Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. BÖLÜM: BÜYÜK DÜŞ'ÜN ADIMLARI

@ferfecirdzw

 

İyi okumalar!

 

2.BÖLÜM: BÜYÜK DÜŞ'ÜN ADIMLARI

"Ulya!" İsmini duymaktan koran bir kız. Sanırım küçük kız on yaşına girmişti, farelerin kol gezdiği, bomboş soğuk eski bir binada kilit altında. Oysa sıcacık evinde pasta keserek kutlaması gerekirdi. Cehennemde mavi kanatları olan parıltlı bir peri'ydi. Cehennem ateşi perinin kanatlarını yakıyordu, mavi kanatlar kan kırmızı'sına dönmüştü. Yandığını anlamayan küçük peri muhtemelen yıllardır, soğuk ve eski hatta yıkılmaya yüz tutmuş binada kalıyordu. Kendini bildi bileli bir kuyunun içinde yeşermeye çalışıyordu. Karşısında ki şişaman gözlüklü tam anlamıyla bir cani'ye benzeyen kadın'ın sesi bozuk egzoz sesi gibiydi. "Neden sürekli kaçmaya çalışıyorsun fare? Sana üç gün boyunca ne su ne de yemek yok. Halit seni dışarıda bekliyor ceza'nı bizzat kendi kesecek. Canlı porno izlemesek bari iğrenç olur. Dua et fare, dua et sana bu zamana kadar dokunmadı hiç de dokunmasın." Dediğinde kadın olabildiğince çattı kaşlarını. Ulya masum bakışlar atarak onu izliyordu sadece. Doğrusu su gibi berrak o kız kanatlarının yandığını anlamadığı gibi kadının ne dediğini ne demek istediğini de anlamamıştı. Yirmi yedi yaşına basan Beren'se anladığı şeyle saçlarını yolmak, ağzına bir daha yemek böyle sürmek istemiyordu, titreyerek ölmek istiyordu. Hafızasından sildiğine emin olduğu bu görüntü karşısına bir rüya peşinde çıkmıştı. Beren bu olanları uzaktan bir seyirci gibi izliyordu. Biri unuttuğu geçmişine ayna tuttu. Uzaktan gelen tok sesler düzen ve ritimle çalıyordu. Küçük kız kulaklarını kapatıp ağlamak istiyordu, elleri ayakları bağlanmıştı, ağlaması yasaktı. Ulya bu sefer kaçamadı her zaman olduğu gibi olmadı Ulya zincirle dövüldü, aslıldı, eksi derce soğukta bekletildi. Halit dövdükçe güldüler. Ulya ölmüştü sahiden. Ama Beren intikam almadan ölmeyecekti. Çok garipti Beren ve Ulya tek bir vücutta büyüdüler ama biri öldü biri yaşar vaziyette ama aklında olan tek şey ölüm. O Ulya iken bin kez ölmüş Beren ise Ulya'nın ölümünü bin kez izlemişti. Çaresizce kadın tarafından sürüklenen küçük bir beden. Edri der ki; Hayat insanı öyle bir hâle getirir ki, kimseye zararın dokunmamıştır ama sen ziyan olmuşsundur.

🦥

Geçmişimin parlayan yüzüne bakmak istemiyordum. Gözüme sokulan gerçeklerden kaçmak, kaybolmak istiyordum. Yine nereden düşmüştü karanlık zihnime? Bazen oluyordu, bazen nefret ediyordum. Her gün her akşam düşlere uyup kabuslara uyanmatan bıkıyordum. Zihinimi ne kadar delerse dersin nefret ediyordum. Ağır geliyor, taşıyamıyordum. Mavi gözlerinin içine ne zaman baksam düşlerimin gerçek olabilime olasılığını sorguluyorum. Geçmiş o'ydu onunlaydı, düşlerim bile artık gerçek geliyordu. Sanki hiç bir şey olamamış gibi. Ama ikimizde çok iyi biliyorduk, çok şey olmuştu. Ve biz küçük bir rüzgar sanmıştık kasırgayı.

Dudaklarımı birbirine bastırmış ela gözlerimi mavi irislerine dikip "Efendim?" Diye mırıldandım yönümü tamamen ona dönerken. Iraz hiç bir şey söylemiyor, aramızdaki gerilime karışmak gibi bir hattaya düşmüyordu. Aramızdakilerde zararlı çıkan üçüncü kişi oluyordu genellikle.

