama neden böyle bir şey yaşadığımızı hala anlamış değilim. Peki Rüzgar neden sürekli defter ayrıntısını verip duruyordu? Alt tarafı bir defter!
“Defter ayrıntısı? Neden sürekli defter diyorsun?”
Bunu fark etmemi beklemiyormuşçasına şaşkınlıkla bana baktı.
“Şey… Yani…”
“Ağzında geveleyip durma söyle şunu!”
“Tamam tamam!”
Biraz kendini sakinleştirdikten sonra konuşmaya başladı.
“Bir not buldum.”
“Nasıl? Nerede? Ne zaman?” sıraladığım sorular onu daha çok strese sokuyor gibiydi. Ona da hak verip sustum ve dinlemeye devam ettim.
“Okulda buldum.” Hayır neden sürekli okulda? Bu okulun neyi var anlamıyorum ki!
“Yerde bir taşın altındaydı. Sanki bilerek koyulmuş gibiydi.” Derin bir nefes alıp devam etti. “Defterimde o yüzden önemliydi çünkü defterimin arasına koymuştum. Uyandığımda defterimin arasına bir not daha bırakılmıştı.”
“Şu notları göstersene sen.”
“Bence bunu çocuklarla konuşurken göstermeliyim. Burası pek müsait değil gibi.” Etrafıma baktığımda içeride gerçekten toz taneleri halay çekiyor gibiydi.
“Tamam o zaman öyle ols-“ Cümlemi yarıda kesen şey bir kızın bağırış sesiydi.
“Defne bayıldı!”
Rüzgar’la birbirimize bakmamızla yukarıya doğru uçmamız bir oldu. Evet koşmamız değil uçmamız… Giderken yüzüme siyah bir şey dokunup gitti, yere düştüğündeyse sadece 1 saniyelik baktıktan sonra siyah bir kağıt parçası olduğunu anladım fakat şuan onu merak etmenin sırası değildi çünkü daha önemli işlerim vardı. Mesela bayılan Defne’yi ayıltmak gibi… Sesler kütüphaneden geliyordu. Kütüphaneye girdiğimizde herkes Defne’nin başına toplanmıştı. Etrafındakilerin telefonlarla fotoğraf ve video çektiğini görünce daha bir deliye dönmüştüm. Efe onlara gitmelerini ve fotoğraf çekmemelerini söylüyordu ama anlaşılan işe yaramıyordu. Gökhan ise Defne’nin başına oturmuş onu tokatlayarak uyandırmaya çalışıyordu. Tam ağzımı açıp bağıracaktım ki müdürün sesi duyuldu.
“Neler oluyor burada? Herkes sınıflarına dağılsın! O video ve fotoğrafların yayıldığını görmeyeceğim!”
Müdürün rengi kıpkırmızıydı. Bu bana domates salçası kavanozunu anımsatıyordu. Evet böyle zamanlarda bu gibi şeyleri düşünebiliyordum… Herkes sınıflarına dağıldığında Gökhan, Efe, Rüzgar ve ben kalmıştık, son anda içeriye giren hemşireler ve yerde yatan Defne’yi de unutmazsak iyi olur.
Hemşirelerden biri müdürle konuşurken kulak misafiri olmuştum. Yani dinlemek istemedim ama dinlemiş oldum. Peki tamam! Çok merak ediyordum dinledim işte!
“Bugün altıncı bayılma vakası. Bu normal mi Müdür Bey?”
Hemşirenin dediğinden sonra kulaklarıma inanamadım. Ne dedi o? ALTINCI bayılma vakası mı? Müdür kravatını çekiştiriyordu. Bir yandan da alnındaki terleri cebindeki mendille silmeye çalışıyordu.
“Ben de anlamadım.” Dedi müdür.
“Müdür Bey eğer böyle giderse okuldaki yiyecek ve içecekleri denetim altına almamız ve okulu dezenfekte etmemiz lazım. Bu bir salgın olabilir. Bir okulda ve bir günde altı baygınlık çok fazla. Özellikle bir devlet okuluna göre-“ Müdür anlık bir sinirle hemşirenin sözünü kesti.
“Olmaz! 1 hafta daha bekleyelim.”
“Ama-“
“Size olmaz dedim! Derhal işinize dönün!”
Şu anda olanlara o kadar şaşkındım ki… Ne diyeceğimi, ne tepki vereceğimi bilemiyordum. Ama şunu kesin biliyordum: Müdürün bildiği bir şeyler vardı.
