@ferfecirdzw
|
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. 9. BÖLÜM: YARINIMIZ YOK Geride bırakmadığım acı dolu hatıralar. Ruhumun kanını elimde taşıyordum. İnsan avcısı ben, ruh avcısı olmuştum. Ben neyim ki? Ben hiçten başka bisey değildim. Harap oldum. Yol parçalandı. Yeni yolumun dayanağı intikamla harmanlanmıştı. Askılıktan deri ceketimi alıp üstüme geçirdim. Amir de aksılık da ki deri ceketini giymişti. Dışarı çıktığımızda Ayaz'ın arabası direk gözümüze çarpıyordu. Ayaz arabasına yürürken peşinden ikimizde gitmiyorduk. Haraket dahi etmiyorduk. Neden binmediğini az çok tahmin edebiliyordum. Bir saatir alttan alttan Ayazı öldürmek istiyordu. Ayaz da ondan farklı değildi, sorguluyor, rahatsız oluyorudu Amir'den. Bunun farkında olduğu için binmezdi. Kafamı çevirip baktığımda o da bana bakıyordu. Elini belim de hissettim. O da benim niye gitmediğimi anlamaya çalışıyor gibiydi. Ben güvenmediğim kimsenin arabasına binemezdim. Kimseye güvenmezdim de zaten, o arabayı ben sürmeyeceksem neden biniyordum ki zaten? Bakışlarına omuz silkerek garaja yürüdüm. Garaja girer girmez motorum gözüme çarptı. Hız tutkuydu, cesur insanlar tehlikeye koşardı. Ben de gayet tehlikeyi seven bir insanım. KAWASAKİ NİNJA ZX6R çıkarttım. Dışarı çıktığımda motoruna yaslanmış bir adet Amir gördüm. Siyah yeşil karışımlı bir motor Kawasakiydi. Baya güzeldi. Benimki de siyahtı aslında, ama Amir'inki daha çok hoşuma gitmişti. Ama Gece'den vazgeçemiyordum.
Ayaz arabasına yaslanmış motorumu süzüyordu. "İnanamıyorum! O bedava can alan makineye bineceğini söyleme." Diye kısa bir şokla. Arabadan uzaklaşarak motora yöneldi.
Kaşlarımı hafifçe çatarak bu tepkisine anlam vermeye çalıştım. "Zevkler tartışılmaz." Diye mırıldandım. Motorun üzerinde yazan 'Gece' yazısını okşadım, motoruma hakaret gibi saymıştım.
Kaşlarını kaldırıp burnu kırştırdı. Motrumla beni süzerken rahatsızca kıpırdandım. "Ben seni daha narin, saf ama güzel. Öyle düşünmüştüm. Bu imaj yoktu sende. Sen tam aksi için çabalayan küçük kızlar gibisin." Gözlerimi motoruma indirerek inceledim, gülmek hatta kahkaha atmak istedim. Deri ceketin cebine uzanıp, deri parmaksız eldivenlerimi ellerimden geçirmeye başladım. Beni tanımadığını çok belli ediyordu. Ben aksine olduğum şeyin dışına çıkmazdım. Olmadığım biri gibi davranmazdım. Bir zamanlar motorlardan korkardım, çünkü daha korkulası şeyler olduğunun farkında bile değildim. Belki de o alıştığım küçük acılar motor kadar korkunç gelmiyordu gözüme. Çünkü alışmıştım o acıya ve korkuya. Motora alışmak zor olmamıştı.
Amir'in sesi bir anda hiç ummadığım bir anda savunmaya geçti. Anlamadım, anlayabileceğim bişey değildi çünkü bu. "Demek ki öyle değilmiş, kendi kabuğunda yaşamıyormuş. Tanımadığımız insanların üstünde kafamızda kurduğumuz gerçek olmayan düşünceler bazen tokat etkisi bırakır." Küstah bir tavırla motorunda dolaştı eli. Yavaş haraketlerle siyah-yesil motorunun üstünde daireler çizmeye başladı. Gözlerimi çekemiyordum ama o motoruna bakıyordu. "Önyargı böyle bişey olsa gerek. İnsanlar kafalarında kurup sonra karşındaki kişinin öyle olmasını bekliyor. Önyargı işte bu yüzden ilk okuldan beri öğretiyorlar, bazıların öğrenemediği gerçeği de çok bariz göz önünde bulunuyor bazen." Dediğinde keskin gözleri bir kartal gibi gözleri oyabilirdi. Ve gerçekten hiç bir sözünü esirgememişti. Ardından gözlerini motoruna indirdi, elleriyle hafifçe dokunuyordu. Hiç kimseden çıt çıkmayınca Amir tek kaşını kaldırıp Ayazla göz göze geldiğinde, dudağının sol tarafını aynı küstah bakışlarıyla yukarıya kaldırdı. Ayaz'ın sinirlenmesi hoşuna gitmişti. Düşündüğü her şeyi pat diye söylemişti, çekinme duymadan. Ayaz'ın suratında öyle bir ifade vardı ki bir kaşık suda boğmak üzere gibiydi, Amiri. Elinde olsa yapardı.
