Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@fatosusus

3. BÖLÜM

 

# HİKAYEDE GEÇEN KURUM KURULUŞLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR KİŞİLERDE BU HAYAL ÜRÜNÜNE DAHİLDİR#

 

İyi okumalar değerli okurlar...

 

_______________<3

 

'Beni ne kadar çok seviyorsun dersen, nar gibi derim. Dışımda bir ben görünürüm, içimden binlerce sen dökülürsün...

&Atilla İlhan &

 

9 saat önce, kardeşimin gelinliğine yorum yaparken. Kaderimin bu denli değişeceğini asla tahmin edemezdim.

 

Hayat bana bir oyun oynuyor ve beni ebe yapıyordu. Birini sobelemeliydim. Mesela, o adamı ölümüne bırakabilirdim. Eğer biraz daha diretseydim o yarım ekmeği yemeğe oturmaya bilirdim. Yada babamın dün gece 'yarın hastaneye gitme istersen balım' deme ısrarını dinleyebilirdim.

Belkide cem'den ayrılmamalıydım. Yada bilmiyorum belki hiç doktor olmamalıydım.

 

Şuan içinde bulunduğum durum, aşık olduğum mesleğime kötü bir yönde bakmamı sağlamıştı.

 

Ve birazdan hiç tanımak istemeyeceğim insanların yanında yemek yeme fikri, özelikle zorla evleneceğim adamın ailesiyle birlikte olma fikri beni ölesiye iğrendiriyordu.

 

Ölmek istemediğim için mi bunları yaşıyordum? Bana silahı doğrulttuğunda sessizce vurulmayı mı bekleseydim.

 

"Yeni evine hoşgeldin, doktor" dedi kapının önündeyken.

"İçeride benim ailem var." Diyerek benim asla bilmediğim bir şey söylemişti sanki zaten ben içerde zürafa falan bekliyodum iyi oldu haber verdiği.

Ben ruhsuz gözlerle onu izlerken,

"Aklından her geçen diline vurmayacak."Kaşlarını kaldırdırarak söylemişti.

Yavaşça önüne dönüp, elini zile uzattı.

Basmadı.

"Bu arada," diyerek bana dönmüştü tekrardan. Yine ne vardı?

"Bana söz verki kaçmayacağını biliyem doktor." Dedi.

"Ben ailene dokunmayacağıma dair söz verdim. Sende benimle evleneceğine söz ver, verki ölmek zorunda kalma." Eve girmeden tehditimizide yedik çok şükür.

"Allah senin belanı versin!" Dedim tükürürcesine.

"Söz veriyorum. Aileme dokunma yeter!" Dedim. Artık neredeyse kendimdende geçiyordum.

 

Yüzünde anlamsız bir ifade oluşurken,

"Bizde anlaşmalar kanla yapılır, ucunda ölüm var, unutma. Cayamazsın sözünden." Koyu yeşil gözleri sanki olabilecek gibi dahada yeşillendi.

 

Ardından benden gözlerini ayırıp zile uzandı. Kafasını saniyelik bana çevirip hızla beni süzdü ve tekrar kapıya döndü. Sanırım ailesine yakışıp yakışmadığıma bakmıştı.

 

Saniyeler sonra kapı açıldığında,

"Hoşgeldiniz Ferhat bey." Diyerek kapıyı hizmetli genç bir kız açtı.

Ferhat ses vermeden yine kabalığını konuşturup içeri geçerken bende arkasından ilerledim.

 

Koluma astığım doktor önlüğüm, üstüm basım tozlanmış, muhtemelen de saçlarım dağılmıştı. Seke seke ilerlemeye çalışırken önümde duran Ferhata çarpmamak için zor durdum.

Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktığımda,

"Biz evlenicez unutma." Dedi. Bu şaçmalığı sürekli hatırlatmazsa olmaz mıydı?

Ardından sol tarafıma geçerek ondan destek almamı sağlamıstı.

"Gerek yoktu."

"Çok konuşuyorsun doktor." Boyu benden uzundu. Ama aramızda çok bir fark yoktu.

Yani bence.

Belkide ayağımdaki 8 santim stilettolardan öyle geliyordu.

 

İçeriye girdiğimizde herkesin bakışları bizim üzerimize çevrildi. Daha doğrusu benim üzerime. Kimisi rezillik der gibi kimisi güzellik der gibi bakıyordu.

 

"Gel" dedi Ferhat. Stresten onun beline attığım elimi dahada sıkılaştırdım.

