Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6. BÖLÜM: ÖLÜM SÜNGÜSÜ

@ferfecirdzw

Sessizliğimin sebebi bu akşam ki suikasti benim düzenlememdi. Bu akşam bir taşla iki kuş vuracaktım. Birinci kuş kendimi zayıf hissetirmek içindi. İkinci kuş korku salmak için temeli atıyordu sadece. Sesim çıkmazken belimi daha sıkı tuttu kapıya doğru ç̧ekiştirdi. Ne kızabiliyordum ne baǧırabiliyordum. Bağırsam sesim duyulmazdı ses yalıtımından ama ben sesimi çıkarmadım. Neden böyle kedi yavursu gibi duruyordum bilmiyorum.

Kulaklarımda çığlıklar ve kahkahalar yankılanıyordu ama etraf silah sesleriyle yankılanıyordu. Tünelle girince sesler kulaǧımı rahatsız etmeye başlamıştı. Sıra bana geçmişti, oyun bendeydi. Bi' an karşımda O adamı hayal ettim. Bunu yapmakta zorlandığım kesindi, bazı günler sürekli olarak onunla yüzleşirdim. Hazırlıktı akıl sağlığım içindi. Bana yaklaşıyordu. Ayaklarım benden izinsizce durdu. Kendimi kaptırmışım ama bu sorun değildi. Amacıma ulaşmak için herşeyi göze alabilirdim. Öylece kaldım. "N'oldu?" diye soruyordu. Çokta duymuyordum yaklaştı. Çok yaklaştı. Afet konuşuyordu, duyamıyordum. Kocaman elleriyle boǧazıma yapıştı. Akıl sağlığımı koruyamamıştım ilk defa hayal dünyamda bu kadar gerçekçi bir şeklide görmüştüm galiba.

Gözlerini bana diken Gerçek Giray kafasını yüzüme eğdi. "Hayaldi, aptal." Diye fısıldadı.

Dudaklarımdan bi çıǧlık koptu. Kendimden geçmiş gibi kafamı ellerimin arasına gömdüm. Çığılık çığılığa bağırken. Kafamı göğsüne yasladı. Bir şeyler mırıldandı. Soğuktu, ceset diyenilebilirdi, belki de ölü. Ama o an tenimin yandığını hissediyordum. Soğuk teni tenimi yakmıştı. Ne zaman gözlerimi kapatıp dalmıştım. Sıcak şarabın bembeyaz, buz tutmuş kar'a düşüp kırıldığı gibi paramparça olmuştum. Kalp atışları kulaklarıma dolduğunda, geri çekilecek güç elimden kayıp gitmişti. Kendi kazdığım kuyuya düşüyordum.

Çenesini yavaşça kafama yaslayımıştı. Soğuk ellerini kumaştan bile hissediyordum. Elleri haraketlenip belimi okşamaya başladığını hissettim. "Ateşin mi var senin?" Diye sorudu oldukça ciddi sesiyle. Konuyu değiştirmeye çalışıyordu çünkü sakinleşmiştim. Bu nasıl mümkün oldu bilemiyorum ama unutmuştum. O adamı bana yaklaştığını unutmuştum. Önüme geçen Gerçeğin sesini unutmuştum. Az önceki durumu umursamadan. Az önceye kadar kendi sesimi duyamazken. Onun sesi kulaklarım da yankı olmuştu.

"Ateşim yok." Diyerek geriye çekildip, birkaç dakika ellerimi dizlerime yaslayıp, nefesimi düzenlemeye çalıştım. Az önce kendi kazdığım kuyuya atılmıştım. Kendimden nefret ediyordum. Nefret! Sert adımlarla önünden yürümeye başladım. Aptaldım. Kafamı duvarlara vurmak istiyordum. Arkamdan yürümeye başladı.

Pürüzlü çıkan sesiyle, "Neydi bu?" Diye sordu öylesine yumuşak erkeksi sesiyle. Cevap veremedim. "Psikolog araştırabilirim. Zarar veriyor bu sana. Hâlâ beyninin bir yerlerlerinde kalan kötü bir anı belki. Belki beynin sana oyun oynuyor. Psikolojik olduğu kesin... Ayarlayabilirim istersen yani." Durup bedenimi arkama çevirdim. Yüz yüze geldiğimizde bana yakın yürüdüğünü fark etmiştim.

