Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@fatosusus

 

 1. 

 

 

 

#HİKAYEDE GEÇEN KURUM KURULUŞLAR VE KİŞİLER TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR#

"Tamam abi Ebru Ay, 2 saate çiftlikteyiz." Dedi kerem. Birazdan öğle yemeğine çıkacak olan doktoru bekliyorlardı. Kimi kimsesi olmayan, tamda istedikleri gibi bir doktor.

Arkasında arayanı, yarın öbür gün soranı olmayam biriydi.

Doktor hastane kapısında belirdiğinde elinde sadece telefonu vardı. Birşeyler kurcalıyor dalgın bir şekilde yürüp gidiyordu. Kerem ile sadık arabadan inip, yavaşça açık hastane kafesinde oturmuş olan Ebru ile beraber 4 doktorda gözlerini gezdirdiler. Doktorun sağ çaprazındaki masaya oturdular. Bir şeylerden bahseder gibi öylece konuştular.

Doktor çok uzun süre kafasını telefondan kaldırmadı. Önemli bir işi vardı. Babasının İstanbul'un en önemli hastane ve otellerinin, restorantların yapıtı olmakta bile bu kadar önemli değildi çünkü konu kardeşi Zelihaydı.

Klavyenin üzerinden hızlıca parmakları gezindi.

"Ablacım bu iyi işte al hem serhatta sever. Zaten sana hesi yakışır kuzum ama bu diğerlerinden daha hoş durdu sanki"

"Of abla bilmiyorum ya. Hepsi çok güzeller. Ama serhat pek açık şeyler istemiyor biliyorsun" diye yazmıştı.

Tam ona cevap vereceği esnada Kerem ise planı devreye soktu.

"Doktor hanım yardım edin, ilerde kardeşim kafasını ağaca çarptı baygın halde yatıyor nolur!" Diyerek feryat figan sadık yardım istemeye gelmişti. Belki doktor fark etmemişti ama oturalı uzun zaman olmuş ve diğer doktorlar görevlerinin başına dönmüştü.

"Tamam, sakin olun, lütfen bana yerini gösterin." Diyerek adamı sakinleştirmeye çalıştı.

Rol yapan adamı. sadık koşarak yolun ilerisinde olan

Parka, yeşil alana doğru ilerlemeye başladı. Doktor onun arkasından kıvrak adımlarla gözlerini dört açıp yerde uzanan bir adam arıyordu.

Parkın içine geldiklerinde,

"Kardeşiniz nerede beyfendi?" Diyerek bakışlarını bir kez daha etrafta dolaştırdı. Tam bu esnada burnuna gelen bez ile ne olduğunu anlamadan gözlerı karardı.

_______<3________

Maral Barbaros:

Gözlerimi yavaşça araladığımda karşımda iri yapılı bir adamın oturduğunu fark ettim. Kafamı iki yana sallayarak en son nerede olduğumu ve şuan burada ne yaptığımı anımsamaya çalıştım.

Ben kaçırılmıştım.

Hemen yattığım yerden pozisyonumu düzelterek daha doğru oturmaya çalıştım. Boylu boyunca uzandığım için beni dikizleyen adamdan rahatsız olmuştum.

"Siz kimsiniz?" Diyerek gözlerimi ovculayarak kendime gelmeye çalışıyordum. "Kalk" dedi ayağa kalkarken. Hızlıca ellerimden destek alıp ayağa kalktım.

"Siz kimsiniz?" Diyerek sorumu yeniledim. Sert yüz ifadesi bir kale gibi sağlamdı. Bir kaç saniye durup gözlerimin içine baktı. Bacaklarımın titrediği fark etmiştim.

"Doktor, içerdeki hastayı yaşat." Dedi. Gözlerim az ilerde olan tahtadan eve kaydığında bu sefer istemsizce gözlerim etrafada dokunmuştu. Ev sol taraftaydı ve biz ise onun önünde açık balkondaydık.

At sesleri geliyordu kulaklarıma.

"Siz kimsiniz? Benim burada ne işim var? Ne yaptınız bana?" Diyerek cellallendim. Korkmaya başlamış bu sebepten sinirlenmiştim. Korkuyu gizlemenin en iyi yöntemi sinirdi.

