@fatmauyann
|
Şarkılar:
Teoman:Kupa kızı ve sinek valesi Mavi:Aşkım Konuya Fransız×Contra:Buz sarkıtı
🎶
Eğer konu sevgiyse insanlar dersi dinlemez.
...
Çünkü insan yüreğine binlerce tokmak çakıyor. Tak, tak, tak.
O kalbi çıkar ve yak. İlahi bakış açısı
Ezgi şuan en zor anlardan birindeydi. Tabii ki daha zor anları da olmuştu ama o yaralar kabuk bağlayınca acısı da hafiflemiş, durulmuştu. Oysa şimdi durum çok başkaydı. Hayatta en değer verdiği kişiyi kaybetmenin korkusunu yaşıyordu. Acıyor, hem de çok acıyordu.
Babası olmadan ne yapacak, nasıl yaşayacaktı? Üstelik annesinin acısı henüz tazeyken. Acımamalıydı kalbi. Bu kadar çok acımamalıydı. Denizin tuzlu meltemi bile onun nefes almasını sağlamıyordu. Üstelik denize bakınca babasının gözlerini görüyordu. Küçükken babasının gözlerine bakınca hiç göremediği denizi gördüğü gibi.. Ezgi
Babamın kanser hastalığına yakalandığını öğrendiğimden beri hiç iyi değildim. Gözyaşlarım kurumuştu. Pınarlarımda su kalmamıştı. Babamın gözleri gibi olan masmavi deniz siyaha boyanmıştı. Bu gece deniz bile çürüyordu. Nasıl yaşanırdı ki nefes almadan, sadece siyahı görerek? Ağlanır değil mi? En çok da bu âna ağlanır.
Sokak lambaları gözlerimi delercesine parlıyordu. Zaman kavramını yitirecek kadar, gecenin bir kör vakti bu bankta oturuyordum. Benim için sancılı bir dönem başlamıştı. Ağlıyordum ve etrafımdaki insanlar bana değişik bir biçimde bakıyordu. Hayır dedim kendi kendime. Hayır, hayır, hayır... Ağlamamalıyım, ağlamayacağım. Ağlarsam nasıl ve kim toparlayacak ki bu yaşananları? Yine güçlü olmak zorundaydım. Ve şimdi babamın yanına gitmem gerekiyordu. Bir kaç dakika daha kendime gelmeyi bekledikten sonra başım döne döne banktan kalktım. Sarsak adımlarla insanların yanından geçiyordum ve bana istemediğim bir şekilde tuhaf bakıyorlardı. Beni tanıyanlar yanıma gelmekten çekiniyorlardı, hissediyorum. Az önce gayet sıcak olan hava bir anda esmeye başladı. Üzerimdeki hırkaya daha bir sıkı sarıldım. Babama sarılır gibi, annemin sıcaklığını hisseder gibi, olmayan kardeşimi kucaklar gibi hırkama tutundum. Gözlerim gözyaşlarından ve esen rüzgârdan buğulanmıştı. Bu yüzden sık sık gözlerimi silmek zorunda kalıyordum. Korku bu derece ağır gelmemişti. Korkuyordum. Müzisyen Ezgi hiçbir şeyden korkmazdı. Korkularının üzerine gider onları kolaylıkla kırardı. Ancak Yalnız Ezgi şuan herşeyden korkar hâle gelmişti.
Bedenim bir anda sert bir cisime çarpınca geri sendeledim. Fakat aynı cisim beni kollarımdan tutunca düşmekten kurtuldum. Başımı kaldırıp puslu gözlerimle karşımdaki cisime bakınca beni endişeyle süzen bir çift yeşil göz ile karşılaştım. Tanımadığı birine karşı çok endişeli görünüyordu. İster istemez dışarıdan nasıl göründüğümü merak ettim. Karşımda bir ayna olsun isterdim ama cam gibi yeşil gözleri benimle aynı endişeye sahip olduğu için aynaya ihtiyaç duymadım.
"İyi misiniz?"
Karşımdaki genç adamın sorusuyla. Kalbim acımaya başladı. Kuruyan gözlerim yine korkuyla yaşarmaya başladı. İyi miydim, bu sorunun cevabı ne kadar evet?