Dikdörtgen uzunca bir yemek masası vardı. Baş köşede oturan adamın tam karşısında masanın ucunda durduk.

"Amcam Sami" Dedi. Karşımızdaki adamın, sol tarafını gösterdi.

"Halam Şerife." Dedi. Kadın bana küçük bir baş selamı vermişti. Halasının yanında oturan, adama kaydı bakışlarım.

"Selim amcamın oğlu Mehmet, yanındaki Mehmet'in eşi sıla. Selim amcam şirkette eve geç gelir." Dedi. Ardından son sandalyeyi gösterdi.

"Orası edanın yeri, eda üniversitede halamın tek kızı. Bilmiyorsun,öğren necip enişte halamın eşi 3 yıl önce öldü." Dedi. Ölüm kelimesini ne kadarda ruhsuz söylüyordu. Yada o hep böyle ruhsuz konuşuyordu.

 

Amcasının sağ tarafını gösterdi bu sefer.

"O selim amcamın," boştu şirkette olduğu için yan tarafını gösterdi

"Efsun yenge, karısı" dedi ardından diğer sandalyeye geçti.

"Annem, Leyla." Dedi.

Yanına ne zaman geldiğini anlamadığım kerem vardı.

"Keremi biliyorsun," yanında sandalyeyi gösterdi.

"Keremin eşi şaziye oda hamile." Dedi. En sonda ise Batuhan vardı. Batuhanı tanıtmaya gerek duymamıştım Batuhanın karşısında, eda adlı halasının kızının yeri vardı. Onlar en küçük olduğu için belkide yerleri en sondaydı.

"Buda karım olacak gelininiz, Maral Barbaros." Dedi Ferhat.

"Benim yerim malûm, senin yerinde edanın yeri bundan sonra." Demişti. Son olarak.

 

Herkes soy adımı duyduktan sonra şaşkınlıklarını gizlemezken ,

"Ferhat" diye garip bir tonlama ile ona seslendi halası.

"Hala, tartışma yok! Karım o benim bundan sonra. Benden başkası karışamaz." Dedi. Sert bir sesle. Karım mı? Neden hiç kimse şaşırmadı? Ne denli bir aileydi bu böyle. Annesi elbette gelinim diye haber vermişti ama bu kadar genişlikte bana fazla.

 

Ailesine karşı bu denli saygısız olan bir adamın bana karşı ne kadar kibar olmasını bekleyebilirdim ki hem ben?

 

"Evet, sorusu olan." Kimseden çıt çıkmıyordu. Sanki, sıkıyorsa bir şey sorun der gibi tonlamıştı cümleyi.

"Güzel." Ferhat sandalyeyi çekip oturduğunda bende dikkatlice onun sandalyesine tutunup edanın yerini alıp oturdum. Bir kaç saniyeliğine Ferhat masada herkesin yüzüne bakarken ben sadece onun yüzüne bakıyordum. Sanırım benim gelişimin ailesine ne denli surat ifadesi kattığına bakıyordu.

 

Gergin bir ortamdaydık. Bakışlarımı karşımdaki keremin eşi şaziyeye istemsizce kaydığında bana gülümsedi. Ama içten değildi. Fark ediyordum. Aptal değildik. Sahte gülümsemeleri anlıyordum çok şükür.

Bende hafifçe kibarlıktan başımı eğerek karşılık verdim. Gülümsemedim.

 

Batuhan iştahla yemeğine gömülürken ben elimi masaya dahi koyamıyordum.

Öylece onları izliyordum. Kimse konuşmuyordu. Zaten yemekte konuşulmazdı. Bilmem belkide ben babamla akşam yemeklerinde sürekli sohbet edince bana bu sessizlik dokunmuştu.

 

Edanın yerini almanın mahçupluğu vardı üzerimde. Şimdi gelse ona yer yoktu. Ferhat çorbasından bir kaç kaşık aldı. Gözleri sürekli beni kontrol ediyordu.

 

Sanırım ben ilk izlenimimi berbat bir şekilde bırakmıstım. Hesaba katmadığım bir diğer şey ise ağlamaktan kızarmış gözlerim ve belkide akmış makyajımdı.

 

"Lavoba nerde?" Diyerek sessizce Ferhata doğru fısıldadım.

"Otur oturduğun yerde." Dedi ağzına ekmeği götürürken.

"Lavobaya gitmem gerek." Dedim. Sanırım sıla beni duymuştu.