"Doktor, içerideki hastaya bak, işini yap!" Bir kaç adım üzerime geldi.

"SİZ KİMSİNİZ? NE İŞİM VAR BENİM BURADA!" diye bağırarak bir kaç adım gerilemistim. Korkuyordum fakat bunu belli edemezdim. Dik durmalıydım. Benim arkamda dağ gibi babam vardı.

"Doktor!" Dedi. Sesindeki sertlik benim amiliyatta tuttuğum neşterden daha keskindi. "İçeri gir hastayı yaşat!" "Ben nerdeyim sen kimsin be adam! NE HASTASI!? NE YAŞATMASI!?" Diye bende bağırdım yeniden.

Kolumdan tuttuğu gibi beni sürüklemeye başladı.

"Bırak! Bırak beni canım acıyor! Kimsin sen!" Beni içeriye bir odaya sürüklüyordu, sürgülü kapıyı açıp beni içeri fırlattığında gördüklerime inanamadım.

Karşımda sedyede yatan bir adam vardı. Neredeyse amiliyat için bütün gerekli hastane malzemelerinde buradaydı. Bu adamlar kimdide böylesine bir yerdeydim ben?

"Yaşat bu herifi!" Dedi adam tekrardan. Ben ona ısrarla kim olduklarını o bana ısrarla bir adamı yaşatmamı söylüyordu.

"Ben nerde olduğumu ne için nasıl buraya geldiğimi bilmeden hiç bir şeye dokunmam!" Dedim. Elbette burada bir amiliyat olamazdı ama şuan bunu söyleyemezdim.

"Doktor, bak sabrımı çok ama çok fazla sınıyorsun, işini yap sadece. Zamanım yok benim bak!" Diyerek bana yaklaştı.

"Neden hastanede değilde burada! Yalan söylüyorsunuz!" Dedim bende ona yaklaşarak.

"Burada kötü bir şey olduğu belli ve ben bile isteye kötü bir şey yapmam."

Bana dahada yaklaşıp dişlerinin arasından fısıldadı.

"Sen doktor değil misin? Yapıcaksın!" Alnındaki damarlar ile beraber boynundaki damarlarda kendini belli eder olmuştu.

"Bilgim olmayan hiç bir hastaya dokunmam ben!" Diye bağırıyordum.Tam o esnada bir adamın sesini daha duydum."Abi!" Bu adam, beni parka götürüp benden yardım isteyen adamdı. Beni kandıran, kaçıran adamdı. Sonrasını hatırlayamıyordum. Birkaç saniye gözlerimi sıkıca yumdum. Beni bayıltıp buraya getirmişlerdi. Benden birini iyileştirmemi ve bunu kaçak yapmamı istiyorlardı. Eğer bu kadar önemli ve düzgün iyi insan olsalardı. Hastaneye götürülmesi gerekirdi."Lan kerem al şu doktoru yaptırt şuna şu işi amına koyayım ya zamanım yok benim!" Diye gelen adama bağırarak elini alnına götürdü.

"Bana ne olup bittiğini anlatmadan yemin ederim ne şuradan şuraya giderim nede elime herhangi bir alet alırım." Dedim. Dudaklarımı birbirine bastırarak. Benim cümlemi bitirmemle adamın bağırıp yanımızdaki tahtadan duvara tekme atması bir oldu.

"Doktor!" Diyerek attığı tekme ile beraber geri gelip bana yaklaştı,

"Yap şu işi bak canımı sıkıyorsun canını sıkarım ha." Diyerek beni tehdit etmişti. Ne kadar kaba, öfke hastası,manyak bir herifti böyle. Dağdan mı inmişti?

"Kimsiniz!" Dedim bende bağırarak.

"Hay senin kimisinizi sikim!" Dedi. Ettiği küfürler yüzümü buruşturmama sebep olurken avuçlarımı sıktığımı yeni fark ediyordum. Aramıza,

"Abi, abi tamam sen içeri geç, ben halledecem kadını." Diyerek adının kerem olduğunu öğrendiğim adam kollarını iki yana açıp sinir krizi geçiren manyak adamın omuzlarından tuttu.

"Hadi abi." Adam son kez bana bakıp sıkıntılı bir nefes vererek odadan ayrıldı. Neyin artisligiydi bu be? Kimdi bu adam?