Sol gözü seğriyordu. "Ne saçmalıyorsun?" Dedi, sakin tutmakta zorladığı sesiyle. Böyle bir tepki beklemiyor olsa gerek haddinden fazla sinir yüklüyüdü. Bende sakince eldivenleri giymiş su gibi olup biteni izliyordum. "Bahsettiğin gibi bir şey söylemedim. Sadece düşüncelerimi belirtim." Diyerek ufak çaplı savunmasını yaptı. Bu sırada Amir haraketlenip, kaskını kafasına taktı. Erkeksi kalın sesiyle ufak bir kıkırdadı, bense motorun üstüne oturdum yanağındaki küçük gamzesini ve çenesindeki gamzelerin güzelliğini merak ediyordum. Şayet konuşurken bile gamzelerini görmek mümkündü. Ama gülerken eşsizdi.
Amir, kaskını camını yukarı kaldırıp, "Düşüncelerin kendi kafanda kuduğun imaj mı? Bence savcı bey, aynen söylediğim şeylerden bahsettiniz. Önyargınız işinizin önüne geçmiyordur umarım. Önyargınızı savuşturmalısınız, Avukat tavsiyesi. Kim bilir kötü şeylerin olması olası, önyargıda. Malum sizde pek açık görüşlü gibi değilsiniz. Tamamen benim düşüncem bu da." Dedi, Ayaz sus pus olduğunda daha fazla muhatap olmak istemiyor gibi hızla motorunu çalıştırdı. Baş selamı verip ellerini yerleştirdi. Ayaz ise gerçekten sinirden deliye dönmüştü. Kafamı iki yana sallayarak güldüm.
Sokağı inleten bir bağırıtıyla, Amir'i yolundan döndürdü. "Ne hakla! Ne hakla böyle konuşabilirsin sen! Kimsin sen de cumhuriyet savcısıyla böyle konuşabilyorsun!" Diye üstünde doğru adımladı Ayaz. Cumhuriyet savcısı şu an düşüncelerini paylaşan ama bunu biraz uslupsuz yapan, Amir Demirhan'ın üstüne yürüyordu. Kıkırdamak istedim ama kendimi tuttum.
Amir sinir bozucu bir sakinlikle boynunu yana yatırdı. "Tavsiye bu şekilde, yanlış anlamayın. Ya da anlayın hiç sorun değil. Sonuçta 26. Madde herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı ve benzeri tek başına veya toplu olarak açıklama yayma hakkına sahiptir. Ve bu hürriyet resmi makamların müdahalesi Doğru bir tespit sunuyorum size, acı ama gerçek bir tespit. Sindirim sistemi için soda tavsiye ederim. Hazımsızlık yaptı gibi sözlerim. Bir dahakine az yemek için sessinizi kesin. Size bir koli soda gönderirim, yetmezse siz halledersiniz. Avukat maaşı da bir yere kadar demi, soda'yla gereksiz masraf yapmayayım." Dedikten sonra kahkahası en sevdiğim şarkı gibiydi. Ayaz'ın sinirlenmesinden keyif alıyordu.
Oldukça eğlenen ifademi değiştiremedim. Baya eğlenceliydi. İfademi saklama gereği duymuyordum. Kasktandan da pek belli olmuyordu zaten. Ayaz sinir küpü olmuş Amire doğru atak yapacakken. Araya girdim hemen. Kavga çıkarsa Ayaz'ın tarafını tutmak istemiyordum. Hem bu kavgada da Ayaz mağdur olacak gibiydi. Gibisi fazla Amir küçüklüğünden beri eğitim alıyordu. Potron denen piçin de eğitim anlatışı kanlı bir yoldu. "Yeter bu kadar bence." Diğer kaskı Ayaza uzatığımda, elimden aldı sinirle.