Ferhat bir şey diyeceğini esnada benden önce bana doğru yaklaşan sılayı fark edip önüne dönmüştü. Ben ise önüne dönmesi ile kulağıma gelen sese dönmüştüm.

"Yemeğini ye canım, ben seni götürürüm birazdan" diyerek gülümsedi. Bu şaziyeye göre daha içten bir gülümseyle söylemisti.

"Yüzüm berbat bir halde" dedim sesimi kısarak.

Yavaşca başını salladı.

"Hayır, kirpiklerinin ıslaklığına rağmen çok güzelsin. Emin ol çok doğal bir izlenimin var." Demişti. Sıla sanırım bir şeylerin farkındaydı. Biliyor olamazdı. Ferhat herkese tek tek haber verecek hali yoktu.

Ona kibarca gülümseyerek önüme döndüm. İyi bari bu evde bir kaç tane aklı başında insana rastlamak güzeldi.

 

Biraz daha bekleyebilirdim.

Yani sanırım...

 

Hayır, anlamıyorum nasıl ketum insanlar bunlar, şuanda babam yıllardır bu işlerde olmasına rağmen bana 1 metre bir silah dâhi yakınlaştırmamıştı fakat ben saatler önce ölümün eşiğinden dönmüştüm. Babamın iş yaptığı adamın masasında gelini olarak oturuyordum.

 

Bütün bu saçmalıklar bir yana ben doktordum, doktor. Benim yasa dışı işler ile alakam olamazdı. Elini kana bulayamazdım. Ben bu ailede ne yapacaktım. Ferhat ile o kadar zıttık ki. Sanki o siyah ben ise beyazdım. O gece ben ise gündüz. O karanlık ben ise aydınlık taraftım. Bir insan bir insana bu kadar mı uymazdı?

Sessizce tekrardan burnumu çektim.

Başımı kaldırıp kimseye bakmıyordum. Utandığımdan değil, yüzlerini görmekten iğrendiğimde.

Demekki herkesin karanlık bir yüzü vardı. Mafya değildik. En azından babam değildi. Ama benim şu saatler içinde anladığım, babamın mallarının Ferhatın olmasıydı.

Ne demişler, çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz.

Sami bey bu şatoyu kurmak için baya bir kan dökmüştü anlaşılan. Bir sürü ailenin canını yakmıştı. Yada...

Bunu Ferhat mı yapmıştı? Sonuçta Sami bey oteller,hastaneler ve restoranlar ile ilgilenirken, selim beyde şirket ile meçhuldu. Peki bu pis işleri kim yapıyordu?

 

Düşündüğümde bu masada çok fazla olay dönüyordu anlaşılan. Herkeste buna göz mü yumuyordu? Ben kafamdada kuruyor olabilirdim. Ama zeki bir insan bunları anlardı. Pis bir ailelerdi.

 

Sanırım bu olanlar benim algımı aşıyordu. Yada ben babamın bu işlerde olmasına rağmen, karanlık tarafa adım atmayan ben, şuanda bu evden kurtulmak için ferhatı öldürebilecek kapisitedeydim.

 

Gözüm dönüyordu. Şuana kadar bana kimse istemediğim bir şeyi yaptıramamıştı. Belkide söz konusu canım olmadığı içindi. Ama kader bir karar verdimi, bize seçenek sunmuyordu. Sadece yol ayrımlarını veriyordu. Ve sanırım ne kadar yol ayrımı olsada hepsinde varacağımız yer aynıydı...

 

"Amca, birazdan Maralı evine bırakıcam, ailesine durumu açıklayacak." Gözleri benimle buluştu.

"Sonra ilk iş yarın sabah gelinlikçiye gideceksiniz. Annem ve sıla ile. Belki

Melikeyide götürün- " Demesiyle lafını kestim.

"Melike?" Diye sorduğumda, lafı kesmemden memnun olmamışca bana baktı.

"Mehmet ve sılanın kızı." Annemin ismiydi. Bakışlarım sılaya döndüğünde Ferhatın sesi kulaklarıma doldu.

"Sonra ben gelicem bir kaç fotoğraf çekilecez malûm gerçekçi olmalı. Sonra akşam saat sekizdede nikah." Peki süleyman hazretleri demeliydim sanırım aksi hâlde böyle emir vermesi her insanın canını sıkıyordu.

 

Gözlerim istemsizce tekrardan dolmaya başlarken, Ferhat bir kafa hareketi ile yanımdaki sılaya kalkmamız için işaret verdi.