"Neler oluyor beyfendi?" Diye sordum sinirle. Kerem daha bir insancıldı diğerine göre.

"Bakın doktor hanım, bizim bu hastayı iyileştirmemiz gerek lütfen siz sadece bunu bilin, kendi sağlığınız ve canınızın güvenliği için en iyisi bu. Bu adamın yaşaması gerek." Dedi el kol hareketleri ile. Hepsinde fazladan jest mimikler vardı maşallah.

"Ben illagel, kötü, yanlış bir şey yapmak istemiyorum bakın... Kerem, kerem bey." Dedim.

"Neler olduğunu beni buraya kaçırıp neden getirdiğinizi bilmem gerek." Şuanda beni bırakın diye boşuna çırpınamazdım. Elbette bırakmayacaklarını biliyordum.

"Doktor hanım, dahası yok zamanımızda yok, ya bu amiliyatı burada yapın yada ölün." Dedi. Ölüm kelimesi ile kanım donarken bir anda bağırmaya başladım.

"Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz!" Ellerim ile adamı göğsünden ittirdim. Benim babamın sadece hastane,restoran ve otelleri yoktu. Benim babam ticaret adamıydı.

Büyük bir ihtimallede bile isteye beni kaçırmışlardı.

"Siz benim babamı tanıyor musunuz? Siz kimsinizki beni tehdit ediyorsunuz!" Tam bir adım daha atacakken ellerim bir kayaya çarpmış gibi sertçe bir göğse çarptı. Ne zaman ve nerden geldiğini anlamadığım yine o dağ ayısı beni bileklerimden kavrarken sıkı sıkı tuttu.

 

Ellerinin içine benim bileklerim gibi 4 tane daha bilek girerdi.

 

"Kimsin doktor? Kimsin sen? Kimin var senin?" Dedi gözlerini kısıp dişlerinin arasından. Bu adam hep köpek gibi hırlayacak mıydı?

"Aydın barbarosun kızıyım ben!"

Adamın elleri birazcıkta olsa bileğimde gevserken bakışları hızlıca kereme döndü. Kerem adam ile gözgöze gelmesiyle tedirginlikle bakışlarını bana çevirdi.

"Senin adın ebru değil mi?" Diye sordu korkak bir tavırla.

"Hayır" dedim hiç düşünmeden.

"Nasıl değil?" Dedi bu sefer. Sanırım burada bambaşka şeyler dönüyordu.

"Ben" dedim tane tane.

"Aydın barbarosun kızı, Maral barbaros'um" dedim kendimden emin bir şekilde. Karşımdaki adamın suratı bir anda değişirken bu sefer kolumu bırakıp keremin boğazına yapıştı.

"Hani kimi kimsesi yoktu lan bunun!" Diyerek yakalarından kavrayıp sırtını duvara çarptırdı.

"Abi yemin ederim ebru sandık kızı, vallahi billahi abi, bize saat 13.05 hastaneden çıkacağı söylediler." Dedi adam. Ben saat 13.10 Zeliş ile mesajlaşıyordum. Sanırım ona görüldü atmıştım keremin benden yardım istemesi ile. Çünkü attığı mesaja cevap verdiğimi hatırlamıyordum.

"Kerem!" Dedi adam kendini sıkarak. Gözlerimi istemsizce diktiğim yerden irkilerek adama diktim.

"Kardeşim olmasan..." Diyerek sustu. Sonra tekrardan bana döndü.

"Sen, aydın barbarosun en büyük kızı mısın?" Diyerek gözlerini tekrar benimle buluşturdu.

"Evet, ben aydın barbarosun en büyük kızıyım." Dedim.

Bir kaç saniye gözlerini yere sabitledi. Sanki aklına bir şey gelmiş gibiydi. Bir şey hatırlıyordu yada.

"Ne o korktun mu?" Bakışları aniden beni bulurken, o koyu yeşil gözleri ile benim korkmam gerektiğini anladım.

"2 dakika önce dizleri titreyen kızmı söylüyor bunu bana? Bizim Allahtan başka korkumuz yoktur Doktor, sok bunu kafana." Dedi gözlerini kocaman açarak. Damarları hâlâ ben burdayım diye bağırıyordu. Neydi bu delikanlı havaları?

