Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7. BÖLÜM: YEŞİLE TUTSAK

@ferfecirdzw

Gözleri tutsak bir yeşil. Fazla anlamlı. Niye ahmak kalbim onun sesini duyunca böyle acı çekiyordu? Sert melodileri vardı... Sert kırılmaz bir duvar. Aynı benim gibi. Kendimi ona benzetmekten vazgeçmem gerekiyordu. Kendi melodi mi kaybetmiştim. Gözlerinin içine bakarak telefonumu çıkartıp hızla yere attım. Ayağımı üstüne atıp sertçe ezdim.

Çenesi kasılmıştı, vücutdu gerilmiş sert nefesler vererek gözlerini kapatıp bir kaç saniye öyle kalırken yüzünü daha rahat izleyebilmiştim. Gözleri ani gelişen bir haraketle açıldığında gözleri gözlerime tutundu. Sert bakışlarına maruz kalıyordum. "Kasma bu kadar. Sabah defolup gideriz." Dedim rahat görünme çalışarak. Çokta rahat değildim aslında. Maalesef ki Üşüyordum. Ellerim, bacaklarım, saç tellerim bile titriyordu. Buradan artık, bu akşam çıkmamız imkansızdı.

Sinirden elleri sıkıyordu. Bana sinirlendiği için değil üşüdüğü mü fark ettiği için ellerini sıkıyordu. "Üşüyorsun üstelik bir de telefonu kırıyorsun. Nereden geliyor bu cesaret? Benimle burada kalmak cazip mi geliyor?" Diyerek üstten bakış atıyordu.

"İnsanın başka bir şeyi kalmayınca önemsemiyor neler yaptığını. Belki cesaret, belki değil ahmaklık." Dudaklarımı yalayarak ıslatığım da sert bir rüzgar dudaklarıma çarptı. "Üşümüyorum." Diye diretim geriye yaslanarak.

Çenesini sıkarak karşıma oturdu. Bana tahammül edemiyor gibi görünüyordu. "Bencilsin. Tabii insanın hiç bir şeyi kalmayınca bencil olması doğal. Bil diye söylüyorum bazıları senin gibi hiç bir şeyi olmamasına rağmen tutunmaya çalışıyor. Asıl ahmaklık bu." dedi kollarını göğsünde bağlayarak keskin bir dille. Bencil miydim? Hayır değildim. Gözlerimi kapıya çevirip kendimi kollarımla sardım.

Bi' süre sonra beni izlediğini fark ettim. Cevap vermemiş olmam onu şaşırmıştı. Bakışlarımı inatla ona dönürmüyordum ama bedenimde gözleri dolaştıkça kalbimdeki buz yanarak eriyordu. Neden böyle bakıyordu sanki? Oysa az önce ahmak olduğumu sayıklıyordu. Diye geçirdim içimden. Bu kadar cevapsız soru varken kafam daha çok karışıyordu. Ya da kendimi kandırmayı abartmış neyin ne olduğunu kavramam zor oluyordu. Kim bilir?

"Kay, biraz yana." Dediğinde suratına bakmakla yetindim. Amaç neydi? "Tamam ben yaparım. Sorun yok." Dediğinde bana dokunmasın diye yana doğru kaydım. Memnuniyetle yukarı kıvırdığı duduklarıyla yanıma oturdu. Sıcak yatak mevzusu aklıma gelmesiyle, yavaşça yutkundum. Bazen düşüncelerim çığırından çıkardı.

Gözlerim alaycıl bakıyordu, her zaman olduğu gibi. "Düşmanına bile kıyamıyorsun. öyle mi?" Diye mırıldandım, yarı alaylı sesimle.

Dudaklarını bir an birbirine bastırıp, cıkladı. "Ortağıma kıyamıyorum sadece. Düşmanlarıma gayet kıyarım. Hem neden sana kıyamayım ki? Boşuna köpek gibi eğtilmedim." Dedi, düm düz duygusuz, duvar gibi sesiyle. Bir şey deme gereği duymadım. Ne diyebilirim ki? Aynı şeyleri bende yaşamıştım. Elini belime attıp bedenimi çektiğinde ruhumun sarsılarak ona tutunduğunu hissettim. Omzum sağ göğsüne yaslandığında kafam boyunda denk geliyordu.