Yeşil gözlerine bakarak, omuzlarımı da dikleştirdim. Benim için neden Psikolog arasın ki? Ne istiyor Psikolog anlaşıp anlattıklarımı bilmek mi? Saf salak biri sanıyor beni? "Neden, ilgini bu kadar çekti? Mutlu olmanı bekliyordum. Şahsen sen benim yerimde olsan ben kahkahalarla gülerdim. Olmadığın ne malum?" Manipüle ederek düşüncesini öğrenmeye çalışıyordum. Ve biraz da gerçekçi oyunuyordum.

Beklediğimin aksine, "Demeki ben daha senin kadar acımasız olamamışım. Hem ortağın olarak ilgileniyorum. Zerre umurumda olmaz normalde. Tranva ise tranva bana ne demi? Ve ben senin aksine baş edebiliyorum." Dediği anda benimle ilgilenmek istiyordu. İyi olmadığımı sanmıştı. Ve bu iyi bir şeydi. Amiri gönderme sebepleri, Çağın'a artık güvenmemeleriydi.

"Kendini kandırıyorsun ama öyle diyorsan, öyle olsun şimdilik." Tam arkamı dönüp gidiyordum ki asıl amacından saptığım aklıma geldi. "Çağın'a bundan bahsetme." Dediğimde bi kaç adımla nefeslerimizin birbine karışmasını sağladı. Göz teması kurmak için gözlerimi yukarı kaldırdırdığım da biraz eğilerek yüzlerinizi aynı hizaya getirdi.

"Neden?" Diye sordu.

Kaşlarımı çatarak "Söylemeyeceksin." Dedim bilmişçe. Amacım zaten söylemesiydi.

Ukala bir tavırla, "Nedenmiş o?" Dediğinde sinirlenmiş gibi davrandım.

"Eǧer o ağzını birine birşey söylemek için açarsan. O zaman beş dakika önce güçsüz kadının yerine güçlüsü karşına dikilir. Biliyor musun bu hiç iyi olmaz." diyerek yürümeden önce yırtılan çoraplarımı çıkartıp attım. Bu onun gözünde ayakta kalmaya çalışan bir kadının korunma mekanizmasıydı. Hızlıca yürümeye başladım. Arkamdan yetişemezsin diye fark atmıştım ona. Hızla dışarı attım kendimi. Evin arkasından geliyordu, sesler. Birçok insan camlara dayanmıştı bile. Neyse ki benim dışarı çıkıp çatışmaya girmemi normal karşılayacaklardı. Polis sirenleri kulaklarımı doldurken hızla arkaya geçtim.

Bizimkileri görür görmez baǧırdım. "İçeri!" hepsi birer birer arka kapıdan iceriye girerken. Yeniler çatışmaya devam ediyordu. Söz mü dinlemiyorlardı. Kan kırmızısı bir çizgiye parmak basmışlardı. Belimdeki silahı çıkararak yenilerden erkek olanın sol ayaǧının milim oynatarak yanına ıskaladım. Deşetler bana dönerlerken, "Hemen içeri." diye baǧırdıǧımda bu sefer ikiletmeden gittiler. Suç benim değildi kırmızı çizgimi aşan onlardı.

Çaǧın saldırıyı bastırmaya çalışıyordu. Ormana doǧru daǧılmışlardı. Baş işaretiyle eve girmesini işaret ettiğimde dinlemedi. Dik başlı bir orospu çocuğu. Afet çıka geldiğinde, Yeniden gitmesini işaret ettim. Afet, Kardeşimin yanına gidip bir şeyler söyledi. Umut ediyorum ki olanları anlatmıştır. Tabi bu kadar kısa bir zamanda detaylı anlatamazdı. Bu yüzden Çağından gitmesini istemiş olabilirdi. Çaǧın bu sefer içeri girdi. Ve tahminim doğrulandı. Olanları söylmediğini anlamam kısa sürmüştü. Polisleri illaki aramışlardı kısa süre içinde burada olacaklardı. Çaǧında gidince daha çok saldırmaya başladılar. Bir yandan da kaçıyorlardı. Çekingen bir ses duydum. Bedenimden bir titreme geçti gitti. Arkamdan feryat eder gibi ama bir yandan koruyor olmalıydı.