Dibime girerek, "Benim arabamla gitseydik. Ne alıyorsun zaten bu hurdadan. Bu araçlar onun gibi insanlar için bence." Dedi, bakışlarıyla gösterdi motrumu işaret ederek. Hafif bir korku seziyordum, ondan.
Dudağımı dişlerimin arasına aldım, gülmemek için. Gülemezdim. "Korkuyorsan arabayla git sen." Dedim, umursamaz tavırımla.
Erkeklik guruna yedirmeyen Ayaz Han o kadar aşağılamaya katlanmıştı bir de korktuğunu söylerse karizma yerle bir olurdu. "Saçmalama ne korkması." Diye mırıldandı.
Kendi bilirdi. Kendimden taviz vermeyeceğimden haberi yoktu. Yavaş kullanan korkak bir kız çocuğu gibi gören çoktu. "Atla arkama o zaman. Tabii hâlâ arabanla gidebilirsin." Dediğimde 'gerçekten mi' der gibi baktı.
Amir yeniden sahaya girdi. "Bi sorun mu var? Yoksa savcı bey korkuyor mu? Hiç resmiyeti aradan çıkarmamalıydık bence?" Derken güler gibi konuşuyordu. Anlamıştı, bu yüzden sesinde ufak bir alay kırıntısı vardı. Çok zorba bir insandı.
"Korktuğum falan yok." Derken öfkeliydi.
Amir ayaklıklarını kaldırdı. "O zaman benim arkama bin Savcı. Olmadı, bin arabana. Ulya'yı daha fazla sıkma." Derken sesi tersti. Arkama binmesini istemiyor gibiydi. Sadece sesli söylemiyordu.
"Kes sesini Avukat. Ulya'yla gideceğim. Seninle aramızda resmiyet fazlaca olsun." Dedi.
Amirle aynı anda, "Beren." Dediğimizde göz göze geldik. O yeşil gözleri beni sürüklüyordu. Ayaz öksürdü. Bizim bu günümüz vardı. Yarın yoktu. Hiç olmaycaktı. Biz yarını bekleyen iki yabancı olacaktık. Birbirimizle bir geleceğimiz olmayacaktı. Çünkü ben olmasını engellemek için elimden ne geliyorsa yapacaktım. Ama bu günü de yaşayacaktım. Onunla bir gün güzel olabilirdi.
Derin bir nefes vererek, "Korkmazsın dimi gerçekten. Hızlı kullanırım." Dedimde alaycıl bir sesle güldü. Amir'in egzoz sesini duymala, Ayaza gözlerimi devirerek Amire hitaben, "Takip et." Dedim. Motorsikleti çoktan çalıştırmıştım. Ayaz'ın elleri belimde, bana tutunuyordu. Umurumda bile değildi elleri şu an. Makul bir hızla başlamıştım. Peşime takılan siyah-yeşil motosikletli Afet hemen yan tarafta yerini aldı. Bir anda hızı arttırmıştım. Amir de hızını arttırdığında, onu geçmek için hızlandım. Amirdi işte itaat ediyor gibi görünse de zincirlerini kırmayı seviyordu. Cadde de yarışmaya başladık böylece. Ayaz korkudan daha çok parmaklarını geçirmişti ki gerçekten ince kıyafetlerim bedenimi korumamıştı. Belli ki belimde Ayaz'ın parmak izleriyle iki üç gün geçirecektim. Tek umursadığım Amiri geçmekti. Kazanmaktı. Eğlenceliydi, arada kahkahalar atıyordum. Beni geçtiğinde sinirleniyor solluyordum. Ön kaldırdığında tek teker üzerinde öndeydi. Arkası yere sürtünüyor kıvılcımlar çıkıyordu. Ayaz trafik polisliğine bile soyunmuş ona bağırmıştı. Sesli sesli gülerek çok hızlı ilerlediğimiz bir gerçekti. Ön de olmasına rağmen biraz olsa da yavaşlıyor beni bekliyordu çünkü Ayaz artık mızmız çocuklar gibi söyleyenmeye başlamıştı. Aynı anda durduğumuzda gerçekten cinlerin tepeme çıkmıştı. Hızla kaskı çıkartıp, motosikleten indiğimde büyük bir nefes bıraktım.