Kaşlarımı çatarak aldığım nefesi verdiğim de boyuna çarptı belimdeki elin hafif baskısını hissettim. "Ne yaptığını sanıyorsun Afet?" Derken sesim tedirgin çıkmıştı. Göğsünün sıcaklığı beni eline geçirmişti çoktan. Ayrılmak istemiyordum. Bu karşımdaki kelebekleri canlandırıyordu.

Kafasını çevire bildiği kadar çevirdiğin de anlım çenesini okşadı. "Sadece üşüyorsun ve birbirimizi ısıtıyoruz Avcı." Diye mırıldandı. Sessizce sıcaklığını benimle paylaşmasını istedim. Galiba gerçekten bencildim. Belki on belki on beş dakika sürdü bu yakınlık gerektiği kadar ısındığıma kanaat getirdiğimde, bu duruma dayanamadığı mı anlayınca yanında oturmanın bir mantığı yoktu. Zaten bir anlamda yükleyemiyordum. Bir bahane bulamıyordum kendime.

Mantığım uyuma kararı almıştı. Tanımadığım birinin yanında öylece uyuyamazdım. Uyuyacaktım ama, uyumamalıydım öyle değil mi? Minik haraketlerimle kalkıp köşeye geçtim. Yere oturup, geriye yaslandım. Teknik olarak kaşısında uyuyacaktım. Ayaklarımı uzatarak kafamı kulübenin tahtalarına yasladım. "Sabaha cesetlerimizi bulurlar mı sence?" Dişlerinin arasından sinirle mırıldandı.

"Aynı kulübenin içindeyiz. Dikkat et sabaha çıkabilesin. Belli olmaz dikkat et derim. Belki ceset torbasının içinde sadece sen olursun?" Diyerek, ufak bir kıkırtı bıraktım alayla.

Kaşlarını çatarak "Belki o torbaya ikimiz de sığarız? Altımda olmak hoşuna gider bence." Dediğinde duymazlıktan gelerek gözleri gözlerime bakarken gözlerimi kapatıp, kocaman nefes bıraktım. Karanlığa dalarken, kendimi rüyayla özlem arası bir yerde buldum.

Kocaman binaya bakıyordum öylece. "Burası neresi?" Diye sordum, yemyeşil gözlere sahip çocuğa. Okumayı bilmiyordum, harfleri biliyordum sadece, yarım yamalaktı o da. Yeşil gözlü çocuk elimi daha da sıkı tutup hemen karşıdaki çocuk parkına doğru yürmeye başlamıştık. Banklardan birine oturmuştuk, dördümüzde. Siyah saçlı çocuk en uca oturmuştu. Yanına da ben diğer yanıma da yemyeşil gözleri olan çocuk. Onun yanında kumral olan mavi gözlü çocuk. Yanımdaki siyah saçlı çocuk "Ben, Emir Giyas." Diyerek kendini tanıtığın da devam etti "Seninki ne velet?" Diye sorunca bi süre öylece kaldım. ürkek sesimle "Beren Ulya Minas." Demiştim. Sonra yanımdaki yemyeşil gözlerin sahibi. "İsimin muhteşem, Ulya. Benimki de, Buğra Barın Kuray." Diyerek kendini tanışmıştı. Çok değişik hissetmiştim. Ait olduğum yerde gibiydim. Kafamı ona çevirek gülümseyip "Kurtarıcım." Dediğimde minik bir kahkaha atmıştı. "Memun oldum, Ulya." Dediğinde kafamı sallamıştım. Diğer çocuksa tebessüm ederek "Deniz Mazhar Danış, Bende minik." Diye mırıldandığında ilk defa güven verdiler. Mutlu oldumuştum. Hepsine kocaman gülümseyerek "Siz benim kurtarımcımsınız." Diye çocuk heyecanıyla sarılmıştım, yeşillime.

