@ferfecirdzw
|
Bölümü okuyun olur mu öhöm öhöm. Oy da verin. Çünkü çok eğlenceli bence bu bölüm👀
8.BÖLÜM: CELLATLARIN KUMARLARI Ben vahşeti oluşturdum. Belki de o beni oluşturuyordu. Can yakardım. Aynı bana yapılanlar gibi. Yalancı, dolandırıcı, iki yüzlü, acımasız, kötü oldum. Aynı onlar gibi ama daha kötüsü. Daha can yakanı, daha korkusuzu, öldürmek isteyen, intikamla harlanan. Ya bana ölümü getirecekti. Ya da ben getirecektim hazim sonlarını. Buna geçen yolların canımı ne kadar yaktığı umrumda olmayacaktı. Gerekirse, kendini feda kendimi ya da gerekirse herkesi. Ayaklarımı uzattığım kahverengi puftan indirdim. İki, üç dosyayı dikkatle inceledim. Kavga, hırsızlık ve benzeri şeylerdi. Birkaç polisle görüşme yapıp detayları öğrendim. Toplamda dört ayrı mahkemeye girdim. İfademi verdim. İşleri kısa ve iyi bir şekilde haletmiştim. Başsavcıyla görüşebilirdim. Gözlerim odadaki saate kaydı, on iki buçuk olduğunu gördüğümde şansıma yaratıcı küfürlerimdan yolladım. Yavaş ve üşengeç adımlarımla odadan çıktığımda koridorda yürüyordum. Nereden çıktığını anlamadığım adam sağ tarafıma geçti. Göz ucuyla baktığımda. "Seni görmek güzel." Dedi yakın bir tavırla sarf etmişti sözlerini, bense aksine ciddi bir tavırla önüme döndüm. "Yemek yedin mi?" Diye sorduğunda, karnımdan muazzam bir guruldama sesi yükselmişti. Galiba açıkmıştım, galiba fazla olmuştu. "Aslında ufak bir işim var. Sonra yemek yemeyi düşünüyorum." karnımın guruldaması ve beni ele vermesi yalan söylemeyeceğim anlamına gelmezdi, öyle değil mi? Yalandan kim ölmüştü. Hafifçe bozulduğunu fark ettim. "Anladım. Beraber yiyebiliriz. Seni bekleyebilirim." diyerek pes etmeyeceğini belli etti. Dudaklarını birbirine bastırıp kehribar rengi gözlerini kısarak gülümsedi. Neden insanlar böyleydi ki? Birini elde etmek için her şeyi yapar sonra bırakırdı. Öyle ki, hayat tersten bakıyordu bana. Tüm belaları özellikle seçip atıyordu. Biz hayatla hep bir savaş içinde olduğumuz için artık normalleşmişti hisler işte, hayattın bana attığı en büyük kart, en büyük oyunu lanet hislerdi. "Teşekürler ilginiz için. Başsavcıyla görüşmem gerekiyor. Bir kaç hafta izinliydim. Uzun bir görüşme gerçekleştirmeniz gerek, doğrusu. Danışımam gerken konular var, davalar birikti bu günlerde. Lütfen beni beklenmeyin, aç kalmanızı istemem." Uzun bir konuşma yaptığım için derin bir nefes aldım. Ve çabucak defolmasını istedim. Elini kaldırıp, anlını hafifçe kaşıdı. Buy teniyle, kehribar gözleriyle uyum sağlıyordu. Gamzesiz gülümsüyordu. Gayet yakışıklı biriydi. "Teşekkür etmene hiç gerek yok. İstersen, davalarda yardımcı olabilirim. Bir şeye ihtiyacın olursa söylemen yeterli." Dediğinde onu sorguluyordum. İyi bir insan mıydı emin değilim. Kim emin olabilir ki zaten? Rivayetlere göre şeytan hep insanoğlunu yönlendirebilmek için her şeyi yapardı. Beynine sızıp