Kollarımı bir anda yapılı vücuduna sarılı halde buldum. Bu hâle nasıl geldim, nasıl düştüm bilmiyordum ama tek ihtiyacım olan şeyin sarılmak olduğunu fark ettim. İki tane eli bel boşluğumda buldum. Bir eli bel boşluğumda dururken diğer eli sırtımı sıvazlıyordu. İnternette yazılanlara göre sarılınca iyileşirmiş insan. Sarılınca teselli bulurmuş. Nasıl olurdu, nasıl teselli edilirdim? Tesselli edilince geçecekse eğer sabaha kadar da edebilirdi. Hiç problem değildi. Seçemediğim değişik bir kokuyu ondan alıyordum. Hoş, akılda kalıcı bir kokuydu ama ne olduğunu anlamıyordum. Denizin sesi kullaklarıma doluyordu, yanımızdan insanlar geçip gidiyordu, zaman kavramı bu sefer gerçekten de yitiriliyordu benim için. Kaç dakika geçti bilmiyorum. Gözlerim acılı bir bakışla ayrıldı kollarından. Tekrardan boşluğa savruldum. Tekrardan yalnızlığa itirildim. Kayboldum karanlıkta, var oldum gökyüzünde. Bulutları elbisem, güneşi tenim yaptım. Ay yüzüm, yıldızlar gözlerim oldu.
"Ben çok üzgünüm. Gerçekten bir anda oldu. Özür dile-"
"Şşşt, sorun değil. Özür dilemeyin lütfen." diyerek sözümü kesti.
"Ama gerçekten üzgünüm."
"Pek iyi değil gibisiniz, dilerseniz oturup biraz soluklanın."
Eliyle yönlendirdiği banka gitmek yerine kendimi ağaçların dibine, yeşil çimlerim üzerine bıraktım. Soğuğa ihtiyacım vardı.
"Orası pek iyi görünmüyor. Hasta olabilirsiniz."
Umursamadan omuz silktim.
"Pekala." genç adam yanıma çimlerin üzerine kuruldu.
Bir kaç dakika sanırım konuşmamı bekledi. Gözlerimdeki yaşlar sanki benimle oyun oynuyormuş gibi sürekli akıyordu. Üstelik burnum da aktığı için sürekli pis bir şekilde içime çekiyordum. Yanımdaki genç adam bana bir peçete uzattı.
"Teşekkür ederim."
"Neyiniz olduğunu anlatmayacak mısınız?"
"Hayı-" bir anda hapşurunca cümlem yarıda kesilmek zorunda kaldı."
"Hasta olacaksınız, sorununuz her neyse böyle çözemezsiniz."
"Sorun değil, gerçekten. İsterseniz artık gidebilirsiniz. Ben başımın çaresine bakabilirim."
Çimler gibi yeşil gözlü adam. Kolundaki saatte baktı. "Malesef, saat çok geç olmuş. Sizi bu saatte burada yalnız bırakamam. İzin verirseniz sizi evinize ya da gideceğiniz yere kadar bırakabilirim. Arabanız var mı?"
"Sizden önce de yalnızdım. Lütfen beni yalnız bırakır mısınız? Kendi başımın çaresine bakabilirim."
"Fakat artık benimlesiniz. Sizi gideceğiniz yere kadar götürmek insanlık vazifemdir."
"Beyefendi... Kabalık etmek istemiyorum ama lütfen duyar kasmayın. İnsanlık görevinizi yaptınız işte, teşekkür ederim. Şimdi beni yalnız bırakır mısınız?
Tanımadığım, güvenmediğim bir adamın arabasına binecek değildim. Hiçbir şeyi ile bana güven vermiyordu ve ısrar ettikçe ondan tırsmaya başlamıştım. Bir hamle daha yaparsa biber gazım yüzünde patlayacaktı.
"Peki, siz nasıl isterseniz. İyi akşamlar hanfendi."
"İyi akşamlar."
Geldiği yöne doğru geri ilerlemeye başladı.