Ayaz da inip söylenmeye davam etti. "Bir dahakine ben süreyim. Öldürüyordun ikimizdi de." Diye mırıldandı. Oysa daha hızlanmamıştım bile. Sonra daha yüksek bir sesle, "Bu adam yüzünden hem de. Bu bir suç farkındaysan! Ön kaldırmakta ne? Serseri misin Avukat mı! Hurda işe yaramaz bişey zaten. Araba varken bu şeye nasıl bakıyorsun, anlayamadım." Diye bağırdı basbaya.
Kaşlarımı çatarak bir adım geriledim. "Kokuyorsan binme dedim. Ama sen hurda dediğin şeye benimle beraber bindin. Kusura bakma savcı, korkak olduğunu bilseydim zaten bindirmezdim. Motosiklet korkak işi değil. Bu alette biniyorsan her şeyi göze alırsın. Derslerden kafayı kaldırıp biraz da hayat dersi alsaymışsın keşke. O zaman bilirdin. Gerçeklere gözünü kapatma savcı, korkaksın. Belki haddime değil, ama seninde haddine değil benim motoruma hurda demek. İki oldu bu, üçte sabır taşı bile olsam çatlarım." Omuzlarımı dikleştirip, çenemi kaldırdım. Yavaşça arkamı döndüm. Bir kaç adım arkamda ellerini göğsünde birleştirmiş bizi izliyordu. Onları geride bırakarak, restoranta girdim. Köşedeki bir masaya oturup, kaskı kucağıma koydum. Kaskla oynarken kafam eğik saçlarım yüzüme dökülmüştü. İki sandalye aynı anda çekildiğinde bir süre öylece kaskımla oynadım. Konuşmadım. Böyle konuşup batırmıştım işi. Şimdi belkide vermeyecekti dosyayı. Aldığım nefesi bırakarak kafamı kaldırdım. Karşımda oturan Ayaz bozulmuş bir ifadeyle bana bakıyordu. Amir yanıma oturmuş kafamı kaldırmamı bekliyor gibiydi.
Garson gelip siparişleri alıp gittiğinde ifadesizce Ayaza, "Ayaz bey nedir kararınız?" Diye sorumu yönelttim.
Ayaz dudaklarını hunharca ısırarak, "Dosya senindir artık. Sinirden söylediğin sözleri affediyorum. Biraz da olsa haklıydın, haddime değildi. Özür dilerim. Bu da özür hediyem olsun, Beren." Diyerek yavru köpek bakışları attı. Kafamı sallayarak onayladım. Ama ne yazıktır ki bu onaylanması mümkün olmayan bir şeydi. Gözlerim caddenin geçen arabalara döndü. Köşe cam kenarı bir masadaydık. Yıllardır eğlendiğim anlar vardı nadir. Bu da onlardan biriydi. Amirden gelen ilk şey, ilk sözsüz iletişimimizdi. Belki de ilk defa eğlendiğimiz şeydi birlikte. Oysa ben Amiri kabullenemiyordum. Bir yere sığdırıramıyordum. Oysa ona verebileceğim sığdırabileceğim çok yer vardı. O adam onu buraya göndermemiş olsaydı. Onun adamı olmasaydı. Düşmanım olmaysadı. Onu her yere sığıdırdırdım. Belki sığınağım olurdu. Saçma ama içim kıpırıyordu. O olunca her şey bir anda daha değişik gelmeye başladıyor. Bir renk vardı onda Beyaz. Bir ışık vardı. Karanlık bir ışık. Ama parlıyor işte. Karanlığın sakladığı her şeyi görüyordum. Belki de o ışığı gözüme tutuyor görmek istediğimi görüyorum. Ama Ayazı öyle görmüyorudum. Ayaz bana her şeyi net gösteriyordu. Saçma bir önyargı kendini bilmezlik vardı. O sadece bir piyondu.
Telefonum melodisi kulaklarıma dolduğunda uzanıp elime aldım. Bir süre arayan isime baktım. Sonra hemen açtım. Telefonda güzel bir erkek sesi yükseldi. Sesi yorgun çıkıyordu. Uzun bir yol yürümüşte, çeşmeye bir kaç adım kala oracıkta yığılmış biri kadar yorgun. "Ulya, gelmen gerekiyor." Dediğinde, duyduğum kaygıyı iliklerime kadar hissettim. Ne olmuş olabilirdi ki? Bir şey yanlış mı ilerlemişti? Dur bir dakika önce bu çocuk beni niye çağırıyordu?
