@felaketbiri
|
05.11.2024 Başladığınız tarihi yazınız. İyi okumalar...
Yavaşça gözlerimi açtım. Komidinin üstünde çalan alarmı kapatarak yavaşça yerimden doğruldum. Sabah saat 7'ydi. Biraz daha uyumak istiyordum ama okul vardı. Gitmeliydim. Yerimden kalkarak odamdan çıktım. Gözlerimi ovuştura ovuştura banyoya gelerek yüzümü soğuk su ile yıkadım.
Banyodan çıkıp koşarak odama girdim. Üstüme okulun üniformasını giydim. Bunu giymekten nefret ederdim ama zorunluydu. Saçlarımı at kuyruğu yaptıktan sonra gözlüklerimi takıp odamdan çıktım. Ders çalıştığım ve okula gittiğim zamanlar gözlük takardım.
"Günaydın" dedim kahvaltı hazırlayan anneme.
"Günaydın" dedi. Keyfi yok gibiydi. Dün akşam babamla bilmediğim bir sebeple kavga etmişlerdi. Son 1 haftadır sürekli kavga ediyorlardı ve bu durum benimde moralimi bozuyordu. Sandalyeyi çekip oturarak sepetten bir ekmek alıp üstüne reçel sürdüm. Reçeli çok severdim.
"Babam gitti mi?" diye sordum.
"Az önce çıktı" dedi annem bardağıma çay doldururken. Reçeli ekmeğimden kocaman bir ısırık alarak zeytinlerden bir tanesini ağzıma attım.
"Yavaş ye" dedi annem.
"Otobüsü kaçıracağım" diyerek hızlı hızlı ağzıma bir şeyler tıkıştırdım. Çayımı da bitirdikten sonra masadan kalktım. Çantamı alıp koşarak kapıya yöneldiğimde arkamdan bağırdı.
"Dikkat et" dedi hergün söylediği cümleyi bin defa tekrarlayarak.
"Tamam" diye kısa bir cevap verip ayakkabımı giydim. Çantamı da sırtıma atıp kapıyı kapattım. Merdivenleri hızlı hızlı inerek durağa doğru koştum. Otobüs birazdan gelirdi. Bulunduğumuz yerde servis sıkıntısı vardı. Çözülecek gibi de değildi bu yüzden otobüsle gelip gidiyorduk. Sadece ben değil mahallede ki birkaç kişide öyleydi.
Sonunda durak göründüğünde daha hızlı koştum. Otobüs gelmişti ve beni almadan gidecekti. Derse geç kalacaktım. Şoför tam gidecekken elimi kaldırıp salladım.
"Hey! Dur" diye bağırdım. Adam sonunda beni fark edip durdu. Nefes nefese açılan kapıdan girdim. Cebimden kartımı çıkarıp bastıktan sonra bir sürü insanın arasından zorla geçip arkada ki cam kenarına oturdum. Ben oturduktan sonra bir teyze de gelip yanıma oturdu. Bu otobüste öğrenciden çok teyze vardı.
Nefesimi düzene soktuktan sonra başımı cama yasladım. Otobüste yolculuk yapmayı seviyordum. Hergün okula gidene kadar başımı cama yaslar, kaç arabayı geçtiğimizi sayardım. Bu bana terapi gibi geliyordu. Kırmızı ışıkta durduğumuzda yan tarafımda bir motor belirdi.
Birinin ona baktığını hissetmiş olmalı ki başını bu tarafıya çevirdi. Otobüsü inceledikten sonra bakışlarını cama kaldırdı. Göz göze geldik. Kaskından yüzünü göremiyordum. Sadece damarlı ellerini, sıkı kasları ve gaz pedalını saran kalın parmakları belli oluyordu.Üstünde bedenini tam sarmalayan siyah bir tişört ve pantolonu vardı.
Bir süre öylece bana baktı. Otobüs hareket ettiğinde yeşil ışığın yandığını fark edip gaza bastı. Bir eli hala gaz pedalındayken dönüp dönüp tekrar bana bakıyordu. Son bir kez daha bana baktıktan sonra yavaşlamaya başlayıp geride kaldı. Bakışlarım camdan arkaya kaydı ama onu göremiyordum. Arkamdan gelmesini umut ediyordum ama gelmemişti. Daha önce şehirde bir sürü motorcu görmüştüm ama böylesi ilkti.
Biraz daha gittikten sonra otobüs okulun önünde durdu. İnsanların arasından zar zor geçerek indiğimde derin bir nefes aldım. Sonunda gelebilmiştim. Bileğimde ki saate baktığımda dersin başlamasına son sekiz dakika kaldığını görüp koşmaya başladım. Koşarak güvenlik kulubesinin önünden geçip okulun kapısından içeri girdim.