"Gel canım ben seni lavobaya götüreyim." Elini koluma attığında sandalyeyi iterek kalktım. Küçük bir çocuk gibi babama sarılıp ağlamak istiyordum. Sandalyeden biraz ses çıkmıştı ama umrumda değildi. Ferhatın gerilen yüzü daha doğrusu her zaman çenesindeki o kasların gerginliği belli olurken beni inceliyordu.

 

Sılanın kolunu hafifçe sıktığımda yüzünü bana çevirdi. Sol ayağımı işaret ettiğimde istemsiz bir şekilde kaşları çatılmıştı. Ardından hemen sol tarafıma gelerek bana destek olmuş ve benimle beraber bir bir merdivenlerden çıkmıştı.

 

Girişe geldiğimizde bir kat daha yukarı çıkmalıydık.

Ev 4 katlıydı. 4. Katta dısardan görününe göre bir oda vardı çatı olarak. 3. Katta odalar vs. Olmalı 2. Kat giriş katı en son ilk katta, yemek yediğimiz masa salon ile birleşip arka bahçeye açılıyordu sanırım.

 

Ev gibi insanlarıda garipti.

 

Zar zor 3. Kata çıktığımızda ellerimi sıladan çekip bana gösterdiği kapıya ilerledim.

"Ben buradayım tatlım bekliyorum." Demesi ile ona dönüp,

"Teşekkür ederim sıla." Diyebilmiştim. Elimi kapının koluna götürüp dikkatlice içeri girdim. Arkamdan kapıyı kapatıp, seke seke lavobunun karşısına geçtim. Gözlerim hafifçe kızarmıştı. Saçlarım beklediğim gibi aman aman dağılmamıştı. Üstümün beyaz olmasına rağmen bir leke yoktu.

Sadece dizlerimin altı tozdu. Birde ayağım berbat şekilde acıyordu.

 

Elimi yüzümü yıkayarak kendime baktım. 1 ay önce sevdiğim adam ile evlenme hayali kuruyordum. Babamla tanıştıracaktım. Fakat şuan karşımda gördüğüm kadını tanıyamıyordum. Ben nasıl insanların içine düşmüştüm?

Canım uğruna bu denli ileri gideceğimi hiç düşünmemiştim. Heleki babam söz konusuysa yapmayacağım şey yoktu.

 

Bu zamana kadar babam beni el üstünde tutmuştu. Herkes babamdan korkardı. Ben öyle bilirdim yani. Bu güne kadar. Ellerimi saçlarımdan geçirip yüzüme tekrar su çarptım.

Kaderime boyun mu eğecektim. Ama ucunda ölüm vardı. Ya evlenirsin ruhum ölürdü. Yada cayardım sözümden bedenim yığılırdı yere.

 

"Bizde anlaşmalar kanla yapılır, ucunda ölüm var, unutma."

 

"Aklından her geçen diline vurmayacak."

 

"Ya benimle evlenirsin yada ölürsün"

 

"Babanın olan herşey benim"

 

Sözleri beynimin içinde öyle çok dolanıyordu ki. Her gün uzasın diye emek emek büyüttüğüm saçlarımı yolmak istiyordum.

 

Yüzüme bir kere daha su çarptım. Ardından havluyla kurulayıp derin bir nefes aldım. Dizimin altındaki tozlu yeri elimi ıslatarak geçirmeye çalıştım. En sevmediğim şey pislikti bu hayatta. Ve geri kalan hayatımı bir pislikle geçirecektim. Ne ironik ama!

 

Son kez kendime bakıp, kapıya doğru yavaş adımlarla ayağıma dikkat ederek yürümeye başladım. Ayağım çok acıyordu.

 

Kilidi çevirip kapıyı açtığımda biraz ilerde duvara yaslanmış bir şekilde sılayı gördüm.

"Bitti mi işin?"

Başımı sallamak ile yetinmiştim.

Yine sol tarafıma geçip bana destek oldu.

 

"Sıla," dedim.

"Efendim?"

"Sen bu aileyi, eşini severek mi evlendin?" Bu denli aklı başında olan bir kızın böyle bir aileye aşkı için katlanmasına ihtimal vermiyordum. Küçük bir kıkırdamadan sonra,

"Hayır," dedi. Kaşlarım havalanırken onunda burda zorla tutulma düsüncesi aklıma geldi.

"Yani şöyle, babamın bütün üzerindeki binaları Ferhatın. Bir toplantıda Mehmet beni görmüş haber yollamış." Dedi.

