@fesatrice
|
Barış İnsanın biri tarafından izlenildiğini anlaması bana hep tuhaf gelmişti. Nasıl farkına varıyorduk, bunu hiç anlamayacaktım ancak bir anda içime dolan o hissi tanıyacak kadar fazla yaşamıştım. Bahçede arkadaşlarımla konuşurken kapıldığım izlenilme hissiyle istemsizce başımı yukarı kaldırdım ve camlara doğru baktım. Gözlerim dördüncü katın camındaki bir silueti seçtiğinde arkadaşlarım konuşmaya devam ediyorlardı. Dikkatli baktığımda camın önündeki siluetin, üst komşumuzun kızı Duygu olduğunu gördüm. Bizzat tanıştığımızdan değildi. Sabahları kibarlıktan günaydınlaşıyor olsak da bir sohbetimiz yoktu. Aynı servise biniyorduk. Adını da servis şoföründen duymuştum. Camın önünde duruyor, dışarıyı izliyordu. Gözlerimi çekmem gerekirdi. Neden bu kadar uzun baktığımı dahi bilmiyordum. Bir saniye için gözlerimi ondan çektim ama sonra tekrardan bakışlarım ona kaydı ve göz göze geldik. Yüzünü kısaca inceleyip yeniden arkadaşlarıma döndüm. Bu sıralar kafamı bir şeylerle doldurmaya öyle ihtiyacım vardı ki yaptıkları muhabbeti kelimesi kelimesine aklımda tutmak için çabaladım. Zil çalana kadar birkaç kelimeden öte konuşmamıştım. Nihayet çaldığında beraber okul binasına doğru ilerledik. "Bence art arda üç dersin de sayısal olması bir suç," dedi Kağan. "Bu üç dersin son üç ders olması ise vicdansızlık." "Sana kalsa okula gelmek de bir suç," diye mırıldandım. Kağan hiddetle devam etti. "Ama öyle! Bu kadar saat ders mi olur, Allah aşkına? Her şeyin fazlası zarar." "Evet," dedim sadece. Her şeyin fazlası zarardı ancak hayatımın şu evresinde beni düşünmeme vakit kalmayacak kadar meşgul eden bir yoğunluğa ihtiyacım vardı. Sınıfa girip dirseğimi sırama yasladım ve kalan üç dersi de derse odaklanmaya çalışarak geçirdim. Sekizinci dersin son beş dakikasında artık başım ağrımaya başlamıştı. Nihayet bittiğinde eşyalarımı yavaşça topladım. Çantamı tek omzuma atıp Kağan'la beraber sınıftan çıktık. "Neyse ki bugün cuma. Oğlum bir de cuma günü son üç ders sayısal. Resmen beynimizi akıtmak için yapmışlar bu ders programını." "Söylenmek bir işe yaramayacak," dedim. Bahçeye çıktığımızda kafamı kaldırmış servisimi arıyordum. "Dönem bitene kadar bu programlayız." "Eve gittiğim gibi uyuyacağım," dedi yorgun bir sesle. Eliyle sırtıma hafifçe vurdu. "Görüşürüz kardeşim." "Görüşürüz," dediğimde bahçede ilerlemeye devam etti. Servisin açık kapısından içeri girdiğimde tüm koltuklar dolmuş sayılırdı. Yine servise en son binen bendim. Gözlerimi kısaca koltuklarda gezdirirken en arkada, ortada kalan kısımda boş bir koltuk olduğunu gördüm. Bir de ön taraflardaki ikili koltuklarda birinin yanı boştu. İki tarafımda da birinin oturmasını istemiyordum, sıkışırdım. Sürekli gittiğim yüzme kursum dolayısıyla geniş omuzlarım vardı. Ve servisin sonuna kadar yürümek de bana çok yorucu geliyordu. Bu yüzden ön taraflarda kalan boş koltuğa yöneldim. Çantamı omzumdan çekip çıkarırken kimin yanına oturacağıma baktım. Duygu'ydu. Servise bindiğimde görmemiştim. Öndeki