 

GEÇMİŞ ZAMAN

 

İLAHİ BAKIŞ AÇISI

Hayat bir yerden tutup diğer yerden fırlattırdı. Amir Demirhan yaydan çıkmış olan bir okdu. Nerdeyse bir ay önce bir labirente bırakılmış ve kaybolmuştu. Onunla oyuncak gibi oynamışlardı. Hep daha iyisi en iyisi olması için işkence ediliyordu. Aralarına karışmış her şeyden haberi olmaya başladı. Bir binanın en tepesinde otururken ara sokak da kaldırım da oturmuş sigara içen kumral kadından gözünü ayırmadı. Karışdan siyah saçları rüzgarla geriye uçan yaklaşık 1.88 olan adam kadına yaklaşırken kadın ayağa kalkmıştı. Adamın kadının suratına öfkeyle bağırmasını izledi. Bu sırada bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başladı.

Asansörü çağırdı. Cebinden sigarasını çıkarıp yaktı. Hemen aşağı inen asansörde atlayıp dışarı çıktığında taşıdığı iki insanın kavga sesleri kulağına gelmeye başladı. Beren Ulya Işınsoydu kadının adı. Uzun zamandır peşindeydi Amir Demirhan. Kumral uzun saçlarını hep rüzgar dağıtırdı. Yeşilin içindeki kahve rengi dikkatini hep çekerdi. Uzun boylu olduğu halde topuklu botlarını çıkarmaz ya siyah ya beyaz giyerdi. Adı Gri diye anılmasına rağmen o düzdü. Renk karmaşası yoktu.

Adamı Ulya'nın aksine hiç araştırmamıştı ama sakindi her zaman gördüğü kadarıyla. Şuansa çığrından çıkmıştı. "Sana söyledim. Sana binlerce kez söyledim. Polislerden tut özel kuvvetlere kadar hepsi peşimizde! Dünya da ki kötü insanların hepsini temizleyemezsin." Diye bağırdı. Sokak'ta kimse olmadığı için sesi bu kadar çok çıkıyor olmalıydı.

Adam o kadar çok dibine girmişti ki kadın tüm gücüyle onu itti. "Benden nefret mi ediyorsun? Oysa bunların hepsini bana öğreten sendin. Dünyada ki tüm insanları öldürüyormuşum gibi davranıyorsun! Hak ettiğini yaşadı. Umurumda değil kim peşimde." Derken adam bir köşede omzunu duvara yaslamış onları izliyordu.

"Sen kafayı yemişsin! Sen bu değilsin." İnanılmaz gözlerle kadının üstüne yürüdü. "Tedavi görmelisin."

Kadın geriye doğru kaçtı. "Bunların hepsini bana sen öğrettin. İnsanların zayıf noktası hep kalbidir. Sen benim zayıf noktam olmazsın bu kadar zayıf biri kalbim olmaz. Kafayı yemedim. Adalet istiyorum. Bu yüzden savcı olacağım. Gerçek olacağım. Senin gibi kaçmayacağım Barın. Adalet için gerekirse seni de öldüreceğim." Diye fısıldadı. Amir ceketinin şapkasını kafasına geçirip sırtını dönüp ordan uzaklaştı. O kadın neden bu kadar kıyametliydi bilmiyordu ama bu kadının bir ateş olduğunu ve herkesi yakacağından emindi.

 

ŞİMDİKİ ZAMAN

 

BEREN ULYA IŞINSOY

Gerdanımda hissettiğim ağırlıkla gözlerimi zar zor açtım. Gözlerimi açmamla başım ağrımaya başladı. Boğazımda da muhteşem bir ağrı, acı. Gözlerim yavaşça etrafta gezindiğinde boyum huylandı, gıdıklanıyordum. Karanlıktı, çokta bir şey göremiyordum. Bir hareketlilik oldu bu sefer de bacaklarımın arasına yılan gibi sızan sıcak bir bacak hissettim gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bu Amir benim göğsümde mi uyuyordu? "Afet!" İsmi boğazımı yırtar gibi çıkmıştı."Sikerler." kendi sesimi bile duyamazken Afet zaten uyanmazdı. Gücüm bedenimden onu istemeye yetmiyordu.