Arkasını dönüp bir kaç adım ilerledi. Sol elini alnına götürüp yüzünüde sıvazladı. Ben sadece onun ensesine bakıyordum. Kerem ise hâlâ duvarın yanında öylece bana bakıyordu. Bir anda deri ceketinin içinden, belindeki silahı hızlıca bana doğru çekti.

"HİHH!" Korkuyla geri adım atıp ellerimi ağzıma kapattım.

"Bak doktor baban maban dinlemem öldürürüm seni. Ya şu hastayı iyileşir yada öl." Dedi. Netti. Kesindi dönüşü yoktu.

Korkmuyordum ama gözlerim dolmaya başlamıştı.

"Babam seni yaşatmaz." Dedim başımı iki yana sallayarak. Dizlerim gibi sesiminde titrememesi için ayrı bir çaba sarf ediyordum.

"Baban gibi kaç kişiyle savaşıyorum ben biliyor musun? Babanıda ekleriz ölecekler listesine." Dedi. Göz kırptı. Bu adamın geri adım atacağı yoktu.

"Sıkıntı yok. Bir düşmanla daha uğraşırız." Dedi sonrada. Silahın emniyetini açtı,

"Yapma! Bak burada bu hasta ölür. Tamam mı masada kalır. Burası steril bir ortam değil. Ben amiliyat etsemde etmesemde masada kalır." Ölüm bana bu kadar yakınlaşmamıştı.

"Bana beş Saniye lazım doktor BEŞ!" diye bağırdı elindeki silahı sallarken.

"Yapamam." Nefes verdim.

"Hipokrat yeminimi ezemem." Diyerek ellerimi ona doğru uzatıp durması için konuşuyordum.

"Benim bı yeminim yok ben seni öldürürüm o zaman." Dedi.

"Bak, bu hasta masa-"

"YAP ŞUNU DOKTOR!" diyerek bir kez daha kulaklarımı dolduran sesi bu sefer ellerimi titretiyordu. Gözlerimden yaşlar bir bir süzülürken titreten sesim ile konuştum.

"Tamam. Yapicam. Yapıcam. Ama bana ölmememin bir garantisini ver." Dedim. Zar zor çıkıyordu sesim.

"Ben sözümde dururum. Sıkıntı yapma sen. Hadi yap şunu!" Dedi. Sanırım güvenmekten başka çarem yoktu. Güvenmiyordum. Ama beni öldürmemesi için Allah'a yalvarıyordum içimden.

"Çıkın, ben halledicem. Yaşayacak. Yaşatacağım" Dedim. Ölecek olsa bile şuan bunu dile getiremezdim. Aptal değildim, canımı kurtarmak babama anlatmak istiyordum. O beni korurdu. Bir an önce buradan kurtulmalıydım.

 

"Pencere kilitli, aptalca bir şey yapma, kapının önündeyiz." Dedi. Silahını indirirken. Derin nefes alıp gözlerimi sedyede yatan adama çevirdim.

Ellerim titriyordu,bacaklarım hatta bütün bedenim. Hayatımda bir silahı bu kadar yakınına görmemiştim. Babam bile bu işin içindeyken beni silahlara asla yakınlaştırmazdı.

Elimin tersi ile gözlerimi sildim. Babam beni kurtaracaktı. Emindim. Babamdan korkmayan ilk defa biriyle karşılaşmıstım. Adını duyunca sadece şaşırmıştı. Korkmamıştı. Yada tedirgin olmamıştı. Demekki babamdan korkmayan bir kişi varmış ben harici...

 

Bir kaç saniye durup gözlerimi ve dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım.

 

Tamam, bu insanı iyileştirmeliydim. Belki kötü biriydi ama insandı. Ve bende bir doktor olarak bunu yapmalıydım en önemlisi kalp cerrahı olarak göğüse isabet etmiş kurşunu çıkarmalıydım. Yani yüksek ihtimalle kurşun olmalıydı, trafik kazası olamazdı ya.

İlk önce odada bulunan en köşedeki çeşmeyi açıp ellerimi 7 kat yıkadım. Ardından eldivenlerini giyerek olabilecek en temiz şekilde bu amiliyatı yapmalıydım. Önlüğümü, maskesi,hatta gerekmeyen gözlükleri bile taktım. Koruma korumaydı. Bu ortamda şikayet etme gibi bir lüksüm yoktu.