yönlendirmek isterdi. Şeytan en başından bize vermişti kötülüğü. En başından beri zehiri enjekte etmişti. Peki biz zehri kanımızda taşırken nasıl uzak kalabilirdik? Dudaklarımda beliren tebessümle, "Sağol, şu an bir şeye ihtiyacım yok. Yardıma da hayır diyemem, doğrusu." Kafasını salladığında, omuzlarımı dikleştirerek "Burada yollarımız ayrılıyor. İyi günler dilerim." Kafasını yavaşça sallayarak yeniden onayladı. Arkamı dönüp gidecekken, "Beren Hanım?" Sabır dilenircesini gözlerimi kapatım. Tekrar açıp yakışıklı adama döndüm. "Ne zaman müsait olursunuz? Söylediklerimin, sözde kalmasından hoşlanmam." Mahçup kız rolünü üstlenerek bu sefer, "Çok özür dilerim ama isiminiz neydi hatırlayamadım." Yüzünü buruşturdu bir an, "Ayaz Han. Aslında bir kaç kez karşı karşıya gelmiş, görüşüp konuşmuştuk. Ayak üsttü konuştuk." diye cevap verdi ama biliyordum ki o benimle konuştuysa bile dinlememiştim. Ayaz Han. Beynim de bir kadın çığlığı yankı yaptı. "Tanıştığıma memnun oldum Ayaz bey." Diye mırıldandım. Alp Gemici'ye gidiş biletim. Ayaz denilen adam "Bende tanışıtığımıza çok memun oldum. Akşam müsait olursanız yemek yiyebiliriz." Eliyle ensesini kaşıdı. Yaşına göre çocukça bir utançla. Dudaklarımı ıslatarak, "Akşam aslında müsaitim, olabilir." Dikerek ellerimi cebime yerleştirdim. "Ayaz bey, ayak üsttü sormak pek hoş olmasa da yine de sormak istiyorum." Kafasını onaylarcasına salladı, düşünceliydi. "Lütfen, sorabilirsiniz." Dedi nazikçe. Dudaklarımı birbine bastırıp aramizdaki boy farkı yüzünden gözleri kaldırdığımda kirpiklerim göz kapaklarıma değdi. "Sizin şu okul davası, okulda madde bulunduğu iddia edilen okul adını hatırlayamıyorum. Davanın sizin olduğunu ve hâlâ sonuca ulaşılmadığını duydum." Dedim. "Öyle." Dedi, Ellerini paltosunun cebine yerleştirerek ifadesiz bir yüzü ifadesi takılmaya çalışırken. Önüme gelen birkaç tutam saçı mı kulağımın arkasına sıkıştırıp, ela gözlerimi kehribar gözlerine değdirdim. "Ne yalan söyleyeyim, bu olayların ispatlayamıyor olması ilgimi çekiyor.Sizinle dosyaları değiştirmek istiyorum. Adınızı duyunca, aklıma düştü bir anda. Kusura bakamayın kabalık ettim, ayak üstü sordum ama akşama kadar düşünüp akşam bana düşüncenizin yönünü belirtebilir misiniz?" Diye sordum yine tek nefeste konuştum. Dudağının bir köşesini yukarı hafifçe kaldırarak, "Hiç sonun değil. Akşama kadar döneceğim." Rahat bir nefes verdiğimde, "Görüşürüz, akşam. Kendinize dikkat edin." Dediğinde bende aynısını mırıldanıp oradan kaçarcasına uzaklaştım. Biliyordum amacımı anlamıştı ona neden yaklaştığımı. Önemli değildi. Saat altı'ya kadar işlerin yoğunluğundan kafamı kaldırmadım. Başsavcıyla görüşmem en az iki üç saat sürmüştü. Baya bir yardımcı olmuştu. Temponun iyi geldiğini itiraf etmeliydim. Sabahtan beri kahveyle besleniyordum. Kahve içtiğim de acıkmıyor oluşum yüzünden yemeğe el