Boğazıma taş gibi oturan yumruyu yutkunarak savuşturmaya çalıştım. "Ne oldu?" Diye sordum, derin bir nefes alarak ellerimi saçlarımdan geçirdim. Saçlarımın arasına bir acı daha bırakarak bir şey söylemesini bekledim.
"Gel sen anlatırım." Diye hızla cevap verdi. Arkadan ağlamalar, uğultular geliyordu. Nasıl ayağa kalktığımı bilmiyorum. Ağlamalar yetmişti. Hızla deri ceketimi üstüme geçirdiğimde iki adamında bakışları üstümdeydi. "Geliyorum." Diyip, telefonu kapatım. Benimle birlikte ayağa kalmış, benim konuşmayı bitirmemi bekleyen Afette kısa bir bakış attıp, hâlâ yerinde oturup beni izleyen Ayaz'a, "Kusura bakmayın. Önemli bir işim çıktı. Gitmem gerekiyor." Dedim mahçup bakışlarımdan atarak.
Amir araya girerek, "Ne oldu?" Diye sorarken benimle ayağa kalmıştı. Göründüğü gibi rahat değildi gerilmişti.
Gözlerimi yeşil gözlerine dikerek "Senlik birşey değil." Kalp denilen şey kan pompalayan bir organdı. Geçek anlamda kırılmazdı. Kırılsa bile ben son kalp kırıcı olabilirdim.
Kaşlarını çatarak bir an ne olduğunu anlamaya çalıştı. "Eve ne zaman geleceksin?" Diye sorunca afalladım.
"İşim bitince. Siz yemeğinizi yiyin. Sonra görüşürüz Ayaz." Son sözlerim bunlardı. Adeta koşar adımlarla restorantan çıktım. Bittim ve hâlâ ayakta kalmaya çalışıyordum. Kabullenmek istemiyorum. Kaybetmek istemiyorum. İntikamım karşıma geçmiş öyle bir sırtıyordu ki, hırsım kuduruyordu. Kaskımı hızla kafama taktım eldivenleri çoktan takmıştım. Kasım ayının üçüncü haftasındaydık. Bardaktan boşalırcasına yağıyordu yağmur.
Kasım kime acıdı ki bizde acısın? Kasım sevmez, ölürür, acımaz. Kasım kötü değil. Sadece pişman, mutsuz ve bencil.
Merkezden uzak arazide tam tamına iki tane villa büyüklüğünde ev vardı. Hemen önünde durduğum eve girmeden önce etrafıma baktım. Takip edilmek istemezdim. Yedek anahtarla kapıyı açıp girdim. Ela gözlerim istemsizce kocaman oldu. Şaşkındım çünkü evde çok fazla, çocuk vardı. "Hazar?" Dedim karşımda gözleri yerde olan on dokuz yaşında üniversite öğrencisine.
Dudaklarını birbirine bastırarak "Efendim, Ulya?" Dedi utanarak. Sen böyle yaparsan ben seni beş yaşındaki çocuk gibi azarlayamam Hazar!
"Hazar, diğer evi ne işe yarıyor?" Diye sordum. Bir çok göz beni izliyordu. Salondan hepsi başını uzatmış bana bakmaya çalışıyordu.
Derin bir of çekti. "Yeni çocuklar burda. Üstelik korkuyorlar. Görmüyor musun?" Kollarını iki yana açtı göstermek ister gibi. Yıllar önce elimde ne varsa ne yoksa hepsiyle yaptırdığım ilk ev buydu. Şehirden uzak sessizdi. Çok yakında okul vardı ki o okula okul demek için ne kadar çok çaba sarf ettiğimi ben bile bilmiyorum. Evdeki her çocuk yurttan kaçmış veya ailesinden şiddet görmesine rağmen yurda alınmayan çocuklardı. Öyle ki özellikle işkence etmek için çocukları vermiyorlardı. Devletten bağımsızdı Hazar da elinden geldikçe küçük çocuklarla ilgilenirdi. Büyük bir ekip toplamıştım uzun zaman önce. Hepsi ayrı ayrı inceler bulur ve çekip alırdı çocukları. Onlara bakan bendim. Onları yetiştiren de bendim. Onlar temiz çocuklar olarak büyüyecekti. Kimse, kimse onlara dokunmayacaktı.