Neden bu kadar heyecanlanmıştım, karnımda anlamsız kıpırtılar oluştu. Çünkü her gün göğsümde yakışıklı bir adam uyumuyordu, öyle değil mi? Kim olsa heycanlanırdı. Nefes alış verişlerini gerdanımda hisettim. Gıdıklanıyordum. Kanım ısınıyordu. Boğuk bir şekilde gülmeme engel olamadım.

Elimi zar zor kaldırıp kafasını itmeye çalıştım. Kıpırdanarak boyun girintime yaslandı. "Yok artık." Elim yorgunlukla saçlarına düştü. Yumuşacık dalgalı saçlarına. Gıdıklıyordu nefesi. Lanet olsun ki yanağı köprcük kemiğime yaslıydı, dudakları az çok değiyordu tenime. Her kıpırdadığın da sürtünüyordu dudakları. Kim olsa etiketlenirdi, öyle değil mi? Ayakları üstümdeydi. Bu adam çok pis uyuyordu. Parmakları karımdaydı, tenime değiyordu. Ne zaman üstümdeki kazak bu kadar açılmıştı inan bilmiyorum. Bendeni mi saran yeni duygular bir kalbim olduğunu hatırlatmak ister gibi sıkı sıkı sarılıyordu. Bu adam cidden uyuyor muydu? "Gerçekten uyuyor musun sen!" kısık sesimle ne kadar bağıra bilirsem. Biraz kıpırdandı daha çok yaslandı. Soğuktu, çok soğuk. Oysa benim gerçekten ateşten kalır yanım yoktu. Tenim sızlıyordu. Uyumaya devam etti. Onun aksine gözümü dahi kırpamadım. Bu kadar yakınlık fazla değil miydi? Biraz daha bu halde durursam her tarafım tutulacaktı. Biraz aşağıya kaydım. Yer zaten buz gibiydi. Ama Afet'tin soğukluğu başkaydı. Soğuk toprak gibi değildi. Afet hiç etkilenmeden uyumaya devam etti. Küfür etmeden duramadım. Gözlerimi kapatarak uyumaya çalıştım. Ne zaman karanlığıma daldım, bilmiyorum. Huzur dolmuştu ruhum. Ve huzuru tüm zerremde hissediyordum.

Gözlerim kendiliğinden aralanmıştı. Gün de aydınlanmış sayılırdı. Kıpırdamak istedim olmadı. Üstümden onu itmek istediğimde homurdandı. Önce bacaklarını üstümden attım. Kokunu kavranıştım ki gözleri bir anda açıldı. "Ne yapıyorsun?" Uykulu tok ve kalın sesiyle kolunu ittim. Üstümden yavaşca ellerini çekerken doğruldum. Uyku sersemliğini atbilmiş değildi. Ayağa kalkmak zor oldu ama kalktım.

Yüzüne bakmadan kulübeden destek aldım. Parmak uçlarımı bile hissetmiyordum. Kapıyı açmam imkansız gibiydi ki ensemde sıcak bir nefes hissettim. Titrediğimi fark ettim. Bedeninin sıcaklığını sırtımda hissediyordum. Arkamdan kapıyı açtı. Belimden destek verirken dışarı çıktık. Heybetli bedenin yanında küçük kalıyordum. Kokusu öyle derinden buruma geliyordu ki derince soludum. Bedenime eğilmişken öfkemi kusmak için başımı çevirmemle alt dudağı dudaklarımın arasından geçti. Kendimi hemen geri çektiğimde bozguna uğradım. Yüzüme bu kadar yakın olduğunu fark etmemiştim. Aramızda kor bir ateş yanmaya başladı. Dudaklarım alev almış gibi yanarken alt dudağımı ağzımın içine çektim. Bedeni kaskatı kesilmişti. Dudaklarının yumuşaklığı sıcaklığı dudaklarımda asılı kalmıştı. Gözlerimi gözlerinden çektim. Yeşil gözlerine tutsak olmuştum o an.