bile sürememiştim. İşlerimin yoğunluğunu az da olsa savuşturduğumda ayağa kalkıp deri ceketimi üstüme geçirmiştim. Asansöre doğru ilerlereken selam verenlere başımı sallayarak onayladım. Asansörü çağırdım. Asansör geldiğinde içeride iki adam vardı. Üstlerinde takım elbiseleri ellerinde çantaları. Oldukça resmi ve ciddiydiler. Kendimi içeriye attıp düğmeyi basıp bekledim. Sessiz konuştuklarını sanıyor olmalılar veya beni bir tehdit olarak görmediklerinden rahatça konuşmaya başladılar. "Bu aralar örgüt herkese güven verip, yanlarına çekmeye başladı. Duyduğuma göre saraydan bir kaç avukatı yanlarına çekmiş. Gittikçe büyüyorlar. Devlette büyük sorunlar açmaya başladılar. Cinayetleri olduça artış gösteriyor. Bu durum devletin çok gözüne batmaya başladı zaten. En kısa zamanda örgütü bitirme kararı aldılar. Başkanın yanındaki insanların da örgütü desteklediğini duydum. Avcı Dokuzlar yeniden ortaya çıktı çıkalı herşey çok daha çok karıştı. Örgütü destekleyenler hapishane'ye atıyorlarmış. En iyisini yapıyor devlet ama böyle giderse örgüt insanları manipüle edip kendi yanına çekecek üstelik Dokuzlarda onların tarafında da olsa bir zamanlar Dokuzlar özgürlüğü temsil ederlerdi, taraf tutmazlardı. Üstelik böyle bir şey gerçekleşirse her şey çok kötü olur. Ülke biter. Bunu bildikleri için önlem almaya çalışıyorlar. Avukat savcı sarayda istemiyorlar. Tehlike arz etklerini düşünüyorlar. Kurunun yanında yaşta yanmaya başladı. Avcı Dokuzlar inlerinden çıkıyor ve yanan ateşe bezin dökeceğe benziyorlar." Dediğinde hepsini duymuştum. Örgütün aklına gelebilir miyidi böyle bir fikir? Gelmezdi. Peki sarayda bağlantıları var mıydı. Örğüt bana muhtaçtı. Bu sırada çoktan asansörden inmiştim. Arabama bindiğim gibi hızla adliyeden çıktım. Eve gidip hazırlanmalıydım. Biraz Ayaz'ın beyninin içine de yer edinmeliydim. Biraz aklınına girmeliydim. Eve vardığımda yukarı katta eşyalarımın olduğu odaya girdim. Yatağa uzanıp yüzümü yastığa gömdüm. Saçlarım yastığa dökülüyordu. Saçlarımın her telinde bir sır gizliydi. O kadar şeyden sonra buna inanmaya başlamıştım. Tüm yalanlardan sonra. Benliğimi kaybettikten sonra. Öylesine davarandıktan sonra. Kendimi boşluğa itiğimde. Özümü kaybettiğimde. Saçlarıma sığındım. Acıları saç tellerime sakladım. Deniz kadar dalgalı saçlarıma acılarımı saklamak bencillikten başka birşey değildi. Herkes bencildir, herkes kendini düşünür, yalan söyler, ben neden söyleyeyim? Bana öğretilen onca şeyin içinden çekip aldım. Kendimi baştan aşağıya değiştirdim. Bunu da onlara en acısını yaşatmak için yaptım. Rol mü yapmalıydım? Yapacaktım. Yalan mı söyleyecektim? Söylecektim. Can mı yapacaktım? En âlâsından. Avcı Dokuzların Ölüm Avcısıydım ben. Gözlerimi bilirim sesiyle araladım. Kayıtlı olmayan numaran gelen mesaj. Bir saate seni evinden alırım. -Ayaz Han. Yazılıydı derin bir nefes