Gözlerimi kısarak açık kahve rengi gözlerine baktım. Çenesini avcuma aldım. "Önemli bişey mi oldu? Rengin solmuş, dudağındaki iz neyin nesi? Üstelik bakıcılar nerde!" Diye azarlayarak sorarken yarasına dokundum. Dudağında ki yarık kurulmuştu. Yüzünü elimden kurtardı.
Saçlarını karıştırdı. Yorgun görünüyordu göz altları mosmor belki de günlerdir uyumuyordu."Kızlar çocuklarla uğraşıyor içerde. Rengim solmadı, bir şeyim yok İyiyim ben. Sadece yoruldum. Ve evet bişey oldu." Dediğinde kaslarımın gerildiğini hissettim.
Kirpiklerimi kırpıştırdım. "Anlat." Dedim. İçeri giremiyordum. Çok fazla çocuk vardı. Hiç bir de beni istemezdi.
Yutkundu, "İki üç hafta önce sokakta dört beş yaşlarına bir çocuğu bulduk. Çocuğun her yeri mosmordu. Dövmüşlerdi. Üstelik bir de dışarı atmışlar, yağmur yağıyordu." Dudaklarımdan kaçan nefes isyandı. Ruhumu tepetaklak etti bir an. "Çocuğu aldığım gibi buraya getirdim. Doktorlardan biri çocuğa baktı. Çocuk iki gün bilinçsizce uyudu. Doktor uyuttu. Seni aramadan önce kapıya birileri dayandı. İki adam vardı, bağırdılar falan polisi aramakla tehtid edince biri bana saldırdı. Kızlardan biri polis arayınca adamlar yol aldı. Polisi arayıp bir yanlışlık olduğunu söyletim kıza. Bu adamlar başımıza belâ olabilir, Ulya. Kızı istiyorlar. Elleri kolları uzun gibi." Konuşması bu kadardı. Kapının eşiğinde öylece kaldım. Ne yapmalıydım? Arkamı dönüp kapıya kafamı yaslayıp bir süre sakinleşmek için durdum.
Zihnimin ellerimden çekip aldığını hissine kapıldım. İçim çekilir gibi oldu. Kapalı gözlerimin önüne beyaz bir oda ve içinde siyahlar içinde bir kadın geçtiğinde o kadını tanıyamadım. Dalgalı kumral saçları beline dökülüyor narin bir yayıya sahip gibiydi. Bedeni bir kuğu gibi süzülürken sırtı bana dönüktü. Kafasını arkasına çevirdiğinde, küçük sivri burunu kalırdı. Dolgun sayılabilcek dudaklarını araldı. Kısık bakan kirpiklerinin gölgelediği hazel gözlerini gözlerime diktiğin de irkildim. Bendeki tamamen bana çevirdi. Şuh kahkahası bedenimi ürperti. Kadife bir sesi olmasına rağmen güçlüydü sesi. "Sende böyle küçücük bir şeydin dimi Beren Ulya? Gece, gündüz hiç fark etmez, ağzı burnu kan içinde. Öyleydin, evet hatırladım. Sen unuttun mu?" Derken sinsi gülüşü içimi sızlattı. "Gerçek Akbağ, memnun oldum Ulya ve Beren."
Omzuma dokunan elle irkilerek kısa düşten uyandım. Hafifçe burnumu çekerek, "Hazar, hazırla çocuğu. Birkaç parça kıyafet koy. Bir süre bende kalsın. Adamlar yine gelirse ev adresimi ver. Kimin eli daha uzun bakalım." Dişlerimi sıkarak mırıldandım. Kalbim acıyordu, ruhum acıyordu. Gerçek Akbağ mı? Gerçek Akbağ...
Öfkeyle bir kaç kez soldu. "Ne demek ev adresimi ver? Hayır. Kimseye ablamın ev adresini vermiyorum, Ulya. Senden başka kimsem yok, sana bir şey olmasını kaldıramam..." Diye mırıldandı, gözlerindeki kokuyla ve bariz bir öfkeyle. Hazar bilindik o güven duygusunun tek bedene sahip insan benim için. Küçük kardeşim. Canımı bölüp ona verme şansım olsaydı ona seve seve verirdim.
