Dün aklıma yıllar önce,
Hatta gençlik yıllarımda,
Çizdiğim bir resim geldi.
Unutmuştum.
Daha doğrusu,
"Unuttum!" sanmıştım.
Ama birden gözümün önünde,
O resim canlandı.
Kimi mi çizmiştim?
Bir anneyi...
Bir anneyi ve
O annenin karnında,
kıvrıla kıvrıla yatan,
Yetişkin bir kadını.
Sanırım o gün,
Kaç yaşında olsak da,
Bir annenin şefkatına,
İhtiyacımız olduğu için,
Elime bir kara kalem alıp,
Aniden çizmeye başlamıştım.
Süt veren, hayat veren o göğüşlerini,
Canında yaşayan karnını,
Sevgi ile bakan gözlerini,
Dilleri ile uyutan, koruyan,
Sevgi sözcükleri olan o dudaklarını,
Kırık ama güçlü o saç tellerini,
Dolu dolu bir kağıda çizmiştim.
Ama karnında yaşayan,
O yetişkin kadın çok farklı idi.
Sanki bütün bu yazdıklarımı,
Tatmamış gibi,
Kıvrıla kıvrıla, titreye titreye,
Ürkerek, ışıksız, ümitsiz,
Karanlıkta nefes alıyordu.
Çaresiz, yenik düşmüş;
Yaşamadan, hayatını kaybetmiş gibiydi.
Çizim bittikten sonra,
Resimi duvara asmıştım.
Bir kaç ay duvarda öyle asılı kalmıştı.
Her gün saatlerce o resime bakardım.
Ve sonunda iki kadın arasında,
Gerekmesi olan, o büyük bağın,
Olmadığını farketmiştim.
Kendime kızmızdım.
Tek kendime de değil;
Herkese, her şeye kızarak,
Resimi yırtıp, atmıştım.
Resim yırtılmıştı. Atılmıştı.
Ama yırtılsa da, atılsa da;
Yine unutulmuyor .
Yine benimle o resim yaşıyor.
Benimle insan yaşıyor.