verdim. Ona numaramı ve ev adresimi vermemiş olmama rağmen geliyordu. Aptalın tekiydi. Üşengeç haraketlerimle üstümdeki kazağı attım. Dolabın kapağını açarak içinden elbise seçtim. Elbise siyah, askılı ve uzundu. Derin bi' bacak yırtmaçı vardı. Yatağın üstüne atıp duş almak için banyoya girdim. Hızlı bir duş alıp havluyla saçlarımın ıslaklığını aldım. Siyah kısa bornozumla odaya döndüm. Kulağıma kırılma sesi geldi alt kattan. Biri mi girimişti içeriye? Komodi'nin üstündeki silahımı elime alıp içindeki kurşunu kontrol ettim. Yavaş temkinli adımlarla merdivenlerden tek tek indim. Hemen kapının önündeki saksı parçalanmıştı. Bir kaç adımla önüme çıkan salonda, koltukta yapılı bir vücut vardı. Ama karanlıkta görünmeyen tarafta oturuyordu. Elimdeki silahı kaldırıp hedef aldım. Bedenini yavaşça kaldırıp bir adım öne çıktığında sokak lambasının zayıf ışığı yüzünü aydınlatması sağladı. Yüzünü görünce silahı indirdim. "Ne yapıyorsun?" Diye sordum silahı indirerek ağır bir içki kokusu vardı. İkidir bornozla yakalandığım adam gözleri çekinmeden bedenimi incelendiğinde dudağının kenarıyla gülümsedi. "Sen ne halt yapıyorsun?" Koltuğa yeniden oturdu. Yerdeki saksıya bir baktım. "Çağın'ın saksını kırılmış?" Diye mırıldandım, sorusuna karşılık alamadığı için hemen kaldırdı çenesini. İçimdeki sesim bir şeyler fısıldadı. Dudaklarını birbirine bastırdı. "Biraz bana çarptı." Dedi, oldukça sevimli çıkan bir ses tonuyla. 'Biraz bana çarptı' mı? Cevabı gülmeme neden oldu. Hafif ıslak saçlarımı geriye attım. "Gözleri çek üzerimden Amir. Ne yapıyorsun burada?" Diye yeniden sordum. Kaşlarını çatarak ayağa kalktı bir adımla benimle birlikte sokak lambasının ışığıyla aydınlattı kendini. "Böyle iyi. Çekmeyi düşünmüyorum." Dedi, meydan okuyan bir tavırla. Burnumun ucu göğsüne değmek üzereyken kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Bedenindeki sıcaklığı hissedebiliyordum. Basenlerimi kapatamayan havluda pantolonun sert kumasını hissediyordum. Üzerime hafifçe eğilişi bile içimi kavurdu. Kirpiklerim göz kapaklarıma değiyordu."Çekmelisin." Elimdeki silahı kaldırarak sol şakağına yaslayıp kemikli çenesine kaydırdım yavaşça. "Mantıklı davranmanı öneririm. Üstelik ben dışarda oldukça tehlikeli bir kadınım. Önermem sana kendimi." Diyerek, ufak bir gülümsemeyle. Elimdeki silahın ucu dolgun dudaklarının çizgisini takip ediyordu. Tüm ilgim ondaydı. Öyle bir çekime kapılmıştım ki beni öpse seve seve karşılık verirdim. Alayla dudakları yukarı kıvırıldı. "Tehlikeye bayılırım, biliyor musun? Dışarda içerde, her türlü, elde edebilmek için herşeyi veririm." Diye fısıldarken eli belimi kavramış yakın olmamıza rağmen biraz daha çekip kendine bastırmıştı, beni sokak lambasının güçsüz aciz ışığı aydınlatıyordu o karanlıkta kalmıştı. Elimde emiliyeti açık silahla çökük yanaklarını okşuyordum. Diğer elim