koltuğun yüzünü kapatacağı kadar minyondu. Kalp şeklinde ufak bir yüzü ve çekik kahverengi gözleri vardı. Omuzlarının biraz aşağısına uzanan dalgalı saçları, gözleriyle aynı renkti. Yüzünü kaplayan soluk çilleri burnunda yoğunlaşıyordu. Göz göze geldiğimizde hafifçe gülümsedim. Duygu'nun da dudakları yukarı kıvrıldı. Yanındaki boşluğa yerleştim ve çantamı kucağıma çektim. Kollarımı göğsümde birleştirip başımı koltuğun sırt kısmına yasladığımda gözlerimi de kapattım. Tüm günün yorgunluğu o anda omuzlarıma çöktü. Dışarıya yorgun bir nefes bırakmaktan kendimi alıkoyamadım. Yine izlenilme hissine kapıldığımda bu kez şaşırmadım. Çıkardığım gürültünün ardından tüm servis dönüp bana bakmış olabilirdi. Gözlerimi açma zahmetine girmedim. Yaklaşık yirmi beş dakika sonra omzuma hafifçe dokunan parmaklara kadar da gözlerimi açmadım. Bakışlarımı yanımda oturan Duygu'ya çevirdiğimde, "Şey..." dedi. "Geldik." Gözlerimi kırpıştırarak arkasında kalan camdan dışarı baktım. İyice dalıp gitmiş olmalıydım. Servisin durduğunu ancak fark ediyordum. Kucağımdaki çantamı elime alıp oturduğum yerden kalktım ve Servet abiye selam vererek servisten indim. Duygu da peşimden indiğinde kapı kapandı. Servis yeniden hareket ettiğinde ağır adımlarla ilerliyordum. Kapının şifresini girip elimle ittirerek açtım ve içeri girdim. Duygu için kapıyı açık tutmaya devam ettiğimde bana yetişmesi çok sürmedi. Açık kapıdan içeri girip, "Teşekkür ederim," diye mırıldandı. Bir şey değil dercesine gözlerimi yumup açtım. Beraber asansöre yöneldiğimizde tüm yorgunluğuma bir de asansörün yedinci katta olması eklendi. Tuşa parmağımı gereğinden fazla bastırarak asansörü çağırdım. Sadece eve gidip uyumak istiyordum ve bunu geciktirecek hiçbir şeye tahammülüm yoktu. Asansör zemin kata indiğinde kapıyı açtım ancak binmedim. Benden önce Duygu'nun binmesini bekledim. Bindiğinde yanına geçip asansörün köşesine çekildim. Tuşlara basmak için uzandığımda Duygu'nun benden önce davrandığını görerek elimi indirdim. Ellerimi önümde birleştirip bedenimi ona değmeyecek şekilde konumlandırdım. Asansör küçüktü, en ufak bir rahatsızlık dahi vermek istemiyordum. Her ne kadar şu sıralar göremiyor olsam da bir kız kardeşim vardı ve ona yapılsa huzursuz olacağını düşündüğüm şeyleri yapmamaya özen gösteriyordum. Asansör yukarı katlara çıkarken bakışlarımı önümde tuttuğum çantama çevirdim ve öndeki fermuarını açarak evimin anahtarını çıkardım. Bu saatte babam evde olmazdı. Yani üstümü değişip direkt yatağa atlamak için harika bir fırsattı. Asansör evimin olduğu katta durduğunda kapıların açılmasını bekledim. Çantamı tek omzuma atıp asansörden çıkarken, "Görüşürüz," diye mırıldandım. "Görüşürüz," diye karşılık verdi Duygu zayıf bir sesle. Dışarıya bir adım attığımda, "Kendine dikkat et," diyerek sözlerine ekleme yaptı. Ben duraksarken asansörün kapıları çoktan kapanmış ve onu bir kat yukarısına çıkarmıştı. Kafamı iki yana sallayıp düşüncelerimi dağıttım. Uyumak için sabırsızlanıyordum.
|
0% |