Dudağını büzüp omuz silkti rahat bir tavırla "Neden istiyorsun, ne yapacaksın?" Diye sordu, rahat tavrının altında gizlediği gerginliği sezdim. Tanıyordum onu hep böyle yapardı kendini saklamak için. En iyi bildiği şey ya kaçmak ya da sakanmaktı. Ama o hiç bir zaman savaştan kaçmamıştı. O kötülükten, insanlardan da kaçmamıştı. O aslında iyilikten iyi insanlardan kaçmıştı. Savaşmayı seven ama ufacık bir sevgi rüzgarında kaçan bir adamdı. Sevdiklerinden de kaçardı Deniz Mazhar Danış.

Gözlerimi üstünden çekip geriye yaslandım. "Yeni iş için lazım." O yapıyorsa bende yapardım. Bende saklanırdım. Ondan öğrenmiştim sonuçta eşittik.

Yan gözle kafasını iki yana salladığını gördüm. "Bu yüzden olmaz işte Ulya. Adamlar senin ölmen için çabalıyor resmen! Gemicilerin meşur tünelini patlatmak sana ölümden başka bir şey getirmez. Ölürsün, öldürürler." Sinirle bağırdı. Kendini açığa verdi. Eşit olduğumuzu anlamıştı, biliyordu zaten. Ne kadar beni korumaya çalışşa da yine her dakika tehlikenin bağrında uyuyordum, bunu bilmiyordu. Ya da gözlerini kapatıyordu.

Derin bir nefes bıraktım sıkıntıyla "Deniz ilk defa tehlikeli bir işe kalkışmıyorum. On yaşındaki çocuk değilim. Bana son kez bir iyilik yap söyle şu tünelin yerini." Diyerek, kafamı geriye yasladım. Bunu anlamalıydı, her şeyden beni sakınamazdı. Ben tehlikeye koşarken istesede yapamazdı. Koltuktaki yük azalınca ayağa kalktığını anladım, hızla kafamı kaldırıp baktım.

Karşıma geçmiş mahçup, acının her zerresini belli eden gözleriyle önüm de eğildi. "Anlamıyorsun, durdurmayıyorum seni. Kontrol edemiyorum hiç bir şeyi. Sadece seni korumak istiyorum, hayattımda bana ilk defa güvenilip emanet edilen kadını korumak. Bu kadar Ulya, tek amacım bu. Söyleyeceğim ama bir daha ağzımdan buna benzer bir bilgi alamayacksın. İstemeyeceksin de." Çenesini dikleştirip ayağa kalktı, onaylamamı ister gibi bakınca öylece yüzüne bakmak zorunda kaldım. Ardından kafamı salladım yavaşça, ne istiyorsa onu yapacaktım. Böyle istiyordu, böyle olacaktı. Onu zorlamak istemiyordum, vicdan azabı çekemesini istemiyordum. Dudakaları ıslatıp önce Iraza sonra da bana bakarak "Şehirin dışında arazileri varmış..."

🕳

Motorun gaz kolundan ellerimi çektim. Kendi kendine giden motordan hafif yükselip, arazideki adamlara baktım. Ardından yanımda gazlayan Iraza gözlerimiz kesişirken "Eve!" Diye bağırıp, dönüş yaptığımda beni takip ediyordu. İki saat sonra evin bahçesine yeni giriş yapıyorduk. Gördüğüm Kawasaki Ninja H2R ile hızla motoru park ettim. Yanında da araba vardı. Siyah motosikleti yavaşça içli içli süzdüm.

Iraz şaşkın bir ses tonuyla "Bu Japon Ninjası bizimkilerin değil." Dediğinde eve doğru ilerliyordu. Gözlerim bir süre siyah Japon kızında gezindi. Ardından peşine takılırken zilli uzun uzun çalmıştı. Geri çekilip kapının açılmasını bekledim. Kısa bir süre sonra kapıyı açanın bir kadın olduğunu gördüm. Kısa siyah saçları boyunda bitiyordu, koyu kahve gözleri Irazı ve beni süzdü. Evde bir kadın mı vardı? Hiç bir şey söylemeden kapıyı ittip içeri girdim. Girer girmez gördüğüm görüntü ile öylece kaldım. Bu beklediğim o görüntü değildi. Sevinmeli miydim? Çağın, Kayra ve Berran evi beklediğim gibi bara çevirmemişti. Koltukta oturan tanıdık gözler ve tanımadığım kahve gözlerde kısa bir göz gezdirdim. Uslu uslu oturuyorlardı. Amerikan mutfağındaki tezgahın arkasına sandalyeye oturmuş gözlerini bana dikmiş Çağın'ın yanına yürürken kafasını baktığı yerden ayırmayan uzun boylu adamda takılı kaldı gözlerim. Kumral dağınık saçlarından gözlerini görememiştim.