Küçük,tekerlekli masada olan aletlere baktım. Adamın üstü kısmı çıplaktı zaten. İlk önce kurşunun girdiği yeri temizledim. Ardından hızlı ve dikkatli bir şekilde neşter ile küçük bir kesik atıp kurşunun tam yerini belirlemeliydim. Bir gözüm elimdeki neşterde diğer gözüm monitördeydi.

 

3 saat sonra...

 

Kurşunu yanımda duran metal kaba atıp yarayı kapatmalıydım. 3-4 saattir bu hastanın başındaydım. Kafamı çevirip etrafa bakmalıydım, beynim artık değişik bir şeyler görmek istiyordu. Sürekli kan göre göre kötü düşuncelerim ile hiç iyi bir piskolojiye girmiyordum. Kafamı kaldırıp etrafa baktığımda gözlerim sürgülü cam kapıya kaydı. Ellerini arkasında birleştirmiş yine o adamı gördüm. Gözünü kırpmadan beni izliyordu. Kıpırdamadığına göre beni uzun zamandır izliyor olmalıydı. Arkasındaki sağ elini dudaklarına götürdü. Sigara yakmıştı. Baş parmağı yardımı ile sigarasının külünü yere attı. Gözlerim düşen küle kaydığında yerde 5 tane daha izmarit olduğunu fark ettim. Beni izlemişti.

Elini tekrar arkasına attım. Gözlerimi yüzüne sabitlediğimde dudaklarını hafifçe aralayıp dumanı serbest bıraktı.

 

Gözlerimi devirip önüme döndüm.

Elime iğneyi alıp yaranın olduğu yeri dikmeye başladım. Dikkarlice yarayı kapatıp stabil olan monitöre baktım.

Bir kaç kez panikleyip ölümün eşiğinden döndürsemde şuan durumu normaldi. Ellerimdeki eldivenleri çıkarıp çöpe attım. Sedyeden uzaklaşınca gözlüklerimi çıkardım. Odada hava temizleyi vardı. Onun düğmesine basıp en düşük ayara getirdim. Maskemi ve bonemide çıkarıp çöpe attım. Kapının sesini duyduğumda arkamı dönmeyi bile istememiştim. Onun yüzünü görmek o kalın sesini duymak istemiyordum.

 

Ellerimi arkama atıp önlüğümü çözmeye çalıştım. İki tane düğüm atmış olmam lazımdı. Parmaklarım ipliğin şeklini fark edip hayal etmeme yardımcı olurken kısa olan ipliği bulmaya çalışıyordum.

Ellerime sıcak bir el daha değdiğinde o iğrenç herifin arkamda olduğunu fark ettim.

"Dokunma ben hallediyorum."

"Eyvallah, doktor bırak çözeyim" Dedi.

"Gerek yok" dedim bir adım ileri giderek. Beni belimden tutup geri kendine doğru çekti.

"Görmüyorsun doktor, bırak çözeyim."

"Offfff" oflayarak ipleri bıraktım. Parmakları sırtıma değiyordu.

"Çözemedin mi hâlâ?"

"Daha elime yeni aldım." Dedi sabırla.

"Hızlı ol." Dedim bende, bana bırakın dokunmasını yaklaşmasını istemiyordum.

Ağzınının içinden bir şeyler mırıldanırken bende ellerimi önümde birleştirdim.

İpin açılmasını, sırtımdaki gevşeme ile fark etmiştim. Aniden önümü döndüğümde burun buruna gelmiştik. Sanırım istemsizce çözmek için eğilmişti aksi halde uzun boyuyla asla burun buruna gelemezdim.

Bende rahatsız olduğum için hiç düşünmeden, hiç bir adım atayimda öyle döneyim demeden aniden dönmüstüm. Gözleri,gözlerimle buluştuğunda bu buluşmalar canımı sıkmaya başlamıştı. Sürekli beni izlemişti ya zaten amiliyatta. Sanki adamı öldürecektik ha, ne garip adamdı.

 

Hızla bir adım geriledim. Teşekkür etmeyecektim elbette. Önlüğü boynumdan geçirip onuda çöpe attım.

Bir adım yaklaşıp elini kaldırdı. Vurma ihtimalide olsa bir an olsun gözümü kırpmadan yüzüne baktım.