Sınıfımız ikinci kattaydı. Merdivenleri hızla çıkarak sınıfa girdim. Ama sınıfa girdiğimden emin değildim. Bazıları birbirinin üstüne biniyor, bazıları ise tahtanın önünde fotoğraf çekiyordu. Derse girmeden birkaç dakika önce telefonlar toplanacağı için tahtaya yazdıkları birkaç sözün fotoğraflarını çekiyorlardı. Neyse ki hoca henüz gelmemişti. Yürüyüp çantamı sıraya bıraktım. Otobüsle geliyordum ancak taşımaktan belim ağırmıştı. Sıram pencere tarafı üçüncü sıraydı. Oturarak yanımda ki arkadaşıma döndüm.
"Günaydın Sena" dedim. Sena benim en yakın arkadaşımdı. "Günaydın" dedi. Önüne dönmüş kimya çözüyordu. Bu formülleri bilmek gerçekten zordu ve kavramamız kolay değildi. Biz 11/B sınıfı yani sayısal sınıfıydık. Haftada toplam 40 saat görüyorduk ve hafta sonları bile yoğun geçiyordu. Sayısal sınıfı olduğu için çoğunluk soru çözmekle geçiyordu. Bazen çok çalıştığım geceler soru gördüğüm zaman midem bulanıyor, başım ağrımaya başlıyordu. Bu da çok çalışmanın yan etkileriydi sanırım.
Çantamdan tarih kitabını çıkarırken derin bir nefes verdim. Sabahın ilk saatinde dersimiz tarihti. Geçmiş zamanları bir hikaye gibi anlatmaları uykumu getiriyordu ama adapte olmaya çalışıyordum. Sayısal sınıfında neden tarih dersi olurdu ki...
***
Seneye işimiz daha zordu. Henüz 11. sınıftık ve halâ yeteri kadar çalışmadığımı düşünüyordum. Konuları eksiksiz bir şekilde anlamalıydım ki seneye işim daha kolay olsundu. Güzel bir sene geçirmek istiyordum. Hayalimde ki mesleği istiyordum. Sonuçta hayaller gerçekleştirilmek için vardı. En büyük hayalim doktor olmaktı. Bünyem zayıf olduğundan bir keresinde ateşim çıkmış annem apar topar beni hastaneye götürmüştü. Küçücük yaşımda koluma iğne vururlarken hiç ağlamamıştım. "Ben de büyüyünce sizin gibi olacağım" demiştim doktor ablaya. Söylediğime gülmüş, saçlarımı sevmişti. O zamandan beri herkesi iyileştirmek, onlara yardımda bulunmak istemiştim.
İlk ders boyunca esneyip durmuştum. Teneffüs zili çaldığında sıramdan kalkıp lavaboya gitmeye kadar verdim. Koridorda ağır ağır ilerleyerek kızlar tuvaletine girdim. Her koridorun sonunda tuvalet ve onun karşısında yangın merdivenleri vardı. Ortada kalan büyük pencerelerde bahçeyi net bir şekilde gösteriyordu. Evet, okulumuz oldukça büyüktü. Tuvalete girdikten sonra beklediğim şeylerle karşılaştım. Kızlar okula gizlice soktukları makyaj malzemeleriyle makyaj yapıyorlardı. Üstelik hocalar arama yaptıkları zaman yakalanmıyorlardı. Nasıl mı? Peteklerin arkasına bantla yapıştırarak. Gün sonunda tekrar alıyorlardı. Temizlikçi ablalar fark ettiği zaman müdüre yetiştireceklerini biliyorduk. Bazıları makyaj yapmayı, kendine bakmayı severdi. Ben makyaj yapmayı sevmezdim. Kimseyi kendimi sevdirmek veya güzel görünmek için yapmak istemezdim. Kendimi sevmezdim bu yüzden yapma gereğide duymazdım.
Kız elinde ki pembe ruju dudaklarına sürerken aralarından geçip kendime yer açtım. Musluğu açıp yüzüme birkaç kere su vurdum. Artık yüzümü ıslattığım için uykum gelmezdi. Peçete alıp yüzümü kuruladıktan sonra hırkamın önünü düzeltip çıktım. Tarih dersi bitmiş sırada felsefe vardı. Felsefe dersini severdim. Genelde ders bittiği zaman sohbet eder, kitaplar hakkında konuşurduk. Bu beni motive ederdi. Bahçeyi çıkıp biraz temiz hava aldıktan sonra zil çalınca tekrar içeri girdim. Sırama oturduktan sonra çantamdan kitabımı çıkarıp hocayı beklemeye koyuldum.