Yutkunduğunu oynayan adem elmasından anlamıştım. Boşluğundan yararlanıp kaçar gibi bir kaç adım attım. Beklemediğim bir anda sırtıma ve kalçamın altına kollarını doladı. "Kendim yürürüm." Diye fısıldadım. Ne hissedeceği mi bilmiyordum. Kafasını iki yana salladı. Güçsüzleşen başımı omzuna yasladığım da gözlerim kapandı.

Nasıl oldu bilmiyorum ama kendimi bu seferde yatakta eli anlımda buldum. Eve gelmiş olmalıydık. "Eve geldik. Ateşin var duş al." Dedikten sonra odamdan çıkıp gitti. Yataktan çıkıp dediği gibi duş aldım. Dudaklarının yumuşak dokusu hala dudaklarımı yakıyordu. Rüzgar gibi uçup gidecektim. Giyinip odamdan çıkıp salona girdiğimde yerde yatan Kayra'yı nerdeyse eziyordum. Berran bile koltuğa bayılmıştı. Iraz telefonunu göğsüne bastırmış uyuyordu. Çağın yoktu. Nane limon kokusu burnuma doldu. Masanın üzerine duran sigara paketinden bir dal aldıp dudaklarımın arasına yerleştirirken içerden o geldi.

Sigara da oyalanandı bakışları. "Gel." Diyerek onu elindeki ilaç ve nane limona baktım. Tünelden geçip yukarıda kalan eve çıkarken arkamdaydı. Koltuğa oturduğumda masaya nane limonu koydu. "Teşekkür etmeyeceğim." Diye mırıldandığımda dudaklarımın arkasında ki sigarayı aldı. Bomboş gözlerine bakarken renkli dudaklarının arasına alıp derin bir nefes aldı. Yutkunamadım kalbim dudaklarımda attı. Hâlâ dudaklarında olan sigarayla kupada ki nane limonu elime tutuşturdu.

Sigara'yı dudaklarından çekti ardından da. Çenesinde ki gamzeye daldı gözlerim. Yüzüme üflediği sigara dumanını, "İç Ulya boğazına iyi gelecek." Dediğinde afalamış halimden hızla kurtulup bir kaç yudum aldım. "Ne zaman sigara'ya başladın?" Diye sorduğunda neden sorduğunu umursamadım.

"Bilmem baya oldu. Sen ne zamandır kullanıyorsun?"

Elinde biten sigaraya bakarak, "Şu andan itibaren kullanıyorum." Dediğinde kısık sesini duymuştum. "Gemicilere ne yapacağız?" Diye sordu bu seferde.

Güzel şekilli yüzüne bakarken sigarayı izliyordu. "Açıkları olan bir adam Cemal. Kafese alamazsam oğlu Alp Gemici'yi alırım. Cemal oğlunu seviyor olmalı." Derken iç çektim.

Gözleri anında döndü. "Oğullarını sevdiğini nerden çıkardın?"

Omuzlarımı silktim. "Oğlu Alp'i sevdiğini söyledim. Herkes zaafını saklar, korur Amir." Diye mırıldandım.

Gözlerini kıstı o kadar çok şey geçti ki bakışlarından birini bile tutamadım. "Sen hiç birinin zaafı oldun mu?"

Dudaklarıma küçük bir gülümseme yer edindi. "Hayır, peki senin hiç zaafı sakladın mı Amir?" Derken ağzımdan çıkan her bir kelime aramızdaki alevleri daha da yakıyordu. Ateşle barut yan yanaydı. Birbirlerine girmeleri an meselesi gibiydi.