O ise, saçımı düzeltmek için saçıma dokunmuştu. Hemen kendimi geri atıp.

"Ne yapıyorsun?" Dedim kaşlarımı çatarak.

"Saç-" diyip aniden durdu. Normal ses tonu yükselterek,

"Çık dışarı." Dedi ardından. Bir kaç saniye ona bakıp sert adımlar ile kapıdan çıktım. Ellerimi saçlarımdan geçirip. Önü komple açık olan saatler önce baygınca yattığım koltuğa baktım. Kerem oturuyordu.

"Gitmek istiyorum." Dedim ona doğru.

Bana bakıp ayağa kalktı.

Arkamdaki heybeti hissedince bir iki adım atıp ondan uzaklaştım. Ben kaçıyordum o ise kovalıyordu. Ben gerçekten şuan bulunduğum durumdan hem rahatsız olmuştum hemde sinir.

"Abi?" Diye sorarca çaprazımdaki adama baktı.

Ben ona bakmıyordum, ama hiç konuşmadan kaş göz ile anlaşmış gibi kerem seslendi.

"Doktor hanım, şöyle gelin bizim için çok uğraştınız, acıkmıssınızdır. Buyrun." Dedi eli ile masayı göstererek.

"Yok sağolun, ben evime gitmek istiyorum." Dedim.

"Doktor otur ye!" Diyip masaya adımlıyordu. Kendi rüşvet ödemek gibi bir şey miydi bu?

"Yemiyecem dedim, eve gitmek istiyorum!"

"Doktor otur ye!" Dedi tekrardan. Öncekine göre sesi daha kalın ve gür çıkmıstı.

Derin bir nefes alıp, arkasından adımlamaya başladım.

O karşı koltuğa oturmuştu, bende bana yakın olan ilk koltuğa, çaprazımda kalmıştı yine. Keremde karşıma oturduğun yarım ekmek arasındaki paketleri açmakla uğraşıyordu.

"Babamın adını duyunca neden şaşırdın?" Dedim aklımdaki soruyu sorarak. Kafasını çevirip bana baktı.

"Seninle bir daha karşılaşmayacaz doktor, sus ve ye." Dedi.

"Sen hep böyle emir mi verirsin ya? Nesin sen padişah falan mı?" Diyerek tek kaşım havada sitemle sordum. Elbette cevap alamayacağımı bilerek sormuştum.

Ne kadar somurtkan,ciddi,sert,dimdik duran,suratsız, manyak, biriydi.

"Maral hanım size acısız söylettim buyrun." Diye ekmeği uzattı kerem.

"Sağolun acıya alerjim var zaten isabet olmuş." Dedim. Cam şişede birde ayran uzattı. Onuda alıp çalkalamaya başladım.

 

Paketi biraz daha kıvırıp, ekmeğimden bir ısırık aldım. Açıkmıştım. Akşam olmak üzereydi. Sol kolumdaki dijital saatime baktığımda iş çıkışıma 1 saat kaldığını fark ettim.

"Maral hanım bundan babanıza bahsedecek misiniz?" Keremin ağzına attığı lokma ile sorduğu soruya anında cevap verdim.

"Tabikide"bir anda hiç düşünmeden daha ağzıma ekmeğimden bir lokma atmadan sazan gibi soruya atlamış ve ağa takılmıştım. Az önce öldürmesinler diye yaşayacağının garantisi olmayan bir adamı yalan söyleyerek kurtarmış ve iyikide halledecem demiştim fakat şimdi yemeği görünce ne olduysa dilim açılmış ve aklıma ilk geleni söylemiştim. Ağzıma götürdüğüm ekmek ile beraber vücudumda dururken dağ ayısının kafası bana döndü.

"Tabi söyler kerem, babası Aydın barbaros." Diyerek gülümsedi.

"Eğer burdan çıkabilirse söyler." Dedi önüne dönüp, acı biber turşularından ağzına 3 tane attı. Ben elimdeki yavaşça masaya bırakıp ayranımı elime aldım. Sanki masada ölüm sessiliği vardı.