Çağın'ın arkasına sandalyesine kolumu yaslayıp, koltukta sıra sıra oturmuş ortalarında da bir adam almış Kayra ve Berran'a bakıyordum. Ardından kafasını kaldırmayan adama ve ayakta diklen kızda gezindi gözlerim. "Bunlar kim?" Diye sorduğumda sonunda gözlerini kaldırdı, Yemyeşil gözlerini gördüğümde sarsıldığımı hissettim. Nasıl bu kadar canlı parlak benzer olabilirdi? Niye bu kadar güzel bakıyordu?

Çağın'ın ansızın yüksek çıkan sesiyle irkildim. "Yeni ortakların." Dediğinde yutkunarak yeşil gözlerinden ela gözlerimi çektim. Kalbimin atışları göğsümü delebiliridi. Orman kadar parlak yeşilliklerde kalmıştı aklım.

"Anlamadım? Ne ortağı?" Diye şaşkınlıkla sordum, omuzlarımı dikleştirirken birkaç gözün üzerimde gezindiğini farkındaydım. Çağın ayağa kalktığında kolumu çekmiştim. Salonda kısa bir göz gezdirdiğimde Irazla o kız da koltuklardan birine oturmuştu. Çağın'ın hemen arkasından çıkan adam daha da kafamı karıştırdı. Uzun boyu kırmızı dudakları yeşil gözleri olan o adam. Bozguna uğraştım.

Elini uzattı sıkmam için, "Amir Demirhan yeni iş ortağın. Beraber çalışacağız bir süre." Dedi, yeşil gözlerini üzerimde gezdirirken. Gözleri eskiden hissettiğim sevilme duygusunu alevlendirdi. Ölü ruhum yaşamış miydi ki? Benim ruhum bile tam anlamıyla Ölü değildi. Ruhum iki parçası vardı, bölünmüştü. Ulya ve Beren, Ulya ölü olan yanımdaydı. Beren yaşamakta olan yanımda. Beren ölmek isterken yaşmaya mecbur bırakmıştı. Hayat her defasında, her gün her dakika suratına o sert acımasız tokatlarından atıyordu, sevilmeyi unutturmuştu. Sert tokatlarından atamayada devam ediyordu. Ulya yaşamak isterken bebekliğinde, küçüklüğünde, gençliğinde, yetişkinliğinde kısaca hayatının her anında idam edildi. Bazen boğularak, bazen asılarak, bazen kalbine tam kalbine bıçak sokularak, en can yakanı, vicdan silahıyla yakından tam kalbine dört kurşun yiyerek. Hayattın oynadığı kaçıncı oyundu bu? Kalbimdeki yaranın geçmesini beklerken, neden yeniden kanatmıştı? Amacı yeniden attırmak mı yoksa bana hatırlatarak acı çekememı sağlamak mı? Kalbimde ki okyanusu buz tuturmuştu. Şimdi o okyanusta beni mi boğmaya çalışıyordu? Yememişti, acı haykırışılar tatmin etmemişti.

Yorgunlukla derin bir nefes aldım. Çağına dönerken,"Saçmalamayın, kimseyle çalışamam ben. Ekibimin tek lideriyim. Öylede kalacağım." Öfkeyle sesimi yükseltim. Düşüncelerimin anıların acısını bir nebze de olsa çıkartmak için yükeltmiştim sesimi.