Adını bile bilmediğim yabancının arkasından bakarken telefonumu çıkarıp saattimi kontrol ettim. Gecenin onbiriydi. Bu saattlerde taksi bulmak baya bir zor olurdu. Arabamı da hastanenin otoparkında unutmuştum. Gerçekten de araba unutulurmuş. Ya burada taksi gelene kadar bekleyecektim ki bu çok zor bir ihtimaldi, ya da en yakın otobüs durağına kadar yürüyecektim. Eğer şansım varsa yolda bir taksi bulabilirdim. Ama eğer şansım varsa...
Yeşil çimlerin üzerinden yükselip yere sağlam bir adım attım. Burada en yakın otobüs durağı on beş dakika kadar mesafedeydi. Arabam olmadığı zamanlar işe sürekli otobüsle gidip gelirdim. Beni tanıyanlar ilk önce şaşırır, sonra bir fotoğraf çektirirdi. Tanımayanlar ise tanıyanlar sayesinde kolaylıkla öğrenirdi. Ezgi Solguç'da böyleydi işte. Herkesin kolaylıkla tanıyabileceği, ülkece ünlü bir müzisyen. Şarkı yazarı ve o şarkıları da kendi bestesini katarak seslendiren kişi. Babasının nazlı kızı, toprak gözlüsü. Annesinin şakayıkı. Kendim için ise Ezgiydim, sadece Ezgi. İsmimi sesimdeki uyumdan alan kişiydim ben.
Çantamı koluma takıp ışıklara doğru yürümeye başladım. Her ihtimale karşı çantamdaki biber gazını elimle bi yokladım. Aslında dövüş teknikleri de biliyordum. Ama nasıl bir şeyle karşılaşacağımı, ya da karşılaşmayacağımı bilmediğim için tedbiri her ihtimale karşı elimden bırakmadım. Yolda giderken sahil kenarında sızan ayyaşları görüyordum. Yaşadığım ülkeden, şehirden bir kez daha korktum. Beş dakika daha yoluma devam ettikten sonra arkamdan ya da sahil kenarından pek anlamlandıramadığım bir ses duydum. Bir an duraksadıktan sonra yoluma devam etmek üzere adım atmaya başladım. Buradan bir an önce uzaklaşsam çok iyi olacaktı. Yine arkamdan pis bir ses duydum.
"Pişt, yavrum. Ne güzel şeysin sen öyle."
Tehlikleli bir gülüşle arkama döndüm. Daha kiminle dans ettiğini bilmiyordu. Ona kimin daha güzel olacağını gösterecektim.
"Upst!"
Kesinlikle arkama dönünce yarı sarhoş yarı kendinde üç tane adamla karşılaşmayı beklemiyordum. Değişik şaşkınlık nidaları dilimden dökülürken ne mırlıdandığımı bilmiyordum. Dua ile küfür arası bir şeyler karıştırıyordum. Şimdi elimdeki tek seçenek çantamın içindeki biber gazına iyice tutunarak koşmaktı. Başka çarem olduğunu düşünmüyordum. Bir sahil kenarına gelmekle başıma gelmeyen kalmamıştı. Gerçi bu kadar geç saatte kadar durmam gerektiğini kim bana söylemişti ki?
Arkamdaki kişilere anlık bir özgüvenle orta parmak çektim. Önüme dönerek bacaklarıma güvenip son gücümle koşmaya başladım. İçlerinden birinin bağırışını duydum. Sonra arkamdan ayak sesleri ve bağırış çağırışlar gelmeye başladı. Nereye koştuğumu bilmiyordum ama tek amacım koşmaktı.
"Be-benim şuan hastanede olmam gerekmiyor muydu ya?" Nefes nefese, zar zor kendi kendime konuşmaya devam ediyordum. Gözlerim iyice kurumuştu. "Sizden de çok özür dilerim gözlerim, bugün benden çekmediğiniz kalmadı." Ayak sesleri iyice yakınlaşmaya başladığında son irademe güvenip hızımı biraz daha arttırdım.