"Eğer konuştuğum görüştüğüm biri yoksa evlenmek istediğini söylemiş babama." Diyerek devam etti.

"Bendede kimse yoktu. Tamam dedim. E 24 yasındayız geldi zamanı artık diye düşündüm. Hani derler ya sevdiğin ile evlenme, evlendiğini sevmeye çalış diye bizimkide o misal." Dedi.

 

Sanırım farklı amaçlar ile sılayla aynı kaderi paylaşıyorduk.

"Ferhat çok mu zengin ya niye böyle herkesin ailesine birer hastane,otel mi dağıtmış?" Diyerek son basamağıda indim. Şimdi tek yapmamız gereken bir merdiven daha geçip yemek masasına ulaşmaktı.

"Bak, Sami bey bu işleri babasından devraldı. Fakat can yaka yaka çok fazla serveti oldu. Daha doğrusu her pis işini yapan Ferhatı kullana kullana." Çok isabetli bir tahmin yürütmüştüm.

"Polis elbette bu serveti araştıracaktı bu yüzden 3 aileye bölündü servet. Benim babama, muhtemelen senin babana ve Sami beye." Dedi.

 

Atlas...

 

"İstanbul'un yarısı Ferhatın o zaman?" Dedim. İçtenlikle gülümsedi.

"Hemen hemene. Ben istemeden evlensemde Mehmet'i sevmeyi denedim ve başardım Maral. Bizim Melike adında bir kızımız var. 5 yaşında. Mutluyuz." Dedi gözlerinin içi gülüyordu.

"Ne yani bende mi sevmeye çalışayım? Sıla, bizim Ferhat ile hikayemiz bambaşka" dedim. Sıla tam ağzını açacakken merdivenlerin sonuna gelmemiz ile yine o sesi duydum.

"YETER! BEN NE DİYORSAM O!" demişti yine kükreyerek Ferhat.

Konunun ben olduğumu anlayabilecek kadar farkındaydım.

 

"Dikkat et Maral." Dedi sıla. Sanki Ferhata geldiğimizi haber veriyormuş gibi. Son basamağı indiğimde,

Ferhatın bakışları bana çevrildi, hızlıca üstümü süzdü. Bu onun için bir reflex gibiydi. Gözlerim, gözleri ile buluşunca, boynunun sol tarafındaki damarları seğeriyordu. Sinirlendiği zaten belliydi. Gözlerindeki sinir bana geçmeden kafasını masaya çevirdi.

 

Ayağa kalkıp,

"Hadi eyvallah." Diyerek sandalyenin koluna astığım önlüğü bir çırpıda çekip almıştı. Sıla benden ayrıldığında Ferhat beni kolumdan tutarak yönümü 15 saniye önce indiğim merdivenlere döndürdü. Hayır yani madem çıkıcaz beni niye uğraştırıyorsun ki?

 

Merdivenlerden olabildiğince hızlı çıkarken halasının sesini duymuştum. Fakat ne dediğini anlamadım. Aklım ayağımın acısındaydı çünkü.

 

Ardından sesini hiç duymadığım bir kadın şöyle söylemişti,

"Niye öyle diyorsun abla, ayağının acısına rağmen o ayakkabıyı giyen neler yapmaz neler. Dikkat et sen ha yeni geline." Demişti. Bunu sanki şerife hanıma karşı bir cümle gibiydi.

"Anne!" Sılanın sesi ile Efsun hanımın kurduğu alaylı cümlesi bana güç veriyordu. Bu evde iki kadın destekçimin olması güzeldi. Yada değildi.

 

Sanırım aileden bir selim bey birde eda ile tanışacaktım.

 

Merdivenlerin yarısına geldiğimizde kimsenin sesi duyulmazken Ferhat sesli bir soluk verdi. Yavaş olmamdan şikayetçiydi sanırım. Ama eğer şikayetleri artarsa beni bırakabilirdi emin olun hiç kırılmazdım.

 

Bir anda, acıyan ayağımın acısı hafiflerken kendimi iki iri kolun arasında buldun. Beni kucağına almış hızlı adımlarla merdivenden çıkmaya başlamıstı. Ağzımdan kaçacak küçük bir çığlığı engellerken.

"Ne yapıyorsun!" Diyerek çıkıştım.

"Yavaş yürümene katlanamıyorum." Demişti.