Eskisi gibi olmasın...

"Kusursuz, hatasız, pürüzsüz olacak." Diye fısıldadım zerre umrumda değildi ki onu sevmezdim çünkü o güçsüzdü. Aǧaçların arkasından kırk metre kadar uzağımdaydı. Neyse ki iyi bir keskin nişancıydım. Afet benden daha yakındı. Bi' an dönüp baksa da yeniden döndü önüne. Önüme çıkanları indiriyordum. Kendimi koruyarak biraz ilerledim. Eşek, kadar bi adamın bana silah doğrultunu görmemle haraketlenecekken, belimden soğuk parmaklar sarıldı. Kendisine çekmesiyle kurşun sesi yankılandı ormanda. Bedeni bedenime yaslıyken teninin soğukluğunu vücudumun her zerresinde hissettim. Yüzüme gelen saçlarımı elindeki silahın ucuyla geriye attı. "Hâlâ ateşin var. Üstelik ben kiraz sevemem, kokusunu da öyle. Bir de bunlarla sen nasıl kırk metreye yakın alanda vurabiliyorsun?" Dediğinde ayaklarımın yere değmediğini fark ettim. Beni hedef alan silah aklıma düştü. Benim aklım başımdan gitmişti tam yerinde hemde.

Yere yığılan bir çocuk, sırtında küçük bir kız olan çocuk. O ve ben, Ulya. Küçüktüm, küçücük ama o da küçüktü. İniltileri hâlâ kulaklarımda. Bacağından vurulmuştu. Her yer kan olmuştu. Korkudan titriyordum. İki çocuk birden yerde yatan çocuğun başındaydı. Kendimi çekmiş köşede öylece ağlıyordum. Yaklaşan koca koca adamlardan biri beni sırtına atmıştı. Yerde canıyla uğraşmasına rağmen bağırması asiceydi. "Bırak, bıraksana kızı!" diye, sonra yanındaki çocuklara dönüp "İzin vermeyin, kötü bişey yapmasınlar ona." Demişti. Çocukların hiç birinin umurunda dahi olmamıştım. Sadece arkadaşlarını düşünüyorlardı. Adam beni götürürken sesizce ağlıyordum. İçimden çocuğa özürler diliyordum.

Ellerini belimden uzaklaştırıken, anılardan yüzümü kaldırdım. "Silah ruhsatlı mı?" diye sordum.

Aǧacın birine yaklaşarken yeniden elleri belime sarıldı. Beni kendine çekerken "Hayır." Diye cevap verdi. "Neden?" Diye sorduğuda anlamaz gözlerle bakıyordu, anladım ki. Benim hakımda o kadar da iyi araştırma yapmamıştı. Boş atıyor da olabilirdi. Bilemedim.

Sakince, "Adam vurdun mu?" diye sordum. Tabiki de bir kaç tane indirmişti. Teyit etmek istiyordum.

Kafasını sallamakla yetindi. Ellerimi saçlarımdan geçirerek, etrafı taradım. Silah sesleri hiç susmuyordu. Polisler de yaklaşmış olmalıydı. Gözüme küçük bir odun kulübesi çarptı. Büyük ihtimalle boştu. "Takip et." diyerek ağaçın arkasından çıktım bir yandan da kendimi koruyordum. Kendini koruyarak beni takip ediyordu. Kapıyı açıp içeriye girmesi için arkasından ittim. "Sesini çıkarma Afet." diyek kapıyı kapatıp eski asma kiliti taktım. İnşallah açılırdı yoksa halimiz vahimdi. Aramıza polislerinde katıldı. Polisler işi haletmeye çalışırken sonunda hem adamların çoǧunu kaçmış hemde kalanlardan çoǧu ölümüştü. Bana doğru yaklaşan ayak sesiyle baş başa kalmıştım.