omzunu tutuyordu. Dudaklarından verdiği nefes dudaklarıma çarptı. Alkolü olmasına rağmen çok kendinde görünüyordu. Dudaklarımı büzerek silahı koltuğa attım. Elim soluk beyaz tenine gitti. Baş parmağımla yanağını okşamaya başladım. O işte dokunmama izin veriyor gözlerimin içine bakıyordu. "Sonun tehlikeli insanlar yüzünden olmasın. İnsanlar zoru sever, ama ben zor değil imkansız'ım. Bana kimse sahip olamaz. Elde edemezsin. Çıkar Afet aklından. Bu ölüm tehlikesi. Sen sadece uyarıyı görüyorsun. Film de yan rol olmak yerine baş rol oyuncu olmak zorunda kalırsın." Nettim. Dudakları ansızın çeneme dokundu. Yumuşak dudaklarını bastırdı. "Bana da bu yakışır zaten." Ellerime mani olmadım ensesinde ki saçlara parmaklarımı geçirdim. "Soruma cevap ver Amir. Neden buradasın?" Dediğimde çekilip anlını anlıma yasladı. Yeşil gözlerini kapattı. Islak dudaklarını buldu gözlerim parmağım alt dudağına temas etmek için sızlarken kendimi durdurmadım. Baş parmağımı alt dudağına bastırıp yavaşca gezirdim. Fragmanı yayınlanan bir filmdi bizim hayatımız. Ama ben serinin ilk filmini çoktan çekmiştim. Gözleri açıldığında gözlerine bakmak yerinde parmağımı ve dudağını izliyordum. "Bakma öyle..." burnundan verdiğim sert bir nefesleri hissettim. Kafamı iki yana sallayarak, "Cevap ver Amir." Diye mırıldandım. Dudaklarının üzerindeki parmağımı kavrayıp çekti. Elleri çıplak bacağım da hissettiğimde titredim. "Kimse yok diye gelmiştim. İkidir seni böyle yakalamak hoşuma gitmeye başladı." Dediğinde diğer eli belimi bulduğunu parmakları belimi sıkıca kavradı. Titreyen dudaklarım çenesine sürtündü. İçim kıpır kıpır olmuştu. Yavaşça eğildi, nefesi yüzümü yaktı. Kalbim deli gibi heyecanla harlandı. Tam dudaklarıma üst dudağı dokunacakken kapının gürültüyle çalması irkilmeme sebep oldu. Şu an neden bu lanet kapının zili çalıyordu. Gözlerini zorla dudaklarımdan kopardı. Gözleri bana dokunmaktan vazgeçip kapıya döndü. Kaşlarını çattı, bakışlarını gözlerime çevirdi. "Birini mi bekliyordun?" Diye sorduğunda ellerimin altında ki kasları gerilmişti. Öyle bir bakıyordu ki bir an ne diyeceğimi şaşırmıştım. Yüzündeki aptal hayal kırıklığını görmemek imkansızdı. Kireç gibi olan suratı asıktı gözlerindeki ışık saniyeler önce sönmüştü elini belimden çekmişti bir adım gerilemişti. Yanlış bir şey yapmış gibi. Oysa benim gözlerimde ki karanlığa bulaşabilecek kadar güçlüydü ışığı. Kokusu burumdan bir anda silindi. Huzursuz oldum. Boğazımı temizleyerek kapıya yöneleceğimde bileğimden tuttu. "Çıplaksın!" Derken bedenim ona doğru savruldu. Beynim durmuş olabilirdi. "Amir?" "Hım?" Diye bir ses çıkardı, yutkunurken âdemelması'nın haraketini izledim. Görmüştüm aşılamayacak kadar duvar vardı önümüzde. O nasıl beni görüyordu? Ben o duvarlardan onu görmezken o benim içimi, dışı mı, ruhumu, küçüklüğü mü, kocaman bir kadın oluşumu