"Ne tesadüf ben sana katlanamıyorum ama haber vermeden de kucağıma falan almıyorum dimi!" Merdivenin son basamağını çıktığımızda.

"Doktor." Dedi.

"Hı?" İstemsizce reflex olarak ağzımdan çıkan nida ile,

"Sus." Demesine gözlerimi devirdim. Ne diye cevap verirdim ki zaten?

 

"Öyle yapıyorum!" Dedim en son sözü ben söyleyerek.

Dış kapının yanına geldiğimizde,

"İndir beni yürüyebilirim." Dedim.

Bir kaç saniye yüzüme baktığında ekledim.

"İnsan gibi indir. Biliyorum zor bir şey senin için ama dene lütfen." Dudağının tek tarafı hafif yukarı doğru kıvrılırken bir anda beni yere bıraktı. İlk önce sağ ayağım yere değmişti Allah'tan Ardından desteğim ile sol ayağımı hafifçe yere kondurdum.

 

Kapıyı açarak ilk kendi çıktığında, bir insan bu kadar öküz olabilir mi diye düşünüyordum. Ki bundan daha öküzlüklerinide görecek gibiydim. Şuana kadar gördüklerim fragmandı.

 

Ön bahçenin, yanındaki açık park yerinden, malûm herkesin arabası vardı, elindeki önlüğü arakaya attı sonrada kendi arabasını çıkarıp, Yalı diye biliriz, villa diyebiliriz yada bir daha adım atmak isteyemeceğim ama zorunlu olduğum cehennem diyebiliriz tercihe bağlı olan evin önüne beni almak için durdu. Yeterince hızlı değilmiş gibi araba ilede ani hareketler yapıyordu.

 

"Bin" dedi. Onun emirini almadan bende kendi beynimi kullanarak bir şeyler yapabilirdim. Fakat ben bunları yapacak kapasiteye sahipken o bunu anlayacak kapasiteye sahip değildi.

 

Derin bir soluk vererek, arabanın önünden yan koltuğa doğru ilerledim. Kaputa tutuna tutuna zar zor ön kapıya ulaştım.

Arabanın kapısını açıp kendimi içeri attım.

 

Benim oturmam ile arabanın hareket etmesi bir oldu. Yol sessiz geçecekti zaten konuşmak istemiyordum. Aynı ortamı bırak aynı dünyadada kalmak istemiyordum ama neyse...

 

Başımı koltuğa yaslayıp kafamı cama çevirdim. Yıldızları görünce annem aklıma. Kim bilir beni ne kadar merak etmişti. Hele babam. Babam vardı benim. Beni kurtarmasıni umut ettiğim ama bütün hayatımi Ferhatın elinde olduğunu öğrendikten sonra babama karşı duygularım...

 

Bilmiyorum değismemişti, o benim babamdı. Ama bunca yıldır yabancı bir adamın evinde oturmak, Hastanesi'nde çalışmak, hemde bunu benimmiş gibi yapmak gerçekten düşününce insanın omzuna bir yük bindiriyordu.

 

Ben babama nasıl açıklayacaktım bu durumu? Tamam hallederim dedimde. Şuan eve git gide yaklaştıkca nasıl anlatacağımı düşünüyordum.

 

Baba, senin beni 10 metre yanından geçirmediğin silah varya o benim göğsüme dayalıydı bugün. Tam kalbime. O yüzden seve seve evleniyorum mu diyecektim?

 

Baba, sen beni okusun ayakları üzerinde dursun diye büyüttün ben şimdi sana hiç danışmadan evleniyorum hemde yıldırım nikahı ile yarın akşam mı demeliydim?

 

Baba, yarın ben sevdiğim adam ile evleniyorum ve burdan kaçıyorum. Torunun olduğunda gelirim?

 

Baba, kurtar beni bu heriflerden nolursun. Yalvavarım bir şey yap?

 

Hangi cümle uygundu bu duruma? Ne demeliyim? Ne yapmalıyım?

 

Sesli bir soluk verdiğimde öylece akıp giden gök yüzünü izliyordum.

 

________<3________

 

Bizim evin sokağına girdiğimizi gördüm. Tek tük villaların olduğu büyük genişli yolları ile harika bir yere konumlanmıstı evimiz. Artık evimiz demesem mi? Ferhatın evi mi demeliyim? Babama ilk olarak bunu mu sorsaydım?

Telefonum? Zeliş?

"Telefonum nerde?" Diyerek ferhat'a döndüm. Dikiz aynası kontrol ettikten sonra kafasını yavaşça bana çevirdi.