"Bunlar sarhoş değil mi ya, nasıl böyle koşabiliyorlar acaba?" Kendi kendime bir de üstüne cıkcıkladım. Önümde bir anda ani frenle, bir çığlık sesi çıkartıp drift atan araba durunca korkudan artık bayılacak hâle gelmiştim. Ve çantamdaki biber gazını tamamen açığa çıkarmıştım. Arkamdaki koşan lavuklar da bir kaç metre ötemde durmuş, aynı benim gibi arabadan kim çıkacak diye bekliyorlardı. Anlaşıldığı üzere köşeye sıkışmıştım. Arabadan bir çift yeşil göz çıktı. Yaklaşık yarım saat önce gördüğüm gözlerdi bunlar. Bu adamdan da tırsıyordum ama yapacak bir şey de yoktu. Denize düşen yılana sarılırmış misaliydi benim umutlar.
"Elimden bi kaza çıkmadan defolun."
"Aa, beyfendi lütfen siz asaletinizi bozmadan buradan gidin." dedi içlerinden biri.
"Hadi koçum hadi yol al, burası seni ilgilendirmez. Annen evde seni bekliyordur." dedi ilk önce sesini duymuş olduğum kişi.
"Ulan sizin yüzünüzden hiç bir kadın özgürce sokağa çıkamıyor. Hep yanında bir koruması mı olmak zorunda? Hiç kimseye güvenemeyecek mi bu insanlar. Sizin yüzünüzden gecenin bir vakti sokakta kulaklıkla müzik dinleyemeyecek mi? Sahil kenarında arkadaşlarıyla oturup sohbet edemeyecek mi? İstediği gibi giyinemeyecek mi? Hep ezilmeye mi mahkum bu kadınlar? Bir et parçası, bir mendil paçavrası mı kullanıp kenara atıyorsunuz? Hiç utanmıyor musunuz? Sizin kardeşinize, ananıza, bacınıza aynısı yapılsa dünyayı yıkarsınız. Ama onun adı Ayşe, onun adı Özge, Onun Adı Aslı... Ama o sıradan bir et parçası değil mi. S*kerim yapacağınız işi."
"Tamam kardeşim, ilk sen kullanırsın ne kadar dert ettin böyle. Alt tarafı bir kadın."
Sağ gözümün sinirden seyrimeye başladığını hissettim. Tam o anda yeşil gözlü adam, bunu diyen kişinin çenesinin altına sert bir yumruk geçirdi. Dayak yiyen adamın arkadaşı sağ taraftan saldırınca, yeşil gözlü adam başını arkaya atarak darbeden kurtuldu. Tek eliyle adamın yumruğunu tutup kolunu büktü ve tek hareketiyle kırdı. Ama nerden geldiğini bilmediğim bir yumruk yeşil gözlü adamın suratında patladı. Çirkef adam bunu yaptığı anda kanın beynime sıçradığını hissettim. Adamın ensesine sert bir dirsek geçirdim. Adam benden böyle bir darbe beklemediği için yerinde sendeledi. Hızlı bir hareketle onu kendime çevirdim ve bacak arasına orantılı bir tekme attım. Adam yerinde bükülürken suratına sert bir yumruk indirdim. Arkamdaki adamın bana atacağı yumruğu son anda hissedip çevik bir hareketle eğildim. Ve bir anda adamın acı bir haykırışla tepemden uçup gittiğini gördüm.
Aklıma çantamdaki biber gazı gelince hemen çantama uzandım. İçindeki biber gazını elimle kaptım, çantamı koluma taktım ve yerde sırt üstü uzanan ve kalkmaya çalışan üç adamın gözlerine gazı sıktım. Yeşil gözlü adam kendine gelip elimi sıkıca tutup arabaya sürüklemeye başladı. Malesef artık bu adama güvenmekten başka çarem yoktu. Beni ön koltuğa yerleştirip sürücü koltuğuna geçti. Arabayı tekrar sürmeye başladığında nihayet kelimeleri bulup konuşma kararı aldım.
"Ben çok üzgünüm, özür dilerim. Başınıza bela oldum."
"Özürünüz kabul edilmedi hanımefendi. Eğer en başından bu arabaya binmeyi kabul etseydiniz. Bunlar başımıza gelmeyecekti. Ama tesadüfe bak yine neredesiniz? Benim arabamda."
"Size nasıl güvenmemi bekliyorsunuz, bu kadar kolay mı? İn misiniz, cin misiniz nereden bilebilirdim?"