Hemşireler Defne’yi revire götürürken biz de peşlerinden gittik. Onu kontrol ederken Efe ve Gökhan merakla bekliyorlardı ama ben ve Rüzgar ne olduğunu gayet iyi biliyorduk. Defne’ye serum takarken sadece tansiyonunun düştüğünü söylediler ve gittiler. Gittiği anda Defne’nin vücudunu incelemeye başladım. O sembolü arıyordum. Boynuna baktığımda tahmin ettiğim şey doğru çıktı.
“Var mı?” dedi Rüzgar.
“Var.” Dedim.
Efe ve Gökhan bize uzaylı görmüş gibi bakıyorlardı.
“Ne var mı?” dedi ikisi aynı anda.
“Sembol.” Dedik Rüzgar’la.
Defne uyanmaya başladığında birden oturur pozisyonunu aldı.
“Kaç yaşımdayım? Lütfen yavaş yavaş söyleyin. Bu koma beni çok yordu. Çok mu yaşlandım. Ah neden ben neden?!” diye bağırmaya başladığında gözlerimi devirdim.
“İnanmayacaksın ama 10 yıldır komadasın Defne.” Dedi Efe. Yüzündeki ciddiyet çok komikti. Bir de Defne’nin yüz ifadesini görseniz gülmekten yerlere yatardınız.
“Gerçekten mi?” Defne inanamıyormuş gibi eliyle ağzını kapattı.
“Evet kaç yıldır seni bekliyoruz yaşlandık şu halimize bak. Değişmeyen tek şey Efe’nin hala sevgili bulamaması.”
Efe, Gökhan’ın omzuna bir yumruk geçirdi.
“Sen ona bakma Defneciğim.”
“Gerçekten de yaşlanmışsınız ve beyazlarınız çıkmış kim bilir ben ne haldeyim!” Defne bunu dediği an dördümüzde gülme krizine girmiştik. Bence artık biri gerçeği söylemeliydi. Evet bu kişi ben olacaktım.
“Defne sadece bayıldın ve yaklaşık yarım saat sonra uyandın. Salak salak düşüncelerle kafanı yorma. Ki eğer komaya girersen biz sana söyleriz tamam mı?”
“Serumun da bittiğine göre bence artık derse girelim büyük ihtimalle yok yazıldık. Şu işi bir halledelim sonra sizinle konuşacaklarımız var.” Dedi Rüzgar.
“Aynen öyle. Bu önemli bir konuşma olacak.” Dedim. Tabi ki de Efe bu durumu yanlış anlamıştı.
“Ben biliyordum.”
“Neyi?” diye sordu Defne.
“Sevgili olduklarını söyleyecekler. Biliyordum abi böyle olacağını.” Rüzgar, Efe’nin kafasına bir tane geçirdi.
“Geri zekalı mısın oğlum sen? Uydurma şunları.”
O sırada hemşire geldi ve Defne’nin serumunu çıkardı. Sınıfa girip öğretmene durumumuzu anlattık. Zaten dersler boş geçtiği için çok fazla kafaya takılacak bir durum değildi. Geç kağıdı aldık ve bu işi hallettik. Arka taraftaki sıraları daire yapıp oturduk. Defne’nin neler yaşadığını çok merak ediyordum.
“Defne önce olanları anlat sonra biz konuya gireceğiz zaten.” Dedim meraklı bir sesle. Defne’de bunu bekliyormuş gibi boğazını temizledi ve anlatmaya başladı.
“Kütüphanede kitap arıyordum. Aniden birkaç kitap yere düşünce korktum. Normal olduğunu sanıp hedefime tekrar yöneldim. Ama düşen kitapların arkasında bir karaltının geçtiğini gördüm bu sefer korkunca kütüphaneden çıkacaktım ki her yer kapkaranlık oldu, hiçbir şey göremedim. Sonra boynumda bir acı hissettim. Gözümü açınca da revirdeydim.”
Efe ayağa kalkıp alkışlamaya başladı.
“Pekala güzel hikayeydi. Şimdi bize gerçekten neler gördüğünü anlat.”
Efe’nin kolundan tutup zorla sıraya oturttum.
“Efe, salak salak hareketler yapma doğru söylüyor kız. Bizim de konuşacağımız konu buydu.” Sınıftakiler her ne kadar buraya baksa da Efe’nin bu hallerine alıştıkları için tekrar önlerine dönmüşlerdi. Defne elleriyle Efe’nin kıvırcık saçlarını karıştırdı.
“Doğru söylüyorum!”
“Siz ciddi misiniz yoksa şaka falan mı bu?” Diye girdi söze Gökhan. Gerçekten inanmıyorlar mıydı? Bence bu onların en doğal hakkıydı. Bu anlattığımızı başkasına anlatsak bize deliyiz diye yaklaşmazlardı bile.