Saçlarına elimi daldırıp, dağıttım. "Ablanı yerim Hazar bey." Diyerek göz kırptım. Korkmasını istemiyordum. Korkması beni bitirdi. Beni bitiren o olurdu. Ben hep ayakta kalırdım ama Hazar biterse bende bitirdim.
Sinirle arkasını dönüp içeri giderken söyleniyordu. "Bebeğim!" Diye bağırdım arkasından yeniden bana döndüğünde. "Bu aralar proje yaptığın kız çok güzel. Kaçırma bence. Çok naza çekme kendini oğlum. Çok naz aşık usandırır." Diyerek bahçeye kaçtığımda kapının arkasından sesini duydum.
Panikle söylenmeye başladı yine. "Ulya! Ya! Valla bak, ne kızı ya. Ne kaçırması. Bana ne canım kim kaçarsa kaçsın!" Diye bağırdı. Kafamı aralık bıraktığım kapıdan uzatım.
"Hazarcığım bebeğim. Hadi küçük kızı yolla." Dediğimde kızgın gözleri gözlerimi buldu. Daha fazla uzatmakarak poposunu dönüp gitti. Hazar'ın bu sevimli hallerine güldüm.
Hazarla tanışmamız acıydı. Korkuluyor üşüyordu. Biliyordum, kalbi güzeldi.
🌬
11.14. 2017
ULYA BEREN IŞINSOY Üniversite son sınıflardaydım. Sinirden kafayı yemek üzereydim. Üstelik trafik vardı. Bunalıyordum. Yoruluyordum. Hırsım yılan zehiri gibi kanıma işliyordu. Kornaya hızla vurdum. "Sik torbalı am evladı." Diye isyan ediyordum. Hızla arabadan inerek kapıyı serçe kapattım. Yolu ne kapatmıştı? Kalabalıǧa doğru yürürüyordum. Kalabalığı delerek önüme çıkan manzara baktım. Bu manzara değildi. Bu güzel bir manzara değildi. Polisler, ambulanslar herkes telaşlıydı. Kaza olmuştu. Dört kişi çıkarmışlardı. İki kişinin öldüğüne emindim. Hava kararıyordu. Gözlerim etrafı taradı. Duvarın köşesine sinmiş onbeş, onaltı yaşlarında bir çocuk. Kollarını kendine sarmış açık kahve saçları yüzünü kapatmış titriyordu. Oldukça eski kıyafetleri içinde soğukta üşüyor olmalıydı. Hiç kimse dönüpte bu çocuğa bakmıyordu. Belki de sokak çocuğu olduğu içindi. Yanına oturup ayaklarımı kendime çektim. "Neyin var?" Diye sordum oldukça yumuşak sesimle.
Ağzında firar eden hıçkırıkla, "Ben, ben çok özür dilerim. Benim yüzümden kaza oldu. Sadece caddeden geçiyordum. Üstelik ışıklarda dikkat ettim, yemin ederim." Dedi çatalaşmış sesiyle kesik kesik. İnandırmak ister gibi kafasını kaldırıp, baktı bana. Beliydi çok ağlamıştı. Acının hangi türüydü bu? Acı ne kadar da çoktu.
Çenemi dizime yaslayarak karşımdaki kargaşaya baktım. "Senin yüzünden olmadı. Daha dikkatli süremliydiler. İnanıyorum ben sana." Dedim ayağa kalkarak. Elimi uzattım. "Hadi gidelim. Yemek yiyelim." Tereddütle avcuma baktı. "Hadi ama. Yemek yiyelim karnımız patlayasıya kadar?" Gözlerime bakarak elini avcuma bıraktı. Çekerek ayağa kaldırdım. Ceketimi çıkarak üstüne bıraktım. İtiraz etmedi. Etmemesi için biraz ürkütücü bakmıştım. Sonra ikimizde kahkahayı basmıştık. Arabaların arasından sesizce yürüyorduk.