biliyor gibiydi. Hayıflanır gibi, "Çıplağım." Derken bunu yeni kavrıyordum. Adam çıplağın kelime anlamını unutturmuştu. Kapı'ya döndü gözlerim. Hâlâ çalıyordu, kapıdaki kimse siktirip gitmeliydi! "Kapı çalıyor." Kenidime acı gerçekleri hatırlatır gibi mırıldandım. Alt dudağımı ısırdım. "Aç kapıyı ben üstümü giyinip geliyorum. Tamam mı? Kapıdaki adam iş arkadaşım, kim olduğunu falan sorarsa, halledersin." diyerek omuz silktim, ardından ellerinden kurtulup koşar adımlarla yukarı çıktım. Sırtımda gezinen gözlerinden kurtulduğumda sırtımı kapıya yasladım. Hızlı çarpan kalbimin sesini duyuyordum. Niye yine böyle atıyordu? Hızla bornozun ipini çözüp üstümden attım. Siyah elbiseyi üstümden geçirip, permarunu çektim. Kendimi boy aynasından süzerken gözüme aynalı makyaj masasının üstündeki aksesuar ve hemen yanındaki hançer çarptı. Bu hançer'in burada ne işi vardı? Ne zaman buraya koymuştum ki? Elime alıp kabından çıkardım. Sapında safir mavisi üç taş vardı. Tam ortasındaki yuvarlaktı. En ucunda da iki hilal vardı. İkisinde içi dışa bakıyordu. Oldukça keskin duruyordu. Sanki yılık değil de yeni yapılmış gibiydi. Hep hayran kalmıştım. Mavi güzel renkti. Renkler her zaman güzeldi, aslında. Siyah kötüdür oysa. Renkler güzeldir. Hayır hayır, her şey güzeldi. Hatta siyah daha güzeldi. Hançeri bırakıp jartiyeri alıp, açık kalan sağ basenime siyah bir lastiğe benzer lastik taktım. Görünmeyen kısmına hançeri yerleştirdim. Parmaklarıma eklem yüzüğü geçirdim üç tane. Hızla ayağıma geçirdim siyah botları. Son kez ayna'ya baktığımda, saçlarım kurumuş dalgalanmıştı. Gayret güzel duruyordu. Yüzümde makyaj yoktu. Yapacak vakit de yoktu. Elime aldığım bordo ruju dikkat ederek sürdüm. Odadan çıkmış merdivenlerden iniyordum. İki adam karşı karşıya oturmuştu. Amir elini koltuğa yaslamış saçlarını karıştırıyordu, düşünceliydi. Ayaz da rahatsız bir şekilde Amiri izliyordu. Merdivenin son basamağında durdum. Ayaz Han, "Adım ne demiştin?" Diye sordu Amire doğru merakla. Amir gergindi, yükünü koluna verdiği için pazuları şişmişti. "Amir Demirhan." Derken beni hissetmiş gibi yeşillerini gözlerime sabitledi. Ne güzel bir adı vardı. Özenle seçilmişti sanki. Adının hakkını tam anlamıyla veriyordu. Gözleri emirler yağdırıyordu. Beni süzgecinden geçirdi. Sol dudağının kenarı serseri bir rüzgar gibi yukarıya kıvırıldı. "Sen Beren'in neyi oluyordun?" Diye sordu Ayaz'ın sırtı gerginlikten epey gerilmişti. Gözlerini çekip karşında oturan Ayaz Han'a aniden dönüp kısık yeşil gözlerine alay karıştı. Alay değildi bariz küçümsemeydi. Kısaca Ayaz nasıl bakıyorsa on kat daha iyi ve güzel bakıyordu. Bu adam her halükarda güzeldi, büyüleyiciydi hatta nefes kesiciydi. Daha fazla beklemeyerek yanlarına yürümeye başladım. "Hoş geldiniz, Ayaz bey." Tamamen dikkatini üstüme çekip tekli koltuğa oturdum, omuzları mı