Çağın bir adım geri çıktı. "Ben karışmam bu işe Ulya. Aranızda çözün bu olayı, emir kesin bunu bil." Sandalyesini çekip yeniden oturdu. Telefonumu cebimden çıkartırken hızla dışarıya ilerliyordum. Çağın "Akşam yine konuşuruz sinirini atıp eve dön." Diye bağırdığında kapıyı hızla çarptım. Yeni mesajlar düşerken telefonuma gözüme çarpan mesajı açtım. 'Sana gönderdiğimiz küçük ekiple başarılar dileriz iki Liderli Gölge Timi harika işler çıkaracağına eminiz. Amir işinde çok iyidir en az senin kadar. -Örgüt' kelimeleri tane tane okurken göğsüm sıkışmaya başlamıştı. O adamı göndermelerini tek sebebi beni ellerinde tutma çabalarıydı. Çenemi dikleştirip garaja rastgele bir araba aldım. Caddeye çıktım, hatrı sayılır bir hızla. Nasıl Gölge'yi unutacak kadar perfasız olmuştum. Hayır, kim köpeğini unutabilir ki? Trafik yüzünden sinirlenirken elimi fevri bir şekilde direksiyona vurdum. Vurduktan birkaç saniye sonra fark edebildim, direksiyona vurduğumu. Derin bir nefes alarak etrafı inceledim. Rahatsız hissediyordum. Trafiğini zar zor geçtikten sonra Ceylan'ın evinin önüne park ettim arabayı.

Müstakil evinin zilini çaldığımda sarı saçları yukarıdan bağlamış yeni uyandığını belirten uyuku bandı anlındaydı. "Rüyanda beni ki gördün Beren?" Diye sorduğunda, gözlerimi devirdim.

"Akşam oluyor Ceylan. Gölge'yi almaya geldim." Dediğimde kafasını dışarıya çıkartıp baktı. Yeni anlıyormuş gibi dudak büzüdü.

Ardından "İstersen içeri geç." Diye öneri sunduğunda, kafamı iki yana salladım. "Peki ben Gölge'yi getiriyim." Diyerek hızla içeri girip birkaç dakika sonra Sibirya husky kurt köpeği ile geri geldi.

Eğilip başına bir öpücük kondurdum. Gülümseyerek siyah beyaz tüylerini sevmeye başladım. Sibirya husky kurt köpeği. Kurt köpeklerinden birçok insan korkar ama en iyi eğitimi zaten husky köpekleri alır. Birçok insan onlara canlarını emanet eder. Benim asil kurdum zeki, atık, nazik ve dost canlısı, bir o kadar da sevimli. Çocuklar ilk gördüklerinde korksalar bile sonra sevmeye geliyor anneleri babaları ne kadar uyarsa da gelip seviyorlar. Tabi gölgenin en sevdiği şey sevilmek olnunca, oldukça verimli bir gün geçiyorduk (!) Hızla dışarı çıkarken Ceylan'ın evine doğru ilerlemeye başladım. Her adımımı öğrenmek için bir ortak koymuşlardı yanıma. Onlarda biliyordu sonun yaklaştığını. Bu yüzden engellemek istiyorlardı beni. Küçük adımlar atıyorlardı. Sinirle elimi direksiyona vurdum. Evin önüne sertçe firen yapatım. Arabadan inerken bile arabadan çıkarmak istiyordum sinirimi. "Teşekür ederim Gölge'ye iyi baktığın için." Dediğimde gülümseyerek tasmayı elime uzattığın da almadım, Gölge'nin boyundan tasmayı çıkardım. İtiraz edeceken elimi kaldırdım. "Ceylan o benim köpeğim, gerekli eğitimi yıllarca aldı. Sorun çıkarmaz." Dediğimde kafasını sallamakla yetindi. Arabaya doğru ilerleyip arka kapıyı açtığımda Gölge koşarak atladı. Sürücü tarafına geçtim. Hava kötüydü, yağmur yere düşmek üzereydi. Kalbimdeki sancı ile sürmeye başladım.