⏳️ "Ulya?" Hazar'ın güzel ses tonunu duydum. Kafamı çevirip aşağıdan Hazar'a baktım. Yavaş yavaş elini tutan küçük çocuğa indi, gözlerim. Kocaman mavi gözleri dolu doluydu. Aramıza hatrı sayır bir mesafe vardı. İyidi bu mesafe. Hazar'ın bacağına sarılarak gözlerini kapattı. Göz ucuyla bakmaya çalışıyordu. Utangaç. Hazar küçük kızın önüne eğilerek kulağına bir şeyler fısıldadı. Kızın gözleri kocaman olmuş kıkırdayarak bana ilerlemeye başladı. Bana geldiğini sanıyordum ama bana değil motosiklete doğru yürüyordu.
Kafamı omuzuma doğru yatırdım. "Asla, asla onu o motora bindirmeyeceğim." Dediğimde omuz silkerek kahkaha attı. Kaşlarımı çatarak ayağındaki ev terliklerine baktım. "Sen gelmiyor musun?"
Kafasını iki yana sallayarak "Gelemeyeceğim. Yetiştirmem gereken bir proje var. Üstelik çocuklar çok korktular onlarla oyun oynayacağım." Dediğinde yorgunluğu biraz da olsun dinmiş omuzlarında ki yük azalmış gibiydi.
"Hazar, çocuğa dokunmak istemiyorum!"
Huysuzca kaşlarını çattı. "Olmaz git. Hadi ya valla projeyi yetiştirmeliyim." Dedi ve içeri kaçarken kapıyı da kapattı. Yutkunarak çocuğa döndüm.
Kendinden büyük motosikletti okşuyordu. "Sen çok güzel bir şeysin." Diye fıslıldadı, motora sanki bir canlıymış gibi.
Boğazımı temizleyerek, "Adın ne senin?" Diye sordum kapının önünden küçük valizini alırken. Minik bir valizi vardı ve maviydi. Kayra bu çocuğa bayılacaktı.
Kafasını kaldırıp Hazara benzeyen açık kahve saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Elzem." Dedi sadece.
Dudaklarımın yukarı kıvırılmasına izin verdim. "Hadi o zaman Elzem, gidelim." Kız konuşturak yanıma geldi. Elimin birisi cebimde diğeriyle de valizini tutuyordum. Benim gibi ellerini ceplerine soktu. Beraber çamurlu araziden metroya doğru yürmeye başladık. "Kapşonu kafana geçir." Dedim, yukarıdan onu izlerken. Elini uzattıp kafasını kapattı. Yürüyen merdivenlerden aşağıya inip metroyu beklemeye başladık. Az kişi vardı. İki üç kadın bir kaç tane de adam vardı. Beklemek için konulan banklardan birine çıkıp oturdu. Minacıktı. Mesafeli bir şekilde yanına oturdum. Metro gelir gelmez kalkıp benden önce metroya binip yer kaptı. Afallayarak öylece onu izledim. Minik ve akıllı. Yanı boştu ama asla oturmadım. Boş yer çoktu küçük bir kızın yanına oturmak isteyen yoktu.
İneceğimiz durağa geldiğimizde oturduğu koltuktan atlayarak yere atladı. Eve yürümeye başladığmızda biir anda şen kahkahası sokaklarda yankıladı "Neden gülüyorsun?" Diye sordum.
"Neden somurtuyorsun?" Diye sordu dili pek dönmesede. Seke seke koştu. "Hazar dedi ki, sen Avcıymışsın. Kötü adamları oklar atıyor muşsun. Motorsikletin de senin siyah atınmış. Konuşa da biliyormuş." dedi gülerek. "Ben prenseslerden nefret ediyorum. Bende senin gibi cesur olmak istiyorum. Prensesleri hep biri kurtarıyor, beni kimse kurtarmadı. Hazar beni kurtardı ama öyle şatoma gelmedi, yoktu zaten şatom. Ben kurtarılmak istemiyorum. Avcı olmak istiyorum. Avcı nasıl olunur söylesene?" Dalgalı saçlarındaki kapşonu açarak, sordu. Yağmur durmuştu. Sesimi çıkarmadım. Ne diyebilirdim ki. Hikayenin kötü karakterini iyi karakter diye yutturmuştu yine Hazar. Evin önünde durduğumda benimle beraber bahçeye girdi. Kapıyı açıp geçmesi için yer açtım. Işıkları açtıktan hemen sonra Elzem kendi etrafında dönerek "Ah! Çok güzel evin." Mutluydu. Mutsuz olmasını istemezdim. En azından mutlu. Senin gibi değil. Daha iyi.
|
0% |