 

Ani bir atak ile kaçmalıydım. Ayranı yudumlamak için doğruldum. Bir kaç küçük yudum içerek masaya geri koydum. Tam elime ekmeği alacağım esnada, hızlıca tavşan gibi manevra yaparak koltukların arasından çıktım. Adım sesleri benimle beraber arkamdan gelirken, ben bile nasıl depar attığımı şaşırmıştım.

 

"Doktor!" Dedi arkamdaki ayı.

Olabildiğinca hızlı koşuyordum. Güneş batmak üzereydi. Lacivertin ve kızılın birbirine karıştığı zamandaydık.

Çiftliğin etrafında koşturuyordum.

Topuklu ayakkabılar ile pek fazla ilerlediğimi sanmasamda umut denen bir şey vardı. Nereye gittiğimi bilmiyordum, adımları tam arkamdaydı. Ormanın ağaçları havayı dahada karartırken önüme dikkat ediyordum.

 

Bir an, beklemediğim bir anda beni sertçe kolumdan tutup kendine çekti. Yüzüm boynuna gelirken dudaklarım köprücük kemiğine değmişti. Onun çenesi ise benim alnıma. Çarpışmanın etkisi bende sarsıntı yaratırken o yerinden milim oynamamıştı. Nefes nefese öylece bekliyorduk.

"Lüt-lütfen bırak beni." Dedim zar zor çıkan bir sesimle. Göğüs kafesim elimde olmadan kalkıp iniyordu.

Oda aynı şekilde benim aksime hiç konuşmadan sadece nefesini düzenlemeye çalışıyordu.

"N'olursun" dedim. Hâlâ nefes nefeseydim. Kolumu tutuyordu. Vücutlarımızın ön kısmı komple birleşmişti neredeyse. Gözlerim koştuğumdan mı yoksa korktuğumdan mı doluyordu bilmiyordum. Adrenalin ile birlikte göz bebelerimin kocaman olduğunu biliyordum, yada sanki zamanın yavaşlamış gibi geldiği.

"Bırak be-ni, lütfen." Dedim tekrardan.

"Narı sever misin?" Dedi saçma bir soruyla. Ne demekti bu? Neyin kafasındaydı?

"Hı?" Dedim nefeslerim biraz daha yavaslarken. Yüzünü yukarıya doğru kaldırdı, derin bir soluk aldı. Benim alnım ise onun omzuna düşmüştü.

"Bırak beni nolursun" dedim sorusunu es geçip. Yalvarmaya devam ediyordum.

"Hava çok güzel değil mi?" Dedi. Dalga geçip sinirlerini gevşetmek istiyordu belki?

Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda oda başını aşağıya eğmişti.

 

Yine rahatsız edici bir yakınlıktaydık.

 

"Ne? Ne diyorsun?" Nefeslerimiz birbirine çarparken öylece gözlerime bakıyordu.

"Bırak gideyim diyorum." Dedim.

"Olmaz." Dedi. Bileğimdeki, elinin sıkılaşması ile beni kendinden ayırıp sürüklemeye başladı.

"Babam öldürür seni." Dedim sesim titreyerek. Bir anda durması ile onun sırtına çarptım. Beton gibiydi bütün vücudu. Bana döndü, yine başını eğdi.

"Baban benim düşmanım değil doktor." Dedi. Öyle miydi? Babam ile düşman değiller miydi? O yüzden şaşırmamış mıydı babamı nerden tanıyordu?

"Baban..." Diyerek sustu. Atların olduğu yere gelmiştik. Atların sesi gecenin lacivertliği ile karışıyordu.

Gözleri yine bir şeyi düşünmüş gibi yere sabitlendi. Bir kaç saniye sonrada tekrardan bana döndü.

"Babanın sahip olduğu her şey benim." Dedi. Ne diyordu bu? İki yaz oteli bir tane hasta ve üç restoran? Babamın işte hepsi. Babam kazanıp almıştı onları.

"Ne? Nasıl? Ne diyorsun?" Dedim.

"Doktor" dedi. Bu sefer ses tonunda sinir yoktu. Şaşkınlık yoktu. Sadece düşünceli bir hali vardı. Bir kaç saniye sonra kolumdaki eli gevşedi.

"Ya benimle evlenirsin, yada ölürsün."

Belindeki silahı siyah tişörtünün arkasından çıkarıp bana doğrultmuştu yine...

__________________<3

Loading...
0%