“Yakında bunu siz de yaşayabilirsiniz.” Dedim Efe’yle Gökhan’ı göstererek. “Çünkü bugün 6 bayılma vakası varmış. Müdür ve hemşireler konuşurken duydum.” Bu açıklamamdan sonra ikisi de birbirlerine bakarak olayı kavramaya çalışıyorlardı. Efe, Defne’nin boynundaki sembolü görünce bir şeyler anlamış gibi kafasını salladı.
“Bu sembolü birinin bileğinde görmüştüm. Ama dövme sandım. Eğer dedikleriniz doğruysa…” Gökhan cümlenin devamını getirdi. “Tuhaf şeyler oluyor demektir.” Aklıma bir soru takılmıştı. Defne ve benim sembolüm boynumda ama Rüzgar’ın sembolü bileğindeydi. Sınıfın gürültüsü artık beni rahatsız etmeye başlamıştı. Ancak dikkatimi çeken sohbetler vardı. Biraz kulak misafiri olmalıydım değil mi?
“Bilmiyorum uyandığımda bileğimde bu sembol vardı.” Dedi sınıftan birisi. Bu kişi erkekti. Acaba olayın cinsiyetle alakası var mıydı? Efe’ye döndüm. “Gördüğün kişi kız mıydı erkek miydi?” Efe üzgün bir sesle cevap vermişti. “Maalesef erkek.” Elimi masaya vurup birden ayağa kalktım. Evet herkes dönüp bana baktı. Özür dileyerek yavaşça yerime oturdum ve kısık sesle konuşmaya başladım. “Kızların sembolleri boynunda, erkeklerin sembolleri ise bileklerinde.”
“Evet bunu fark etmiştim.” Dedi Rüzgar. Gökhan ve Efe’ye baktığımda hala bize inanamıyorlarmış gibi bakıyorlardı. Biliyorum bu onların da başına gelecekti… Aslında bir diğer önemli konu da Rüzgar’ın bulduğu notlardı. Ama şu an bunlar bile ağır gelmişti anlaşılan. Rüzgar’ın bu konuyu şimdi açmayacağını iyi biliyordum. Öyle de olmuştu.
***
Son dersin zili çaldığında toparlanmaya başladık.
“Bu da ne?” Efe elindeki kağıt parçasına bakıyordu. Rengi siyah olan kağıdı bize döndürdü, üzerinde beyaz renkte yazılar vardı. Bu Rüzgar’ın dediği notlar olabilir miydi? Rüzgar’a baktım. Çantasından defterini aldı. Efe’nin elindeki kağıdın aynısından iki tane daha çıkardı.
“Size bunları söyleyecektim ama inanmazsınız diy-“ Efe, elini Rüzgar’ın omzuna koydu. “Pekala ben bu şakaya inanmadım. Gökhan sen inandın mı kardeşim?” Gökhan kafası karışmış bir şekilde olanları izliyordu. “Bilemiyorum…” Defne, Efe’nin elinden kâğıdı hızla çekti. “İnanmazsan inanma. Başına gelince göreceksin.” Defne notu çantasına koydu ve sırtına taktı. “Hadi gidelim.” Kapıdan çıkarken bana gözleriyle gel işareti yaptı. Benle beraber diğerleri de sınıftan çıktı.
Yolda yürürken ortamda sanki büyük bir gerginlik var gibiydi. Defne en önden sinirli bir şekilde gidiyordu. Efe ve Gökhan birbirlerine bakıp ‘Bilmiyorum.’ İşareti yapıyorlardı. Rüzgar’da onlara göz deviriyordu. Yurtlarımıza geldiğimizde yollarımız ayrılıyordu. Küçük bir ‘görüşürüz’ faslından sonra binaya girdik. Odalarımıza geldiğimizde kendimi direkt yatağa attım. Çok yorulmuştum, özellikle bugün olanlardan sonra.
Ben telefonumla ilgilenirken Defne’de kendine bakım yapıyordu. Neyse ki odalarımız iki kişilikti ve müdürü ikna edip aynı odayı kapmıştık. Telefonu elimden bırakıp biraz gözlerimi kapattım. Çok güzel bir rüya görüyordum. Sonra biri yine beni boğazlamaya çalışıyordu. Yine o acıları hissediyordum. Gürültüler yükseliyordu. “Efsun! Yardım et!” Gözlerimi açtım. Çok terlemiştim. Fakat rüyamdaki sesler kesilmemişti. Kapıyı biri kırmaya çalışıyordu sanki! “Efsun!” Defne’nin sesini duyduğum an yerimden fırladım. Kapıyı açtığımda anlık bir şok geçirmiştim. Hayatta böyleydi zaten. Beklemediğin şeyler çıkardı karşına. İyi olsun, kötü olsun… Her şey başına gelecekti sonuçta.
Fısıldadım.
“Biliyordum…”