"Torpidoda" ağzından tek bir kelime çıkmıştı ve bunu bana bakarak söylememişti zaten kaba olduğunu biliyordum ama insanlık denende bir şey vardı. Hızla telefonumu açarak üstten bildirimlere baktım. Babam 5 kere Zeliş 2 ve arkadaşım Deniz 14 kere aramış ve tonla mesaj atmıştı. Babam değil korumalarıda beni sokak sokak arayınca tabi doğal olarak adam 5 ile yetindi. Hemen telefonu kapattım. Şarjı bitmiş bahanesi idare ederdi.

"Neden mesajlarına bakmıyorsun?"

"Bu saate kadar kaçırılmıştım fakat bunu dile getiremem ya o yüzden onların gözünde isteğim ile seninleydim Ve telefona bakacak durumum olmadı mı? Kim inanır, Sevdiğim biriylede olsam telefona bakmayacak kadar Neden mesajlarına bakmıyorsun?"

"Bu saate kadar kaçırılmıştım fakat bunu dile getiremem ya o yüzden onların gözünde isteğim ile seninleydim Ve telefona bakacak durumum olmadı mı? Kim inanır, Sevdiğim biriylede olsam telefona bakmayacak kadar acil işim olduğuna? Doktorum ama babamın korumaları 1 saat içinde hastanede olmadığımı anlamış babama çoktan haberde uçurmuştur." Dedim. Haklıydım beni kaçırmıştı bunu babama söyleyemeyeceğim için ona göre oynamalıydım. Bir şey belli edersem sözünden cayma riskini göze alamazdım. Kafasını hafifçe salladı.

"Zekisin doktor, beklediğimdende zekisin." Dedi. Elbette öyleydim.

"Boşuna kalp cerrahı değiliz." Diyerek önüme döndüm. Ben önüme döndüğümde o bana döndü. Önüme baksamda sanki yüzünde hafif bir mimik görüyordum. Gülümseme gibi.

Şerefsiz gülümsemesi o bellide.

"Hmm. Peki sırtla aran nasıl hep göğse mi çalışırsın?"

"Spor mu bu?" Dedim dan diye.

"Yok" dedi sakince. Ardından oda önüne döndü.

"Sırtımdaki kurşun yaralını çıkartmak senin sorumluluğunda bundan sonra o yüzden." Demişti araba yavaşlarken.

"Sana dokunmayacağım Ferhat." Dedim. İlk defa ismini kullanmıştım hemde bu cümlede.

Sana dokunmayacağım Ferhat.

Yüzünü bana çevirdiğinde ben çoktan ona bakıyordum. Gözlerinde bir ifade vardı. Ne ben bu gözlerindeki olan biteni çözmek nede yüzüne bakmak istiyordum. Ama koyu yeşil gözleri arabanın karanlığında aynı boynundaki damarları gibi kendini belli ediyordu.

"Doktor." Dedi. Sanki ismimi söylememeye and içmişti. Sanki benim adım 'Doktor' du.

"Şampuanını,duş jeli yada her neyse işte parfümünü değiştir." Dedi.

"Ne?" Diye şaşkın bir nida çıktı ağzımdan.

"Nar'a alerjim var ve sen öyle kokuyorsun." Kaşlarım istemsizce çatıldığında bir kaç saniye anlamaya çalıştım.

"Bak, Mafya ben ne istersem parfüm olarak onu sıkarım. Biz zorla evleniyoruz ayrıca sen beni mi kokladın?"

"Birincisi ben mafya değilim, Aracıyım yada tetikçi ne haltsa. İkincisi o parfümü sıkmayacaksın. Ve üçüncüsü hayır, seni kucağımda taşırken kafanı boynuma gömdüğün için kokun üstüme sindi" Demişti. Yarın o parfum şişesini üstüme boşaltmazsam bende neydim.

 

"Tamam. Her neyse." Dedim. Kapının kolunu bir kere inmek için asıldığımda kapı açılmamıştı.

"Aç kapıyı!" Dedim sinirle.

"Kilitlemedim" Dedi.

"Benimle oyun mu oynuyorsun? Oyuncağın mıyım ben senin!" Ses desibelim yüksek çıkmıştı.

"Şşşşsst doktor, yarın karım olacaksın. Oyuncak falan doğru konuş." Dedi. Beni bana karşı mı savunuyordu bu dağ ayısı?