Dizlerimin üstüne düşmüş göz yaşlarım dur durak bilmiyordu. On sekiz yaşındaydım, sanırım, hatırlamıyorum. Ayak sesleri soğuk mermerde tok bir ses bırakıyordu. Ayak seslerinin sahibi, "Beren, ağlama kızım. Senin için her şey. Sen bizim en büyük suç ortağımız olacaksın. Bizi sen yaşatacaksın. İsteyerek yapman için, bunların hepsi." Dediğinde göğsüm sıkışmıştı. Kalbim de kar yağmıştı. Çok zaman geçmişti çok. Şimdi buzdan bir pisti. Kalbimin atışları sadece intikam için. Dudaklarımdaki tebesüm, gözlerimdeki yaş, kinim, hırsım, beynim. Sadece intikam için. Kurnaz oyunlarımızın ve yaklaşan yıkımın son demlerindeydik. Bunu çok net biliyordum.

Arkamdan yerdeki dalların kırılma sesini duymama rağmen hiç bir tepki vermemiştim. "Sayın savcım?" Tanıdık sesle arkamı döndüm. "Ne yapıyorsunuz burada?" diye sordu sorgulayıcı bir ifadeyle. Merak ediyordu haliyle. Tabiki ona çıkıp 'Hiç sadece ortağım diye bana gönderilen ruhsatsız silah taşıyan illegal işlerle uğraşan üstelik Avukat olan Amir Demirhanı şu an dikkatle incelediğin, benimde yaslandığım kulübeye sakladım.' diyemezdim ya.

"Ne yapıyım canım sıkıldı bir dolaşayım dedim." Elimdeki silahla elimi havaya kaldırdım. "Sonra namussuz birileri silahla saldırdı inanmazsın, saldırıyı bastırmaya çalıştım. Bela beni çeker bilirsin hem sende bakarsın bir işe yararsın sanmıştım da oğlum sen gelene kadar atım üsküdarı geçti." Diyerek hem onun salak sorusuna alayla cevap vermiş başka soru sormasın diye azarlar gibi konuştum. Silah sesleri kesilmişti. Kalabalığın tam karşımda toplanmış olduğunu gördüğümde direkt ortaya doğru yürümeye başladım.

Peşimden koşarak bana yetişmişti, uzun boylu oldukça genç Mehmet Gülşenoğlu. Yaklaştıǧımız da beni görenler silah çekmeye kalktıǧında Mehmet önüme atladı. "Savcı, Beren Ulya Işınsoy." Diyince herkes anında silahlarını indirdi. Savcıya silah çekmek mi? Ayıp. Fazla ayıp.

Emiliyet müdürü gibi duran adam "Kusura bakamayın sayın savcım." dediǧinde başımı salladım. 'Sorun yok' der gibi.

Kendini açıklama gereǧi duyarak, "Evimin arkasında oldu çatışma. Duyar duymaz çıktım." dediğimde başını salladı müdür. Öbürleri zaten yüzme bile bakamıyorlardı. Eh ismi duyulan bir savcıydım.

Adam ayaklarımı incelediği an da kafamı hemen eğip ayaklarıma toprakla birlikte batan taşlar ve kanları izledim. "Savcım, ayakkabı giymeden çıkmışsınız. Savcı Hanım hastaneye gidelim isterseniz." Derken şaşkındı hangi akılı ayakkabı giymeden dışarı çıkardı?

Ellimi kaldırıp olmaz derecesinde salladım. "Gerek yok teşekkürler. Evime gidip dinlemek istiyorum sadece. Bir süredir izindeyim zaten uğarırım sabah hastaneye." Dediğimde beni sadece onayladı. Ardından beni yormak istedikleri için ayak üstü ifademi aldılar. Etrafı kontrol etmek için dolacaklarmış. Bense Mehmetle evimin önüne kadar gelmiştim.