dikleştirdim. Dudaklarını yukarı kıvırarak, "Hoş buldum. Çok hoş olmuşsun." Dedi sadece çok belli ettiği ego'yla. Az önce hoş bulmuş gibi bir hali hiç yoktu. Bakışlarım Amiri bulduğunda yüzü kaskatıydı ve kaşlarını çatmıştı. Ondan hoşlanmamıştı. Belli belirsiz gülümsemedim nezaketen. "Kusura bakmayın Ayaz bey. Biraz geç kaldım." Dedim mahçup rolünü oynayarak. Üstümde hissettim yine o yeşil ölümüm olacak o gözleri. Yine buldu onu gözlerim, döndüğümde dudağını ısırıyordu. On dakika önce parmaklarımın arasında olan dudaklarını ısırıyordu. Ayaz'ın bakışlarını fark ettiği an yeşilinin en koyuyla en açık renginin karışımı gözleri Ayaz'a döndü ciddiyetle. Yüzündeki ifade buz gibi oldu. Adam arsız bakışlarla beni baştan aşağıya süzüp duruyordu. Ama benim gözlerim yine beni dinlemiyordu. Gözlerimin onda olduğunu fark ederek küçümseyici bakışlarını çekti Ayazdan. Beni gördüğünde derince yutkundu. Milim milim aşağıya boyununa indi arsız gözlerim Adem elmasına hareket ediyordu, gözlerim takılıyordu. Alt dudağımı ağzımın içine almamak için birbirine bastırdım. Gözlerimi üstünden çekerek Ayaza döndüm. Telefonuyla uğraştığını fark ettim. Telefonunu cebine attı. Gözlerimi devirerek, "Kusura bakma, bilirsin doktorların polislerin bir de savcıların telefonu susmaz. Resmi dili bırakalıö rahat olalım kasmak istemiyorum Ulya." Dedi nazik sesiyle. Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Aslında Beren ismini daha çok kullanıyorum, Beren benim için önemli. Beren de lütfen." Diye mırıldandım. Kafasını sallayıp onayladığın da, "Kahve içmek ister misin, Ayaz?" Diye sordum hafif kur yapan bir ses tonuyla. Sadece hayatında bir yerleri ele geçirmek istiyordum. Böylece istediğimi yaptırabilirdim. Dudaklarını büzerek, "Kahve sevmem. Ama bir bitki çayına hayır demem. Sonra çıkarız?" Dediğinde Amir kafasını kaldırıp, Ayaz'a cins cins bakıp kafasını geriye yaslamıştı. Yutkunarak, "Amir sen?" Dediğimde kafasını kaldırdı. "Kahve Ulya." Dediğinde ismimi vurguladı, kısık bakışları anında dudaklarıma dokundu. Saniyeler içinde çekti yeşil gözlerini. Dudaklarımın sızlamaya başlaması ile dudaklarım aralayıp nefes verdim. Bu isteğimi gözden geçirmeliyim. Bir kez olsun tadına bakmalıydım. Ayağa kalkıp mutfağa kaçarcasına girdim. Hızla ısıtıcıya su koydum. İki kahve bir tane melisa çayı çıkarttım. İlk önce kahveleri yaptım. Sonra da melisa çayını. Tepsiye koyup salona doğru adımladığım da durdum. Önce sakin kalmam gerekiyordu. Bir kaç dakika sonra Ayaz'ın sesini duydum. "Ne iş yapıyorsun sen?" Sertti, beyefendi tavrı ben gidene kadardı. Amiriden hoşlanmamıştı. Düz sesiyle Amir, "Avukatım." Ne? Yüzümde bir gülümseme belirdi. Maça papazıpapazı, sahtekar avukat demekti. Ayaz sesli nefesini verdi. "Devlet avukatı mı?" Diye sordu meraksız sormak için soruyor gibiydi. "Kendi bürom var." Dediğini duydum. Seçebildiğim