 

Ardından hızla bana doğru eğildi. Başı, boynuma doğru gelirken. Sol omzumu birazcık dikleştirerek sanki bir kalkan gibi kendimi geri çektim. Kapı kolunu iki kere çektiğinde kapı açılmıştı. Tekrar hızla geri çekildi.

 

"BMW iki kere çekerek açılır." Dedi bana. Tabi ya Atlasın arabasıda böyleydi. Nasıl unuturdum. Arabanın modeline mi dikkat ettim gerçi bu durumdayken?

"Sanırım hiç BMW'si olan bir erkek arkadaşın olmadı." Dedi küstahça,

"Erkek arkadaş?" Kapıyı itip açarak kendimi dışarı attım. Sağ ayağıma ağırlığımı veriyordum.

"Oldu. Benim sevdiğim, onun beni sevdiği, zorla evlenmeyeceğimiz sevgililerim oldu. Cem mesela, 1 hafta önce ayrıldığım sevgilim onun vardı. Ama ayağımın acısından içine düştüğüm durumdan kusura bakma kapıyı 2 kere çekmek, markasına bakmak aklıma gelmedi." Dedim. Ardından kapıyı sertçe kapatıp. Dişlerimi sıkarak zar zor sekmeden demir kapıdan içeri girdim.

 

Arabanın, asfalta çıkan sesi sanki sinirinden bir parçaymış gibi gelirken kulağıma. Yavaşladım. Gitmişti ve artık güçlü kalmaktan vazgeçebilirdim.

 

Çünkü evime gelmiştim. İnsan evinde güçlü olmazdı, huzurlu bütün yalın haliyle olurdu.

Büyük bir ön bahçemiz olduğu için korumalar evin yanındaydı.

"Arif." Diye seslendim. 2 aydır bizimle çalışan korumadan yardım isteyecektim.

Arif koşarak yanıma geldiğinde

"Maral hanım iyimisiniz?" Dedi telaşla.

"İyiyim, babam nerde?" Eve gelir gelmez ilk sorum buydu her zaman.

"İçeride sizi bekliyor." Beni mi ?

Benim kaçırıldığım haberleri yoktu sanırım. Ya biliyordu Ferhat ile olduğumu yada başka bir şey vardı.

"Yardım et." Dedim ağırlığımı ona vererek. Sol tarafıma geçip beni belimden taşıyarak merdivenlere doğru ilerletti.

 

Babam beni merak etmemiş miydi? Ya kafamı dinlemek için her ay yaptığım gibi annemin yanına gittiğimi mi düşünmüştü? Yada başka bir şeydi. Annem demişken onada olanları anlatmalıydım.

 

Arif diğer eliyle zile bastığında kapıyı Berfin abla açtı.

"Hoşgeld- Maral kızım ne oldu?" Çocukluğumdan beni bana dadılık yapan Berfin abla haliyle endişeleniyordu.

"Babam nerde?" Diye sordum.

"İçeride kızım, aç mısın bu halin ne denize ne oldu?" Demişti. Şimdi anlamıştım bana ulaşamayınca denize gittiğimi düşünmüştü. Aferin deniz kız! İyikide onunla olduğumu söyledi.

Yavaş adımlarla seke seke salona doğru yürümeye çalıştım.

"Berfin abla, bana küçük bir tepsi yapar mısın odama götürüver sana zahmet." Dedim.

"Hemen kızım." Berfin abla koşar adım mutfağa doğru inmek için merdivenleri kullanırken, ben babama söyleyeceğim yalanı düşünüyordum. Deniz beni o yüzden aramıştı ve msj atmıştı. Zeliha Serhatın yanındaydı.

Atlas otelde yada restaurantların birindeydi yüzde doksan. Saat ona gelirken babamda tekli koltukta baş köşede tabletine bakıyor olabilirdi.

 

Salon görüş açıma girdiğimde herşeyi ya dosdoğru anlatacaktım. Yada yalan söyleyip hayatımı cehenneme çevirecektim.

 

Evlenmemi, evlenmezsem ölmemi şart koşmuştu. Kendimi gözden çıkarsam babamı öne atmıştı ne yapacaktım ben.

 

"Kızım." Babamın sesi.

Sanırım en doğru olanı yapmalıydım...

"Babam" dedim hüzünlü bir şekilde. Ayaklandığında bende küçük adımlar ile ona doğru ilerliyordum.

 

__

_____________<3

 

SİZCE NE YAPACAK??????

 

GÜZEL İLERLİYORR MU????

 

 

Loading...
0%