Gözlerinin içi parladı. "Zaafım hiç olmamıştı." Gözlerimi kaldırmama neden olan kelimeleriydi. Titrek bir nefes kaçtı ağzımdan. Sessizlikte birbimizi bulduk. O beni ben onu izledim. Sadece konuşmadan birbirimize bakarak bişeyleri anlatmaya çalışıyorduk. Gözlerin kapattı sessizlikte. Saat dokuza geliyordu.

Ayağa kalktığımda hemen açıldı gözleri. "Nereye?" Diye sordu.

Saçlarımı arkaya attım. "Duruşmam var." Dedikten sonra kısaca onaylamıştı. Hızla kalkıp giyiniştim. Makyajla göz altlarımdaki morlukları kapatmış, siyah postllarımı giymiştim. Şimdi de salona gidiyordum. İçeriden gülüşme sesleri geliyordu. Bundan nefret ediyorum. Olduğum ortamda bazen kahkaha atılmasından nefret ediyordum. Onların benim olduğum yerde böylesine eğlenerek gelmelerine nefret ediyorum.

Beren Ulya Işınsoy hep beni ele geçirir ve fısıldar.

Onları belkide işkencelerle öldürmelisin? Onlardan daha güçlüsün.

Kendimi sıkarak içeri girdiğimde herkesin gözü bana dönmüştü. Kahvaltı yapıyorlardı. Üstlerinde gözlerimi gezdireceğim sırda gölge üstüme atladı. yumuşacık tüyleri arasında parmaklarım yavaşça dolandı. Soğuk olduğuna emin olduğum sesimi umursamadan konuştum "Bana çocuğun okuduğu lise'nin konumunu atarsın." Afette hitaben konuşmuştum.

Gözlerim Gölge'ye döndüğünde, içmeden gelen o dürttüye engel olamadım. Sürekli fısıltılar beynime ilişti. "Kahvaltını sende yap Gölge." Dedikten sonra Gölge koşarak yemek masasının üstüne örtülen örtüyü kavrayıp bana doğru koştu. Kahvaltılıklar yere dağılırken bir sessizlik oldu. İçim öyle bir rahatlık oldu ki hazzı inanılmazdı. "Aferin oğluma!" Diyerek güldüm. Hızla tünel kapısından çıkıp ortadan kayboldum. Bu gün çok işim vardı. Biraz tempo iyi gelebilirdi, gelmeliydi. Arabama binip, kemerini taktım. Hızlı bir yolculuk olacaktı.

 

 

☃️

Hızla ulaştığım Adalet sarayının kapılarından geçiyordum. Olduğundan daha kalabalıktı, adliye. Hızla asansöre bindim. Odamın olduğu katta bastıktan kısa bir süre sonra kartıma ulaşmış odamın yolunu tutmuştum. Sarayın koridorlarında yürüyordum. Bundan pek memnun değildim. Büyük oyunlarıma, oyuncak olan bir şeydi. Belkide ben herkesin elinde oyuncaktım. Bir şeyi çok iyi biliyorum, o da oyun benim oyunumdu. Kuralları ben koyuyordum. Kendimi bile öyle iyi kandırabiliyordum ki, buna ben bile ara ara şaşırıyordum. Nasıl? Neden? Bunun cevabını biliyordum. Ama kimsenin bilmesine izin vermiyordum. Kocaman bir duvarda açık bir yarık vardı. O yarığı kapatmak için üst üste cesetler koyuyordum. Hâlâ kapanmamıştı hâlâ üst üste koyulması gereken cesetler vardı.

Düşmanlarının öğrenmesini istemediğim bir şeyi ben de unuturdum. Vaşet doğar, ben hatırlardım. Rüzgar eser, her yer toprak kokar, yağmur sel gibi dünyaya düşer. Bende oynarım onlala, kukla oynar gibi. Oyunun kurallarını ben yazarım. Kartları dağıtır. Yaratığım kukların infazını verir, hayatımın intikamını alırdım. Söke söke kan ağlata ağlata. Umurumda değil boşuna avcı olmamıştım.

 

&

 

Bir bölüm sonu daha.

 

Buraya kadar okuyan herkesin oylarını bekliyorum..

 

 

Loading...
0%