sesinin sert ve soğuk olduğundur. Bir de zengin olduğu açıktı. Bir kaç dakikalığına diyeceğini bilemedi sanırsam Ayaz. Sonra, "Sen, Beren'in nesi oluyorsun? Arkadaşı falan mı? Ulya falan da diyorsun daha az önce adım Beren dedi. Bereni kullanıyorum dedi?" Diye mırıldandı şüpheli bir sesle. Çok meraklı bir arkadaş gibi. Amiri görmesem bile o aşağılayıcı bakışlarından attığından emindim. "İnan Ulya diye seslenmem hoşuna gidiyor." Dedi. Adımlarım hızla oturma odasına ilerledi. "Kahve ve Melisa çayı hazır." Dedim, sahte bir gülümseme ile. Tepsiyi masaya koymamla uzanıp içiceklerini aldılar. Amir'in yanındaki boşluğa oturdum. Hayır, hayır. Neden ben buraya oturmuştum? Kendimi öldürmem gerekti. Amir bir an dönüp baktı gülümsedi. Sonra önüne dönüp kahvesinden bir yudum aldığı gibi yüzünü buruşturdu. "Bir şey mi oldu?" Diye sordum. Yanlışlıkla zehir mi kattım diye düşünmedim değil. Yeniden yutkundu zehir içiyormuş gibiydi. "Yok birşey." Diyebildi. Elinden kahvesini alıp küçük bir yudum aldım. Dudağımın kenarına bulaşan kahveye uzanıp parmağıyla silince iç çektim ister istemez. Tadı normaldi. Normal şekerli kahve. Belki de şekerli kahve sevmiyordu. "Bardaklar karışmış. Bu zaten benim." Derken Ayaz'ın garip bakışlarına maruz kaldık. Ayaz sabırsızca, "Kalksak mı artık? Saat geç oluyor." Dediğinde Amir'in eli koltuktan sarkan dalgalı saçlarımla oyunuyordu. Ayaz'ın sesindeki ve yüzündeki şeytanlığı sezmiş gibiydi. Yanlız kalmamız hoşuna gitmiyordu. "Nereye gidiyorsunuz siz böyle Ulya?" Diyerek bana döndü Amir. Bilerek ismimi sık sık söylüyordu. Bunun sebebi de Ayaz'a ben istediğim isimi söylebilirim ama sen söylemezsin imasıydı. Gözleri her şeyi anlatıyordu. Ayaz lafa atlamak için dudaklarını araladığın da ondan önce devraldım. "Yemek yiyeceğiz, iş yemeği." Diye cevap verdim. Ama benim kafamda tek bir soru işareti vardı. Onu yemeğe davet etmeli miydim? Etmemeli miydim? Etsem gelir mi? Etmesem daha iyi. "Gelmek ister misin? Yemek yemedin daha öyle değil mi?" Bir anda ağzımdan firar eden cümleyle. Durup öylece gözlerime bakarak düşündü. Bizimle gelmesini istemiyordu. En başından da bunu belli ederken benim gelip gelmeyeceğini sormam olayı karıştırmış ve Ayazı sinir etmişti. "Gelmek istemiyorsan eğer söyle," mırıldandığın da Amir sözünü kesti hemen. O an onu öldürmek istediğini bile düşünüyordum. Meydan okuyan tavrıyla gülümseyip cevap verdi. "Bende acıkmıştım." Dedi ve ayağa kalktı. Sırıtarak ayağa kalkmamızı bekledi. İşte bu onun küçük oyunuydu. Yavaşça ayağa kalktığımda Ayaz da huysuzca ayaklanmıştı. Ve emindim ki Ayazı bir tehdit olarak görmese kesinlikle gelmezdi. Ve birbirlerine açık açık silah doğrultuyorlardı. Savaş mı açılmıştı? Ben ne yapıyordum? En önde olmak yerine ortada mi sıkılmıştım? & Buraya kadar geldiyseniz oy vermeyi unutayın ballarım. Hatam varsa affola. |
0% |