Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@felix

Bölüm 1

"Vakit yok İklim, acele etmen gerekiyor!" diye bağırdı annem mutfağın kapısından kendime bir elma soymaya kalktığımı gördüğü gibi. "Antrenmana geç kalacaksın."

Derin bir nefes verip elimdeki bıçağı tezgâha bıraktım ve elmayı çantama attım. Sevgili annem homurdandı, gözlerini devirdi ve yargılayıcı bakışlarıyla arabanın anahtarını çıkarmamı bekledi.

Tıpkı benimki gibi sapsarı saçları ve ne yazık ki bana geçmeyen masmavi gözleriyle bir prensesi andırmasına rağmen olsa olsa kötü kraliçe olurdu. Ciddiyim. Diktatör Zalim Kraliçe'yle annemi aynı odaya koysanız Pamuk Prenses'in haline şükredeceğine emindim.

"İlaçlarını da unutma," diye tembihledi kapıdan çıkmadan hemen önce. Başımla onaylayarak kapıyı ardımdan kapattım ve Sonat'ı evinden almak üzere yola koyuldum.

Sonat ve ben beraber büyümüştük. Annelerimiz lise yıllarına uzanan bir arkadaşlığa sahipti ve kendilerinin sahip olamadıkları her şeyi çocuklarına yaptırmaya çalışıyorlardı. Bu yüzden adım atmaya başladığımız anda ben de Sonat da buz patenine gönderilmiştik. On iki yaşındayken –Sonat da o zaman on beş yaşındaydı– çiftler kategorisinde beraber kaymaya başlamıştık ve tam sekiz senedir partnerliğimiz devam ediyordu.

Sonat'ın annesi İpek teyze annemin aksine pamuk gibi bir kadındı. Sonat'ı tüm kariyeri boyunca desteklemesine rağmen Sonat buz patenini bugün bırakmak istese ona karşı çıkmazdı.

Sonat'ın bir de kız kardeşi vardı. Güz. Güz'le yaşıttık ve Aroskay ailesiyle beraber büyüdüğüm için ikisini de kardeşim olarak kabul ediyordum artık. Tek çocuktum ve annemle babam boşandıktan sonra kendi evinden çok onların evinde vakit geçirmiştim. İpek teyze ne zaman kapısına gitsem kendi kızı gibi karşılamıştı beni. Hatta Güz'ün odasına o kadar sık fazladan yatak atmak zorunda kalmışlardı ki en sonunda tek kişilik yatağının yerine çift kişilik bir yatak sipariş ederek her geldiğimde yer hazırlama derdinden kurtulmuşlardı.

Yağmurlu olmasa da bulutlarla kaplı bir Ankara sabahıydı. Sokaklar çocuklarını sabahın köründe özel okullarına götürmek üzere evden çıkan ebeveynlerin arabalarıyla dolmaya başlamıştı. Ancak gerçek bir yoğunluk için saat henüz erkendi. Anayolun çökmesine ve yüzlerce arabanın aynı tona sahip kornalarıyla kulak tırmalayıcı bir senfoni tutturmalarına yaklaşık bir saat daha vardı.

Sonatların sitesine yaklaşırken kırmızı ışıkla beraber yavaşladım ve telefonumu kontrol ettim.

*Bir yeni mesaj*

Tamay: Almanca notları açıklanmış.

Derin bir nefes aldıktan hemen sonra direksiyonu bırakıp iki elimle telefona sarıldım. Kalp atışlarımın hızlandığını hissedebiliyordum. Uzun zamandır notlar açıklandığında bu tür bir paniğe kapılmamıştım. Sisteme girerken ellerim buz kesmiş, ısırdığım dudaklarım acımaya başlamıştı. Son zamanlarda tüm notlarım iyi olmasına rağmen Almanca beni çok zorluyordu. En sıkıntı çektiğim dersin notuna bakmak üzereyken diğer her şeyi unutmuştum.

Aynı anda hem üniversiteye devam etmek hem yarışmalara hazırlanmak kolay olmasa da performansımı mümkün olduğu kadar yüksek tutmaya çalışıyordum. Almanca hariç. Almanca bitmek bilmeyen eziyetimin ve tüm şikâyetlerimin kaynağıydı. Ne kadar çabalarsam çabalayayım ilerleme kaydedemediğim tek dersti.

Bu yüzden arabam güçlü bir darbeyle sarsıldığında sinirlenmek için kesinlikle birden fazla sebebim vardı. Telefonu koltuğa bırakarak olayın ciddiyetini anlamaya çalıştım. Arka planda öfkeyle kapıyı çarpıp arabasından inen kişinin bağırışıyla emniyet kemerimi çözdüm ve hasarı kontrol edebilmek için dışarı çıktım. Burnumdan soluyordum. Kim kırmızı ışıkta bekleyen arabaya göz göre göre çarpardı ki?

Cevap şaşırtmadı: Karza Dinçer.

Aynı pistte, aynı antrenörle kaydığımız yetmiyormuş gibi bir de pist dışındaki hayatımı da cehenneme çevirmeye yeminliydi sanki.

Loading...
0%