İçeri girmek üzereydim ki, "Sayın savcım merak etmeyin biz sabaha kadar buralardayız. Neden böyle bir saldırı olduğunu araştıracağız ve hayatta kalan varsa onları konuşturacağız." Derken kafa salladım yorgun gibi. "Bir de evde tek misiniz?" Diye sorduğunda yerde ki başım bir an da kalktı. "Beni yanlış anlamayın güvende olduğunuzdan emin olmak için şey ettim." Derken mahçup gibiydi. Gözlerime bakamadan vereceğim cevabı beklerken gözlerimi devirdim. O an Beren yanım da belirdi. Derince yutkundum çünkü nefesi kulağıma değiyordu.

Ahmaklarla uğraşma.

Dediği an gitmişti. "Mehmet defol git şurdan Allah aşkına. Anlamadım yanlış falan." Der demez tazı gibi defolup gitti. İçeri girip Berran'ın siyah terliklerini ayağıma geçirdim. Evin arkası ormanlıktı. Kulübe ağaçların içinde çaprazda kalıyordu. Dolaşan polislere görünmeden ulaştım kulübeye. Asma kiltle bir süre bakıştık.

"Sikeyim!" diye bir mırıltı döküldü ağzımdan. Taşların arkasına altına her yere bakmaya başladım. Ama yok nafile burda kilit milit yoktu. "Afet?" diye seslendim.

Öfkeden kuduran sesi kulaklarıma doldu. "Burdayım!" Sessiz bi baǧırıştı bu. O nasıl oluyor derseniz gelin bedava denme sunabilirim.

Ayağımı kapıya vurdum. "Bak Afet şu an etraf polis kaynıyor ben burada seni çıkarmak için uǧraşıyorum. Bana teşekkür etmen gerekirken sen baǧırıyorsun. Üstelik şuan kendimi tehlikeye atıyorum. Beni bitirirsen seni bulur etini lime lime ederim. Şakası yok." Diyerek öfkeyle ona patladım.

Erkeksi gür kıkırırdamayla, "Beni buraya tıkmasaydın. Ne tatlı başın belaya girerdi ne de benim bir taraflarım donrardı." Diye mırıldandığın da gözlerimi devirdim.

Kurumuş dudaklarımı ıslatarak "Sen kıç derdindesin bense canımın. Orada geber umrumda bile deǧil. Eve gider güzel bir yalan uydurur, kahve içer uyurum, sıcacık yatağımda güzel bir uyku çekerim." Arkamı döndüp şimdi gidebiliridim de. Hatta şuan gidecektim.

"Yatağın iki kişiliktir umarım?" Diye mırıldandı. "Üşüdüm, sıcak bir yatağa ihtiyacım var." Ne diyeceğimi bilmez bir halde etrafı süzdüm. Bu neydi? Sıcak bir yatak mi istedi? Kafamdaki düşünceleri dağıtmak için iki yana salladım. Yoksa toplum düşüncelerimi kaldıramazdı.

Sesizlik...

Bırakıp gidersem donar, ölürdü. Bir daha da buraya kadar gelmem çok zor olurdu. Blöf yapa bilirdim. "Gidiyorum ben, sen dalganı geç." birinci ve önemli bir kural; Beren'in hiç bir sözü havaya deǧildir. Git derse buraya geldiğini bile unuturdu.

Adım sesleri geldi. "Dalga geçtiği mi kim söyledi? Aklından geçen şeyleri az çok tahmin ediyorum." Sakin sesiyle. Aklını kullanabilen adam. "Hadi aç şu kapıyı artık, ölmek üzereyim." Derken iyi ki gitmem mi istememişti. Çünkü ne onun burada olduğunu söylerdim ne de gelir kapısını açardım.

Kahkahaları kulaklarıma doldu. Birden fazla nereden geldiğini anlamadım. Gözüme kestirip aldığım taşı kilide vurduğum gibi açıldı.

Afet'in kahkahasıyla kapıyı it tip açtım. Kaşınıyordu. "Kaşınma." dedim uyarıcı sesimle.