Esra Hocanın gelmesiyle sınıfça ayağı kalktık. Bu hocayı çok severdim. Çok sıcakkanlı ve iyi biriydi. Üzerine giydiği yeşil gömleği ve siyah kalem eteği ile harika görünüyordu. Tırnaklarına oje sürmüş, sarı saçlarını dalgalandırmıştı. "Günaydın gençler" dedi masasına doğru yürürken. "Günaydın hocam" dedik hep bir ağızdan. "Oturabilirsiniz" dedi neşeyle. "Bugün ders işlemeyeceğiz" dedi Esra Hoca. "Çok şükür hocam" dedi Poyraz. Dersin işlenmemesine sevinmişti. "Tarih dersinde geçmişten gelen savaşlardan çıktıktan sonra beyin hücrelerimde felsefe'ye dair yer kalmadı" dedi. Sınıfta birkaç kıkırtı oluştuğunda hoca da sadece gülümsemişti. "Bugün sizlerle birlikte birkaç kavram hakkında konuşacağız" dedi kalçasını masaya yaslarken.
"Ne hakkında?" diye sordu Yunus Emre.
"Aşk hakkında" diye yanıtladı.
Sınıftaki fısıldaşmalar uğultuya dönüşünce hoca elini masaya vurarak sessizliği sağladı.
"Sizce aşk nedir?"
Sınıftakiler birbirlerine anlamsız bakış attığında ilk elini kaldıran Seda oldu. O da Mehmet ile sevgiliydi. Birbirlerini seviyorlardı. Hoca Seda'ya söz hakkı verdiğinde ayağı kalktı. "Hocam bence aşk..." dedi ve durdu. Sakince düşündükten sonra yanıtladı. "Birbirinden farklı iki bedendeki iki ayrı ruhun birbirini tamamlamasıdır" dedi.
"Güzel. Başka?" diye sordu hoca sınıfa göz gezdirerek. Poyraz elini havaya kaldırdığında tüm bakışlar ona döndü. Kim bilir yine ne diyeceklerdi?
Poyraz ayağı kalktığında "Aşk yemeğe kıyamadığınız bir zeytinyağlı dolma gibidir" diyerek söze başladı. Sınıf kahkahalara boğulduğun da hoca devam etmesini söylemişti. "Siz ona zarar vermek istemediğiniz için yemezsiniz sonra günün birinde biri gelir, dolmayı yer ve gider." dedi. Aşkın, zeytinyağlı dolma ile ne alakası vardı, anlamıyordum. "Ve sonraki bütün yaşamınız başkasının midesindeki dolmayı düşünmek, hayal etmekle geçer." diyerek yerine oturmuştu. Verdiği örnek şahaneydi. Sınıf gülmekten yarılmış, derin derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışıyordu.
Boğazımı temizleyip elimi kaldırdığım da hoca eliyle ayağa kalkmamı işaret etmişti. "Rüya, sence aşk nedir?" diye sordu. "Bence aşk diye birşey yok" dedim. Evet, ben aşkın olduğuna inanmıyordum. "Aşk sadece masallarda olur."
"Hocam ben Rüya arkadaşıma katılmıyorum" diyerek araya girdi Leyla. Katılmayabilirdi, saygı duyuyordum herkesin fikiri kendineydi. Ben yerime oturduğumda arkamda oturan Leyla ayağa kalkmıştı. "Aşk; Yaşama dair ne tür zorluk varsa hepsini kabul etmektir diye düşünüyorum" dedi. "Tüm zorlukları yenmektir."
Ona kabul etmediğimi gösteren bir bakış attım. Bence 'aşk' denen şey bir tür saçmalıktan ibaretti. İnsanların sevgiyi aşk diye yorumlamalarının yanlış olduğunu düşünüyordum. Aşk gerçek hayatta olamayacak kadar güzel olduğunu kitaplardan okuduğumuz kadar biliyordum. Belki de Faulkner haklıydı.
Yazar Faulkner'in de dediği gibi; "Aşkı kitaplara soktukları iyi oldu, yoksa belki de başka yerde yaşayamayacaktı."
BÖLÜM SONU Herkese merhaba canım okurlarım. Yeni bir seriyle tekrar karşınızdayım. İlk bölümü okudunuz. Gözlemlerini ve düşüncelerinizi alalım. Sizce motorda ki kişi kimdi? Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın.🤍 Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle...
|
0% |