"Güvenmeyince elinize bir şey geçti mi peki?" Sorusunu cevapsız bırakıp somurtarak önüme döndüm. Derin bir oflama çıktı dudaklarının arasından. "Nereye gideceksiniz?"
"En yakın otobüs durağında indirebilirsiniz beni."
"İnat etme artık be kadın!"
"Ne?" Kaşlarımı çatarak yeşil gözlerine baktım dik bakışlarımla.
"Gideceğiniz yerin neresi olduğunu artık söyler misiniz? Yoksa sizi hareket halindeki arabadan aşağıya atmak durumunda mı kalayım?"
"Valla çok iyi olur."
Hırladı. Bildiğimiz hırladı. "Oha! Isırıcak mısınız?"
"Gideceğiniz yeri daha da söylemezseniz sonumuz pek de iç açıcı durmuyor."
"Hastahaneye gideceğim, Özel Çamlık Hastanesi'ne."
Bana garip garip bakmaya başladı. "niye öyle bakıyorsunuz?"
"Hiç... Hiç, yok bir şey..."
"İsterseniz siz de gelin kaşınızda yara var önemli olabilir, dikiş atılması da gerekebilir."
"Gitmeme gerek yok, kaşımdaki yara dikişe gerek olan bir yara değil."
"Siz nereden biliyorsunuz, doktor musunuz?" Yüzünde anlamlandıramadığım bir tebessüm oluştu. "Neden gülüyorsunuz, yanlış bir şey mi söyledim?"
"Bir an doktor olduğumu düşündüm de."
"Hiç yakışmazdı, haklısınız." Ben de gülmeye başladım.
"Yakışmaz mı gerçekten?"
"Hiç yakışmazdı hem de."
🎶
Hastane otoparkına geldiğimizde elimle cüzdanımı karıştırdım. "Borcum ne kadar?"
"Ben sizin özel şoförünüz değilim, insanlık görevimi yaptım."
"Ama ben size borçlu kalmak istemiyorum." Beni hiç bir güç bir insana borçlu bırakamazdı.
"Oradan bakınca paraya ihtiyacı olan bir adama mı benziyorum?"
Ben ne demiştim ki şimdi? Direkt cavabımı yapıştırdım.
"Hayır, gayet zengin bebesine benziyorsunuz."
"Çıldıracam, gerçekten de çıldıracam."
Adamın tepkisinden ben bile bezmiştim artık. Kendine nasıl dayanıyordu acaba? Hâlbuki ne kadar iyi bir kadındım. Benim kızılacak neyim vardı ki?
"İyi be tamam, sanki dilencisin dedik."
" 'siz'e ne oldu?"
Artık buradan kurtulmak istiyordum. Ağzıma ne geldiyse söyledim. Bir daha nerde görecektim ki artık. Sonuçta ne yapabilirdi ki? En fazla öldürürdü ki o da istediğim bir şeydi zaten. "Hakkedene hakkettiği gibi canım."
"Sanki kötü bişey yaptık."
Fısıldar gibi konuşmasından hiçbir şey anlamamıştım.
"Anlamadım?"
"Artık inecek misiniz diyorum?"
"Ah, tabi" arabadan hızlıca inip çantamı koluma taktım. Cama doğru hafifçe eğildim.
"İyi akşamlar bugün yaptığınız şey gerçekten de inanılmazdı. Size çok minnettarım. Teşekkür ederim."
Gözlerini gözlerime dikti. "Rica ederim. Bir daha gecenin bir vakti sokakta tek başınıza dolaşmazsanız bana borçlu kalmazsınız. Bundan ben de nefret ediyorum ama yapacak bir şey yok, düzen bu. Uysan da, uymasan da... "
"İyi akşamlar."