Alaycıl sesi kulaklarıma ulaştı. Tek benim ulaşmıştır işaallah diye düşünmeden edemedim. "Hadi ama Avcı öz'ün de tatlı bir kadınsın." Hayır isimimi bildiǧine emindim. Tabii ki karşılık veriyordu bana. Hoşuma gitmedi deǧil. Ama ben Avcı deǧil, namı değer Gri'ydim bir zamanlar.

Bir kaç adımla kapının ağzında burun buruna gelmemizi sağladım. "Hadi ama yeni Lider biraz kendini geliştir." Gözlerimi kaldırdım, çenemi kaldırdım. Omuzları mı daha dik tuttum. Ben omuzları mı indirmezdim asla. Ki bu benim bir nevi savaş çanımdı. Ölüm süngümdü.

Kısa süren bakışmamızı kulübenin arkasından tutulan ışığın açık yerlerden külübe'ye dolmasıyla kestik, tedirginlikle dolduk. Erkek sesi, "Abi burada bir kulübe var!" Sesiyle öne doğru atılma mı sağladım zar zor. Amir'i isterken dengesini kaybedip düştü onunla da ben. Burun burunaydık ve yerde uzanırken yeşil gözleri zehirini içime akıtırken elli belimi sıkıca kavramıştı. Hızla üstünden kalktığımda, açık kapıyı çektim. Neyse ki uzakta olmalılar ki hâlâ gelmemişlerdi. Kapı neyseki içten kilitlenebiliyordu. Adım sesleri yaklaşırken köşeye çekildik. Ensemde onun nefesi kapıya odaklanmış ve nefesimi tutuyordum. Güvenli değildi, endişe vericiydi. Sık nefes almaya başlamaml kolumun üstünü okşamaya başlamıştı.

"İçerde biri olabilir mi?" Diyen bir erkek sesi daha duyduk. Bu ses tanıdıktı ki Mehmet olduğundan emindim.

Başka bir adam tanımıyorum bu kesin. "Kapıyı kırmadan öğrenemeyiz." Dediğinde Mehmet titrek bir nefes verdi ki bu can sıkıcıydı.

"Nefes sesi duyduğumdan eminim." Derken sırtımı Amir'in sert göğsüne yasladım ki bu aptalcaydı. Nefesimi düzenlemek için nefes almayı bıraktım. Kapıya yüklendi ve adeta kapı sallandı. Aynı zamanda bir kadın sesini duydum.

Çekingen ve aceleciydi ki evine gitmek istediğini ve korktuğu belliydi. "Merhaba, işinize karışmak istemiyorum. Karşıda ki malikane de yardımcıyım. Özel mülk içindeki kulübeye bu şekilde giremezsiniz. Arazi sahibinin kesin uyarısı yüzünden burdayım. Ücra bir köşede olduğu için aradığınız kişiler kulübeyi gördüğünü sanmıyorum. Zaten kulübeye anahtar takmak için de burdayım. Lütfen beni zor durumda bırakmayın." Dedi.

Mehmet orta yolu bulmak ister gibi, "Hanım efendi en azından içeri bakmamıza izin verin. Kapıyı kırmayalım siz açın."

Kadın da orta yolu bulmak ister gibi, "Şöyle ki hazırladığım kadarıyla içeride ağaç kesmek için aletler ve büyük ağaçlar ve atların havuçları ve birçok şey olduğu için önce içerden kilitlediler sonra da camdan çıkıp pencereyi kapattılar. Ve kulübenin sahibi bir kaç ay sonra buraya çiflik kuracak bu yüzden kesinlikle iyi korunuyor. Kırmadan açılabileceğinizi sanmıyorum." Diye kendini uzun uzun açıkladığında polisler ikna olmuştu. Kafamı duvara yaslar gibi göğsüne yasladım. Kısa süre içinde adım sesleri duyuldu.

Ondan uzaklaşabildiğim kadar uzaklaşıp odun gövdesine oturdum. Biraz daha bakıştık. Galiba polislerin dikkat alanından çıktık mı diye temkinli davranıyorduk. Ses geliyordu ama uzaktan. Ama biz kıpırdamak yerine birbirimize bakıyorduk. Bu sefer birbirimizi çözmeye çalışıyorduk.