Yağmur yağıyordu yine o gün. Ağlamaktan morarmıştı gözlerim. Bıçakla çizilen sol bileğimi beyaz sargı benimle sanıyordum. Gözlerim acıyordu, bileğim acıyordu, ayağım aksıyordu, ruhum kanıyordu. Beyaz sargı'nın üstü, belirli bir çizgide kanıyordu. Yavaş yavaş diğer taraflara yayılıyordu. Bileğimi kucağıma kayarak bacaklarımı kendime çekip dizlerime kafamı yasladım. Deniz dalgaları kadar asi saçlarım bacaklarıma yayıldı. Oluça uzundu. Gür değildi, tel teldi. Gözlerim açıktı ama bileğimi göremiyordum. Karanlıkla bir tür savaştı bu. Karanlığa inat ilerlemeye çalışıyordum. Oturduğum beton zemine soğuktu. Hapishanedeki Karanlıkla bir tür savaştı bu. Karanlığa inat ilerlemeye çalışıyordum. Oturduğum beton zemine soğuktu. Hapishanedeki hücrelerde tek başına kalan suç işlemiş mahkum gibi hisediyorum. Çünkü ben can yakıyorudum. Karanlığa çekiliyordum. Nefret ediyordum... Açık demir kapının gıcırtılı sesini duydum. Kafamı hızla kaldırdım. Sonra onu gördüm. Kahve saçları dağınıktı, boyu benden çok uzundu. On üç yaşındaydı ya da daha büyüktü. Bilmiyordum. Tozun kirin içinde güzel bir çocuktu. "Hadi." dedi, tam oturmamış sesiyle. Oturduğum yerden kalkamadım. Gözlerimden yaşlar aktı. Hıçkırklarımı tutmak için dudaklarımı ısırıyordum. "Kalkamıyorum... üzgünüm, özür dilerim." Diye mırıldandığımı hatırlıyorum. Çok çaresizdi sesim, acı acınasıydı. Koşarak kısa mesafeden yanıma gelip "O zaman seni sırtımda taşırım. Beraber kalkarız, küçük kız. Umut ben olurum sana." Demişti umutla. zayıftım ama o da zayıftı. Nasıl giderdik? Nasıl koşardı? Gözlerim beton zemine dalmış bunu düşünüyordum. On yaşındaki bir kız çocuğu ne düşünürdü ki? Arkasını dönüp sağ bileğimi ve sol bileğimi sıkıca tutu. Acıyı öyle bir hissetim ki. Sesim çıkmadı. Sırtına aldı. Kollarımı boyuna doladım. Kafamı sıcak sırtına koydum. Elleriyle bacaklarımı sıkıca tutup odadan çıktı. Gözlerimi kapattım. Koca binadan çıktık. Kafamı kaldırdım. Yağmur güzümü ıslattı. Gülümserken sırtında bulunduğum çocuğa daha sıkı sarıldım. Daha sonra iki çocuk daha gelmişti. İkiside erkekti. Kahve saçlara sahip çocuk gibiydiler. Yağmurdan görebildiğim kadarıyla siyah saçları olan oldukça uzun ve mavi gözlere sahip çocuk kaşlarını çatmıştı. Diğeri umursamıyordu pek. Mavi gözleri sırtında olduğum çocuğun gözlerine sabitelmişti, sanki. Öfkenin baskın olduğu sesiyle "Bu kız yürüyemiyorken, nasıl koşacak?" Diye sorduğumda. Kendimi çoğun arkasına saklamışım. Rahat ve sakin bir sesle konuşmuştu. "O koşmayacak. Ben koşacağım. Taşıyacağım onu." Diyerek yürümeye başlamıştı. Umursamaz tanrıları olan çocuk bir anda ciddileşmiş biçimli kaşlarını çalmıştı. "Saçmalama. Kendin zor koşuyorsun! Ve burda daha fazla kalırsak öleceğiz." Demişti baskın sesiyle. Bir an da koşmaya başladı, sırtındaki benle. Arkamıza baktığımda çocukları gördüm. Hızlı koşuyordular, ama bize yetişmediler... sonra ormanı bir ses inletti silah sesi,

Korna sesiyle frene bastım. Şokla elim kalbime gitti, dalmıştım. Gölge havlamaya başladığında arkamı döndüp bir şey yok der gibi tüylerini okşadım. Önüme dönüp yolla baktım bir süre. Arabayı çalıştırıp eve sürdüm. Yakındık zaten. Hızla eve vardığımda. Kalbim pırpır atıyordu. Burnumu çekerek kapıyı açıp içeri girdim. Halıyı kaldırıp içeriye attım kendimi. Tünelde yürürken. Onun sesi yankıladı sanki kulaklarımda.

O zaman seni sırtımda taşırım. Beraber kalkarız, küçük kız. Umut ben olurum sana.

Sesi kulaklarımdaydı. Kapıya vardığımı fark ettiğimde kendimi düzelttim. Çenemi kaldırdım, omuzlarımı dikleştirdim. Ve içeriye girdim. Oynadığım oyunlarından bir tanesi daha.

İlk adımlar atılıyor. Büyük düş başlıyordu.

&

BÖLÜM SONU.

OY VERMEYİ UNUTMAYALIM.

Yeni bölüm de görüşelim.

Loading...
0%