Geri çekilip gitmesi için izin verdim. Yeşil gözlü adam otoparktan çıkarken arkasından bakakaldığımı fark ettim. Ki öyle dalmıştım ki yere düşen çantamı bile daha yeni farkettmiştim. Eğilip çantamı yerden alırken gördüğüm şeyle duraksadım. Zaten hafiften açık olan kırmızı gömleğimin yakası daha da açılmıştı. Bunun sebebi bir kaç düğmenin nasıl ya da nerede olduğunu bilmediğim bir zamanda kopmuş olmasıydı. Neredeyse biraz eğilsem göğüs uçlarıma kadar görünecekti. Aklıma gelen şeyle kanım dondu. Ben az önce cama doğru eğilmiştim. Hiç mi farkettmemiştim? Yeşil gözlü adam o yüzden gözlerini gözlerime kenetlemişti. Muhtemelen de düğmelerimin koptuğunu söylemeye utanmıştı. Çünkü baktığını düşünecektim. Anlık bir sinirle elimi anlıma vurdum. "Ah, ne kadar da aptalım."
Hırkamın iliklerini geçirip hastaneye doğru ilerlemeye başladım. Yine unuttuğum gerçekler suratıma tokat gibi çarpınca gözlerim doldu. Gözlerimin benden çekmediği kalmamıştı bugün. Yakında yuvalarını terk edip gideceklerdi.
Yuva mı? Yuva neresiydi ki? Yuva bazen bir hastane, bazen bir mezar başı olabilirdi. Evin nerede olduğu değil, evinizin kim olduğu önemli. Bazen denzdir benim yuvam, bazen kitaplar, bazen bir mezar başı, bazen bir hastane odası. Ev herkeste olabilir ama yuva herkeste olmaz.
Babam benim çok sık konakladığım yuvamdı. Bazen şarkılara da sığınırdım. Kelimelerimi kattığım şarkılara binbir anlam yükler, istediğim gibi hayat buldururdum kelimelere. Tutardı da çoğu zaman. Nasıl tutmasın? Ruhumdan dökülen her bir kelimeyi dinleyicilerime emanet ediyordum. Babam benim yuvamdı. Diğer herşey saray olabilir ama babam benim yuvamdı. Ve bir kuş yuvasından asla vazgeçemezdi isterse altın kafeste olsun.
Bazen diğer insanlar gibi olmadığımız için kendimi hem çok şanslı hem de çok şanssız hissediyordum. İki duygu aynı anda nasıl yaşanırdı ki? Yaşanırmış. Diğer babalar gibi çocuklarını umursamayan içkici, kumarcı olmasını isterdim bazen. Evet, çok acı ama elimden de başka bir şey gelmiyor. Bazen de babam beni seviyor derdim. Bu yaşadıklarımız bize, koca bir ömüre yetmez mi, sığmaz mı derdim? Sığar mıydı ufacık bir an koca bir hayata, bedel miydi, yaşanır mıydı?
Sevgi dolu tek bir an, kocaman bir ömüre bedeldir.
Hayat yaşayabildiğimiz değil, yaşayamadıklarımız kadardır. Ne kadar yaşanmamışlığın varsa o kadar üzülürsün. Gözlerini kappattığın an herşey biter. Ölüm ağır gelmez bir insana. Eğer bu hayatta görevi bitmişse, bütün istediklerini yapmışsa ne ölümden korkar, ne yaşlılıktan. Yaşanmamışlığı varsa korkar bir insan ölmekten, hayalleri, umutları... Bir uçurum kenarında salıncakla sallanamadığı için üzülür, hiç deniz görmediği içi üzülür, sıcak bir yaz gününde soğuk bir ayran içemediği için üzülür, kış gününde evde közlenmiş kestane yiyemediği için üzülür. Hayattan hiçbir beklentisi olmayanlar da hiçbir şey için üzülmez. Yaşamın ona vurmasına alışıktır. Şaşırmaz, asla şaşırmaz.
_______
Wattpad'dan sonra burası dert olurmuş insana.
Uygulama gerçekten çok yavaş umarım sorun yetkiler tarafından bir an önce çözülür. Kitaba gelirsek Wattpad'aki kitabı buraya ekledim ama orayı hâlâ aktif olarak kullanıyorum. Ayrıca orada bu kurgu daha önce yazıldığı için bölümlerinin buradan daha ileride olduğunu belirtmek isterim. Merak edenler için Wattpad kullanıcı adımı alta bırakıyorum bana oradan da ulaşabilirsiniz. @turkuaz_okur Kitabın akışından haberdar olmak için beni @turkuaz_okur Instagram hesabımdan takip edebilirsiniz. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi ömürler....
|
0% |