Buna müsade etmeyerek, "Nasıl çıkacağız?" Diye sorarken çareyi onda arıyordum.

Omuz silkti. Sanki benden uzak durmak istiyor gibi umursamaz davranıyordu ki bunu belli ediyordu. "Bilmiyorum. Düşünmüş olman gerekirdi." Diye fısıldadı.

Kaşlarımı çattım sanki ben ona ters davranıyormuşum gibi davranmıştı. "Malum burada kalan sensin. Seninde düşünmen gerekirdi." Bu sefer topu ona attım ki aramızda kendimizce yine polemiğe girdik.

Tek kaşını kaldırarak küçümseyici tavrını takındı. "Buraya gelip ne halt etmeyi düşünüyordun?" Diye sordu. Gözümde büyütmüştüm. Ben olsam "Beni buraya tıkan sendin. Bunu yaparken bana sorsaydın keşke. Belki o zaman düşünürdüm." Falan derdim tabii farklı düşünceler farklı zihinleri severim. Ki ben bu adamın zihne bayıldım.

"Hani 'akıl akıldan üstündür' diye bi' ata sözü vardır bilir misin? O mantık." Dedim küçümseyen tavrımla. Tam konuşacaktı ki yeniden bayaramlık apzımı açmak zorunda kaldım. "İzin verirsen düşünmek istiyorum. Seninle ilerleme kaydedemiyorum. Bana bir iyilik yap ve sus." Derken gölgelerin arkasından sırıtan katille bakışıyordum. Beren asla durmazdı. Durduramazdılar bir kez ateş atılmıştı. Geri adım başkası olmalı. Susmak zorunda kalmalı.

Kahkaha atıyordu içimdeki şey. Bu iç sesim değildi. Bu hırsımın kazanma nidalarıydı. Bu karanlığımın hırsı'ydı. Böyle şeylere çok olmazdı bende. Ama konu liderlikse, kazanmaksa; çirkinleşirdi hırsım ve karanlığım. Bu ikili beni bitiridi. Tabii onlarsa önderlik etmeseydim. Öncülük etmek kolay değildi. Kendi hislerini dizginleye biliyorsan kazanmışındır.

Ayaklarımı izliyordum. Düşüncelerime dalıyordum. Hırsımın Kahkahaların dinliyorum. Karanlığımı seviyordum. Karanlıkta yaşamayı öğreneli çok oluyordu. Ben hırsımı değil karanlığıma aşıktım. İkisi de aynı şeydi aslında. Karanlığı seviyorsan, hırsına tahammül etmen gerekliridi. Bende bunu yapıyordum. Kolay olduğu söylenemez. Ama zor olduğu da söylemez. Kalbim, karanlığı seviyordu.

Benden başka bir göz daha izliyordu kanlı ayaklarımı. "Kötü olmuş. Acımıyor mu ayakların?" Diye sorunca gözlerimi kaldırmadan odağı mı bozmadım.

"Hayır." Net ve düzdü sesim.

Yüzünü buruşturudu. "Acıyor öyle değil mi? Çok acıyor." Ayaklarımdan bahsetmiyordu sanki. Ruhumu çıplak görüyor gibi hissediyordum. Öyle bir konuşuyordu ki tüm sırları mı ortaya çıkmış, herşeyimi ezberlemiş biliyormuş gibi.

"Acısa hissederdim." Hissetmiyorum. Umurum da değildi açıkçası.

"Hisetmiyorsun çünkü," Laf kalabalığı yapıyordu. Rahatsız ediciydi. Ruhumu çıplak görmesinden rahatsızdım. Bunu engellemek ister gibi inatla ters cevaplar veriyordum. O başlatmış ve işime geldiği için sürdürmekle ısrarla devam ediyorum.

Dudakları aralandığın da bana dokunacak bir şey söylememesi için sözünü keserek "Hissederdim. Parçalara ayrılmamış olsaydım. Ve ben her dakika her saniye parçalara ayrılan hayatın hiç acımadığı o kadınım. Umurum da değil anlıyor musun?" Kesin sesimi duyunca sesizliğe gömüldü. Bunlar benim için acınası değil güçtü.

Kafamı kaldırarak, "Nasıl çıkıcağız?" Diye sordum yeniden. Kafam kahkaha sesiyle doluydu. Bu normal değildi farkındayım. Ama düşünemiyorum. Bu da miyde mi bulandırmıştı.

"Çıkamayız. Polisler sabaha kadar burada olurlar büyük ihtimalle." Diye hayıflandı. Aklına bişey gelmiş gibi gözlerini büyüttü. "Telefonun yanında mı?" Yanımdaydı.

"Hayır." Şüpheyle "Senin yanında mı?" Sordum ifadesiz başkışlarımla.

Ceplerini kontrol etti elleri vücudunda gezindi ama bulamadı. "Yok!" diye kendine kızdı. Sessizlik. Zaten telefonla kimi arayacak ki. Kimi Çağırsak geleceklerini biliyordum. Ama gelmemeleri daha iyidi. Başkası gelse bile bizi budan çıkıramazdı. Sabah çıkıp giderdik. Yakalanmasak tabii. Ve derin sesizliği bölen melodim.

Rauf~faik - Детство~Çocukluk.

Fevri bir hareketle ayağa kalkınca kafam aşağıdan tepem de dikilen yeşil irislere sahip adama döndü. "Yalanlar eninde sonunda ortaya çıkma gibi aptal huyları var." Dedi oldukça öfkeli çığından çıkmıştı. Burada kalmak istemiyordu bende kalmak istemiyorum. Benden uzak durmak için burda kalmak istemiyor olabilirdi.

Alayla gülümsedim her zaman ki gibi. Ayağa kalkıp telefonumu çıkarttım. "Niye biliyor musun? Bir yalancı bile olacak olanı önleyemiyor. Eğer önleyebilirseydi dünyanın hakimiyetti tek bir insanda olurdu. Ama öyle olmadığı için yalan da hemen ortaya çıkıyor. Bu dünyada iyi bir yalancı yok. Sürekli bir açığı oluyor insanın." Derken buz gibi olan parmaklarımın içindeki telefonu sıktım.

Soğuk niye soğuktu. Onca dayak yemiştim. Her yerim uyuşmuştu. Merak ediyordum onu. Nerede olduğunu da bilmiyordum. Böyle böyle aylar geçti. Yine köşeme sinmiş oturuyordum. Kapıda tanıdık o sima belirdi. O'ydu onu kurtarmaya çalışırken, vurulan çocuk. Ama yerinden kıpırdamdı. Bu bir kaç ayda duyulmuştu. Yorulmuştu. Çocuk yavaşça yanıma yaklaşıp başımda durmuştu. "Kalk, hadi." Dediğinde, sözünü dinlememiş oturmuştum öylece. Yanıma oturup ellerimi avcunun içine saklayıp kendine çekmişti beni, ayağıda iyileşmiş gibiydi. Gözlerimden benden bağımsız akan göz yaşlarımla "Özür dilerim." Demiştim. Beni ayağa kaldırıp, "Gidiyoruz." Diye mırıldandımıştı sıcacık sesiyle.

"Nereye?" Diye sormuştum ama cevap alamadan elimden tutup hızla dışarıya çıkarmıştı. Yine bizi bekleyen aynı çocuklardı. Çocuklardan mavi gözlü, siyah saçlı beni istemeyen çocuk, "Hadi hemen gidelim." Demişti. Sürekli etrafı çocuğun da mavi gözleri sariya çalan saçları vardi. Aylar önce sırtında olduğum çocuğunsa kahve saçlari yemyeşil gözleri vardi. Hızla elimi elinin içine alıp ormana doğru koşmaya başlamıştı. O zaman anlamıştım. Benim kurtarıcılarım bu çocuklardı. Benim herşeyim artık bu çocuklardı.

Eski acılar saklanır. Acısını hissedersin ama anlamazsın.

 

Loading...
0%